gp a e ini Gİ ye MA DYP , a v İ i g Ehlisalib Puhateleleri ıı 904 — ii 9 np Yazanlar : ingiliz ordusu hava zabitlerinden Kenneth Brown Collirs, —31— Dilimize çeviren: A. E. şhur seyyah ve muharrir «ovveli Tnomas Kıtal müthişti, karışıklık ise dehşet! Atlar gem dinlemez oidular, birbirlerini sürükleyerek suvarilerile beraber Ruru irmak yataklarından başka süt; Yoktu; bunlar da vaziyeti büsbütün Ki Sadlaştırıyordu. Janis vadisini top- a derin bir yardı, kenarları ise kay- &, dibe olan meyil uçurum gibiydi. tlâr bu vadinin içine itile itile indi- ve karşı yamaca teker teker çeki- çıkarıldı. Uzak kyuya tek kol ha- çıktığımızda Türk topçusu Üstü- ölüm sağanağını boşalttı. | müthişti! Karışıklık büsbütün ii Yetti! Hayvanlar gem dinlemez ol boyuna bir daire etrafmda çarket- f geri geri giderek tekme atmağı iğiladı. Askerlerin ise analarından em- süt bruunlarından geldi; bunla- bastıkları küfürleri işitmemel dahâ ür olurdu. ©z bulutları efradın gözlerine dol- boğazlarını tıkadı, dillerini kuruttu. nlar düştü. Etler yukarıya çıkmak iyen insanların başma ve sıyrılıp kur ğa uğraşan diğer atların Üstüne ik üzere dereye yuvarlandı. İMekküre katır vadinin içine girer- kayarak tepetaklak © yuvarlandı; ete benim İrtibat ve muhabere za- Nİ sefatrn şimdilik sona ermiş oldu. tr, sahra telsiz telgraf takımının İa üstüne düşerek âleti parça par İ i h Lİ “peratörü olen Hog Hampşayr de İl, Kederlendi. Bu âlet onun medarı if. | $ İL ve sevinci idi Orada vadinin di- ' kaya parçalarının üstüne otura-|” bir çotuk gibi hüngür hüngür ağ- İ | DöRT NALA HUCUM! İİK ğlaması uzun sürmedi; ayağa fır. | re —— - 192 Ji *U. Buna fena belde kızdım; telgra-| © GÜZEL PRENSES dereye yuvariandılar adı; gözlerinde kızgınlık alevleri par“) kyordu. Biryandan da barbar bağırıyor du: “Buldun (o buldun'da benim telsiz telgrafımı parçaldın hal (Alacağın ok şun koca Türk!,, Hampşayr iir yarı, güçlü bir adamdı. Atını âdeta (o sırtlarcasma yokuş yukarı sürükliyerek karşıya ççı! kardı. Yerde ölü olarak yatan bir Huw- zar neferinin yanı başındaki kılıcı kap- & ve emir nelerim Bensona bağırdı: — Haydi yürü! Ne bekliyorsun? — Bir şey beklemiyorum; yürüye- lim! kuvvetli | Yüzbaşı Bulteel'in bölüğü en ileride çok çabuk bir süratle yürüyüşe kalktı. Biz üç kişi de bu süvari bölüğüne katıl dık. Türkler bir kilometre kadar uzak» ta bir yamaçta idiler. Daha yarı yola varmadan yüzbaşı, sesini işittirebilmek! Ti Çolden harp cephesine doğru “için, avazı çıktığı kadar: — Hücum!,. kumandasını verdi. Bu ne muhteşem, ne yürek Ürpertici selen gürültü ile inledi. Yamaç boyunca dizilmiş makineli tüfekler ölüm kusma" ğa başladı. Yüksek hızla ateş eden ma- bir sahne idi! Atlar çatlayacak bir dört| kineli tüfeklerin şeytani takırtıları ku- nala kalktılar. Ova binlerce naldan yük- lak zarlarımızı tırmalıyordu. Tüfekler havladı, toplar gürledi; kurşunlar hec yanımızdan vınladı; biz ise mahmüzlas rımstt atlarımızın kKarnlarna biraz daha batrarak hücuma başladk. (Devamı var) Bizim görüşümüze göre Gazze meydan muharebeleri Tüarruzumuz kırıldıktan sonra İngi- lizler 20 kilomstro cepheyle Nablus yolunun iki yanından mukabil taarru- Sa kalktılar. Tabidir ki bu kuvvetli ta arrız karşısında bize rioat düştü. Fa- kat pek amzalı bir arazide esasen bir buçuk aydır rioat ede ede bitkin bir hale gelmiş olan Türk ordusunun ge- ilerleyen bir deve kohi.. mayp yüksek ve çok ustalıklı bir ma- nevra kabiliyeti göstermesi dost ve düşman herkesi hayret ve hayranlığa sevketmiştir. 27 de başlayıp 30 kânümevvele ka- dar olan harekette İngilizler cepheyi Kudüsten 20 kilometro öteye sürdüler. Kudüs muharebeleri olurken Cemal GÜZEL PRENSES Çi — Hastayı bir daha muayene ediniz. Nesi var, nesi yok, doğruca (anlamak istiyorum. Doktor eli tutup bir müddet durduk- tan sonra muavinine İşaret etti. Edvar ieliğe yaklaşarak kolu tuttu. O zaman? #oktor, Edvara fısıldadı; — Parmağındaki yüzük Avrupa işi? Edvar, mukabele etti: — Bu yüzüğü bir defa elinde gör- nüştüm. — Harekete geçecek zaman geldi. Doktor ile muavininin © yavaşça bir geyler konuştuklarını (Ogörünce paşs şüphelenmeğe başladı. Yanlarına soku- Jarak onlara dikkatle bakmağa başladı ve sordu: — Doktor, bu elin sahibi hakikaten çok hasta mr? — Hasta olduğuna kat'iyyen kaniim.' Arada sırada gelen tehlikeli bir büm- maya mülttelâdır. e Zamanında tedavi edilmezse bu hastalık ölümle neticele- nir, — Tedavi edilirse kurtulur mu? — Mümkündür, Ahmet İbrahim paşa, odanın içinde gezinmöğe ve eliyle sakalını karıştıra rak düşünmeğe başladı. Nihayet gelip doktorun önünde durdu: â — Hastayı kurtaracak olduğun tak- dirde sana bin frank vereceğimi vaadet- müştim. Şimdi bin frank daha vaadedi- Yorum. Söyle: Bu hastayı o kurtarmak işin ne yapmalı? ne ilâç vereceksin? — Ben bir ilâç tertip edeceğim. Fa- kat bu ilâcı o kadar ihtimamla içirmek Mzemder ki eğer bir damla fazla içiri- lecek olursa bir kaza çıkabilir. Bu se beple ilâcı yabancı bir el veremez. Paşa, dudaklarını sardı. Doktorun dairesine girmesine müsaade €t- mek istemiyordu. Nihayet: İİİ öze sia is X — Kabil, değil, dedi. Onu göremez- sin. Fakat açık ve mufassal bir tarifna- me yazabilirsin. Böylece yanlışlık ol maz. Adolar, Annayı böylelikle de göremi- yeceğini anlayınca müteessir oldu. Fa- kat yazacağı tarifnamenin bir köşesine birkaç satır ilâve edebileceğini düşüne- rek paşanın teklifini kabul etti: — Pekâlâ, tarifnameyi hemen yazma- ğa başlayayım. Fakat ben bunu ancak almanca yazabilirim. Bu (takdirde al- matcayı da kimse anlamaz sanırım. — Dairemde almanca bilen yok gibi dir. Fakat hasta anlar, Bunun üzerine doktor kenardaki ma- saya oturarak tarifnameyi yazdı. Kâğı- dın bir köşesine de şu (o satırları ilâve etti: “Sevgilim, seni kurtarmağa geldim. Bu ilâcı içince bayılacaksın. Seni öldü zannedecekler ve paşanm dairesinden çıkaracaklar. Tam zamanında sana, ses ni uyandıracak bir ilâç içireceğim. Mu- vaftak olacağıma emin; ol bu kâğıdı yok et ve merak etme... Adolar, bu satırlarm altma İmzasını atmadı, Annanın bunu anlayacağı şüp hesizdi. Tarifnameyi zarfa koydu. Ka- pattı ve beraberinde getirdikleri çanta- dan çıkardığı bir şie ilâçla beraber paşa ya verdi: — Bu mektupla ilâcı hastaya veriniz. Tarif ettiğim gibi (o kullanacak. Yirmi damlayı geçirmiyecek olursa (| İyileşir. Senelerce âfiyetle yaşar. Paşa, teşekkür ederek ilâcı ve mek- tuba aldı. Haremağas: İle hasta kadına gönderdi. Doktorun da muavinile bera- her hasta ilâcı akncaya Okadar Orada kalmalarını söyledi. Adolar, hemen gitmek istiyordu. Hal Bağdatta bir nüzüllü varmış, bunu te davi ederek ayağa kaldırmış, Bir şeyi kalmamış. Zavallı adam yirmi beş sene- dir bu illeti çekiyormuş. Adi Sankinelli! olan bu Fransız âlimi İstanbulda da bir gok körlerin gözlerini açmış, Basra şey- binin harem dalresinde hasta kadınlar! varmış. Bunları da tedavi etmiş. Şeyh elendi çok memnun kalmış. Bu doktor çok âlim bir adam, Aramızda az gok bir münssebet var. Bursya — geldiğini görünce hemen sizi hatırladım. Züley- hayı bir kere gösterelim. Onu İyi ede- <eğinden eminim. Esasen bunu kendi-i sine de sordum; “Veremi tedavi etmek! ten kolay ne var?,, dedi. Ahmiet İbrahim paşa, < Bulgarın bu Ye dikkatle dinledi. o Sonra dedi i — Doğrusu şayani hayret bir adam. Bu adamdan istifade etmek (mümkün Fakat ben harem âsireme hiçbir erke- ğin girmesine müsazde edemem. Fakat Bulgar lâf arkasını bırakma- dr; — Fakat paşam, bir kadını örtü ile gösteremez misiniz? Bundan başka bu doktor Sankinelli gayet ihtiyar ve şa- yanı hürmet bir adamdır. Göğsüne ka- dar uzanmış ak sakalı (o var. Kudımlar da örtülü bulununca bence doktoru he- rem dairesine götürmekte mahzur kal maz. Bu sayede hem on bin frankınız hem de bir kadın kurtulmuş © olacak. Doktoru buraya getirmekle hata ettim- se affediniz. — Doktoru konağıma mr getirdin? — Evet, aşağıda avluda (o muavinile beraber emriniri bekliyorlar. Münasip görürseniz bir kere kendisile görüşü- nüz. Sonra arzu ederseniz hastayı güs- teirsiniz. Ahmet İbrahim paşa, biraz düşündü. mak iddialarından vazgeçmiş ve İstan bula dönerek bahriye nezareti islerile uğraşmıya başlamıştı. İşte bunun için dir ki, 25 kânümusani 1918 de general Falkenhaynın yıldırım ordusu Kuman danlığına şu kıt'alarımız bağlandı: 4 üncü Türk ordusu: Kumandans Mersinli Cemal paşa; karargâm Şam da, bu ordunun cüzütamları şunlardıs Der'ada sekizinci kolordu. Moanda birinci kuvvei seferiye, Tebükte £ inci kuvvei seferiye, Asirde 21 inci fırka, Yemende 7 inci kolordu. 2 inci Türk ordusu: . Eumandanı Nihat paşn, karargâhı Halep... Bu or- dunum cüzütamları şunlardı: Adanada 12 nci kolordu. Humusta 15 inci kolordu. Böylece bu andan itibaren Alman ge nerali Fon Falikenhaym beş orduya bir- den kumanda ediyordu ve arazi itiba rile nüfuzu Osmanlı memleketlerinin tekmil cenubu şarki kısımlarım şamil bulunuyordu. Ancak tekmil bu ordu » Tar ve bu bölgeler o derocs seyflamış- tı ki; general Fon Falkenhaym Filistin cephesini ancak Kafkastan gelen 8 im . ci fırkayla takviye edebilmişti. (Deve var) 189 Şüpheli bir nazarla Bulgar: süzdü. Son ra on bin frank kazanacağını düşünün- ce: — Pekâlâ, dedi. Şu adamı bir göre yim. Haremağalarından birine söyle de onu buraya getirsinler. İlyas Durbar, dışarı çıkınca paşa da avluya bakan yandaki odaya geçip pen cereden aşığı baktı. Fakat bakar bak- maz güldü. Uzun boylu, beyaz sakalir bitap bir adamın beyaz bir merkebe bin- miş olduğunu gördü. Bu adamın ayağın da külot pantalon ve çizme vardı. Bs- şında geniş kenarlı ve siyah bir şapka vardı, Ak sakalı göğsüne kadar vzân- mış, gözlerine de mavi bir gözlük tak» mişti. Müuavininin de ayağında çizme vardı. Beyaz merkebin yularından tut- muş, bekliyördu. Ahmet İbrahim paşa tekrar oğasma dönerek Durbarı çağırdı. Bulgar içel girince: — İhtiyar doktoru gördüm, dedi. Hakkın varmış. Harem dairesine gir- mesinde bir mahzur göremiyorum. — Evvelke de söylemiştim. Bu adam hayatını ilme hesretmiştir. Gözünün Önüne dünya güzelini getirseler başı çevirip de bakmaz, Bu sırada doktor Sankineli: odaya girdi. Ahmet İbrahim paşa, dok.oru kar şılayarak yer gösterdi. Sonra ona 8sor- düz — Nereden geliyorsunuz doktor? — İstanbuldan geliyorum. o Esasen Berlinliyim. Tetkikat ve tetebbüst ar- zusu beni şark mömleketlerinde bir se. yahate mecbur etti, Nebatata çok me. raklıyım. Şarkta da çok çeşitli (o neba- tat vazdır. Bunları toplayarak koleksi- yonumu tamamlıyorum, Yol masrafını çıkarmak için de şehirden şehire uğra- yarak döktorluk yapıyorum,