5 © ZIMAZİRAN —1835 Şehirden röportajlar Kenar semtlerin mahalle çocukları Yazan: Osman Cemal Kaygılı Bunlarla başa çıkabilene aşkolsun! He. fe bu mevsimde, hele bu — aylarda... Ne hikmettir acaba, bunlar haziran başla. ında ortaya dökülür, eylül o sonlarında Ortadan kaybolurlar. İrili, ufaklı bunların sekizi, onu; hele onu, on beşi bir (araya geldi miydita. mamdır © semiteki boslanların, balıçe- lerin, ağaçların, hayvanların keyfi! Ben, bunlardan bir kafilenin geçen. lerde koskoca bir dut ağacını nasıl ha. rap ettiklerini bir mecmuadâ yazmıştın. Bu pazar da gene bunlardan bir kaçının pek kalabalık bir çayıra nedense başıboş olarak salıverilmiş olan yedi sekiz atı o kalabalığın arasında taşlar ve değnekler le nasl kovalayıp ürküttüklerini bir görseydiniz, şaşar, kalırdınız. Bu dedi. Bim çayır ki şehrin dışında, fakat yanı» başındadır ve her pazar çoluk çocuk ve kadım erkekle dolar; bu başıboş atlar her gün bu çayırda serbest gezer ve bu haşarı mahalle çocukları hergün bunları taslar. la değneklerle kovalarken burada suntur ha bir kaza çıkmasının eli okulağında. dır. Bu haşarı mahalle çocuklarından sekiz On kişilik bir grup, evvelki gün, yalına. yak, başı kabak bir halde o güzelim Mih- Tİmah camiinin avlusuna dolmuşlar, kimi Ortada şadırvanın içine taş toprak dol. duruyor; kimi kora Sinanın oyapısıdu. varlara çamurla bir şeyler yazmıya çalı. Şiyor, kimi de avlunun bir köşesinde on bes yirmi metre yükseklikteki çitlenhiğe irmânmış, ağacın o tepesindeki çaylak yuvasından henüz yeni doğmuş yavruları âşırmaya çalışıyordu. Tam bu aralık cami hademelerinden bir genç bana yerde ölü yatan daha yeni doğmuş, daha tüyleri çıkmamış bir yav- Tuyu göstermesin mi? Meğerse ağacıi tepesinde öteki yavruları âşırmaya uğra Şan çocuk, yavrulardan birini alırken e- inden düşürmüş ve henüz Kanatsız, tüy, #süz yavru o yükseklikten Laşlığa düşer düşmez hemen ölmüş. Hademenin ba- Kırması üzerine avluda muhtelif ziyan. kârlıklarla meşgul olan bu güruh hemen Şİl yavrusu gibi etrafa kaçışırlarken o ko ca çitlenbiğin tepesindeki çocuk da kaşla Böz arasında o yüksek ağaçtan indi ve bize dilini çıkararak bir ok gibi önümüz. den fırlayıp ser oldu. Alın size bunlardan bir başka manzara: Sekizi onu sararmış, kemale gelmiş, fa. kat henüz biçilmemiş bir ekin tarlasının İçine girmişler, o canım sapsarı ekinlerin Üzerinde boyuna sağa, sola yuvarlanarak Onları hasir gibi yerlere yatırıyorlar ve kendilerine: — Oğlum yapmayın, etmeyin yazıktır, günahtır; Me yolculara da şu karşılığı veriyor r: — Size ne sanki, burası sizin babanızın malı mı? Bu da bir başka manzara: Kendi ara, larında, belki de muhabbet kahilinden,bi Tibirlerine karşı savurdukları en çirkin küfürler ve en ayıp sözlerle ortalığı çn. latan çocuklardan bir kısmına yol. dan geçen ihtiyar bir kadın biraz çıkışa- Cak oldu: — Hele şu utanmazlara, rezillere ba. kın! Onlar nasıl “sözler öyle? Sizin hiç Utanmanız, arlanmanız yok mu? İşte zavallı kadının onlardan aldığı “vap: — Yun, yuu! Köcakarıya yuu! Koca. .. Burnu sarı,, Kandil yakar, burnu. ma bakar! Bu dahi bir başka çeşidi: — Oğlum. ne istiyorsun da o ağacın dallarmı çatır çatır kırıyorsun? — Sen ne karşıyorsun, sen kâhyası mi- Sn ba ağacın? — Şimdi seni tutar, karakola götürü. Tüm haf — Karakol ne karışır bana? Ben hır. tızlık yapmıyorum ki karakola gidece, Him. Ben sahipsiz bir ağacın dallarını tum... Bundan sana ne oluyor Sanki? Eski zamanlarda da böyle şeyler olur ** bunlara hiç aldrış eden olmazdı. Fa- b zamanda mahalle aralarına bu Seğit çocuklar insanm gözüne pek çirkin Börünüyor. Bu haylâzları tedavi ister. HABER — Aksam postam İMESETE| Türk işçisinin hakkı ! Iş büroları, bu nokta üzerinde çok titiz davranmağa mecburdurlar Dün matbaa mıza beş delikan- lı geldi. İçlerinden birini de tanıdığı- mız bu gençler, mahzun bir tavır- la: — Bir derdimiz var, Müsaade e derseniz anlata. ım. Belki siz bize bir yol gösterebi- lirsiniz, dediler, Kendilerine yer gösterdik ve beş genç biribirleri - nin sözlerini tâ - mamlıyarak dert . lerini şöyle izah ettiler: — Bizler, İstan. bulun (o tanınmış fabrikalarından birinde çalışıyorduk Geçenlerde bir devlet dairesince 18- marlanan 450 parça eşyayı yetiştir - mek için gece gündüz çalıştık ve bu müddet zurfındı, fabrika İdâresinde epey bir paramız birikmişti. Mallar teslim edilince, paralarımızı istedik. Fakat birkaç gün beklememiz tevsiye edildi ve teslim edilen malların henüz ücretleri alınmadığı söylendi. Tabii ses çıkarmadık. Aradan bir kaç gün geçince tekrar müracaat ettik, Fakat aldığımız cevab ayni oldu. Tekrar bek- lemeye başladık. Bu sırada siparişleri veren zatm fabrikanm bütün parasını ödemiş olduğunu öğrendik ve tabii fabrikaya başvurup biz de paramızı istedik... Bize hâlâ “henliz para alma. dık,, deniyordu. O zaman biz de para. nın alınmış olduğunu öğrenmiş oldu- Dün matbaamıza gelip şikâyetleri anlatan işçilerin matbanmızın kapı. sında almmış resimleri... din,, dıye kapı dışarı ettiler. Doğru iş bürosuna gittik. Halimizi anlattık. Büro patronları çağırdı ve hakkımızın verilmesi için 15 gün müh. let verdi. 15 gün sonundayse, slacağı pek az olan birkaç arkadaşım parası ö. dendi, 50-60 lira alacağı olan bizlere on para verilmedi. Şimdi günlerdir uğraşıyoruz. İş bü- rosu da bir şey yapamıyor, biz de ya- pamıyoruz. Ne olacak bu halimiz, İsmail, Muzaffer, Faruk Hasan ve İstepan ismindeki gençler, tabiatiyle çalıştıkları fabrikanın ismini, adresi . ni, bize açıkça söylediler, Fakat işin kat'i seklini bilmediğimiz için, bir müessese aleyhine reklâm yapmak en. dişesiyle bu isimleri şimdilik neşret- meyi miünasib görmedik. Zaten bizi alAkadar eden, ve bize esseseler (Ohenüz tamamen (tatbik , edilememesinden istifade edip işçi - , Jerini esmekten , gekinmemek te- “dirler, Dün bize uğrıyan beş genç gibi, daha nice ni- celeri her gün ge .lip yana yakıla, “dertlerini anla. ,tırlar ve biz de , bunların ohemen , hepsine, iş büro. sunun adresini ve- rir ve orada hak- larının gayet cid - di bir şekilde ve kanunun bütün imkânları (dahi. linde aranacağı - dan emin olmalarını tavsiye ederiz. Fakat maalesef son zamanlarda İş bürosundan da şikâyetler çoğalmak . tadır. Büroya yolladıklarımızdan bir kısmı tekrar bize dönüyor, orada dert- leriyle yakmdan ve candan meşgul ©- Junmadığından, işlerin yavaş gittiğin- den bahsediyorlar... Hattâ din uğrı. yan beş genç de ayni iddiadâdirlar, Biz devlet teşkilâtı için en yeni ev en modern bir sistemle kurulmuş olan iş bürolarının, bir saat gibi muntazam bir mahkeme kadar âdil ve bir maki, ne gibi yorulmaz mesai göstermesini bektiyenlerdeniz. Netekim, yakın zamana kadar inti- balarımızı bu yoldaydı. En başlıca va- zifesi, işçiyi korumak olan ig biirosu- nun, bu vazifede en ufak bir ihmal Zumuzu söyledik. Bu vaziyet karşısında patronlar ağ- m değiştirip: “size iş de yok, para da yok, istediğiniz yere gidip şikâyet &- izmarit kralı gp anisTE bu İsmi taşıyan bir adam var. Bu zat, bütün ömrünce, ızmaritçilikten baska meslek tut- mamıştır. Çocukluğunda sokaklardan cigara ızmariti top- lamakla işe başlamış olan ızmarit kralı şimdi çok zengin bir adamdır. Fakat bugün de çalışmakta devam ediyor. Ancak, bu işi artık para kazanmak maksadiyle değil, mes- lek aşkıyla yaptığını söylüyor. Bu adam, cigara ızmaritlerini, ucunda üç küçük çivi hulunan bir kamışla topluyor. Bu suretle eğilmeden yerde gördüğü bir ızmariti kolaylıkla alabiliyor, Evdö ızmarit. leri açıyor. Çıkan tütünleri temizliyor ve tekrar satışa çi. karıyor, Kendisiyle görlişen gazeteriye: “hayatımın en güzel dakikaları, bir tiryakinin masası üzerinde ızmaritlerle do- lu cigara tablası gördüğüm zamanlardır. demiştir. * Rene Simon'un talebesi R ENE Simon Paris konservatuvarı profesörlerin- dendir. Talebesi arasında birçok meşhur sinema yıldızları vardır. Bu zatın konservatuvardaki dershanesi dalma dolar. Dinleyicileri arasında yalnız talebeleri değil, saylavlar, vekiller, diplomatlar ve avukatlar da bulunur. Çünkü Rene Simon hitabet hocasıdır. Geçenlerde bu zata bir seyyar satıcı müracaat etmiş ve mesleğinde muvaffak olmak için hususi hitabet dersi 4lmak istediğini söylemiştir. Profesör'bu garib isti rine getirmiş ve yeni talebesine birkaç ders vermis Tahsilini bitiren seyyar satıcı bu garib isteği yerine getirmiş ve yeni talebesine birkaç ders vermiştir. ye- Tahsilini bitiren seyyar satıcı işportasının üzerine ko. caman bir levha asmıştır. Bu levhada gunlar yazılıdır: İ“Her çeşit eşya satarım. Rene Simon'un telebesiyim. İs. tiyen seyyar satıcılara hitabet dersi de veririm.., bu satırları yazdıran, yalnız beş İşçi- nin haksızlığa uğramış olması değil dier yllabtetiyvamileteztay greens) tunlarda bahsettiğimiz gibi, bazı mü. göslermesi, iyi intibalarımızı ve kuv. vetli ümitlerimizi--Bozacağından, bizi bl aş çiğdem merek veri ime | HABERCİ Sahte tablolar R OMADA Meorosini galerisinde eski ve yeni birçok tânınmış ressamların tabloları müzayede ile sa- tilır. Geçenlerde yine bu galeride 354 taklodan terekküp eden meşhur Pergolanın kolleksiyonu satılıyordu. Fakat, tablolarm taklid ve imzalarınm sahte olduğu ihbar edil- diğinden müzayede sırasında hükümet işe el koymuş ve mevcut bütün tabloları haczetmiştir. Yapılan tetkikatta, tablolardaki bütün imzaların taklid edilmiş olduğu ve tablolara sit vesikaların da sahte bulunduğu anlaşılmıştır, Bu yüzden birçok kimseler tevkif edilmiş ve sorguya çe- kilmiştir. * Kundura boyacılığın- dan pedikürcülüğe ONOLOLO civarında Vakiki plâjlarında banyo ya- pan kadınlar, ayrk tırnaklarını boyatınak ve cilâlatmaktan hoşlanırlar. Bunu gören zenci bir kundura» boyacısı meslek değiştirmeye karar vermiş, ve kundura boyamaktansa tımak boyamayı daha kârlı görmüştür. Boyacı çocuk, bu meslekte rakiplerine korkunç bir darbe İndirmiştir, Çünkü bizim paramızla yirmi para mukabilin- de tırnak boyamaktadır. * Annelik PS Yeki ii genç sinema yıldızı Elenor King "Be. beğin doğuşu,, isminde bir propaganda filmi çe. virmiştir. Bu yıldız evlidir. Fekat çocuğu yoktur. Fil- mi çevirirken anneliği çok zevkli bulmuş ve anne olmaya karar vermiştir. Çocuktan ve annelikten nefret eden yildiz kararını hâ- Kikat sahasına çıkarmış ve mayıs ayında Nevyork hasta- nelerinin birisinde nur topu gibi bir erkek çocuk doğur. muştur, Bu suretle propaganda filminin ilk tesiir görülmüş o. luyor!, Bunlar şimdiden bu hallerile çekirdekten yetişiyorlar demektir, Bunları, böyleleri. ni bu aylarda hususi kamplara. bahçele. re mi toplamalı dersiniz. © mekteplerde şurada burada haftada bir iki gün açıla. cak bu gibi çocukları ıslah kurslarına mi göndermeli, kendilerini arada bir genişçe bir tiyatroya, bir salona doldurup onla- râ kendi anlayacakları dillerle, gene ken. di arlayacakları iyilik, temizlik sözleri Üzerinde konferanslar mı vermeli? Artik bu cihetleri ben iyice (kestiremiyorum, bunları işin daha erbablarına havale e. diyorüm. Osman Cemal KAYGILI 5 Bombardıman —— — — ———— e soğ : İşini bilmeyen esnaf Müşleri cebetmek arzu- suyla baş vurdukları ça- reler yüzünden müş eri kaçırmaktadırlar Bugün, iddin edeceğim ki, şehrimi- zin birçok dükkânları müşteri celbet- mek arzusuyla başvurdükları çareler yüzünden müşteri kaçırmaktadırlar, Kahveler de böyle. Gazinolar da, Meyhaneler de, Lokantalar da, Radyo ve gramofon satan dükkün- larda, Tuhafiyeciler (7) ve zenne (1) «eş. yası satanlar da. (Ve saire ve saire) de. Fikrimi iyice izah edebilmek için evvelâ bir mukaddeme yapayım: Bu günkü ekonomik şartlar içinde bir “ticaret evi,, nin bir şehir ortasın. daki vaziyeti, tamamiyle, bir devletin dünya ortasındaki vaziyetine benzer, Her ikisi de kâr ve zarar endişesi içindedir. Her ikisi de “varidat” imkânlarını çoğaltmaya çabalamaktadır. Her ikisi de kuvvetli ve varlıklı gö- rünmek, taahhütlerini zamanmda ba- şaracağma inandırmak azmindedir. Her ikisi de bol müşteri avlamak hır. sındadır, Ve daima rakipleriyle hr . #ımları ile mücadele halindedir. Bu mukayeseye itiraz eden var mı” Olmasa gerek. Eh, mevzu bu tarzda kabul edilin. ce sorarım gramofonculara: — Yeryüzünde hangi devlet, hudut- arından çıkan seslere herkesin kulak- larını tıkamasını ister? Şüphesiz hiçbiri. Ve bunun içindir ki her hükümet, hatiblerinin dillerini ayar etmeye büyük bir dikkat sarfe- der, Zira fena ses, fena söz ve fena nağme çıkaran bir diyar kimseye sem. patik gelmez. Herkes oradan kaçma, yı tercih eder. Dikkat ettim. Şu İstanbul şehrinde radyo, gramofon ve plâk satan; dük- kânların kepsinde, müşteriyi adetâ göğsünden iten, — Aman! bizim semtimize uğrama- yınız Diyen bir hal var. Onlar ne pis, ne zevksiz plâklardır yarab! Bu dükkânlardan, Tanrının günü, sabahtan akşama kadar sokaklara ya- yılan kerih seslerden, klâkson sesleri daha mı götü idi ki belediye menetti? Birçok caddeler, sokaklar var ki in. san geçtiğine de geçeceğine de pişman oluyor. Bu dükkânlarda başka plâk mı yok? Var şüphesiz. Fakat bunlar ne müziğin güzelinden anlıyorlar, ne de halkın müzik terbiyesi hakkında bir fikirleri var. Gelelim şimdi ahçı dükkânlarına: Bunlar da tencerelerini teşhir etmek âdetine tutulmuşlar!... Sokaklara bir lokanta çehresi yerine bir mutfak çeh. resi göstermekle meşguldürler, Beyaz örtülü bir masada, temiz bir tabak I- çinde gelen yemek gibi, tencere ve lenger dolusu kabak musakkalarının, piyaz ve ciğer yığınlarının da hoşa gideceğini sanmak hatasma tutulmuş- lardır, Bu illet Beyoğluna da sirayet etmiştir. En gözde lokantaların vit- rinlerinde çiy hindiler, tavuklar, ku. zular teşhir ediliyor. Eğer bumun işti. ha açan bir tarafı olduğunu sanıyor- larsa aldanıyorlar. Zevki yerinde bir adamın böyle bir dükkâna girmiyece- ğini söylemeğe lüzum yok. Bazı berberler, kahveciler, güya dükkânların temizliyorlar. Bu vatan- daşlar, belediye müsamaha ediyor di- ye bulaşık sularımı kaldırımlara dök - mekle hemşerilerini fena halde tiksin- dirdiklerine ne zaman akıl erdirebi! cekler? İşkembeciler hakkında da ah- çı ve piyaz dükkânları hakkında söylediklerimizi tekrar edeceğiz. Ya. zm, yeniçeri kazanı kılıklı bir işkem. be kazanından sokağa çıkan duman ka dar pis ve boğucu ne vardır? Niçin bu dükkânlar hâlâ halindedirler? Hele o tuhafiyeciler! — Buyurun! — Buyurun! — Buyurun! mutfak (Devamı 7 inoide) Kara Davud vi bea a rüzgühm görül adlan