Ki EL — 1939 Lİ ç — 18 - andın, Sinn Fein merkezi söylediği “İngiliz A müdahale edememesi te eMhacaktır.., Sözünün mani” hdi anlıyorum. o Filhakika P Celliko, çevrilen manevra- se, İrlandalılarla dolu ve İhtimal bitaraf bir devlet taşıyan gemileri batırmır aşikârdır. taraftan fon Salzmanın, hüfene gelmesinden ben, yapılacak taarruzun ONI manasını çıkarıyorum. Ginin izahatını o dikkatle “lan mareşal Duglas Ha- R Bonington Lav endi- ıştılar. Mareşal mırıldan edeceğimizi o bilmem. bir Irlanda ihtilâlini bas b İçin lâzımgelecek 200 bin | ephemden (boşalmasına Tazı olamam. Londrayı tedbirin çok tehlikeli ol- il ikna etmeliyiz. Nobodi mareşala hit küm tin böyle bir tasav- hmadığını size Otemin Müsaade ediniz efendim. il Mr, Loyd Corç bu bahis üzerinde uzun konuştum, sizden böyle ilik istemeği düşünmü- gın yüzü güldü: > mi? peki ama İşi nasıl Sualinize, matmazel dok- mülâzim Arnold ht gönderilen mektubun ndaki rakamların şifresi” “flim zaman cevap verebi- İ Şaşırdı: Sil, nasıl? Londradan #y- < zaman bu (mektuptan 2 bile yoktu. Bu vaziyete mektup başvekilin karar- Sile müessir olabilir mi? “ cevap verdi: vi olmaz ki! Mühtemeldir “tup, Mr. Loyd Corçla Ve müştereken kararlaştır- tedbirlerde bir değişiklik |, une icap ettirmez. Fakat ,, Un bununla baştan başa de çok muhtemeldir. Bonington Lava hitap NR ettiz |, 92 evvel bahsettiğim kita- ki * verilmesini işte bunun “diyorum. masanın gözünden çr İbi kitabı uzstarak; dedi, buyurun, in alarak (o ismine gülümsiyerek: 'ungen şiirleri, dedi. E. işe yaramadığını söyli- etmişler, bakın ne İşle- m ve al ep bir fotoğraf ye Ptt ettiğini öğrenmeği is yeni esrarı halletme- #k hiç hoşuma gitmiyor. 1 *'âs Haig teklif etti: bu mevzu zerinde ne Ip etmiyoruz? Yarar, onu şüphelendir | Ma? Bana kalırsa, bu bulduğumuzu ona hiç *mek ve Entellicens ser- tradmelardan birini « #im- Ne dekğilse“Ted Barneti - ta tah'çikat yanmağ? me- iy ©X bence en doğru hattı ür. O, bu meseleyi ça Nakleden: Fethi KARDEŞ onun şilresini çözdüğümüzü de gene bilmemesi lâzım. Çünkü... Sir Duglas Haiz hayretle detek- tife baktı; * — Şifreyi çözdünüz mü? — Evet. Çok basit şeymiş, Ba- kınız izah edeyim. Ceyms Nobodi, matmazel Dok- tor tarafından mülâzim (Arnold fon Holvahta gönderilen mektu- bu masanın üstüne koymuş, onun yanma da kitabı açmıştı. Bunu yaptıktan sonra izahat vermeğe başladı: — Matmazel doktorla mülâzim | fon Holvahtın aralarında muhabe- re için kullandıkları usule “çifte kitap usulü, denilir. Bu faydası son derece basit ve ayni zamanda şifresini çözmenin imkân sız olmasıdır. Sir Duglas Haig söylendi: — İmkânsızsa biz nasıl çözece- diz? Ceyms Nobodi Mukabele etti: — Pardon... Bu usulün bir de büyük mahzuru vardır: Kullanr lan kitap, tehlike anında Oİmha edilmezse şifre olmaktan çıkar, “Çifte kitap usulü,, ile muhabe re edecek iki kişi Malettayin bir eserin, meselâ Nibelungen'in ayni tabından birer nüsha tedarik eder ler. Bu yapıldıktan sonra Şifreli mektup gönderecek kimse, müsved desini hazrılar ve bu mektuptaki kelimeleri veya harfleri birer biret elindeki şifre anahtarı kitapta bu- larak sayfa numarasını ve satır $- rasını bir yere yazar, Meselâ bu mektuptaki ilk ra” kamlar 1-16 dır. Kitabı açıp ba kalım: 16 ıncı sayfanın (o birinci satırındaki ilk kelime öğrendim ki dir. Şimdi bu şekilde devam ederek mektubun şifresini biraz o dikkat usulün | Hindistanda dünyanın en eski insanları arasında Yazan: L. Busch 85 yılını vahışiler arasında geçirmiş bir Alman seyyahı İnsan yiyen ağaçlar besliyen sihirbazın ormanına gelmişlik Cavad:nin elinden kurtulan za vallı Hintli birdenbire arkasından kendisini şeytanlar kovalıyormuş gibi ağaçların arasından seke seke ve müthiş bir süratle kaçıp kaybol du, Cahil Buhali yerlilerinin sihir- baz Boha - Rutinin yaşadığı or- andaki esrarı katiyen (anlama na ve bire bin kattıklarma hükmediyordum. Bununla beraber, bu şeytan ormanına ( yerlilerden hiçbir kılavuz bulamıyacağımıza kirmız kestikten sonra (o uşağım adi ile beraber yalnız gitmeye karar verdim, Mehtap zamanını kaçırmak iste miyordum. Onun için hemen o ge- ce Buhalilerin hayvan derisile a- Haç dallarından kurdukları kulü- belerden dağ köylerini terkederek gülümsiyerek | çarp istikametine doğru yola çık- tik. Yerliler şeytan ormanının bu is tikamette olduğunu bize kati su rette temin etmişlerdi, Filhakika Hint dağlarının mor kadife gibi parlayan, şurup gibi durulmuş ve yaprakların bile (o kımıldamadığı mehtap gecelerinde o kadar esrar hissedilir ki insan, buralarda yol yürüyünce, âdeta gizli bir mıkna- tısla çekilirmiş gibi, daha esrarlı daha vahşi gördüğü yerlere doğru zayriihtiyari gider, Bizde Cavadi ile birlikte o gece dağ yollarından sanki evvelce bi» liyormuşuz gibi, sanki hakikaten meçhül bir mıknatısla o çekiliyor- muşuz gibi o kendimizi doğru sık bir ormanın kenarında o buluver miştik, Cavadi ne kadar olsa hakiki bir Hintir olduğu için Yündin &tarlı me aldım ve Cavadiye ;, gecelerinde duyulan heyecanı de in bir surette hissetmekteydi. Önümüze çıkan kesif (o ve vahş ormanı görür görmez, gayet heye sanlı bir sesle: — Sahip! Sahip! Brahmaya ye min ederim ki şeytan — ormanına zeldik! diye kekeledi, . Birdenbire şiddetli bir heyecan duyduğumu itiraf ederim. Baykuş gibi yalnız geceleri vahşi bir or manın İçinde yaşıyan, insanı ağa- da tahmil etmeye uğraşan, yıldız" tara gidip geldiği, koca gözlü, dişli ve insan yiyen ağaçlar (o beslediği ylenen müthiş bir sihirbazın or manına girerken heyecan duyma" mak esasen mümkün olabilir miy 4i? Hind semaları kadar (geceleri vol yıldızları olan'gökler pek az” dır. Yıldızlaf karanlığı kadife gib” vumuşak görünen bu semalara â- #eta kalburla serpilmiş gibidir. Ay sanki bu göklerde ışıktan iri bir örümcek bürümüş hissini verir. Fakat önümüzde birdenbire yükselen simsiyah ormanı görür“ görmez içimize bir haşyet gelmiş ti. Bir müddet tereddüt eder gib: Savadiyle karşı karşıya Odururp gözgöze bakıştık İri yarı hintli u- şağın mehtapta yanmış bir odun gibi simsiyah görünen yüzünde gözleri, âdeta, bana (o yalvenr gi- diydi, Cavainin, söylemeye (o oesaret edememekle beraber, bu o Ormana girmememizi oçk arzu ettiğini his- sediyordum. Hintli uşağıma veya birazda kendime cesaret vermek (için ko- camlân tâbancamı. çıkarıp sağ ele öm. — Usta Ali... Tak... tak tak tak... tak tak, tak. Dövülen demirin örste çikar dığı ses. Dipie, yüzlerce yama ile aslını kaybetmiş meşin bir körük pulluyor. Simsiyah ocakta, büyük körüğün soluğile, (o yanardağdan lışkıran kızıl bir lâv gibi ince bir alev sütunu yükseliyordu. Usta Ali, bir eliyle körüğün ipi ni çekerken, ötekile demir kızdır yordu. Esmer, yağız yüzünde oy- naşan kızıl alev akisleri, (Ocağı saplanmış iri kara gözlerinde Sa- bahtanberi kol sallamanın yorgun tuğu vardı. Bir araba tekerleği çenberi dö ven kara yüzlü sıska çırak tekrar seslendi: — Usta be... Usta Ali, İşine o kadar dalmıştı ki, gene duymadı. Tak... tak tak tak.. tak. Ve, me- şin körük pufluyor. Çırak, çemberin perçimini biti rince, ustasını önlüğünden çek" ti: — Usta... Yorulmadın mı? Ali durdu. Soluyan (o körük de durdu. Ocakta ateş söndü. Usta Ali, kararan kaldırımlara baktı: — Akşam olmuş! dedi. Ezan okunuyordu. Elindeki de- miri tavlayıp işini bitirdikten sonra derin çizgili geniş alnında biriken teri yumruğile sildi. Teneke bir ibrikle kapı önünde ellerini, yüzlerini yıkadılar. Dük- kârın bir köşesindeki alçak peyke ye karşılıklı bağdaş kurdular, Ön- lerine temiz bir solrabezi yaydılar Üzerine esmer ekmeğin kara dilim lerini sıraladılar, Ve, yüz dirhem helvayı katık ederek başlayıverdi- ler yemeğe... Yaşamak! den “bey,,ler gibi yaşamak kimbi- lir ne kadar tatlıydı... Uzaktan w- zağa işittiklerile, bu zahmetsiz ha- yalı tahayyül ederdi: Atlar, arabalar; otomobiller, hiz- metçiler, mükellef yemek sofraları, Birgün Hızır aleyhisselâm kar- şısma çıkıverip te; — Dile benden ne dilemin? de- se: — Hiç çalışmadan, hiç o yorul- madan yaşamak! diyecekti, Ekmeklerini yedikten sonra “Yarabbi şükür, deyip kalktılar. Hiç konuşmadan, peykenin usta bir köşesine, çırak bir ( köşesine kavrıldı. Lâhzada uyudular. İkisi- nin de omuzları, kolları o öyle bir sazlıyordu ki... e Usta Ali, korkulu (bir rüyadan sonra birdenbire uyandı. Buram buram ter döküyor, gözkapakları titriyordu. — Hayırdır inşallah! dedi. Gözlerini oğuşturarak doğruldu. Belinde, bacaklarında hiç eksilmi- yen ağrı tatlı bir gerinmek veri” yordu. Peykenin ucundan başı sarkan çırak gürültüyle horluyordu. — Hişt, uyan artık! Diye dürttü. Güç halle ve uyku- sunu alamamış gibi uyanan çıra" Ema, toprak zeminde uzanan çiz" şileri gösterdi: — Geç kaldık! dedi. Kepenkle- rin arasından sızan ışıkta, olgun geçirirken bir uğultu duydu, kır lak kabarttı: Bü uğultu, bağrışan, çığrışan bir sürü insan sesine benziyordu. Gözlerini uğuşturarak çırağına: di il ii Aİ Nd ml di <ıyım.. — Ruso lâtince biliyor mu?. — Pek fena ve pekar.. — Halbuki bir gazetede onun (Tasit) adında eski bir müellifin eserini tecÜme ettiğini gördüm. — Çünkü kendi gururuyla her şeyi yapmak ister. Pakat bi- rinei kitabın mukâddemesinde lâtinceyi pek az bildiğini ve bu kitabın tercümesinde çok zah- met çektiğini kendisi de itiraf ediyor. Hayır, hayır.. Gerç evlâ- dım emin olunuz ki dünyada her cihetle mükemmel Oâdam yok. tur. Zahiren kazanılan herşey sonradan kaybolur. En küçük bir dere, büyük bir fırtınadan sonra Ber halde taşar ve bir göl haline gelir. Fakat onun üzerin- de bir kayık yüzlürmeğe çalış, derhal kuma oturur, — Sirin fikrinize göre Ruso, © sathi adamlardan biridir, de- mek?. “ast A dal rıma bile gelmez. —Benimle sohbet neden do- layı size tatlı geliyor?. © Zira zannetmem ki bir parça ekmek * ve bir kaç kiraz için bana dal kavukluk edesiniz?, — Hakkınız var! Ben kimseye dalkavukluk etmem... Fakat beni dinleyin. Siz bana gizli bir mak- sadır bulunmuyarak hayırsever, ve bir gence lâzrm geldiği gibi söyleyen ilk adamsınız. Şimdiye kaslar bana herkes bir çocuğa hitap eder gibi konuşurdu . Her ne kadar Ruso hakkında ayrı dü- şüncede isek te sizin fikirleriniz ve mütalcanızın arkasında par- lak bir kuvvet var ki, işte bu benim fikrimi ve aklımı çeki. yor, Ben sizinle konuştuğum za- man da kendimi pencereleri ka- palı, karanirk, fakat gayet süslü bir salonda gibi zannediyorum Karanlığa, görmemeğe rağmen salonun pek güzel süslenmiş ol vermiş, bir zat betbaht olsun”. — Evet, evlât hakikaten görü, yorum ki siz onu tanımıyorsu - nuz. Fakat dostum şimdi sizden bahsedelim. — Ben konuşmakta olduğu: muz mesele Üzerine malümat almağı daha ziyade arzu eder - dim, Çünkü hiç bir şey olmıyan şahsıma dair size ne söyleyebi- irim, — Hususiyle siz beni tanımaz- sınız, tanımadığınız bir adama karşı itimat göstermekten kor. karsınız! , — O! Mösyö, kim olursa ol- #un beni içinde bulunduğum $€- falst ve felâkettten daha kötü. #üne götürecek bir adam var mi- dır ki ondan korkayım? Ne için korkayım? Sizin karşmıza nasıl çıkmış olduğumu biraz düşünü. Büz. Yalnız, aç. fakir... — Nereye gidiyordun? risli demek doğru ise Parisli- yim. Fakat o rada doğmuş de. gilim, bu suali niçin sordunuz? — Konuştuğumuz meseleye münasebeti olduğu için... Çünkü eğer siz Parisli iseniz mösyö Rusoyu görmüş olmanız lâzım gelir deyecektim.. — Pilhakika bir kaç defa gör- düm. | — Oh, yokla geçerken her - kes ona bakıyor değil mi? Onu takdir ediyorlar, insaniyetin en büyük hayır isteyeni olmak üze- re parmakla gösteriyorlar değil mi? — Hayır evlât, çocuklar ar. kasından koşuyorlar, büyükleri. nin kışkırtması yüzünden taş atıyorlar, — Yarabbim! Bu ne hal??.. Hiç olmazsa zengin midir?, — Sizin bugün sabahleyin kendi kendinize sorduğunuz gibi olda ekseri zaman; “bugün nere- sarfederek, fakat kolaylıkla çöse z — Haydi bakalım! Ne duruyo | - © © - » e» — Duyuyor musun? dedi, biliriz. Alemdar Sineması! css? orman bizden korksun! Sabah karanlığından akşâm eza” | Çırak da duymuştu: (Devamı var) Ve bunu söyler söylemez tered: | mina kadar durmadan çalış, didin.. | — Ne bu? la GİRİ CASUS AVCISI — ğ| düt etmeden, gayet uzun, sık ağaç | Ne için?.. Bir lokma ekmek. E| — Bağrışıyodlar... Tepebaşı Dram kıs KIRIK HAYAT ları olan bu haşyet verici ormana | vet, bir lokma kara kuru ekmek i | Usta Ali çabucak giyindi. Me İ mında 3070/039 Cum; daldım. İ çin... rak etmişti: iy tesi akşamından İtiba. RAŞİT RİZA Cavadi ağır adımlarla ve gayet | Usta Ali: — Sen kepenkleri kaldır; ocağı ren temsillere başlıyor. | “e E. SADİ TEK “htiyatir, 2“. ürpermiş bir hal — Bu mu yaşamak?! diyordu | yak. Ben şimdi gelirim! —o— TİYATROSU (| de arkamdan geliyordu. Geceleyin | — Yaşsmak bu mu? Diyerek çıktı, Güneş henüz do- MOD READ Bu lere Hint ormanları insana bir orman- | Diye kızıyordu. Anası onu do | ğuyordu. Serin bir sabah rüzgâr | (| gula Glkii b Tiyatronunda | dan Ziyade bir uçurum hissini ve: | Şuracağma keşki taş doğuraydı. | vardı. : da 30/8/939 Cumartesi akşamından DONANMA GECESİ rirler. O kadar durgun ve derin | Düşünüyordu: Süheylâ Şefik itibaren temsillere başlıyor Vodvil 3 Perde görünürler. © (Denamı var) Hiç yorulmadan, hiç didinme- —Somu yann— 356 JOZEF BALSAMO JOZE” BALSAMO 353 zannolunur, fakat esasen öyle —Evet, belki sâtr insanlara —Onu tanımam ve hayatını o — Parise giliyordum; siz değildir. nisbeten biraz daha yüksek bir tetkik de etmedim. Prislisiniz değil mi?. — İkmal ediniz. gösterişi vardır, işte bu kadar... —Onu bilmiyorsunuz öyle (o — Evet. yani değil. —Belki ot toplamağa merak- — Fikrime göre, Rusonun mi? — A! Bunlardan hangisi doğ. ı bir adamdır. derecesine yükselen pek çok « Evlât, o bir bedbaht mahlök- ru?. — Siz ot toplayan adamlardan (insanlar bahtiyar olurlar. tur, — Ben yalanı sevmem, söz mısınız? Yoksa nebata âlimi — Benim için ad söylüyorsu- © —Mümkün değil, “Jan Jak © söylemezden evvel düşünmek misiniz ?. nuz?, Ruso,, betbaht olsun? O halde lüzumunuda heran göz önünde — Allahın nebatat denilen bu — Hayır, sizinle konuşmak ne dünyada, ne de semada ada- (tutarım, Eğer uzun zamandabe. acayip varlığının karşısında pek (bana o kadar tatlı geliyor Ki sizi let kalmamış demek? Betbaht? ri Pariste oturup orada Parizli- zayıf ve pek aciz bir ot toplayı . mütesesir etmek katiyyen hatı- İnsaniyetin saadetine, hayatımı ler gibi yaşayan bir adama Pa-