19 Mart 1939 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 9

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

'"ıum. çıkardı. “Siz, kuvvetli bir elektrik v tılmış bir odanın “hl iğhlm her tarafta kitabh- : Bir köşede camdan N"" ıızi!l'i.ncle bir mikroskop ' Hlın âar âleti, dibde de elek Cü Sandalyesine benzeyi- %ül'perten madeni bir Çarpıyordu. 'l Salışma masasının önün h& kuklmştı Kısa boylu, %! bir elma gibi bu- 'dl. T biri idi. Elbisesi faki- atlı bir tavırla gülüm- 'k_,qdmâ'inden iyilik akıyor- ' çok sevimli bul- Mtfen nturunuz efendim. &'hhıt_ r ederim. İsmim Yeğeniniz matma- Aziyeti bildirmiştir zan- %n . Barip bir mektup gös- ' tâte İ Söyledi. ıu;,'ğı yavaş yavaş, Undan fazla yavaş o- %%tmlamyordum He- plânımızı hazırlama- hlı Seçen bir gün sinirle- ul'a €tmişti. Bu esnada o- kk y0 bana iade edince ote- bilir neler oluyordu? “*ri hakkında bazı sual- Di!im döndüğü kadar sa verdim. Memnun gö- “bm fikrini söylemi- 'öyliyecek başka bir Var mı7 doktor. O kadar çok T'hü he' Şeyi anlattım. ÖOtelime , “TeYan eden hâdiseleri taf | h*kâye ettim. V tle dinliyor, ara sıra blıî:"k mübhem gördüğü hakkında izahat alı- %. hlm'ımı mavi kâğıdlı bir İN ediyordu. M&r daha çok alâkası Eöründü: Bakara par- %m odada dekorla- .h%m yemekte hizmeti görmesi... N bitirdiğim zaman o- N Oldug-unu sordu. Mın :.hh bilmediğimi, fakat ll'l!.hanm ismini bildi- ve ilâve ettim: Urayı. hiç şaşırmadan Yolu gayet iyi bi- ??_ ğ '“İ”fi" Polise haber vermedi- k"'İ-'ıl' karışık bir mese- ö Polis halledebilir. Düme eğdim ve bu işe istememekteki e anlattım. Güldü: . var Mösyö Sunkist ada -— f i vardı. bir bardak çay iç ş'; yım. Siz de içer | h'ı Gtum_ Genç kız sıcak si- ü k&“âıüçay verdi. Yavaş p, fakat çok hoş Vardı. konuşmağa devam Müddet sonra vü- * doyulmaz bir re- Sustum gülümsi- baktım ve uyu- 5 -— a YFLİ Ü ? Ü S Zaman kendimı bem uzanmış bül- bir kadın vardı. VA aa e â'f'j ; _;; F“lna dâğılım Dokto- ., Matmazel Kutzum, %m?inı Ne oldu bana? bir şey değil. Amcam '““ıyene odasında bekle- bıhleym tanıştığım kapıyı açtı ve beni yeğeni odaya girdi. | Nakleden: F.K. | sizin deli olup olmadığıhızı anla- mak istemişti de... Bize anlattıkla rınız o kadar garip şeylerdi ki ev- velâ inanamadık. Fakat sayıkla- manız esnasında söylediklerinizi dinlemiş bulunduğumuz için doğ ım ve hiç de memnun değildim. Genç kiz hiddetlendi- ğimi anlamış olacak ki: — Kızmayınız, mösyö Sunkist, dedi. İhtiyatlı bulunmamızı ma- zur görmelisiniz. Homurdandıim: — Garip usul!.. — Hakkınız var, usul garip. Fa kat verdiği netice itibariyle hiç aldatmaz bir usul. Kendinizi kay- bediyor ve sayıklamağa başlıyor- sunuz, Bu sayede hakikati öğren- mek mümkün oluyor. Bunları gülümsiyerek söylü- yordu. — Bu budalaca işlerle ne kadar zaman kaybettik. Saat kaç şim- di? — Tecrübe dört gün sürdü. Yataktan fırladım: — Dört gün mü? Deli misiniz siz? Dört gün ha?! — Evet sakin olunuz. Artık o- tel meselesi ile meşgul olabiliriz. Kendisini mazur göstermek is- ter gibi ilâve etti: — Anlattıklarınız o kadar ga- rip şeylerdi ki... Dört gün zarfında orada kım bilir neler olmuştu? — Ne yapacağız şimdi? — Sanıyorum ki doktor sizin oraya dönmenizi istiyor. O, ve İ- ki kuvvetli hastabakıcı size refa- kat ve icabında yardım edecek. Tabif onlar köyde otüracaklar. Otelde onların geldiğini bilmeme- leri lâzım. Yapılacak ilk iş Klayf ile tek gözlüyü yakalamak olma- lıdır. Amma tabil çok ihtiyatlı ha- zarfında otomobilim ne oldu? — Mersedes mi? — Evet!.. — Gardiyanlardan biri yakında bir garaja getirdi. — Çabuk arabayı getirsinler. Dr. Kutz, biraz sonra ben giyi- nirken geldi. Beni uyutmağa mec bur kaldığından dolayı o da özür diledi: L — Söyledikleriniz o kadar ina nılmıyacak hâdiselerdi ki... Bize refakat edecek olan iki a- damı tanıttı. İri yarı, azılı delile- re deli- gömleği geçirmeğe alış- mış kuvvetli kimseler; tam benim istediğim gibi... Gece saat dokuzda yola çıkma- ga karar verdik. Ben Grand Ote- le telefon ederek polis komiseri Murun gelip gelmediğini sordum. Gelmemişti. Her ihtimale karşı geldiği zaman kendisine söylenil- mek üzere otele yakın olan kö- yün ismini bildirdim. Murun ma- haretinden emindim. Bu kadarcık bir ip ucu beni bulmasi için kâfi idi. Saat dokuzda Mersedesin direk siyonuna geçtim ve hareket et- tik. Müthiş bir süratle gidiyor- dum. Bir kaç saatte otele yak- laştık. İtiraf edeyim ki oteli, otomobi- lin kuvvetli fenerlerinin ziyasiyle uzaktan görünce kalbim daha hız lı atmağa başladı. Arabayı dur- dürdum. Arkadaşlarım indiler. bir kaç saat sonra derenin kena- rında, buluşmak üzere ayrıldık. Yavaş yavaş ve bütün lâmba- ları söndürmüş olarak otele doğ- ru ilerledim. , Saat sabaha karşı tam iki bu- çuktu. Otelin bahçe kapısı önünde ara bayi durdurdum. Fakat, derhal: Maarif Müdürü iyi kalbli adamdı. Ayakları kırık eski yazı masasıniın başındaki geniş, van koltuğunda iğrilip doğrulu- yor, sağ elinin baş parmağını ye- değirin ilğin. geçirerek, —diğer parmaklarını kösteğinin sarkan u. cuna dolarken, sol yumruğiyle kır düşmüş iri bıyıklarını sıvazlıyor- du: — Vallahi hanım kızım.. İşte dediğim gibi.. Sen gel beni dinle 'de gitme.. Nezarete bir istida ya- zarız,. Seni buradaki kız mektebi. ne nasil olsa kayırırız. Bunca sö- zü geçer ahpabımız ne güne dü- rüyor? Kırk yılda bir düşen kü. | çücük işimizi görmeyip te hatırı- mızı kırmazlar yal. Tallahi senin dağ başlarına, ce- hennemin bucaklarına — gitmene gönlüm razı değil... Hem sana daha doğrusunu söy- leyeyim mi? Seni burada alıkoy. mak istememin sebebi ne biliyor musun?. Sen benim Medihaya öy- le bir benziyorsun kil.. Zavalı Mediham., Allah, o yattıkta sana ömür versin.. Onu karatopraklara yatıralı tam iki yıl oldu. Içimdeki yara hâlâ kabuk bağlamıyor. O- nun da senin gibi böyle elâ gözle- ri, böyle minicik zarif yüzü vardı. O da böyle senin gibi, incecik se. siyle cırcır öterdi. , Gözleri yaşarıyordu. Ben de müteessir olmuştum. Oturduğum ikanepede biraz daha büzüldüm. Doktor, mis Manşertonu gör- | mek istiyor; onun Süzan Darreş olup olmadığını anlamak için.. Acaba iş işten geçmemiş miy- di? 'Tek gözlü ile Klayf gözleri- min önüne geliyor ve her ikisi de kahkaha ile gülüyordu: “Çok geç kaldın!” Bu düşünce ile haykırdım: — Ne zaman gidiyoruz?.. — Eğer münasib görürseniz bu "dolaşıyorlar, iğilip, kalkıyorlar, 'İve bözük bir latarnadan çıktığı- İçerde ne olluyordu acaba? Bah çede büyük bir ateş yakılmıştı. Kimlere ait olduğunu derhal an- lıyamadığım bir takım gölgeler dans ediyorlardı. Otelin büyük ka pısı ardına kadar açıktı ve her- pencerede ışık vardı. Garip, eski na ihtimal verdiğim bir musiki külaklarımı tırmalıyordu. Cisk &rimin Ucuna | dikip düşündüm, Mektebi bu sene bitirmiştim. On sekiz yaşında, kimsesiz — bir kızdım. — Anam, babam ben doğduktan bir yıl sonra ölmüşler. İkisini de tanımıyorum., Fakat, garip değil mi, ikisini de - senelerce görmü- şüm gibi - yüzlerinin en ince hat. larma varıncıya 'kadar hatırlıyo- rum . akşam. — Burada geçirdiğim dört gün (Devami var) bir | yay-| 'le olduürm.? yank | üzün uzun annemi, babamı anla. tan büyük Aannemin tesiri olmuş- tur. Annem sarı yüzlü, hastalıklı bir kadınmış. Babam, bilâkis, iri yapı- r, esmer, kara gözliî bir adam... Bilmem nerenin maden kuyula- rında amele başı imiş.. Bir gün, çalıştığı kuyunun en derin yerinde bir infilâk olmuş, Kuyu çökmüş, Diri diri gömülen. ler arasında babam da varmış. . Babamın feci ölümü, zaten haz- talıklı olan annemi çok yaşatma- mış. Daha henüz “anne, baba,, deme- ğe başlarken annesiz, babasız, bü. yük annemin eline kalmışım, “İhtiyar kadın binbir yere baş vurarak beni senelerce mektepler- de okuttu. Nihayet, babamı tanı- yan yaşlı bir mühendisin gayreti- le muallim mektebine girdim, Çı. kacağım sene, zavallı ihtiyar ka- idını kaybettim, Onun ölüm ha- berini verdikleri zaman, mektebin uzun koridorlarında saatlerce çıl- gin gibi koşmuş, çırpınmış ve hıç. kırmıştım. O benim annemdi. O benim babamdı. O benim her şe- yimdi. Artık hayatta kimsesizdim.. Al- lahtan başka, kimsem, hiç kimsem yoktu. En kalabalık bir yolda ko- lundan tutarak yürütülen bir kö- rün kolunu birdenbire bırakınca zavallı ne hale girer? İşte ben bü- yük annemin olümunden sonra öy- WWW geçti. Bir gün, mektebi bitirip mu- allim oldum. Mektepten Aayrıldığımız günü bâlâ unutamam.. Ellerinde korde. lâlr şahadetnameleri, sırtlarında bir örnek çarşaflariyle yüz kadar kızdık. Yüksek bir muallim kürsüsün- de, mahzun ve titrek bir sesle söz söyleyen müdire hanımm nasihat- lerini dinliyorduk. Bunda, başımı dizine yatırarak, Uzun bir zaman ayakta — dur- “Kfe,,nin şarkısı... Yazan: Hikâyeci duğumuzu hatırlıyorum. — Sonra yüz kız, anne bildiği yaşlı müdire. nin önünde resmi geçit yaptı. Ây- rı ayrı ellerini öptük. O da hepi- mizi ayrı ayrı göğsüne bastırdı .. Alnımızdan — öptü, muvaffalıyet diledi. Hepimiz bir tarafa dağıldık. Be- nim şansıma Anadolunun uzakça bir kasabacığa düşüt. Hiç üzülme- dim. Niçin üzülecektim? — Geride kalacak bir annem mi vardı? Ke- derlenecek babam mı vardı?. Yağmurlu bir sonbahar akşamı, küçük bir vapurun güvertesinde, arkada gittikçe uzaklaşan ve si- yahlaşan İstanbulu seyrederken, hayatımda hir faslın daha nihayete erdiğini ve yeni bir faslın açıldığı- nı düşünüyordum , . B L . " " Yolumun uğrağı olan “Aydin,,- da bir gün kalmak istedim. Maarif müdüriyetinden, gideceğim yer hakkında biraz tafsilât almağı lü- zumlu bulmuştum. Maarif müdürü iyi bir adamdı. Beni çok sevmişti. Bir türlü, par- mak kaldar boylu bir kızın, yapa- yalnız, dağ başlarına, cehennemin bucağına gitmesine razı olmuyor- du. Nihayet, bu fazla isratın sırrını da ifşa etmişti; Beni, iki sene ev- vel ölen çok sevdiği kızına benze- tiyordu. İtiraf ederim ki, bir lâhza için, bu yaşlr adamın gönlünü kırma- mak zaafına kapıldım, Fakat, mü- diremin kulağımda çınlayan sözü beni çabuk kendime getirdi: Vazi- fe her şeyliden mukaddestir! Benim şimdi, mekteplerinin ha- sırlarına bağdaş kurarak, ellerin- — deki kitabı hecelemeğe uğraşırken * hocalarını gözleyen minimini o- gullarım, minimini kızlarım vardı. Gözlerimi iskarpinimin uçların- dan ayırdım: — Müdür bey, dedim, rica ede- rim, Daha fazla israr etmeyiniz. | (Lülfen sayfayı çeviriniz) 76 lardı. ği götürüyordu. Arkada, inliyordu: yazık ki hâlâ çelerine teslim ları biliyorum, hisleri bulutlu seliyordu. Sandrigo: köşkü içinde sarmaş dolaş olmuş İskala Brino kıç tarafta, ka. ranlık düşünceler içinde küre- hareket ettirerek gondolu mümkün olduğu kadar uzaklara Ara sıra dudaklarından bir kelime dökülüyordu: — Kızım... Biyanka!, . takip eden küçük sandalda ise Juana yeis içinde — Ah Sandrigo! Seni boş ye- re sevmişim,, Sefil kalbim seni dağ haydudu, para hırsızi olduü. ğun kadar da aşk haydudu, kalb hırsızı imişsin.. vallı Biyankayı beklerken bu- gün büyük fahişenin kolları a- rasında zevk sürüyorsun.. Bun. kat seni gene seviyorum. | Gecenin karanlığı Bir saat böylece geçti. Goöndol büyük kanalın nihaye- tine vardı. Venedik limanına pek yakın bir yerde bulunuyorlardı. — Artık dönelim! idedi KAHRAMAN HAYDUD Emperya cevap verdi:! — Biraz daha sevgilim, Biraz daha.. gımız bu saat, gibi memnun etmiyor mu?. Va- kit geçiyormuş, Ne ehemmiyeti Aşkımızm nüruü gecenin aydınlatmağa kâfi değil mi? Ben bu mes'ud geceyi ebediyete kadar uzatmak istiyo- tek var?. karanlığını rum, Sen da seviyor.. Yarm zalim pen. edilecek olan za- hâdiselerin yorgunlugu altında ezildi. — Evet. « — Doğru ama.., — Aması ne?, Söyle, bütün kalbini, bütün düşünceni söyle.. — Pekâlâ, avdet etmek için acele ediyorum. yı görmek istiyorum. Hiç ümit etmediği bir manıda böyle bir cevap karşısın- da kalmak Emperyayı şaşırttı .. Bir müddet için uyutmak, boğ- — Vakit çok geçti. | — Zararı yok.. Yoksa yaşadı. bBu an seni benim larından biri kim olduğunu bil- miyorum, Sarayın arka kapısın- da, seninle görüşmek için bekli- yor. Çünkü Biyanka- Züde görüyorum, fas.. » » v ee ea G n künleri ati lık şefkati, fahişenin kalbinde içinde bu — harekete başladı. dört kişinin “kalblerinden ayrı Fakat Biyankanın kaçtığını , ayrı aşk, şehvet, kin ve ıstırap — ve arkasından da Bamboyu sal. göke doğru yük- drdiğını — İdüşününce, — kafası Şuurunldda bir ihtilâl başladı. Acı bir kahkaha salıverdi: — Biyanka mr, dedin, Biyan- kayı mt görmek istiyorsun?, dan geliyorum. Soyleyecek SÖZ- lerim var. . kalktr.. Gonidolu boydan boaya geçerek Tıhtıma atladı. anlayınız. kapısına doğru yürüdü, kapı idi., Küçük ve dar bir soka- ğa açılıyordu, — Ama da karanlık ha! Tıpkı şeytanın ekmeğini pişirdiği fırın gibi.. Gece hırsızları içiri en uy- gun bir yer... KAHRAMAN HAYDUD | Diye tekrar bağırdı.. Sandalcı taâamamen uyanımıştı. — Ne emrediyorsunuz sen- yör?, — Senyöra Emperya tarafın- Venedikli Aalelâcele — ayağa — Buyurun sizi dinliyorum — Emperyanın maiyet kadın- — Siz saraydan miıs nız?. —Eyet!. — Bu kadın benden ne isti- 73 içeri giriniz. — Sandalcı fazla bir şey söyle- meğe muvaffak olamadı. İskala Brino gırtlağından ya- kalamış, yere yatırmış ve ağzını tıkamıştı. Bu işi bitirdikten sanra cebiniden bir düdük çıkardı. Ha- fifçe çaldı. İki saniye sonra ka- ranlık arasından sekiz. on adam peyda oldu . Iskala Brino Venedikliyi bun. lara teslim etti: — Yarın sabah serbest hbıra- kırsınız, Şimdi götürünüz, em- rini verdikten sonra gonklolcu. nun şalını, mantosunu aldı. Ken- di giydi ve sakin adımlarla rıhtı- ma döndü. Emperyanın gondo. luna atladı. yor?. — Bilmiyorum. Gidip bizzat — Hakkınız var... Sandalcı sarayın işaret edilen İskala Brino arkasmdan takip ediyordu. Bu kapı Biyankanın kaçtığı Sandalcı mırıldandı: — Evet en uygun yer, haydi Tıpkı Venedikli gibi kıç tarafa oturdu. Kafasını dizleri arasına alarak üyür gibi görünmeğe baş- ladı. Uyumuyor, düşünüyordu. Düşündüğü şey pek müthiş ve korkunçtu. Emperya asabi bir buhranlâ düştüğü koltukta kendine gel- diği zaman Rolanın çoktan git. mMiş olduğunu gördü. — Biyankayı aramağa gitti. Âlâ arasın bakalım., Bambodan evvel yetişmeğe çalışsıt.. Bam- bo nereye gideceğini, yı nerede Halbuki Rolan idaha hangi isti. Biyanka- bulacağını biliyor.

Bu sayıdan diğer sayfalar: