Yasan: Gerald Kelton Çeviren: P.K. Siz eşi bulunmaz bir blö üstadısınız binbaşı ! — Yatı gezmek isterdim. Şahsi ma- mız mı? — Hayır. Almanya hükümetinin. Fakat emrime verildi, Almanyanm ye ni şefleri indinde mevkiim dün size söylediğim kadar zayıf değil, — Çok memnun oldum. Mevzubahs plânların yirmi dört saat sonra Van - draya vâsıl olmasını sizin şahsi va» ziyetinizi tehlikeye düşürmesi doğru. su beni üzerdi, — Ben de sizinle bu bahis üzerinde görüşmek istiyordum. Plârlarm bana teslim edilmesi için bankaya hitaben şimdi sizden bir kâğıt rica edecektim. — Sahi mi? reddedeceğim muhak . kak olduğuna göre ne yapmak fikrin. desiniz? — Azizim Karden böyle bir ihtimal. den bahsetmesek daha iyi. Ben dostlar arasında kavgadan ve tehditlerden hiç hoşlanmam. Reddederseniz ne olaca »- ğını siz gayet iyi bilirsiniz. Binaena. leyh böyle fena ihtimalleri aklımıza bile getirmemek daha münasib... — Muhakeme silsilenizi pek kavrı. yamadım, Farzedelim ki ben ortadan kayboldum. Bu, “Luftvogel,, in plân. larını muhtevi mektubun Londraya vâsıl olmasının önüne geçmez ki... Ne kazanacağınızı anlıyamıyorum. Kalm kafalılığını mazur görünüz! — Siz kaybolursanız vaziyetimiz şimdikinden daha fena olmıyacak sa- Dirim. — Olabilir, Fakat düzelmiyecek de. — Kimbilir. Siz hiçbir zaman bize karşı sempati duymadınız. — Bunda benim şahsi kinim âmil olmadı ki... Meslekim bazı geyleri öğ- renmemi emrediyor. Bu sizin İşinize gelmiyorsa kabahat benim mi? ben ö. Türsem yerime başkası geçecek ve ge. ne günün birinde ayni vaziyet hâsrl o- lacak. — Yerinize gelecek başkasından ben daha az korkarım. Sizin meziyet- lerinizin takdirkârıyım binbaşı Kar - den, hele cesaretinize hayranım, — Teşekkür ederim. Şu halde artık biribirimize söyliyecek sözümüz kal, madı. Baron, elinde şarab bardağını evi. rib çevirerek uzun müddet sessiz dur- du. Dikkatle hasmına bakiyordu. Ni- hayet: — Siz eşi bulunmaz bir blöf üstedı- gmiz binbaşı Karden! dedi. Dün akşam plânların sizde olduğuna beni ikna et, miştiniz. Bu gün düşündükçe buna 8y. ni derecede emin olamiyorum, Madem- ki plânlar kumarhanedeki şanjör vası- tasiyle sizin elinize geçmiştir, ne diye Aşilin odasını kiralamağa teşebbüs et- tiniz? niçin onün terekesini ele geçir. mek için bu kadar uğraştınız? — Mordavnt benim en iyi dostum. du. Bir casuzun böyle hisler duymast- na izin vardır sanırım, — Cevabınız belki doğru, yalan, fakat herhalde mantıki... kurnaz adamsınız binbaşı! — Kurnazlığıma önümüzdeki iki gün zarfında bir kere daha kansat getireceksiniz. Katledilmeme rağmen 8ize bu son kurnazlığı yapmak iktida- rma malikim. — Ne fena kelimeler kullanıyorsu- nuz binbaşı! Katledilmeniz mi? asla! — Deminki sözlerinizi yanlış mt an- ladım yoksa? — Herhalde. Bu yat bir Alman yatı, dır, binaenaleyh siz Alman toprakla- rında bulunuyorsunuz demektir. Al - belki de Çok manyadaysa sizi ölü veya diri hükü- | mete teslim edene mükâfat vaadedil. miş bulunuyor. Mükâfat nekadardı? beş bin altım marktı değil mi? Denis cevab vermedi. Bu ihtimali biç düşünmemişti. Fon Störhaym devam etti: — İdam edileceğinizi zannetmiyo rum. Hükümetimiz merhametlidir, sa- nırım ki sizi on beş yirmi seenlik hap- se mahküm etmekle iktifa edecektir. Bu sebeble ölümden bahsetmekle faz- la bedbin oluyorsunuz, binbaşı... — Zannıma kalırsa İngiltere beni bamisiz birakmıyacaktır. — Bu muhakkak değil. Olsa olsa dostane teşebbilslerde buluanbilir. Bu da epey zaman geçmesini intaç ede . cektir. Maamafih bir iki senelik mah- 'busiyetten sonra tekrar hürriyetinize kavuşmanız da mümkündür. — Bu gayrindeğrii bir hapis olur. — Kat'iyyen! Almaüyanın emniyeti. ni tehlikeye düşüren her hareketin ci- mai bir suç sayılacağı hakkında Her Hitlerin bir emirname çıkardığını ta. bii biliyorsunuz. Geçen sene Almanya. da ne gibi bir hareketle suçlandığınız da tabii malümunuzdur, — Peki, ne yapmak flkrindesiniz? — Ben tamamiyle size tâbilm. Dün akşamki tekliflerimi tekrar ediyorum: plânlar için verdiğiniz paranm bir mis Mini öğiyeceğim; hakkınızdaki karar iptal olunacak; Almanyada mevkuf bulunan İki İngiliz ajanı serbest bıra. kılacak, Nihayet bu yattan çıkıp git- menize mlstade edeceğim. İcabında ikimiz de yalan söyleme- mesini biliriz. Fakat sözümüzü tut . masını da bilenlerdeniz. Sizi şerefim Üzerine temin ederim ki vaidlerimi ye. rine getireceğim. Denis hayatında ilk defa olarak ne yapacağını tayin edemiyecek bir hal- de bulunuyordu. Plânlar elinde olsay- dı, tereddüd edecek değildi; baronun teklifini derhal reddedecekti. Fakat MANADA AE AMED HEEEN Ben gayetle mürai bir kızım; Felipe'yi seviyorum, fakat plânlar kendisinde değildi ve ass! yalan tuzağına bizzat kendisi de ya - kalanmıştı. Eğer şimdi doğruyu söy. lese ve plânların kendisinde olmadı - ğına baronu ikna etse genebir gey kazanmıyacaktı. Baron, onun gibi bir düşmanı hiç olmazsa muvakkat bir zaman için zarar veremez bir hale ge- tirmek için onu muhakkak Almanya- ya götürecekti. Şu halde taliine güve- nip yalana devam etmesi ve hürriyeti. nİ satınalması gerekiyordu. — Fena yakalandım. Diye bililtizam kederli görünerek söylendi. Ben bu ya. & hususi bir gemi sanıyordum. Bunun- la beraber iddlanızm sıhhati hakkm - da henüz bende kat'i kanaat hâsıl ol- müş değildir. Vakit kazanmaya çalışıyordu. — Şimdi “hukuku bahriyei düvel, münakaşası yapmanm sırâsı değil. Ben iszden cevab bekliyorum. Denis, zor bir meseleyi halle çalışan bir şatranç oyuncusu tavrıyla cevab verdi: — Beni çok müşkül bir vaziyete sok- tunuz, Eğer ben işin yegâne alâknda- rı olsaydım teklifinizi belki nazarı dikkate alırdım. Tafrafuruşluğum ol. madığını bilirsiniz, bu sebeble söyli. yebilirim: İngiltere hükümetinin ha - aytımı ve istikbalde göreceğim hiz « metleri mevzubahs plânlardan daha kıymetli telâkki etmesi de mümkün - dür. Fakat sizin de bildiğiniz gibi ma. alesef yalnız çalışmıyorum. , > Lord Vitleyin oğlu mu? âlelâde bir yardımei.. — Belki bir yardınıçı, fakat slelâde değil. Babası Jord Vitley. — Anlıyorum. Ona da bir çare bu. Yunabilir. — Büyük tecrübenizden benim de istifade etmeme müsaade ediniz? ne tavsiye ediyorsunuz? Alman cevab vereceği yerde, masa ya bir yumruk vurarak haykırdı: — Demek plânlar sizde? şu ana ka- dar bundan emin değildim. Denis şaşırmış göründü: — Plânlarm bende olduğunu inkâr etmek isterdim. Fakat mümkün mü”? — Şimdi bankaya bir mektup yazıp mektup bâmiline plânları teslim etme lerini bildireceksiniz.., — İmkânsız... Benim imzam kâfi değil. Paket teslim edildiği zaman bunun iki imza ile geri almabileceği- ni bildirmişti. — Diğer imza kimin olacak? — Lord Vitleyin oğlunun. Esasen meseleyi takib eden resmen 0... (Devami ver) ll TI N P yi tai Te fi Yazan: M.S. Kadillerin telâkki ve düşünüşle- rine göre, hırsızlar en aşağı ma'lüklardır Ay Mahpuslarda umumi bir merök var- dır. Biribirlerinin maceralarını, sızla- Buşlarının sebeplerini, cinayetten mi, sirkatten mi, yoksa başka bir işten mi içeri düştüklerini öğrenmek İsterler. Bünun için açalarına yeni bir mahpus katıldığı zaman etrafını çevirirler, 80- rarlar: — Neden ceza yedin?, — Sene mi, ay m:?, — Cinayet mi, gece işi mi?, — Kalk gidelim mi yoksa?. (1) — Kurabiyeden mi?.. (2) Hırsızlardan başka, bütün mahküm- lar, içeri yeni düşenler, yaptıkları suçu, işledikleri cürmü saklamazlar, söyler - ler, Yalnız, hırsızlık suçluları: — Neden içeri düştün?. Sorgusuna cevap vermezler. Hakika- ti itiraf etmezler, yaptıklarını şu cevâp- la maskelerler: — Zabıtaya hakaretten! Niçin böyle yaparlar?. Yaptıklarını neden saklarlar?, HIRSIZLARI BAŞKA MAHKUM. LARDA SEVMEZLER! Kâtiller, sirkatten başka suçlarla mahküm olup cezalarını doldurmıya ça- ışanlar, hırsızlarla konuşmaktan höş - Yanmazlar, onlardan daima uzak kalma- ğa bakarlar, yaptıklarını — Namussuzluk! Sayarlar, hırsızları cemiyet için birer müzır uzuv telâkki ederler de ondan... Bazı kötillere göre, adam öldüren- deri değil, hırsızlık yapanları recmet'. mek; asmak bizrmdir. Çüskü, elini kana bulaştıran adam, ya bir namuş meştle- sinden bu işi yapmış, ya bir tâarruza mukabele etmiş, ve yahut elinden bir kaza çıkmıştır. Kâtillerin telâkki © ve felsefelerine göre, hırsızlar en eşna mahlüklardır. Onlarla düşüp kalkmak, konuşmak, ahbaplık etmek cemiyete karşı saygısız- lik göstermektir. Bunun * içindir ki, hir- sızların hapishanelerde mevkii yoktur. Hırsızlar,, abbap, arkadaş kazanmak, hatırlılasın sofrasına sığınmak, O hiz- metlerine bakmak için suçlarını sakla. mak isterler, Fakat bütün bunlara rağ- men, n& kadar saklamıya' çalışsalar du- yulur. Gârdiyinların kanaliyle, kalem odalarına giren çıkan hatırlı mahküm - lar vasıtasiyle: — Feyat. Çabuk meydana çıkar. Suçun mahiyetini, mahkümiyetin iç yüzünü anlamak, öğrenmek merakı yal. nız eskimiş mahpuslanda değil, yeni gelenlerde de vardır. Eskiler nasıl yeni gelenlerin hangi sebepten, hangi mese. leden içri gird öğrenmek isterlerse, onlar da eskilerin suç sebeplerini öğ- renmek isterler, — Ne yaptın, suşun nedir? Ne kadar ceza yedin? sorgusuna, cevap verdik - ten sonra, etrafını çevirenlere eyni sör- guları sorarlar, Korsan Ömer benden atik davrandı. Yeni tanıştığı, selâmlaştığı adamım hü- viyetini, hangi işten yattığını anlamök merakiyle acele acele sordu — Sen neden yatıyorsun efendi?. — Siyasil, « —O dane demek? Bir kaç kelimeyle, mevkufiyetimi icap ettiren sebebi anlattım, Ben anla- tırken, yüzüme bakıyordu. — Anlıyor muydu? Dikkatle dinliyor muydu? Ke- der mi duyuyordu? Yüzünün hatların» dan, tavırlarından bunu anlamak kabil değildi. Sözümü bitirdiğim saman — Geçmiş olsunl, Dedi, — Eyvallah. Ya sen neden yatıyor- sun?. “Adam sen de),,, der gibi, eliyle bir işaret yaptı. Ve dudaklarını bükerek cevap verdi — Ne olacak?. Bizimki deniz işi: Korsanlık... — Nerede? — Limanda, vapurlarda, mavnalar - da. — Anlat bakalım, nasıl yapardınız bu işi?. KAR YAĞARKEN. Bu İş öyle'her zaman yapılmaz; (Kasrı ra döbrakçılığına (3) hiç benzemeye Deniz arakçılığının (4) mevsimi var - dır: Kânünusei ve şubat. Karların Jâpa Jâpa yağdığı, ortalığın soğuktan donduğu günler, korsanlar için bayram günleridir. Böyle havalarda yüzleri gü- ler, kömürcüler gibi kadayıf ziyafetleri çekerler. Tipili, fırtınalı, soğuk havalar o iş yapm:ya şok müsaittir. Çünkü, gemi nöbetçileri bir yere sinerek, gocuğunun içine büzülür, hafiften kestirmeğe baş- lar, sonra adamakıllı dalar, Devriye motörleri, gümrük sandalları, daha faz- la kuytu yerlerde dolaşırlar. Bunun için, ne aman işe çıksam, böyle geceleri bekler, arkadaşlarımla Sarayburnundan, Ahırkapı önlerinden, gece yarısındon göonra bir sandala atla- yarak, denize açılırdım. (Devamı Var) (0) Hırsızlık yapmak, çalmak. (2) İzalei bilkirden mi? Hapishane argosu. (3) Dobrakçılık, hırsızlık — Argo. (4) Arakçılık, hirsizlik, — Zn, A NY KE EE bislerimi haince gizliyerek bunu ona bildirmiyörum. Ağaçtan duvarm tepesine, duvarın tepesinden de benim balkona atlasa diye içim titriyor; fakat bunu hele bir yapayım desin, onu İ#- tihfafımm yıldırımı ile çarparım. Görüyorsun ki müthiş bir samimiyetle konuşuyorum, Beni tutan kim? Felipe'me o saf, bütün, büyük, gizli, o tam aşkıyla kalbime sebü sebü akıttığı sadeti söylememe hangi esrarengiz kuvvet mâni oluyor? Madam dö Mirabel benim resmimi yapıyor. Bitince onu Fe. lipe'ye vemek niyetindeyyim. Aşkın hayata böyle bir faaliyet vermesi beni her gün biraz daha hayret ettiriyor. Her sanat, her iş, en kücük şey bizim için büyük bir ehemmiyet alıyor; mazi, hal, istikbal biribirine, insanı hayran edecek bir surette mezgoluyor. İnsan dünü, büğünü, yarını sanki bir arada ya- şıyor. İnsan saadete erdikten sonra da acaba böyle midir? Söyle, kardeşciğim, anlat: saadet nedir? insanı teskin mi eder? yok- sa büsbütün mü tahrik eder? içimdeki endişe beni öldürecek, © ne yapacağımı şaşırdım: akla da, cemiyetin Jcabatma da rağ- men beni ona doğru şürükliyen bir kuvvet var. Artık senin Lu. iye merakir bakmanı da anlıyorum; memaun oldun mu? Feli- pe'nin bana ispanyolca okuturken gösterdiği derin hürmet ne » kadar sin e dokunduysa şimdi benim kölem olmaktan san- det duyduğunu riylemesi, beni öyle uzaktan sevmesi, itaati de 0 küdar fenama gidiyor. Yanımdan geçerken ona bağırmak: “A budala! sen benim hayalimi seviyorsun, yakından tantsan acaba ne olacak ?,, demek istiyorum. Çeviren: Nurullan ATAÇ 240 Meoktuplarımı yakıyorsun, değil mi, Rene'ciğim? ben de se. nirkileri yakarım. Bizim böyle kalpten kalbe akıttığımız düşün- celeri yabancı gözler görecek olursa Felipe'ye: “Git de o gözle- ri çıkar. Biraz da adam öldür ki daha emin olalım,. demem lâ. zun gelecek. Pazartesi Ah! Rene'eiğim, bir ekeğin kalbinin içindekini anlamak için acaba ne yapmalı? babam beni, senin mösyö Bolnald ile tanış- tıracak; mademki o kadar Âlim bir adammış, bu sualimi ona da soracağım. Allah, kalplerin içini okuyabildiği için nekadar bahtiyar! acaba ben, Felipe'nin indinde hâlâ bir melek miyim? işte bütün mesele bu. Bir gün olur da onun bir hareketinde, bir bakışında, bir tek sözünün edasında o eski hürmetin, bana ispanyolca hocalığı et- Uği zamanlardaki: hürmetinin azaldığmı sezecek olursam öyle * saniyorum ki her şeyi unutmak kuvvetini ünlerebileceğir. “Böyle büyük sözlere, büyük kararlara ne lüzum var?,, midi. yeceksin. İşin iç yüzünü anlatayım, kardeşçiğim, Bana adetâ bir Orta-Zaman şövalyesinin İtalyan sevgilisine hizmet ettiği gibi bakan pek nazik babam, evvele ede söylediği mgibi, madam dö Mirabel'e benim bir resmimi 1s#marlamiıştı. Ben o resmin ol- dukça iyi bir kopyasını yaptırıp düke verdim, aslını da Felipe. ye, şu üç satırlık mektupla gönderdim. “Don Felipe, gösterdiğiniz tam sadakate, körü körüne bi» itimatla mukabele ediliyor. Bir erkekte bu kadar büyüklük bu“ lunacağını sanmak caiz midir, değil midir, bunu zaman göste. rece.,, Mükâfat çok büyük, adetâ bir vaadi ve, asil burası müthiş, adetâ bir daveti andırıyor; fakat sana daha müthiş olan bir gey söyliyeyim: mükâfatımda, kendimi peşkeş çekmemekle be- raber, bir vald, hir davet ifadesi bulunmasını istedim. Gönde- receği cevabda hele bir “Luiz'im,, veya sadece “Luiz” gibi bir hitab bulunsun, mahvolduğu gündür. Sah Hayır, mahvolmadı. O meşrutiyet hükümeti nazırı, perestiş edilmeye lâyık bir âşık. Bak bana ne yazmış: (Devamı var)