Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
'* — 26 — kuilk nhavserin böyle bir ihti: ta bulunacağını zaten tah bi IyYordum, ğîb:âlenmış olmasına rağ: bu sözleri duymuştu. "'hbde etti: ;ht söyleseydi de bir ihti- Yapmış olmazdı. Çünkü nla dost olduk, aramızda malıdır! aklısınız! k deç biraz &vv elki bahse döne- €vam etti: h " kü Sterıhavserın vaadine sa- GClğım dı“kernrnn] Bunu ne ile te. bi YOl'sunuz') kâfi değil mi? ,ıî K | *Yms No lrmekt"' çekinir gibi görüne- n 'We'_'-ief'â*niz. dedi, sizi tanı- Tefine nail — olmadım, Al- kadınların hizmet aNi ordum. Fakat üni- 'n% Ve nisanlarınız. memle- Yüksek bir mevkiiniz ol. U gösteriyor. Bununla bera- ız nle konuştuğumu, salâhi- İN Ne derecede olduğunu îsomm Ş S kadın hiddetle söylendi: T lâhiyet mi? Bu da ne de- İN5 eYG dair salâhiyet? Ükiş , hayretle —muhatabına Bini bl!miym < | ma%admsızmle bir iş hakkın" Lih geldiğimi — sanıyor- Bi ği y Ma tma'd doktor onun sözünü L'*—. ğ- Sizi !f&mma celbetmem ne Etmek ıçmdir Sizi e- r al'zuhlîmt tebliğ etmek ür İn Deili> Betirttim. Üğ; detektifi müstehzi bir ta- Pa: İlin Ya_ n v“ K dedi; bu kadarcık mı? Vet, simdilik bu kadarcık! Nobodi ayağa kalktı: khınwh“de dedi, yanlış — kapı Tiz. Daha fazla konuşına: — kalmadı Iğ::l Ve dediniz? &1 Şu Hayatımıda u- 'k;m! , kendimdern başr in emrini dinliyemem! m istihfalla — dudak un,, Obodinin üstündeki asze“ Yı işaretle: : qâ:;; “ğmze de itaat etmedi- "Ellı yle mi? m'ğkabele etti: au, Erlikte itaatin * tabif Al. yerlerde - uşak- %:k İduğuna nereden ka- Ca%myof'âunuz? h B IN sarandı, Homurdan îğu lahkir mi ediyorsunuz? %'*dı ©, katiyen., Bir vakıayı hır Yorum. Siz beni bir uşak" ı,.:t::k cüretinde bulundu- Uşık lta Size mukabele ettim. üzm Yetinde olan ben deği. Tiz. Ben askerim, fakat "'ın d:fma Mecburi askerlik L:_iı? &ıl;îıle askere alındım. İ IMız, hiçbir mecbu- mhîînokk'" böyle kılık değiş: SYunu hikmeti nedir? Asker- ! %!k.ovhî:mak sizi eğlendiri- l 1 eğlendirmiyor. tlued, ! geldiğim yere, ya- Tniş e"“z başka bir yere gön- la %t Ü tatsiz mülâkatımız SÖsünüz bu mu? "yhıs Viçine Nobodi, kadının gözleri. tarta ği Ü ve kelimelerini tar- Sr8ier "Van verdi; #mıştm“ 8örüşmeğe ben - talip Şlı h'kh Nİ Çağırtan sizti: )'ok_ im size ihtiya: hMın bana — ihtiyacınız İK? Olarak müsavi hak: Miz icap etmez mi? &n ise, mülâkatı" Ylemiş olduğum İa hîızmd'm €tmeğe ye İrlan- ğ“îum nüfuzu lehiniz a hazırım. bodi, muhatabmı gü“ | miş mi? Nakleden: Fethi KARDEŞ ksi takd' de işinizle meşgul olrtarı. Zaten M. Stenhav. zerin bano kısaca sövlediklerinder anladığıma göre bu işe pek bece- riksizce başlanmış, şimdiden mu> vaffak olamamış nazarile bakıla: bilir. İşte son sözüm budur madam. Casus kadın dikkatle dinlemişti, Birden sordu: — Benim kim olduğumu biliyor musunuz? — Hayır. Söylememiştiniz! — Ben Matmazel Doktorum! Ceyms Nobodi gayet lâkayt ve sakin mukabele etti: — ÜÖyle mi efendim. Ne dokte ru? İsminizi de söylemediniz. Matmazel doktorun bu, kibrine dokunmuştu: — Nasıl? benden bahsedildiğini hiç işitmediniz mi? — Almanyada ben çok meşhurum, — Ol&abilir efendim. Fakat ben İrlandada sizin şöhretinizi işitme- dim. Esasen isminizi de elân söyle- memiş bulunduğunuza göre “Mat- mazel Doktor,, diye ismi meçhül bir şöhreti ben nasıl beşfedebili. rim? — İsmimi öğrenmenize lüzum yok. Esasen onu pek az kimse bi- lir. Ben matmazel doktor diye ta- nılırım. Kayzerin huüsusi ve mah- rem müşaviriyim. Mevzuubahs İr landa meselesini halletmeği bizzat imparator bana hâvale etti. Afallamış görünerek söylendi: — Mükemmel bir. mevkiiniz var öyleyse! — Tabii... Fakat şimdi — bunu konuşacak değiliz. Biraz evvel ba:- na İrlanda işinin bir çıkmazda ol- duğunu söylemiştiniz. Neden? — M. Stenhavser, Vilhelmsha- fende tahşit edilmiş olan İrlanda- İrların vapura ' inmekten ettiklerini s” 7 =mgtı ıgmaba_ ysml — Ay bunu size söyledi mi? — Evet, — Doğru, maalesef merkezde. — Ne yapmalr şimdi? Casus kadın mukabele etti: — Ben de sizden bunu sormak istiyordum. Artık emir vermek mevzuubâhs vaziyet bu | değildi, fikir danışılryordu. Nobo: dinin tehdidi tesirini göstermişti. (Devamı var) katiye.. | imtina " Hindistanda dünyanın en eski msanları arasınıla a Z Yuzan: L. Buseh 35 yılını vahşiler arasında geçirmiş bir Alman seyyahı Sihirbaz “diğer yıl Jızlardaki insanlar hakıki insanlardır ., d2di O halde Hintli sihirbaz iddia et- tiği hakikatlerde pek de — haksız ve aykırı değil. Fakat nasıl Arşimedin kolunun hamam kurnasındaki suya batma. sı pek ehemmiyetli bir hâdise de- ğil, fakat onun neticesi denizlerde dritnavtlar ve havada tayyarele. rin yüzebilmesi gibi fevkalâde ise, Boha - Rutinin de izah ettiği bu basit tabiat hâdisesinin — neticesi harikulâde idi. Çünkü insan bu sayede — bütün kâinatı — dolaşabiliyordu! İşte ör nümde Hint ormanlarının İöş ve vahşi mehtaoı altında en olmiıya: cak hayalleri dinlediğim bu hintli sihirbaz birkaç dela yıldızları do-. laştığından gayet tabil bir lisanla bahsediyordu! Ona Merihte ve di- ğer yıldızlarda —insanlar — görüp görmediğini sormaktan kendimi a- lamadım, — Boha - Ruti dedim. Merih yıl- dızında, veya diğer yıldızlarda im sanlar var mı?.. Ne gördünüz? Bu. nu merak etmemek kabil mi? Boha - Ruti o şualar kaynayan koyu adeseler gibi gözlerile gayet acı ve müstehzi bir tebessümle yü- züme baktı: — Çok tuhaf sualler — soruyor- sun oğlum! dedi. — Niçin tuhaf? — Çünkü, ucu bucağı olmıyan bir kâinat içinde yalnız arz dedi- 'ğimiz yumruk kadar bir taş par- çâsı üzerinde insan olduğunu na" sıl farzedersin? Demek bütün mil. yonlarca muazzam yıldızlar yal- nız taş ve ateş yığınları da, bir bu cürük arz üzerinde insan yaratıl- mış!.. Bütün kâjnat boöş ha?.. Hayretle sihirbazım yüzüne ba- ikıyordum. Evet, hakikaten' 'Biıhıı kendimiz hakkındaki bilgimiz ne kadar saç- ma idi! Ucu bucağı olmiyan her — biri dünyadan milyonlar, milyarlarca defa büyük âlemlerin içinde ku- ru, mini mini arzın üzerinde yal- nız biz mi vardık? Bizim fen ve ilmimizin, vahşile tin kendilerini dünyarım merkezi zannetmeleri gibi itkatlarından ne farkt vardı? Hintli sihirbaza heye- canla sordum: — Demek diğer yıldızlarda :. insanlar var, öyle mi Boha: Rutı: Boha: Ruti kadın gibi arkasına toplanmamış saçlarile bir Tibet keşişini andıran başını havaya kal dırip iri ve parıltılı gözlerile, âdeta bir dürbünle seyredermiş gibi, yük sek orman ağaçlarının arasından. görünen yıldızlara baktı: — Elbette, oğlum! aedi. Hem o insanlar, yanı hakiki — kâinatın insanları bize benzemezler! Biz bu girdap içindeki yıldızın — üzerinde bir nevi hayvanız! Hayyanlardan yavaş yavaş meydana gelebilmi- şizdir! Asıl kâinattaki insanlar ise | î | | Süğu imişim gibi Yapamıyacağım itiraf Rukiye Başak Hâlâ hatımdadır: 14 temmuz resmiğeçidine yalnız gittiği neydi. Ameliyattan yeni kalimış olduğum için salon ve banyo o. dasından öteye geçemediğimi de hatırlryorum. Dikişlerimin ada - makıllı iyi olmadığını vehmeder ve bu merakımla doktor Fabreyi her zaman güldürürdüm. Sen de bana sanki komik bir erkek ço . gülümserdin. Bu tebessümlerin çok canımı sı. kardı, fakat bunu sana hiç bir zaman sövlemedim. Ö sünü vuzuhla hatırlıyorum. Bir gün evvel hep yağmur yağ- mişti, ve ö sabah pencereyi acar. ken sevinçle bağırmıştın. - Gök mavivdi. günesş de venveni. Se. böyle hayvan değildirler! — Onlar | çincins istirak etmek İcir — sana doğrudan doğruya insan — olarak | yaklaştım. Güzel havayı haber yaratık??ışl_ardır! veren sabah sisinin icinde kilise . Gayriihtiyari: nin kocaman vığınını görüvor - — Öh! bu pek müthiş bir hü- küm, Boha - Ruti! diye — söyler. dim. Bizim hakikaten hayyan ol- duğumuz doğrudur! Demek diğer yıldızlarda -ördüğün insanlar bize hiç benzemiyorlar? Boha - Ruti esrarengiz tebessü- münü hâlâ muhafaza ediyordu: — Hayir! dedi. Fakat — bu hal bizleri meyus etmemelidir, oğlum! Çünkü onların da kusurları var! Onlar da bizim gibi birçok acizle- rin azabile muztarintirler! (Devamı var) TİYATRO'AR ŞEHIİR TIYATROSU Bu akşam 320,30 da Tepebaşı dram kısmında ROMEO JUÜLYET — — Komedi kismı: Gece: 2 KERE 2 Büro nakli Matbaa İşçileri Birliğinden: Cemiyet merkezi 1 Teşriniev- wvel 1939 tarihinden itibaren ÂAn- kara caddesinde Adalet hanının 3 üncü katında 20 numaraya nak- ledildiği muhterem azamıza bil- dirilir. Yeni Neşriyat Yeni sene takvimi Uzün seneler Türk matbuatına hizmet ederek bugün çalışamıyacak derecede ihtiyar, hasta ve malül kalan her sene olduğu gibi bu sene de za, rif bir şekilde bir duvar takvimi neşredilmiştir. Tavsiye ederiz. Matbaa İşçileri menfaatine | | duk. Hattâ (All>hrm ne cirkin!) bile dedin ve daha merhametle ilâve ettin: (Fakat bu güzel ha . vada, en çirkin şeyler güzelleşi. yor.) Actığımız radvo, bu mühteşem bayramın hazırlıklarmı anlatı - yordu ve dalgaların uzaklığında sabırsızlanan atların tepinişleri. ni işidiyorduk. Semada bir grup tavyvare ho. rulduyor. pencerede bayraklar havanın en ufak nefesine takılı. vordu, ve cocuklar pazar elbise. lerivle sokağa iniyorlardı. Mesut sözüküyordun. Uzak değil, tam üç sene ev - veldi. Çok sevdiğim acık kursuni bir tayyörüm ve reneârenk ince bir eşarpın vardı. Giviniş tarzı. fr her zaman sevdim. Bazı elbi . | selerin seni o kadar gencleştirir. di ki, bana çok cabuk büyümüş bîr_kolleî talehesi ile evlenmisim gibi. gelirdi. Şapka —givmezdin. Sacların her zaman en güzel sü . | 'sündü. Mutfakta kahvaltıyı hazırlar . ken sarkr söylüyordun: nişanlı iken öğrettiğim eski bir toman . sı. Güneş saçlarını bakır ve kı. Zıl renge boyuyordu. Fakat bir şeye dikkat ettim: Yalnmız düsün.- cen olduğu zaman şarkı söyvler . sin ve O gün genc, taze sesini dinlerken ruhunu veva kalbini üzen kederin ne oldu#unu ken . di kendime sordum. Yüzün gü lüyordu, resmiseçitleri her za . man seyrederdin. Sonra hazırlanın taze ve cicek kokunla bana iğildin. şakağım * dan hafifçe öptün. Başımı daha çevirmemiştim ki, senden banyo suyunun ılık koökuüsu ve karşım . da yarı dolu çay fincarımndan baş. ka bir şey kalmamıştı. Hemen gitmiştin. Sokakta şiderken sa. na bakmak için, biraz yorgun, yerimden kaltktım. Yuvamızdan küçücük gözüküyordun, o kadar küçücük ki, resmigeçide — seni yalnız yolladığım için vicdan a. zabı duydum. Öğle yemeğine gelmiyecektin. Annen yakında Niel caddesinde — oturuyordu, ona gidecektin. Ha- zırladığın soğuk yemeği yalnız yedim. Önümde bardağıma da . yalr açık bir kitap vardı, fakat okumadım. Seni düşünüyordum. Senin hatıranla dolu yemeği bi. tirince, aptalca bir şey yaptım. Gardrobuna doğru gittim. Sanki onlarda nazik vücudunun şeklini ve lavanta kokuüsunü bulacak . mışım gibi yüzümü kürklerine sürdüm. Bunu yaptım ve gülüm- sedim. Deli mi olmuştum? Ha - yır, iki aydanberi ilk defa bu ka. dar uzun yanımdan ayrılmıştımn, — seni özlemiştim. Gözlerim haya . linle dolu, elbiselerini kutularına yerleştirdim ve uzandım. Uyumamak için uğraştım, fa . kat uyku galip geldi, Hava sr . caktı, vantilâtör hafif hafif ho . ruiduyotâu. Rüyamda seni gör . düm. Uyandığım zaman cpeyce geç olmalıydı. Rüyam o kadar seninle dolmuştu ki, yalnızlığı * ma alışıncaya kadar biraz vakit geçti. Sonra oturdum ve saate bak - tım. Saat altıydı. Şimdiden feri azalmış olan güneş odada mail hüzmelerle geziniyordu. masını sabırsızlıkla bekliyordum. Alnım yanıyordu. Sen geldiğin zaman daha oturuyordum. Gözlerin parlak ve gittiğinden daha maviydiler, Buna rağmen, günlerini kalabalıkta geşirenler gibi üstün basın tozlu değildi ve sen yorgun gözükmiyordum. Saç ların biraz kabarmıştı, fakat bu çehreni daha munis yapryordu. Güzeldin. çok güzeldin. Sana aş. (Lütfen saplam çeviriniz) 380 JÖZEF BALSAMO JOZEF BALSAMO 37T Biraz serin hava almak icin akşam ol. yarak yere düşmüş olan kitabı aldı ve içindeki resmi gösterdi. Jak: — Evet, anladım, dedi.. — Mösyö biliyor musunuz ki en büyük emelim sizin yanınızda bulunmak idi.. Biliyor musunuz ki en mühim arzum ancak bu sa. adete erişmekti.. — Dostum maalesef siz benim yanımda — bulufnmıyacaksınız . . Çünkü ben talebe yetiştirmekle meşgul olmam.. Misafir olmak bahsine gelince gördünüz ki ben misafir kabul edecek ve bahusus onu evimde alıkoyacak derecede zengin değilim.. Bu sözler Üüzerine Tfevkalâde kederlenen Jilberin elini — tutup sözüne devam etti: Te — Müteessir olma — evlâdım. Size rastgeldiğimdenberi halinizi arağştırdım.. Sizde fena haller varsa da iyi haller de var. Kat'i arzunuzla hayvani meyle galebe- ye çalış, bahusus grurdan son de- rece sakın. Çünkü gurur — deni- len kendini beğenmek hali felse feyi mahveder bir kuvvettir. Hiç bir şeyi hakir görmiyerek çalış.. İleride daha müsait bir iş bulun- caya kadar musiki kopyasiyle geçinmiye gayret et.. — Öh! yarabbim! Başıma ge- len şeylerden âdeta şaşkım bir hale geldim.. — Evlâdım, bâaşınıza pek sade ve pek tabil şeylerden başka bir şey gelmedi. Filhakika —hassas kalbleri ve zeki akılları en ziya- de tahrik eden şeyler sade olan" lardır Siz bilmediğim bir yerden kaçmışsınız.. Sizden sırrınızı sor madım.. Ormanlar arasında ko- şarken ot toplayan bir adama rastgeldiniz, bu adamın — yanın" da ekmek vardı. Siz aç ve ek- meksizdiniz.. O ekmeği — buldu- nuz. yideceğiniz yeri bilmiyordu nuz, bu adam size başımızı so- katak bir yer gösterdi. Bu şah sın ismi Ruso idi, işte bu kadar.. Bunlar pek sade ve tabii şeyler" dir. Şimdi bu adam size diyor ki filosofluğun birinci — kaidesi: “Kendi kendini idare et. ,, dir. Şimdi dostum siz bu notayı kop- ya edince bu günlük geçinme var sıtanızı tedarik etmiş olursunuz. O halde haydi bakalım işe başla- yın. — AÂAh, mösyö ne kadar iyisi- niz. — Yatacak yere gelince o da “hayatin fevkinde olarak size ve- riliyor. Yalnız gece okumaktan çekinin. Yahut okumak için ya- kacağınız mum kendi malınız ol sun. Yoksa Terez ile beni kavga ettirirsin, şimdi karnınız aç mı?, — Hayır mösyö,.. — Dün akşamki yemekten bu rak: — Anladım mösyö, kemali cid- diyet ve samimiyetle teşekkür e- derim. Delikanlı ihtiyarın vermekte olduğu beyaz kâğıdin Üüzerine eğildi ve çalışmağa başladı. L * * . D ) * D * KA YY Ş Jilber bllyük bir gayretle çalışı- yor, elindeki beyaz kâğıt dikkat- le taklid edilmiş karalamalarla do luyordu. İhtiyar bir müddet Jil- berin bu suretle çalıştığına bak- tiktan sonra diğer masanım ba- şına geçip kese kâğıtlarına ba- sılmış bit takım yazıları tashihe başladı. : Bu süretle üç saat geçmiş ve şöminenin üzerindeki saat doku" 'zu vurmüştu. Bu sırada Terez acele içeriye girmişti. Jak başını kaldırıp zevcesine baktı: Terez aceleyle dedi ki: — Çabuk, çabuk. .Salona geç. İşte prens geliyor. Yarabbim. ne vakit bu haşmetmeab alayı tü- kenecek ? Hiç olmazsa geçen göün dük dö Sartr'ın yaptığı gibi vi- zimle beraber yemek yemek sev dasmma düşmeseler!.. Jak. yavaş bir sesle sordu: — Hangi prens". — Prens dö Konti... Jilber madamın söylediği bu ismi işidir işitmez elleri heyecan" la titrediğinden yazdığı musiki notası üzerine aceleyle bir nota- işaretinden ziyade lekeyi andı- ran bir (Sol) işareti koydu. Jilber kendi kendine: — Bir prens, bir dük diye söy lendi.. Jak, gületek odadan çıkıp ka- piyr kapadı, o zaman Jiiber etra- itna bakırdı, yalnız bu unduğu- na taramılvle emniyet peyda et- tikten sonra başını kaldırıp: — Fakat ben — neredeyim? Prensler, altesler, mösyö Jakıtı hanesinde! Dük dö Şartr Prensa dö konti bir nota — kopyacısının evinde! Şayanı hayret Cöçrusü.. Delikanılr yeri cen kalkarak dışarıda ccreyan eden sözleri dinlemek üzere kapıya yaklaştı.. Kalbi duracak gibi şiddetle çar- pıyordu. Jak ile Prens arasında âdet olan selâm ve merasimden sonra, prens dedi ki: — Sizi beraber götürmek isti- yorum. — Niçin efendim?. — Sizi velialıdin zevcesine tak dim için, aziz filbscfum, bu za * man (fe'sefe izin yeni bit asır ola: cak.. — Hüznü teşeccühünüze te- şekkür ederim, fakat — refakati- niz mümkün değil, — Halbuki altı sene evvel tız