28 Eylül 1939 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 5

28 Eylül 1939 tarihli Haber Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

I Hindistanda dünyanın iğ 85 yılını vabşiler arasında en eski İnsanları arasında Yazan: L, Basch geçirmiş bir Alman seyyahı İ Ormanda uzun boylu bir hayaletin bize doğru geldiğini gördük Ormanda tek bir yaprak kımıl xi) damıyordu. Çizmelerimizin altın de ve uzun saçlarinı bir hotoz gibi « Psr ormanda o görünmemizin ona | da bazan kırılıyeren ince ve taze ağaç dallarının kopardığı çıtırdı “ormanda âdeta bir maymun çığ İliği gibi çınlıyor. Sonra tekrar or talığı bir ölüm sükütu kaplıyardu. Ağaçların arasından sızan meh- tap ormanın içinde âdeta ayışr Rından bir bataklık meydana ge Çok defa önümüzü hakikaten bataklık zannederek duruyorduk, Arabistan (o çöllerindeki gibi Hint Ormanlarında da ay ışığında bu nevi serablar görülüyor. o Cavadi her adım attıkça mehtapla acaip Sekiller alan kalın o ağaçlara deh- | etle bakmaktan kendini alamıyor, fakat bu ağaçların da bildiğimiz Maçlardan başka bir şey olmadı nı gördükçe müsterih | oluyor, Yanı başımda hiç konuşmadan, Eayet hassas bir halde yürüyordu. > Bazan yüksek ağaçların tepe rinden ta yerlere kadar sarkan bir nevi yabani sarmaşık dalları mehtapta parl parl parlayan metre oyunda yılanlar gibi Börünerek bizi ürkütüyordu. Halbuki bu ormanda tek bir yı lân dahi yoktu. İşte o gece bu garip, durgun ve Bız ormanda, mehtap aydınlığın- da ilk defa gördüğüm Buhali sihir bazını ömrüm oldukça unutmama İmkân yoktur. Uzaktan ayaklarımızın orman a akisler hasıl eden gürültüsürü İiterek bize doğru uzun boylu bir hayaletin geldiğini (gördüğümüz, i#aman derhal bunun adı bütün ci- Vara yayılmış olan sihirbaz oldu” Bunu anlâmıştık. Filhakika 1ssız ormanda grödü- İlmüz bu hayalet ta kendisiydi. Boha » Ruti yarı çıplak bir hal- daşının etrafına dolamış, çıplak, Miç ses çıkarmıyan ayaklarile, â- deta rüyada gezinirmiş gibi, gayet Ağır, telâşmz yürümekteydi. Bize yaklaştığı zaman ilk seçti- imiz şey, iki iri ve parlak göz ol “w. Bur gözler, mehtaplı ormanın Obştuğunda (âdeta © foslorlu iki kaplan gözü gibi parlamaktaydır İar. Bu gözler evvelâ bize haşyet Yermişti, Sihirbazm bize müthiş bir hay- tetle baktığı muhakkaktı, Geceya- | derece ahenkli bir sesle, âdeta dua İ eder gibi: — Bahara matura çuhul! diye mırıldandı. — İnsan oğullarına selâm ilsun! Cavadi hemen cevap verdi; — Çuhula Ranghi! (Sana da selâm!) Sihirbazın selâm temenni eden sesinde derin bir şefkat ve huzur olmakla beraber gözlerindek! hay- ret bakiydi. Bunu farkeden Cavadi sihirbe- za birkaç kelime ile benim hüviye- timi, büyük şöhretini (o duyduğu- muzu ve kendisini ziyarete geldi- Rimizi söyledi. O vakit Boha - Rutinin gözleri sanki daha ziyade parladılar. | Ben hemen atıldım: — Boha * Rui! ben Hindista- nm Budhasını yakından görmek, | ondan bildiği hakikatleri Oöğren| mek isterim! Bütün dünyayı dola- şarak geliyorum! dedim, Boha * Ruti kuru ellerini orma- nın İçine doğru uzattı ve acı bir gülüşle: — Henüz bir hakikat dım! dedi, — Fakat Hintliler sizin hakkı” mızda çök mühim şeyler söylüyor lar, Boha - Ruti! Siz kâinatm e» rarını bütün insanlardan daha iyi biliyorsunuz! Bizi tenvir edin! U- zun senelerdenber! o bu ormanda herhalde beyhude vakit ( geçirmi- yorsunuz! Boha » Ruti bu sözüm üzerine daha bariz bir şekilde gülümsedi. Kalm kaşlarını çattı. Aydınlıkta | gayet büyük sedef kabukları gibi | parlayan gözlerini kırıştırarak ay- TI ayrı benim ve Cavadinin yüzle- rimize baktı. Sonra gayet esraren- giz bir gülüş ince dudaklarını yırt tu. — Bütün insanlar (delidirler! Ben de bir deliyim! İ Diye güldü. Sihirbazın bu acı lâtifesi birden- bire tüylerimizi ürpertmişti. Zira, | karşımızdaki sakin ve halim ada-| #m gözleri esasen deli gözlerinden farksız olduğu için biz ciddi suret te böyle bir şüphe içindeydik. O” hun için sihirbazın ba sözü bizi) ürpertmişti. Maamalih o istemiye istemiye biz de bunu lâtifeye vır | rarak gülümsemeye mecbur Ol-| duk. | Ben sihirbazm zayıf yoktasına bulama" | Vakia büyük bir hayret vermesi de pek "abiiydi Merakla bize doğru £ yaklaşan “hirbaz gayet kalın, fakat Mareşal takdirle mırıldandı: — Fevkalâdesiniz azizim. | i Nobodi mütevaziane cevap ver- | ii; »— Bunda fevkalâdelik yok. Bu İŞ mesleğimizin alfabesi gibi bir iey.. Şifreyi bu kadar kolaylıkla züşüm bir tali eseri. Çünkü mü- İâzim fon Holvaht cephede bulur duğu için üzerinde ancak bir ki- İap vardı. Bir de onu şehirde ve Du kitabı da bir çok kitaplar ara “ila bir kütüphanede tasavvur | “din, şifreyi çözmek asıl işte o za Man bir maharet, bir fevkalâdelik “lur. Yahut bir sabır işi: Kütüp i bütün kitapları birer bi- Ter elden geçirip bir neticeye var- Wak da mümkün olabilir. Mareşal güldü — Bu bire Nobodi devam etti: — Fakat bizim esirin şi olurdu. son İ na evvelâ böyle bir şüpheyi haki- elinde * sizin bu şekilde yaşamanız vi) Nakleden: Fethi KARDEŞ | bir tek kitap bulunduğu o cihetle araştırmağa ve uğraşmağa lüzum yoktur, Matmazel doktor denilen insan suratlı şeylanla o muhabere | için kullandığı kitabın bu oldüğu | anlaşılıyordu. | Mektuba bir defa daha göz gez- | dirdikten sonra ilâve etti: — Benden de bahsediliyor. Fon Brandın da 31-170 olan numara- İ sar mektupta gördüm. Bakaim başka neler var? Kitap vasıtasile şifreyi hari hari çözerek bir kâğıda yazdı: Emin bir menbadan şimdi öğ- Tendim: Fon Brand Dublinde tev | kif edildi ve Ceyms oNobediye komploya dair bütün bildiklerini anlattı. Nobodinin o bir mukabil loormuza geçmesi çok muhtemel. dir. Gözünüzü öçımız. Detektif, şifreyi halledince: — İşte, dedi, matmazel dekte* lemdar Sinemasi ! CASUS AVCISI KIRIK HAYAT #MEELREREE m - HABER — Akşam Postası Zeytin mahsulü Yazan Or. G.A İzmirden İstanbul gazeteleri. ne gelen bir haber bu yıl zeylin mahsulünün bol olduğunu müjde, iyor... Eski zamanda olsaydı bu haberden » mahsulün bol olması. nın verdiği sevinçten başka . barp Üzerine de iki hüküm çıka. rırlardı: Biri sulhün yakında ola- cağı, Ötekide harbi demokrat devletlerin kazanacağı... Birinel hükmün sebebini bi * lirsiniz: Zeytin ağacı akıl, zeytin dal da sulh ve sükün alâmeti sa- yılır. Öteki manaya gelince o da Tevrsttan çıkar. Onun rivayetine göre, evvel zaman içinde, yer yüzündeki ağaçlar hepsi toplanır, lar ve kendilerine bir padişah seçmek isterler, Bu mertebeye en Jâyık ve en haşmetli ağaç zöytin olduğundan ağaçlar tahtmi ona teklif ederler. Fakat zeytin kabul »tmiyerek yemişi ve yağı Ile &- lemi doyurmak İlzere demokrat olarak çalışmayı tercih eder. O va* kıttanberi de zeytin bütün ağaçların &n demokrat sayılır. Bu zamanda, zeytin mahsulünün bolluğundan o kadar derin manalar çıkaracak kimse pek bulunamazsa da, zeytin mahsulünün çok olması herkesi sevindirecek bir şeydir. Zeytin tanesi , belki en demokrat ağacın mahsulü olduğu için , keseleri dar olan demok- ratları iyi besler bir gıdadır. Yağının ucuz olması, burnunu yükselt” mek İsteyen sadeyağın biraz ucuzlamasına sebep olur. Zeytinin ta. nesi başlı başma, yağı da fasülye piyazınm Üzerinde içkilere meze oldukları için bu haberden içki kadehi dostları da elbette memnun olurlar, Zeytinyağı sabunun esarı olduğu için insanlar daha kolay temizlenirler demektir, Bu da sağlık bakımından herkesi memnun eder, Zeytinyağı mumdan ve petrolle benzinden önce insanları ışık vermeğe yaradığından tarih bakımından da hürmet edilecek bir şeydir. Zeytin danesinin iyi bir gıda olması terkibindeki yağlı mad- delerden ve madenlerinden ileri gelir. Acr olmayıp da ağaçtan ko parilmca yemek mümkün olsaydı yüzde 20 nisbetinde yağ, 10 nisbetinde de şekerli madde verirdi. Salamurasında da gene yüzde 11 yağ, 5 şekerli madde kalır, Yüzde bir nisbetindeki azotlu mad- deleri dö yüzde 0, 9 olur. Bunlardan ziyade madenleri adeta bir hazinedir. Hele terki. bindeki çelik ile bakırm salamura olduktan sonra pek az kaybolma. ları zaytine kana yaramak ve nesiçlerin teneffüs etmelerine fay. dası olmak bakımlarından ehemmiyet verdirir. Zeytin tanesinin tazesinde çelik yüzde 2.9 miligram, bakır 0,28 miligram oldukları halde salamurasında birincisi 1,50, ikincisi 0,23 olur, Başka maden- ler salamurada haylice kaybederlerse de, tuzdan dolayı, klorile serciyan ve manyezyom madenleri tabii ehemmiyetli nisbotteçoğa. iirlar, Zeytintanesinin tazesinde hiç vitamin bulunmadığı halde sala- mürs oluca, tahammürden dolayı, yüzde 400 ölçü A vitamin! peyda olur, Zeytinin yağmda ne madenlerden, ne de vitaminlerden hiç bir gey bulunmaz, Fakat buna karşılık terkibi yüzde yüz safi yağdır. SEHİR TİYATROSU sillere başlıyor. ————— KOMEDİ KISMINDA İKİ KERE İKİ ki olarak vermez değil! Fakat göz lerinizde o kadar çok zekâ görülü- yor ki bu kadar bol bir zekânm i- da 3079/919 Cumartesi akşamı #tibaren temsillere başlıyor çinde cinnetin tutunabilmesine im RAŞİT RİZA kân yoktur! Bununla beraber yıl > E. SADİ TEK dızlarla bu kadar meşgul oluşunu , TİYATROSU Yarın gece 2u bu dünyanın inisanları gene ko lay kolay anlayamazlar! (Devamı var) vükada İskele Garinosunda BEŞTE GELEN Vodril 8 Perde Tepebaşı Dram kısmın, da 30/9/9399 Cumartesi akşamından İtibaren tem İstiklâl caddesinde komedi kısmın. Bü fun me denek istediğini | mak istiyorsam süratle e anla dik, Fakat fon Brandın tevkif edildi- ğini n ş? M. Fred Sturbinin (* ve casu Su mu dolu? Her ne ise muhakkak olan nokta, matmazel doktorun benim gul olduğumu bilmesi znold fon Holvahta sı ihtarında (o bulun- masıdır. Şu halde muvaffak ol- hareket etmem lözim. Fon Salzman, tehli- keden haberdar oluncaya Okadar Vilkelmshalende bulunmalıyım. Sir Duğlas Haiz yerinden sıçra- dı. Hayretle sordu: — Ne? oraya mı gideceksiniz? Siz çıldırdınız mı? M. Loyd Cor cun bu kalibrede bir çılgınlık yap” manıza müsaade etmesi imkânsız- dır. Nobodi gülmeğe başladı. Başvekile, projelerimi anlat tığımı mı sanıyorsunuz efendim? Projelerimi söylememekle iyi de yapmışım; baksanıza bu mektup bütün hesapları altüst etti, Zaten projelerim yalnız beni a lâkadar eder, çünkü bunları tat- etrafı hain ik edecek olan benim... Almanya ya gitmek projemi size söyleme- min sebebine gelince, bunu ancak l sizin yardımınızla yapabilirim de onun için... Mareşalin hayreti arttı: | — Allah Allah! Almanyaya si- i zinle beraber gidecek değilim ta bit, i Nobodi de güldü: — Tabii efendim. Sizden böyle bir şey nasıl rica edebilirim? — Ricanız nedir öyle ise? Nobodi bu suale cevap verecek yerde ayağa kalkarak odanın için- de aşağı yukarı dolaşmağa başla” dı. Mutadının hilâlına sinirliydi ve ytizünde bir endişe ifadesi oku" İ huyordu. Birden dolaşmasını ( bırakarak mareşalm önünde durdu ve mırıl* danır gibi bir sesle: Sizden yardım rica ettim 4- ma bu yardım alelâde bir yardım olmıyacak. Bir askerin düşmana iltihak etmesine yardım (edebilir misiniz? Mareşal, acaba aklını mı kaçı" rıwor gibilerden muhatabına bek- tı. Fakat bir söz söylemesine vakit (Başlarafı dünkü sayıda) Ali şüştr: Her taraf bayraklarla donatılmışlı. Yolla, gülümsiyen insanlara rastiıyordu. Köşeyi kıv rılır kıvrılmaz, koca meydanı dol duran yüzlerce insanla karşılaştı. Herkes biribirile sarılışıyordu.Her kes biribirini öpüyordu. o Herkes bağırıyordu: — Yaşasın hürriyet. Adalet. Müsavat... Bu uğuldayan, erimiş bir kav çuk parçasi gibi uzalıp kısalan mahşeri kalabalıkta, Ali alık alık bakımdı. Bir şey anlayamadı. Ne vardı? Ne oluyordu. Bu bir yığın insan niçin bağrışıyordu? Kalabalığa yaklaştı. Yaşasın! diye haükırırken bo- gazının damarları çatlayacakmış gibi şişen bir adama sordu: — Ne oluyoruz? Adam, onun kalın damarlı, ada- leli kollarına, yağız suratıma, kes” kin bakışlı kara gözlerine (baktı, baktı da sonra birdenbire atılarak onu alımdan öptü ve bağırdı: — İşte hürriyet kahramanların" dan biri... Sıska adamın kuru İiğazından öyle bir ses çıktı ki, herkes döz- dü. Herkes üşüştü. Büyük kalabalık uzaldı, kısa dı. Usta Ali neye uğradığını anla” yamadı. Ayaklarının yerden kesil- diğini, birdenbire havaya yüksel diğini gördü. Herkes el çırpıyor, herkes bağırıyordu. — Yeşşşanaa... — Yaşaa... — Varol! Kalabalıktan sıynlan (iri yarı bir kalpaklı hatip, meydandaki #- Façların birine tırmandı: — Şu, omuzlarınıza (aldığınız kahramana dikkatle bakım! diye bağırdı. Ve devam etti. Fakat Us- ta Ali artıkbir şey duymadı. Kendniden geçmişti. ... Ne tuhaf! Usta Ali düşünüyor, düşünüyor da bir türlü anlayamı- yordu. Bir günde hürriyet kahra- mant olup çıkıwermişti. Bir günde, kendisi için uzak ve boş bir hayal bildiği hayata (kavuşmuştu. Hiç İ yorulmadan, hiç (o didinmeden “bey,, gibi yaşıyordu. Atlar, araba lar, otomobiller, köşkler, hizmet- çiler, mükellef yemek sofraları ar- tık onun için kuru bir hayal de Zildi. Bu hayat, ilk önceleri Usta A- liye pek tatlı geldi. —i— — Almanyada yapacağım iş mu ayyen olduğuna göre oraya gir mek için ancak bir tek (çare var: Almanlara esir düymek., Fakat nasıl? Onu da izah ede- yim; Ordunun Iğalettayin bir ünifor- masını giymiş olarak Almanların line esir düşersem beni Vilhelms- halendeki 4 numaralı üsera karar- yâhına gönderecek yerde başka bir kampa gönderirler, orada harbin sonuna kadar çürürüm. Buna mukabil Almanlar beni İr- landa alaylarımızdan birine ait ü- niforma ile yakalarlarsa (derhal Vilhelmshalene, yani ( İrlandaya göndermeği tasarladıkları kuvvei- seleriyenin hazırlandığı yere sev- kedeceklerdir. Şu halde hemen bugün İrlanda alayında vazife almalı ve yarın Al- manlara esir düşmeliyim. Ben bun dan başka çıkar yol göremiyorum. Ancak sizin yardımızla mümkün- dür. etmem için bana yardımda bulu- nur musunuz? Mareşal cevap verdi: — Sir yardım etmeği kendime Yaşama Marc,al, düşmana iltihak İML . Günler, aylar geçti. Elinin eme ği, alanın terile kazandığı ekme- ği yemeğe alışmış bu adamın lok- malar artık boğazmı o tıkıyordu. Hiç yorulmadan, hiç didinmeden geçen bayat, artık ona zevk değil ıstırab veriyordu. Nihayet bir gün... “Hürriyetiebediye,, tepesinden dönüyordu. İki yağız atın şahla” narak uçurduğu landonu ve içinde ki hürriyet kahramanmı (herkes olduğu yerde durup hürmetle se lâmlıyor, şevkle alkışlıyordu. dan indiği zaman bir hâdise oldu: Yanına yaklaşmak istiyen düş” kün kılıklı, yaşlıca bir adamı, zap tiyeler kollarmdan tutarak geri çektiler. Zavallı adam: “Merha met!,, diye inledi. Sonra, hürriyet kahramanının başmı bile çevirme- den uzaklaştığını görünce, hıçkıra” rak haykırdı: — İnsafsızlar, merhametsizler, diyordu. Dün neydiler bugünne oldular. Unutmayın ki (milletin sırtından geçinen birer | tuleylisi- BiZ... üşüştüler. Tekme, tokat susturdu” lar, Usta Ali vicdanlı bir adamdı. Bu hüdise onun çok gücüne gitti, Gece yarılarına kadar, saçı sakalı“ na karışmış düşkün kılıklı ihtiya” rn sözü kulaklarında o çımladı ve onu ağlattı. İşte hiç çalışmadan, hiç yorul- madan yaşanılan hayat! Bu son vaka ona anlattı ki, ça” lışmadan, didinmeden yasamak, insanca yaşamak değildir. Hiç ça” lışmadan yenen her lokma haram” dır. Ve insanm gözüne dizine dur rur, Vaktile bir köşeye fırlattığı, kör mür tozuna bulanmış yırtık işe. bisesini aradı, buldu, giydi. Ve sa* bah karanlığında, yangından ke çan bir insan gibi konaktan kaçtı. O gün, sabahtan akaşama ke i dar, kendisini öldü zanneden Çıra ğmın hayrelten açılmış gözleri ö“ nünde sessiz sadasız, fakat hiç dur madan, hiç dinlenmeden (çalıştı. $ Yüzlerce yamayla asİmı kaybet miş meşin körüğün soluğu (artık ona acı gelmiyordu. İ Ezandan sonra, ter içinde işini bitirdi. Elini yüzünü (yıkadı. Çr rakla, peykeye karşılıklı o bağdaş i kurdular. Önlerine temiz bir sofra | bezi yaydılar. Üzerine esmer eksi meğin kara dilimlerini sıraladılar, Gi Ve yüz dirhem helvayı katık ede* (Lütfen saylayı çeviriniz projenizin ne kadar tehlikeli duğunu biliyor musunuz? bir şey de yok. — Doğru.. Peki, düşman hatk ll rını nasıl geçmeği düşünüye muz? Nobodi mukabele etti: — Esas mesele Almanların şüpüü hesini celbetmemektir. Onları bnüü vesvis adamlardır. | Onların hatları önüne, tek başrii | ma bir iesiriye çi İsem O teşebbüsümün orzu i müsbet neticeyi vermemesi muhtemeldir. Çünkü (onlar İngil lizlerin ancak mecbur kalınca tesi lim olduklarını bilirler. Bu sebeble birkaç kişi ile böl ber yapacağım bir keşif esmaül Almanlar tarafından yakala tercih ederim. Bu vaziyette / lar şüphelenmezler ve beni de € gerleri gibi bir esir olarak ti ederler. (Devamı var) (9), Fred Sturbinin öld dünü henüz bilmiyordu.

Bu sayıdan diğer sayfalar: