Haber'in tarihi Romanı: 6Go Alemdar haykırdı: elinde silâ gördüğünüzü gebertin / olacağına bunu bırakmış, eline kâğrt ka- | sanki delirmişti. Kapıların kapanması, hâ- Alemdara kadar indi, ona da görünüp: — Ben bu işl başaramam, Diyemiye. * cekti, İki ateş arasmda kalmış, aklı ye. rinden oynamıştı. Nihayet biraz kendine © gelen Arif efendi Alemdara #öylemeği, N padişaha meram anlatmaktan daha kolay © ve daha tehlikesiz bulmuştu. i — Devletlü paşa. Dedi. Ne nushupend, ne de vakai hazır şevketlü padişah üze- rinde müessir olmamaktadır. Var, nice di- ersen öyle et. ü N N R Alemdar haykırdı; — Kırm kapıları, Elinde silâh gördü- ğünüzü gebertin. Sultan Selim efendimiz. iclâs, sultan Mustafa hal'olunacaktır. Asker arasında bir karışıklık oldu, Hay kırışmalar, bağırmalar, gürültüler duyul. du, Asker kapılara yığıldılar ve dipçik- lerle vurmağa başladılar. Birkaç yerde silâh patindı. Muhasara edilmiş bir düşman kalesi #r- kıştırıiryormuş gibi bir manzara hâsri ol- muş, halk en uzak yerlerden akm akm Sultanahmet civarma dolmuş, #okaklar © adam almaz hale gelmişti, İ Birkaç yüz Rameli süvarizi nlzamı te. sis için ortaya çıkmışlar, fakat ii üç metre bilo ilerlemeğe imkân bulamamış- lardı, Eğer biraz daha tazyik etseler halk atlıları paramparça edöceklerdi. i Bütün evler böşanmiştı. Dükkânlar ka- t BL e m * . A GA ZN DE DE & panmış, kadın çoluk, çocuk ortalığa dö- kütmüştü. Kulaktan kulağa yayılıyordu: — Padişah sarayma Alemdar baskın vermiş! Sultan Selimin fclâsmı istiyormuş! Halk memnundu. Aclmdara zahirdi. E- ger Alemdar isteseydi bütün halk arka- sından milis kuvveti gibi sökün edecekti. Mustafanın devri bir kıtlık ve sefalet devri olmuştu. Açıkça manasib para ile veriliyordu. Rügvot dir boyu aşmıştı. Padişah Mustafa için aile harimine giri- Terek kadm devşiriliyordu. Sebebsiz bi- çareler boğduruluyor, birçok zavallılar hamca kesiliyordu. Böyle idareden kim memnun olurdu?. Anadoludan hayvan gelmiyordu. Yeryer isyanlar vardı ve gziler her tarafı haraca kesmişlerdi. Yollar kapanmış, kimsecik- ler geçemez olmuştu. Bu şerait altında devleti aliye yalnız Istanbulda saray olarak kalmıştı. Padi- şahım hükmü belki bu kadarma bile cari değildi. Padişahm bütün işi gücü kadm, içki, zevk ve bllkassa yıldızlara bakmak, yemil atmak, filmi cifrle tali ve talihsizlik. Ter aramaktı. Mustafa yıldızları bakmakta epeyes lem almış, vaktin sad mi, muhs mu oldu- ğunu araştırıyordu. Folekiyst büyük ve zahür gösteriyordu. “Kıran evaatı müsellesei nariyeden sülülesi hâkiye intikal ile bürcü sünbüle. nin beşinci derecesinde vukubuluyor. du.(i),, , O halde üzülecek hiçbir şey yoktu. Bu hal bir buhrandı, gelip geçecek ve Mustafanın no saltanatına, vo hayatına bir tehlike gelecekti, Mustafa bu emni - yetle sünnet odasından sarık odasma gi- derek oradan etrafı sakin seyre başlamış, Esma ve valide sultanları hayretlere dü. gürmüştü, Esma sultan bu vaziyet karşında ya- pılacak şeyi düşünüyor ve validenin ağ- lamasından büsbütün müteheyyiç görü nüyordu. Esma Mustafanın yanından çıktı ve ko- ga koşa harem dairesine geçti, Koşarken haykırıyordu: — Cevri! Cevri Kalfa! Cevri korldorda feryada benziyen bir kadın sesi duyunca dışarı fırlamış ve kan ter içinde yelyeporek koşan Esmayı ku- caklamış, derhal yandaki odalardan biri- ne âlmişti. , — Neniz var sültanım? — Ne olacak kalfa? İşte Alemdar kardeşimizin hal'ini ister. Buna bir su- Tet vermek gerektir, Nice idelim diye şevketlü ile hasbihal etmeğe imkân yok. tur, Maazallah hal'olunursa hepimizin sal. tanatımız mahvolur kalfa, Sana şevket- İinun muhabbet ve itimadı vardır. Şuna bir tedbir edelim. Cevri kalfa Esmayı teselliye çalışmış ve Alemdardan bir nebze bahsederek: — Bu xorbanm elinden hiçbir şey kur- tulmaz, Allah encammı hayr eyliye, E- limizden ne gelir ki, kısa etekli ve uzun saçlıyız. Dışardaki sesler gittikçe çoğalıyor, kapılar gittikçe zorlanıyordu. Artık ne Darüseade kapısının ,ne de ak ağalar kapısınm bu uğraşmağa tahammülü kal. mıştı. Neredeyse kapılar arkasına kadar dayanacak ve Alemdar, askeriyle birlik. te sarayu üşüşecekti. Nezir ve Ebe Se- lim, birkaç bostancı ve birkaç cariys ve müstefrişeyle beraber bir tedbir düşünü. yorlardı. v Nezir dedi ki: — Hemen padişaha varıp sultan Selim ile Mahmudun idamlarma iradesini istih- sal etmeliyiz. Böylece sultan Mustafa tehlikeli bir te- meharet sahibi olmuştu. Ve bu defa bu , Padişah kalabilir. : muazzam vakanm balli ile bil? meşgul | Dışarda gürültü çoğalmış, Alemdar Yazan: Ikimim lâ Selimin çıkarılmaması, padişah Musta. fanm şeyhülislâm: kovması Alemdarı çi- leden çıkarmış, deli etmişti. Kapıda haykırıyordu: — Vurun bre evlâdlar! Kılıç ve yatağanlar şimşek gibi parlı- yordu. Asker eline geçirdiği, demir, tah» ta ve odunla kapılara vurdukça çıkan ses saray koridorlarında korkunç akisler ya, piyordu, Esma sultan padişah Mustafaya koştu. Onu daldığı hesapları üstünden kaldı - rarak sarstı: — Şevketlâ kardeşim. Hil& no duru- yorsun ?. İşte Alemdar mehib saybalarla haykırıyor. Asker kapıları kırıyor. Halk syakta ve dehşet içindedir. Alemdarm n6 isteği varsa yap, bu badireden kurtu. lalım, Mustafa korkanla korkar, gülenle gü - ler bir haldeydi. Hemen tamam aklim kaybetmiş, kendisine derin bir sükün gelmişti. Yalnız Hamanın gözleri dönmüş halinden ürkerek o da haykırdı: — Mercan, Nezir, bre mel'imlar? İçeriye birkaç bostancı, Mercan, Nezir ve Ebe Selim girdiler. Yer öpüp kol bağladılar. — Alemdar ne diler, anlamadmız mı? Kimleri istiyorsa idamlarma ferman et- tim. Leşlerini asker içre atıp derneği da- ğitmız, Ebe Selim de alelâde bir muhataba ba, ğirır gibi çıkıştı: — Hünzürm, Hâlâ safderunsun. Aleni- dar mel'unu Selimin ielâsmı ister, Senin halin için gelmiştir. Mustafa çöküvermişti, Tıpkı idam hük- mü tebliğ edilen bir mahküm gibi boynu büküldü ve olduğu yere çöktü. — Bu derdin çaresi ne olabilir ağır lar? Zenci Nezir tam fırsatmı bulmuştu? — Aman şevketlü hünkürm. Sultan Selimle Sultan Mahmut idam olunursa bittabi tahtı saltanatta payldar olursu « nuz, Hemen ruhsat ver. Haremi hüma - yuna gidip onları idam edelim. Fakat ol vakte kadar Babısunde mesdud tutul sun. Esma da bü noktal nazarı muvafık bul, muştu. Hakikaten geçirilecek bir dakika bile yoktu. İşte önltarat meselesi birkaç aamanlık işti. Padişah Mustafa bu vazi- yette bütün memleketin kılıçtan geçiril - mesine irade edecek haldeydi. — Pek âlâ. Dedi, İstediğiniz gibi olsun! a vr ur tiz! i SİERYALANNI LA Yazan: R. Rober Düma — 90 — Çeviren: F: Genç kadın koltuğunu Stefani koltuğuna yaklaştıdı ve kederli görünmeğe çalışarak anlattı M. Güstay Jilber o gece “Lütes,, deki hususi kabinelerden birini tutmuştu. Fa, kat meramına nal olamadı, Hilda müte- madiyen "hayır, diyordu. “Yarm akşama | kadar sabret!,, Mebusun ısrarları para etmedi. Çünkü Hilda o günkü gazetelerde ordu encümeninin ertesi günü içtima ©, deceğini okumuştu fırsatı kaçırmak iste. miyordu: — Yarm meclisten çıkar çıkmaz evime gelirsin. Saat on ikide bardan çıktıkları zaman dn: — Benimle beraber gelme, dedi, Ko - cam belki sokağa çıkmıştır. Bizi geç va, kit beraber görmesin. Mebus, metresini bir taksiye kadar gö. türdü, ayrılırken golüre gösteriş yapmak için tekrar etti: — Yarm meclisten çıkar çıkmaz sana gelirim. eleim! Hilda eve döndüğü zaman kapıyı öna Stefan açtı. Hilda: — İstediğin malimatı elde ettim, dedi. Salona gidelim de anlatayım. Stefan, Hildanm mantodunu çıkarırken yüzünü buruşturdu: »— Bu akşam no kadar çok cigara iç- mişsiniz. — Kokusundan belli oluyor değil mi? Güstav Jüberle beraber barın hususi kabinesinde hakikaten çok cigara içmişti. Gayet tabii bir tavırla devam etti; — Sinirden... Hoşlanmadığım insanlar. dan mürekkep bir kalabalık arasında ca- nım sıkıldı, boyuna cigara içtim, Stefan öpmek istedi, Hilda dudaklarmı çekti, — Hayır, bu akşam olmaz. Rica ede. rim Stefan, Garip bir iffet hissi benliğine hâkim olmuştu. Düşürdü: — Zavallı delikanlı! Eğer biraz evvel bir erkekle beraber olduğumu bilse... Salona geçip karşılıklı koltuklara otur dular. Hilda söze başladı; — Size evveli yaptığım tahkikatın neticesini anlatayım, Sonra... Tereddüt ediyordu. Stefan sordu: — Sonra? Can sıkier bir gey galiba? Halinizden öyle anlıyorum, — Evet. Maalesef can sıkısı bir şey, si, zin ve benim için... — Nedir? Böyleyin rica ederim. — Hayır, #ohra.. Evvelâ vazifenize taallük eden malümatı #öyliyeyim, Stefanm ısrarlarına ( aldirmiyarak Hilda evvelâ Benuva meselesini an- lattı: 16 BİRİNCİTEŞRİN — 1 j A e... gün muntazaman öğle yemeli, sonra evden çıkıp altı buçukta” yer. ii Bunları nasıl öğrendiğimi ei değil mi? Gayet Grenel sokağı 106 numaraya 5. doğru içeriye girerek kapıcıy*” Benuva ner&le oturuyor?" diy? dum, “Üçüncü katta sağdaki Cg cevabını alınca yukarıya pıyı çaldım. Biraz sonra band lan delikte bizzat Benuva “Madam Mujen burada mı?” d sordum. Bu isimde bir kasi nada oturduğunu telefon rehl meni öğrenmiştim. Benuva gayet le: “Burası değil efendim.,, dedi liba ikinci katta oturuyor.,, 7: eğerek ayrıldım ve mahallenin li olan geveze bir kadını sö; gittim. — Bravo Hilda! Şimdi öteki MÜ disi söyleyiniz. — Evet fena havadisi! >” Genç kadın koltuğunu Stefan# tuğuna yaklaştırdı ve kederli meğe çalışarak: — Stefan, dedi, buradan 4 lâzım geliyor maalesef. Kocamı geliyor. Seni burada yerleşmiğ Deği meli. Benden şüphe ettiği için sür günkü benden hiç bir zaman lenmez — fakat sizden neden#? AK — & EFE SAS SE EZE EEE P.. g5. kat gimdi zavallı bilebütün h: sayılamaz. Anlıyorsun değil mi? bir zaman aşkımızı öğrenmi İbtiyatlı olmalıyız. Stefan bitkin bir halde tekrerlf du: — Sizi göremiyeceğim pa buna nasıl tahammül ederim! # — Ne münasebet? > âlâ görebiliriz. Ben gelir seni — Hilda, vaadediyorsun ha? bunu yaparsan cesaretimi kayb” # Genç kadın vaadini bir bir öpücükle teyit etti. Stefan: — Peki Hilda, dedi, madem le icap ediyor, fedakârlığı kar cağım. Velterin verdiği adrestö # bert'in evine girerim. Ona besif” Yy Dudaklarını aradım; buldum. İşte artık portreci, manza- #racı, dekorcu ressamım! Onunla, onun için, her şey o kadar kolaydır ki! Birdenbire, Aliyenin, kollarımda yumuşadığını bissettim.. Uyuyordu. i Vakit çok geç. Yanımızdaki odada saatin sabahın beşini çaldığım duydum. Kalktım, giyirdim.. Böyle bir geceyi tekrar W bulmak o kadar kolay değildi. İdareyi yaktım. Aliyenin ipek vücudunu hissetmesem bile, hiç olmazsa görebilecektim. Su- £ samişım veyahut acıkmışım gibi onu görmek ihtiyacındaydım. Başını kolunun üzerine koymuş, gülümsiyerek uyuyordu. u- yuyordu. Saçları dağılmış, yastığın üzerine yayılmıştı. O, ken- £ disinden emin, hayattan emin uyuyordu.. Saat yedide uyandır- # mak mecburiyetinde idim.. Bu dakikayı çoktandır bekliyor - İ dum.. Onu uyandıracak busenin yerini intihap etmiştim.. Nihayet onu uyandırdım: : — Yanından ayrılacağım, sevgilim, babam geldi, yattı, i — Elbisem bizim odada, Ali, * ğ — Getiririm. l Ayaklarımın ucuna basarak yürüdüm. Babam horul ko- & rul uyuyor.. Oldukça bir alışkanlıkla Aliyelerin kapısını açtım. # Dörtte liç nisbetinde uykuya dalan annem, sıçradı. Gözleriyle. ölüyü işaret ederek: ! — Bak, dedi, ne kadar sakin". Gerçekti.. Ayıplar gibi haliyle, kinli gibi duran yüzüyle, sakindi, Ben dua etmesini bilmiyordum, lâkin kafamda şöyle bir şey kurmuştum: “Kilçücük Aliyeniz mes'ut olacak, Abdi dendi, : — Aliyenin elbisesini almağa geldim, dedim. — A! ve telgrafhaneye gidin, geç kalmayın, sakın, İbtiyatla dışarıya çıktım. Babam uyanmış ve hemen içmeğe leceğimi haber verecekti, Zenci Nezir dışarı fırladı ve bostancı — Benuva üçüncü katta oturuyor; — Agar sokağı değil mi? ui i lara haykırdı; sağdaki kapı. Öğleden sonra eğer | pek te uzak değil, Seni sik sık a (Devamı var) evde kalırsa yalnızdır. Hizmetçisi yok. görürüm, i (1) Tarihi Cevdet, sayfa 261. Yalnız sıska bir adamı var ki her (Devamı : Mi NA İhtiyarın ölümü bayrama rastlamıştı.. . N ii j Sokakta rastgele yürürken Karagümrüğe © gelmiştik. ; kalabalıktı. Bir “atlı karınca,, önünde durduk. Aliye, atları Ğ binmek için sıra beklerken, bir iki çingenenin çaldığı sazla. ' landığını görüyordum... Aliye para ile bir ata iki çocuk da , yordu. Bu hoştu!.. Atlıkarıncanın sahibi: “Haydi! Çabuk N diye bağırdı. Evvelâ birbirimize baktık, sonra atın üzerin€ k “Yü mağa başladık. , : Dönüyorduk, Etrafımızdaki kalabalık daha çoğalmıştı. e ea e dakika sonra sarhoş olacaktı. vakit geldi, indik. Herkes bizi, daha doğrusu Aliyeyi i uzattım: Şaşırdm.. Bu gülen ve alay eden insanlar arasında, ne bir — Al Aliye. Kalk, yıkan. Sabun var, temiz bir havlu var.. m adım geriye yürüyemeden süklüm püklüm kalakalm$” ; Çabuk ol... Aliye yıkandığı ve giyindiği sirada, baisi O hayatıma, babama baktım, İkinci şişeye başlamıştı, Muhabbetle yüzüme baktı; “Şere fine!,, dedi, Fena şeyleri hatırdan çıkarmak, ölünün hayalini kovmak lâzım, değil mi ya? Bardak kadar kocamankadehi bir nefeste çekti: “Oht, ağzını şapırdattı. Sonra tekrar bana gözlerini dikerek; — Arsız, arsız yüzüme ne bakıyorsun? dedi. Canm sopa mı isti yor? Hoppala! Bu da güzel.. Cevap vermek beyhudeydi, Lâkin özür diledi: — Kusura bakma, hastayım.. Annenin pişirdiği kahve kalbimi tıkadı. Bu esnada Aliye göründü.. Kolundan tutarak çarçabuk buradan kaçırmak, bu odaadn uzağa götürmek için çektim. — Söyle, sevgilim, evlendiğimiz zaman artık babanla meşgul ol mayız, değil mi? diye sordu. Sarhoşlardan ödüm patlıyor! Herif: ii: “ Haydi bir tur daha.. Bu da cabası!,, diye kabare k bir uğurtu içinde: “— Bir daha, bir dahal.. diye haykırdı. gf Aliye, memnun, gülerek sıçradı. Ben de onu takip etti” , ça: &. “— Kolumu tut!,, dedi.. Alay edenlere öyle bir çehre il€ | bazıları çekilip gittiler. İhtiyar kadının biri: ie — Aaa! Üstüme iyilik sağlık; vay şıllık vay! Bacağın / m giymemiş! Tuwu!.. Diye küfürler yağdırmağa başladı.. Yanımda beş alti erkek çocuğuna, bakmak fırsatını vermeden: “Haydi oğlU” diye ilâve etti. Burası iyi değil, Cinci meydanına gidelim.» Birdenbire kalbimin durduğunu hissettim. Nefes Tevekkeli değil, halk: “Bir daha, bir daha!, diye hs Yer açılsa, içine girecektim! o kadar utanmıştım . (Devamı var)