Yazım; Ş. Rober Düma Fransız hudut karakoluna ünifor- mamla fakat silâhsız teslim aldum — Merak etme. Buradan izinli ola. rak gideceksin. Fransızla; bir hüviyetin olacak, ona göre sana evrak vereceğiz. İsmini bile tayin et- tik: Rigel... — Yani sürgü! — Evet. Bu sana vazifen es. nasmda ağzını tutman icab ettiğini hatırlatacak. Her gey anlaşıldı, muta- bıkız, değil mi? — Evet kumandan. Ne zâman hare. ket ediyorum? — Bir haftaya kadar. Bu müddet zarfmda evrakm hazırlanacak ve sa - na yapacağın işler öğretilecek. Bu işle ben meşgul olacağım, Her akşam saat tam sekizde bu yazıhaneye gel, dersi. nİ burada vereceğim, Bu günden baş- Jiyoruz. Anlaşıldı mı? — Evet kumandan. — Sakın konuştuklarımızdan kim . seye bir şey söyleme, Artık gidebilir. sin onbagı. Hemen odama koştum. Sevinçten kanatlanmıştım. Cezair beni korkutu. yordu ama, Lizete kavuşmak saadeti bana bunu da unulturuyordu. Zaten geri dönmem artık mevzubahs ola -| mazdı. Söz vermiştim, Cezair, göl ha. yatı, hırsızlık ve sâire beni korkutsa da korkutmasa da ben gidecektim. Çünkü her şeyden evvel Lizet beni bekliyordu, Onu bulmak için cehenne- me bile giderdim. Dokuz gün sonra Almanyayı terket. tim ve Forbahda Fransız hudud ka - rakoluna tiniformamla, fakat silâhsız olarak teslim oldum. Mektupla kendisine haber verdiğim Lizet Nansiden gelerek beni orada bekliyecekti. Kendisinden firarımı o. radaki hudud karakoluna bildirmesi « ni rice etmiştim. Filhakika Lizet ri. camı yerine getirmiş olacaktı ki kara. koldaki sivil komiser beni gülümsiye. rek karşıladı, yazıhanesine aldı ve çe- kildi... Lizet de oradaydı. Lizet bir fikrisabitle mütemadiyen söyleniyordu: ma Benim için kaçtın ka? Benim i. çin vatanını terkettin, kaçtın ha? Konuşamıyorduk; öpüşmeden vakit yoktu. Bu işime de geliyordu zaten... Ona ne söyliyecektim? Hakikati mi? Alman askeri istihbarat teşkilâtınm bir ajanı olduğumü mu? Bunu söyle - memek üreccahtr, Onu aldütmak gü. cüme gidiyordu ama doğruyu söyle - mek de işime gelmiyordu. Lâkin ne ys. Jan söylemeli? Kapı vuruluyordu: — Zabıt varakasını tanzim edece . giz. Sonra bol bol görüşürsünüz. Lizetin kollarından kurtulup kapıyı Açtım, Sivil komiser bir piyade ylzba- şısıyla içeri girdi. İkisi de bana çok nazikâne muamele ediyorlardı. Lizetin evvelden zemini hazırladığı belliydi. Zabit bana fransızca hitab etti: — Kaçtınız ha? Şunu bize anlatsa. niza... Bir cigara içmez misiniz! Bu - yurun şöyle oturup hikâyenizi anlatın. — Talimatım anlaşıldı değil mi on. başı? — Evet kumandan, — Yüzbaşım, ne anlatayım bilmem ki. — Benim sual sarmami tercih edi. yorsunuz galiba? ini — Evet yüzbaşım, Böyle daha mü- nasip olmaz mı? Yüzbaşı, Kasseldeki garnizon hak. kında birçok sual sordu. Bunlara ko « laylıkla cevab verdim. Çünkü beni hiz- mete almış olan Alman zabiti bu hu. susta bana talimat vermişti, Bu cihet. ten rahattım, lâkin çok büyük bir müşkülün beni beklediği muhakkaktı: Lizet ismimi herhalde söylemişti. Hal buki elimdeki evrak sahte bir isim, Rigel ismi üzerine hazırlanmıştı. Bu değişikliği nasıl izah edecektim? Yüzbaşı beni isticvab ederken evra- kımı tetkik eden komiserin arasıra göz ucuyla beni süzmesi onun İşin farkı. na vardığını anlatıyordu. Lizete haber vermek ve onun hudu- da gelmesini istemekle büyük bir ha- ta işlemiştim. Şimdi ne yapacaktım? Bir aralık komiser söz6 karişarak bana sordu: — Kaç senedir Raygverde hizmet e. diyorsunuz? — Yedi sencdenberi... — Tuhaf şey! Halbuki hüviyet cüz. danımiz gicir gicir yeni. Siz de bunu tuhaf bulmuyor musunuz? — Hiç tuhaf değil. Çünkü bunun ne- den ileri geldiğini biliyorum ve sebebi nİ size izah edeceğim. — Fena olmaz. Benim de sizden is- tiyecoğim epey izahat var, meselâ... Sözünü kestim: — Meselâ askerlik evrakımın o neden Rigel ismine yazılı olduğunu soracaksı- niz değil mi? İsmim Hartstayn olduğu. na göre bunun sebebi nediyemerake- diyorsunuz. Bunların hepsinin cevabını yarın vereceğim. — Hayır şimdi... — Müsaadenizle yarın... O zaman her lâtile anlatırım. Şimdi çok yor- yecanlıyım; korkarım ki... Komiser masaya bir yumruk vurarak bağırdı: — Sizin keyfinizi o bekliyecek değiliz. mrinize mi tabi sanıyorsunuz? — Fakat... Yüzbaşı işe müdahale etti. İşin inada bindiğini, bu vaziyette ısrarm iyi netice vermiyeceğini anlamıştı. Manalı manalı güz kırparak: — Israr etmeyiniz, dedi. Çok yorgun görünüyör. Yarına kadar kendisini rahat bırakalım. Kaçacak değil ya... Şu sırada kaçmağı aklına bile getirmediği muhak- kak; çünkü kendisini bekliyen var, Ayağa kalkıp kapıyı açmıştı. — Madam... Lizet, yüzbaşınm çağrışi Üzerine odâ- ya girdi. Yüzbaşı lâtife etti: — Bu adamı size teslim ediyoruz. Göz- den ayırmayınız, mesulü sizsiniz. Kabul ediyor musunuz? Lizetle ben, ikimiz birden, cevap ver- dik; — Teşekkür ederiz yüzbaşı, Bizi gene yalnız bıraktılar. Zabitin çı- karken komiserin kolunu tutuğunu ve kulağına bir şeyler fısıldadığını farket- tim, Lizet vasıtasile beni söyletmek iste- diği anlaşılıyordu. Lizetle beraber, hudut (o karakolunun odasında geçirdiğim iki saâti hiç unuta- mam. Bu iki saat, bana hayatım isti- kametini değiştirdi. Lizetten hakikati saklıyamazdım. Be- ni Kasselde hakiki ismimle tanımıştı, ye- ni bir isim almağa neden lüzum gördüğü. mü ona nasl izah (edebilirdim? Lizet çok kurnaz bir kadındı, derme çatma bir yalanla onu kandıramazdım. (Devami var) Yazan: M.S. on Mehmet, argolu bir dille, cinayetinin sebebini anlatıyor Hapishanelerde bazı o mahkümler vardır; demirbaş eşya gibi, dalma ha- pishane kovuşlarnda görünür. Yılm iki ayin: dışarda on ayını muhakak İ- gerde geçirirler. Hapishanelere gire çıka, mahkeme karşısında sorguya çe- kile çekile, ceza yiye yiye, ceza kanu- nunun hemen bütün < maddelerini su gibi bilirler. İçeri bir suçlu girdi mi, hemen cnu karşılarına alıp bir sorgu hâkimi gibi sorguya çekerler, sonra yiyeceği cezayı söylerler, Capon Mehmet te, böyleydi. O da, ötekiler gibi kanuni müeyyideleri bi- Jir. Suçungın nev'ine göre cezayı tah- min ederdi, Ben kaç kere şahidi ol- dum, tahminlerinde pek ender yanılır, 7 buçuk yıl derse, maznun yâ o ceza- yı yer, yahut 5 yıla mahküm olurdu. âdi suçlarda, hele yankesicilik, hırsız- İk, manitacılık, dızdızcılık gibi vaka- İarda hiç aldanmaz, kaç ay derse, süç- Tu o kadar aya mahküm olurdu. FİL işi Adit ıstılahları çetrefil bir şekilde söyler, keyfi olduğu zaman, tıpkı bir müddelumumi gibi uzun mütalcalar dermeyan ederek, bir takım adl! tâbir- ler arasında: “Falan ve falan suçla- rı şuhudun şahadeti, zabıt varakası ve mahallinde yapılan keşif varakasının münderecatı ile mertebe subuta var- dığından ceza kanununun falanca mad- desi mucibince, falan fıkranın, filân zey İine tevfikan tayini cezalarını talep &- derim,, diyerek şaklabanlıklar ederdi. Capon Mehmed batr tabirlere de kar şılık bulmuştu. Mese;; “fili şeniğ,, e, “fil işi,, , “İzalei bikir,, e, inzeli bi- kir, üni livata,, ya "fili lavota,, teb- bı adli raporuna "âletli vapur,, derdi, KARAKAŞLI TAZE Capon Mehmetle iyiden iyiye ahbap olmuştum, Bir gün, mahkümiyetinin sebebini sordum. Evvelâ söylemek is- temedi, ısrar ettim, zorladım, nihayet söyletebildim ; — Vallah Billâh Beyağabeycim, de- di, ben bu cinayeti erkeklik izzetinef- sini korumak için yaptım. Fakat gel gelelim, işi tasarlamadım, plân kur- madım, belâ kendi kendine geldi. Ben Beşiktaşta kahve işletiyordum kardeşim., Kahvenin karşısmda cum- balı ufak bir ev ve bu evde de kara- kaşlı, karagözlü, çapkın bakışlı, kıvır. kıvır bir kadın oturuyordu. Bilsen a- gabeycim ne şeker, ne yosma bir şey- di bul... Eh serde komşuluk va: arasıra ka- fes aralığından, kapı arkasırklan filân gözgöze gelmeğe başladık. Birbirimize güldük, göz kırptık. Aşna fişna derken işi pişirdik, mercimeği fırına verdik se- pin anlıyacağın.. Artık geceleri kahveyi kapattıktan sonra dul kadının evine damlamaya başladım. Kadın da gönlümü gıdıkla- maya başladı, bani nikâhlamayı — bile aklımdan geçiriyordum, çünkü içimde kötülük yoktu efendime söyleyim... Meğerse, kahveme gelen sabrkalılar- dan (Ayı Nuri) dalgayı çakmış... Ben de amma aptalmışım değil mi? İnsa- nın böyle işlerde biraz dikkatli olması, eve filân giderken, etrafı kollaması lâ- zımdır, Halbuki işini sonundan bir kö- tülük çıkacağını hiç hatırıma getirme- dim. Etrafı dikizlemeden dakyordum eve... Bu da neden sana söyleyim mi ağabeycim; körlükten.. Malüm af... Sevda adamın gözünü kör edermiş, derler, ne kadar doğru... Ben de kör olmuştum sevdadan... ( SUSTALIYI DAYANDIM BAR- SAKLARINI DÖKÜVERDİM! Bir gece tam dükkânı kapattım, sey- gilimin evine doğru ilerlerken Ayı Nu- ri yanıma yaklaştı: Gülerek sordu; — Nereye böyle?., ! — Şöyle bir lâmelif çevireceğim, — Beraber çevirelim, — Olmaz. Benim işimi var, — | — Ben senin işinin (o farkındayım. “Yalnız olmaz bu 1ş1.. Bir de asityalımi — Anlıyacak bir şey yok. — Var! Var! . — Kafamı kızdırmalı, Varsa sana ne?.. | — Nasıl bana nel. Ben'de çimlen- meliyim hanım göbeğinden!.. — Neden çimleneceksin ulan! — Hanım göbeğindeni.. — Ben mahallebiciye gitmiyorum. — Canım uzun etme.. Ben ber şeyi biliyorum, dedim al Ben de anlamalı yım! — Neden? Eliyle sevgilimin evini gösterdi; — Oradakinden!., Kan beynime çıktı. Fena halde içer“ ledim. Şöyle biraz da (Asor x raki) yutmuştum, kafam hafif dumanlıydı. Sert bir sesle yüzüne baylardım: — Palamarı çöz buradan!.. Gece vakti başımı belâya sokma, var işine giti. ' (Devamı var) ARA A 3D ENE X Ban AI YAR KINANIN NEZ | Bu tenbih bana, hiç kimseye, belki ariiemize bile açmamız münasip görülmiyecek intibalarımızın hangileri olduğunu his. Settirdi, Kadmlarm süküt ve riya âlemlerinin nekadar geniş olduğunu bir bakışta kavradım. Vallahi, meraleiğim, biz iki- miz, masumiyetimizin verdiği arsızlığrmızla, gözü oldukça açık birer dedikoducu sayılabiliriz. Dudaklara götürülen bir parmak, bir söz, bir bakış insana neler öğretiyor! Bir anda son derece çekingen oluverdim. Demek ki dansm verdiği o tabit bahtiyar. lığı söylemek de bir suç! İçimden: “Ya sevgilerimizi, kinleri- mizi söylesek ne olacak!,, dedim, Yatağıma mahzun mahzun yattım. Samimi ve şen mizacımın, kibarlar #leminin sert ka. nunları ile ilk çarpışmasından duyduğum acı kalbimde hâlâ bütün şiddetini muhafaza ediyor, Beyaz yünümün parcaları, yolun dikenlerine takıldı kaldı, Allaha ısmarladık, meleğim. v Rene dö Mokomb'dan Liz dö Şoliyö'ye İlkiegrin EKTUBUNU okurken, hele senin geçireceğin hayatla be. nim geçireceğim hayatı karşılaştırınca bilsen neler düy- D, ne parlak bir âlemde yaşıyacaksın! ben İse şagaâsız ömrümü ne 1ssız, ne sakin bir yerde sürükliyeceğim! Mokomb şatosunu sana tekrar anlatacak değilim, vaktiyle söylemediğim yeri mi kadı? Manastından döndüğüm gün oda. mı, hemen hemen bıraktığım gibi buldum; fakat Jemenos va- disinin o uivi manzarasma, çocukluğumda meğer görmeden bakmışım, onu şimdi anladım... Dönüşümden on beş gün sonra babamla annem, iki ağabeyi. i beraber alıp, beni komşularımızdan birinin, mösyö dö ! orad adında ihtiyar bir asilzadenin evine yemeğe götür. düler. Gayet zengin bir adam! Taşrada insanm nasıl zengin olduğunu b irsin Bu ihtiy; Nurullah ATAÇ giz biricik oğlunu Buonaparte'nin pençesinden #iyıramamış; asker toplandığı zaman kurtarmış ama 1813 de, orduya, hassa alayı asilzadeleri arasına göndermeye mecbur olmuş; Leipzig muha- rebesinden sonra da ihtiyar baron oğlundan kaber alamamış, Mösyö dö |'Esorad'ın 1814 de gidip gördüğü mösyö dö Monrivo, onu Rusların düşerken gözüyle gördüğürü söylemiş. Ma - dam dö MFstorad, Rusya'da onu boşuna arattıktan sonra kede- rinden ölmilş. Dini bütün bir ihtiyar olan baron, tıpkı bizim Blua'dayken yaptığımız gibi, Allah'dan ümidini kesmemiş; © ümidie oğlunu rüyalarında görmüş; oğlu için gelirini biriktir. : oğlunun, rahmetli madam dö İ'Estorad'ın akrabasından kalan miraslardaki hisselerine göz kulak olmuş. Hiç kimse, o ihtiyarla alay etmek ocasretini gösterememiş, Nihayet anlıya. bildim: beni hiç beklemediğim bir zamanda maâhastırdan alma- larının sebebi meğer o oğulun, hiç beklenmedik bir zamanda gıkagelmesiymiş! Biz hayalimiz atmı oradan oraya koşturup dururken kim derdi ki benim varacağım koca, Rusya'dan, Te. histan'dan Alamanya'dan ağır ağır yürüyerek ogeliyormuş!... Çilesi ancak Berlin'de dolmuş, orada Fransız elçisi onun memleketine dönmesini kolaylaştırmış. Yılda on bin frank ge- irli, kücük b olan müsavi dâ İ'Matarad'm Çeviren: Provan de ailesi Avrupa'ca öyle tanınmış değil ki herkes, adı buram b© Tam maceraperestlik kokan şövalye dö VEstorad'a alâka göğ tersin! Mıdam de VEstorad'dan kalan malların yılda getirdiği bi9 iki yüz frank, baronun biriktirdiği para ile birleşince, has alayınm frkera neferinin eline, Provans'ta mühim sayılac8” bir servet, yani iki yüz elli bin frank kadar bir şey geçti; ti çubuğu da ayrı. I/'Fatorad baba, şövalye'ye ka bir gün evvel, eski sahibinin hayli kötü Idare ettiği güzel Pİ toprağı da #atmalmış; onu bir gün elde edeceğini bildiği g5 fidanlıkta mahsus yetiştirdiği on bin dut ağacını oraya cek. Baron, oğlunu bulunca bu sefer de onun mürüvvetini siz meyi, ona bir asilzade kızı bulmayı aklına koymuş, Ren© Mokomb'ı, drahoma istemeden kendine gelin etmek ve onâ, b; bası ile anasının mirasından kalacak hisseyi de almayıp o rayı da kıza kendi servetinden vermek niyetinde 9 leyince babamla annem, ihtiyarm teklifini benim tarafımda. bul etmişler, Küçük ağabeyim Jan dö Mokomb da, rüşf ispat eder etmez, mirasın üçte biri tutarmda bir meblâğı va olarak aldığına dair bir sened verdi. Buonaparte efendinin digirı Medeni Kanun'un hükümlerinden, Provans'm asil se ri yakalarını işte böylelikle kurtarıyorlar; yoksa o kanun, zadekizlarının yarısının evlenmesine müsaade ederse yarısı manastırda rahibe edecek. Bu hususta kulağıma çalmanlı ef anladığıma göre, Fransız asilzadeleri bu mühim mW üzerinde bir türlü uzlaşamıyorlarmış (1). o (Devami vi (1) Napolyon'dan evvel bütün miras, er büyük oğula ye) dı. Asilzade aileleri, bu hilelere başvurarak yine servet asik evlâdlar, arasında parçalanmamasım temine çalışıyorlar. gif zadeler, Birinci Napolyon'dan hep böyle istihlafla N diye hak saterlerdi .