— Allah benim intikamımla Hulâgünun intikamını birleştirmiştir. Ve buna hedef olan adam mahvolacaktır. Fakat on beş gün zarfında bu kimse-| ler yakelanamıyacak olursa o zaman! halinize acırım. İşte bütün sözlerim bu kadar! Hulâgünun i yanında Aradan tam on gün geçti. Şimdi Bağdada iyiden iyiye yaklaş- miş olan Hulâgünun karargâhındayız. Hulâgünün nöbetçilerile nöbetçi ça- vuşu arasında şöyle bir konuşma ge- şiyor. — Bilmem... Dilenci midir? Casus mudur” Yoksa deli midir? Bir türlü anlaşılmıyor. Tutturmuş, ilâ ki Hülâ- gü hanı göreceğim, Hulâgü han ile ko- nuşacağım diyor, 4 — Peki ne istiyormuş? — Söylemiyor. — Getirin keratayı buraya! Bak ben adamı nasıl bülbül gibi söyletmesini bilirim. Bir iki dakika sonra iki levent nö- betçi kultuklarından tutup bir çocuk gibi sürükledikleri ihtiyar bir adamla nöbetçi çavuşunun önüne geldiler , Nöbetçi çavuşu ihtiyar adamı görür görmez: — Bu kör be! diye söylendi: — Evet kör. İki gözü de yok, Fakat buna rağmen Hülâgünün karargâhmı bulması şaşılacak şey. Çavuş bu seferde kör ihtiyara sesi- nin tonunu yükselterek sordu: — Söyle bakalım. Kimsin sen ? İsmin nedir? Burada işin ne? Belânı mı arı- yorsun? ihtiyar başını kaldırdı, Derin, uçurumlar gibi oyuk gözlerini se- geldiği istikamete doğru çevirdi. Çavuş bu karanlık ve oyuk çukurlar önünde sanki kuvvetli gözler karşısın- da bulunuyormuş gibi gayri ihtiyar! başmı eğdi. Kör ihtiyar bir müddet böylece Sonra insanm İçin! acı acı Ür- ten bir sesle cevap verdi: — Bertim adım Reşittir. Evvelce yal- nız kamburum vardı. Ve bana kambur Reşit derlerdi. Şimdi gözlerim de kör- dür, Onu bir adam kör etti. Onun için artık kör ve kambur Reşidim. — Anlaşıldı. Büyük hana senin göz- lerini kör eden adamı şikâyet edecek- sin! Ve adalet, kısasa kisas istiye- ceksin değil mi? — Şkiğyet etmek mi? Hayır. Fakat! bir bakıma göre kısasa kısas istiye- ceğim, Bir adamdan intikam slacağım, bir canavardan intikam istiyeceğim. Fakat bu intikam yalnız benim değil, Aynı zamanda büyük hanın da intikamı olacaktır. — Bir sene! — Neden bunu yaptın; niye beni al- dattın.. Benden şikâyetin ne idi? — Hiç! — O halde niye bana bunu yaptın! — Stni seviyordum. Demek bu kadar fedakârliklarma, bu kadar muhabbetine rağmen o karısının kalbini kazanamamıştı. Ah! Bu muğ- lak mahlikları anlamak »e müşkül gey miş meğer!. Nihalin titrek sesi tekrar işitildi: — Seni seviyorum hem çok seviyo- rum Ferruh! — Çok geç kaldın! — Evet çünkü artık ölüme mahkü-| mum! — Sözlerinden bir şey anlamıyorum ihtiyar. Deli misin nesin sen? İhtiyar kanbur acı acı başını salladı: — Kim bilir? Belki de deliyim, Fa- kat şimdiki halde yaptığımı ve söyle- diğimi gayet iyi biliyorum. Benim in- tikamım ile Hülâgünün intikamı bir- leşmiştir. Bu iki müthiş kuvvet ayrı şahıs üzerinde toplanmıştır. İşte bu kadar Sizden istediğim beni Hulâğünün ya- nma götürmenizdir. Emin olun ki eğer bunu yapmazsanız Hülâgü hepinizi mahvedecektir. Kör Reşit bu sözleri söylerken sesine öyle bir ahenk veriyordu ki bu ahenk nöbetçi oçavuşunu da, diğer nöbetçi neferlerini de ürkütüyordu. Çavuş tek- rar etli; — Fakat bizim aldığımız emir kati- dir. Hülâgü hanı hiç kimse göremez. Görmek istiyenler, hana söyliyecekleri şeyleri önce bize söylerler. Biz bunu hana arzederiz. Eğer han buna rağmen tekrar o şahsı göremk isterse bize ha- ber verir. Bizde ancak bundan Sonra kendisini onun yanma çıkarırız, — Betbaht adam. Öğrenmek istedi- ğin şeyin ne kadar müthiş olduğunu bilsen bunu bana asla sormazsın. Ve emin ol ki bu şeyi sans açamamı, Hu- lâgünlin seni öldürmesini istememem- dendir, Çünkü bu, Hülâgünln müthiş bir sır- rıdır. Nöbetçi çavuşu biran düşündü. Son- ra ihtiyarın iki yanındaki diğer nö- betçilere; — Siz gidin! Bizi bir middet yalnız bırakm diye emretti, Şimdi kanbur Reşitle nöbetçi çavu- şu yalnız ve başbaşa kalmışlardı. — Artık açıkça söyliyebilirsin, bu- rada kimse yok. Nedir? Hülâgüye ne söyliyeceksin ? — Hülâgüye kızının nerede olduğu: nu haber vereceğim. — Ne dedin? Ne dedin? — Hülâgünün kızı çalmmıştır. Onun nerede bulunduğunu biliyorum.. Ken- disine bunu söyliyeceğim. Nöbetçi çavuşu gayri ihtiyari korku ile etrafma bakmdı. Hayır. Kimse görünmiyordu. Bu kanbur ve kör ihti- yarm söylediği sözleri hiç kimse duy- mamıştı. — Sen bir çılgın, bir deli, hemde tehlikeli, zincire vurulmağa değer de- recede tehlikeli bir delisin! Bilmiyor musun ki bu saçma sözlerin seni bir sa- riyede cehenneme göndermeğe kâfidir? Ölümden korkmıyor muşun ? 17 AGUSTOS — 1936 dizi Znlelicensferyis © LaRsıBirTURK Hatıralarını anlatan : EFDAN TALAT —169— Yazan: TASAN ARİ Krokere döndüğüm zaman her“ kesi telaşlı bir vaziyette buldum Esat veyın bu noktada aldandığım zaman isbut etti. Maiyetinde çalıştığım uzun müddet zarfında (Ohemen hemen diyebilirim ki aramızdaki en bariz fikir ihtllâfı bu noktadan çıkmıştır. Üç sene bu milletin çekmediği kal matmiştı. Vatan işgal edilmiş... Memlc- ket yeryer Earap olmuş. Millet arasın” da nifak, gayz, sefalet büküm sürmeğe başlamış... Ordu dağılmış... Mili itibar dan-eser kalmamış.. Manevi varlığımır yıkılmış... oOŞeref ove gururumuz parçalanmış.. Harici düşmanların bu tecavüz ve tazyiklerine bir de dahilde- kilerin mel'anet ve habasetleri inzimam etmiş... Evet üç senc bize yapmadıkla- rı kalmamış,. Şimdi bir mucize ile tek- rar mezardan çıkıyor, tekrar diriliyor, tekrar küvvetleniyoruz. o İstiklâlimizi, şerefimizi, hürriyetimizi, insanlığımızı kazanıyoruz. Bu büyük inkdip ve ihti- Wil günlerinde bizi yılan ruhlarile mü. temadiyen zehirlemiş ve boğmağa ça- aşmış olanları unutacak mıyız? Ben bu işte Esat beyin düşüncesine taraftar değildim. Polis müdürü bu iş- te de prensibi olan ibtiyatkârlığı elden bırakmıyordu. Muhakkak olan bir şey varsa vatanına çok merbat, hamiyet sahibi bir insandı. Hainlere karşı olan bu lâkaydisi İngilizlerle olan resmi mü- Dasebetlerini bozmak endişesinden ileri geliyordu. Evet, İngilizlerle arayı boz- mak gerek bizim teşkilât için, gerekse halkın huzur ve sükunu için iyi bir şey olmazdı. Çünkü şu veya bu mülâhaza İle tekrar cebir ve şiddet siyasetini el- lerine aldıkları tekdirde bundan zarar gene biz olacaktık. Fakat, bu öyledir diye memlekete ihanet eden alçakların yaptıklarını yanlarma mı be rakacaktık? İngilizleri güncendirmeden bir yolunu bularak bu heriflerden öc almak da vaziyet icabı bize düşen bir vazife oluyordu. Esat bey İngilizlerden çekinerek bu namussuz, pu soysuz bu vatan ve millet haini heriflere dokun- madı da ne oldu. Hepsi birer fırsatını bularak kaçtılar. Defolup gitmeleri pek o kadar elicmmiyetli bir şey telâkki e- dilmese bile hudutlarımızın o dtaşrısın- da senelerdenberi çevirdikleri fırıldık- , lara, irtikâp eyledikleri habasetlere ne demeli. Eğer onlar o günlerde doğan firsatlardan istifade edilerek yakalan- mış olsalardı cumhuriyet hükümeti $- çin mevzuu bahsolan bir gaile ta oza- man bertaraf edilmiş olacaktı, Bu su retle bu vatanı satmak istiyen habisle- rin iğrenç sesleri ta o zaman boğulacak, kulaklarımız bu müstekreh sadalardan kurtulacaktı. Karısını öldü zannile Ferruh bey bir an içinde bütün öfkesini unuttu, hemen kollarının arasına alarak yatağma ya- | tırdı, telâşla zile bastı, Doktora koşma: — Hayır yaşasan bile bundan böyle aramızda bir şey kalmamıştır. Senden nefret ediyorum. Dostunun ismini söy- le... — Onu söyliyemem! — Demek hâlâ onu seviyorsun! — Aldanıyorsun, senden başka kifh- seyi sevmiyorum. Fakat ismini söyle- miyeceğim. Döğüştüğünüzü vuruştuğu- nuzu görmek istemiyorum, benim yü- zilimden sana bir fenalık gelsin İste- mem!.. Bu $on cümleyi söylerken Nihal bir bal mumu gibi sararmıştı, hasta vücu- du artık bu derece helecana tahammül edemedi, gözleri kapandı, bir ceset gi- bi kaskatı kesildi, yere yuvarlandı. , larmı emir verdi, Nihali hem ovuyor, hem söyleniyordu: — Nihal, karıcığım, sen yaşa.. Öl me.. Ben seni evlâdım gibi de severim. Babaların kalbinde kin devam etmez!. Kendine gel.. Nihalciğim, yavrum! Epey uğraştıktan sonra genç kadın yavaş yavaş kendine geldi: — Ne oldum.. Ferruh! Ah! . Gecen vekayi aklına geldi. Ağlama- ğa başladı: — Beni affet Ferruh! Bak hastayım | ölüyorum.. Bilsen ne ıztırap çekiyorum valahi bana merhamlet edersin. Öl mezden evvel beni affettiğini işitmek istiyorum. Ademin kalbinde derin bir mücadele başladı, Kadın gene yalvarıyordu: — Affet beni.. Görüyorsun ya yaşa- mak imkân yok.. Sana yaptığım fe- nalıkların cezasmı çekiyorum. Affetti- gini söyle de rahat öleyim! Uzun bir tereddütten sonra adamca- ğız boğuk bir sesle cevap verdi: — Eğer ayrılmamız muksdderse, ra- hat et seni affediyorum. Ben bu mülâhazaları bir tenkit mak- sadile serdetmiyorum. Yalnız merhum Esat bayin bu iktiyatkârlığı yerinde ol- makla beraber, bir çok kardeş kanları- nm akmasına sebep olmuş olan bu men fur adamlardan memleketin intikamın: alabilirdik. Krokcre döndüğüm zaman saat or iki olmuştu. Bir de baktım, daire'kar- makarışık.. Polisler öteye beriye koşu- Şuyorlar. Önüme çıkan birine sordum: — Ne oluyor? — Onbir kişi getirdiler. — Kim bunlar? Bilmiyoruz. Odama çıktım. Başçavuş Raytr çağır €ım. O da beni arıyormuş, — Biâllar sizi sordu, Kumandan Se- dan on bir mevkuf göndermiş. Onlar hakkında emir verecekti. — Bu mevkufların kabahati neymiş? — Bir ingiliz polisini öldürmekter suçlu bulunuyorlar, — Onlar mı öldürmüşler polisi? — Belli değil. Şüphe üzerine yaks- lahmışlar... Bu sirada Ballar odadan içeri girdi. Başçavuş Rayt gidince verdiği direktif leri ne şekilde tatbik ettiğimi ve Esat beye de asayişin temini için müstacel tedbirler almasını namma bildirdiğimi ve kendisinden muvafık cevap aldığımı söyledim. Beni dalgm dalgın dinliyen kolonel, bir aralık telefonu açtı ve Har- biyedeki kumandanlık makamı arâ- dı. Telefonda birisine: “Yeni bir haber var mr. diye sordu ve sonta söylenenle ri dakikalarca dinledi. Ahizeyi yerine koyduğu zaman çok endişeli idi. Bana döndü, dedi ki: — Efdal! Şöyle çık biraz dolaş etra-| fı dinle, Bakalım ne haberler var. — Peki! diyerek çıktım. o Taksime doğru yürürken bizim istihbarattan bir arkadaşa rastgeldim. Beni görünce bay ram yerindeki çocuklarm sevincile boy numa sarıldı: — Nasılam kardeşim. Ne zamandan- beridir ki görüşemiyoruz. — Bugünlerde işe boğuldüm. Kroker den ayrılamıyorum. — Bugünkü habere ne dersin? — Ne haberi? — Ayol haberin yok mu? — Vallahi yok. — Hayret! Halbuki sen hepimizden evvel öğrenmiş olmalıydın. — Velhasıl öğrenemedim. Söyle ba- kalım, merak ediyorum. — Ordumuz İzmire girmek üzere İ- miş. — Ne di bu haber doğru mu? — Bütün kalbinle mi? — Bütün kalbimle! — O halde gel beni öp! Ferruh bey eğildi, büzünle karısını alnından öptü, Genç kadının yorgun yüzünü derin bir inşirah kapladı. Ya- vaş yavaş mırıldandı: — Ferruh, Ferruhcuğum! Benim ye- güne aşıkım! Doktor Naili bey geldiği vakit ha- nımı epey hasta buldu. Manen pek sar- sılmıştı. Maamafih bünyesi sağlam ol- duğu için az zamandır iyileşmesini ka- tiyetle umuyordu. Nihal yavaşça kocasına sordu: — Şeyet iyileşirsem, beni affettiğine pişman olacak mısın? — Hayır! — Çok iyisin Ferruh! Doktor gittik- ten sonra yanıma gel sana söyliyecek- lerim var. Yalnız kaldıkları vakit adamcağız sordu: — Ne söyliyeceksin, daha neler var? — Remzi beyin katili olarak seni it- ham ettim. — Ne gibi? Mahkemeye mi müracaat ettin: — Hayır, ama bir mektup yazdım: Şadiye hanımım masumiyetini isbat et — Doğru! Bizim en son aldığı# “| porda öğrendik. Havadisi akşam teleri de yazıyor. — Demek İzmire girmek üzereyi — Belki girdik bile... > — Aklım almıyor. Deli olacağım. — Yalnız bu kadar mı ya! Dabâ müjdem var, — Çabuk söyle. — Yunan Başkumandan: da esi? muş... Sokak ortasında, gözlerim yaşlaf şinde arkadaşımı sarılıp sarılıp öpü rum. Yarabbi! Çok şükür... Nik ölmeden bu şerefli günleri de gördü Bu ne büyük saadet, bu ne büyük P tiyarlık... Artık felâket, zillet, günleri geçti. Artık ağlamayacağığ* Krokere döndüm. Sevinçten WE titriyorum. Doğru miralay (o Bab” odasına girdim. Kanapeye W gâtete okuyordu. Beni görünce — Ne çabuk geldin? — Evet, yolda bazı haberler Onu size bildirmeğe geldim. — Anlat bakalım. . pi — Yunan başkumandan; Trikopis © olmuş u dünkü haber! — Ben bilmiyordum. — Evet, Hiz de dün gete yassı sonra Harbiyeye gelen bir telgrali” öğrendik. : — Türk ordusu İzmir yolundaj — Bu da doğru! Artık Yu Anadoluda iş kalmadı. Harbi kaybettiler, — Vaziyet onu gösteriyor. —Bu vasiyeti emriveki olarak etmeliyiz. Bizi de rezil ettiler. Ne garip bir tesadüftür ki tam bö rada bir İngiliz çavuşu kolonel B yi Hazbiyeden mühürlü bir zarf geti Bermutat mektubu ben açtım. içini! çıkan kâğıdı kolonele uzat. O: napede uzanmış vaziyette? — Sen oku! dedi. d Kâğıdı açtım. Bir telgraf sureti irtibat zabiti Majur Milincansın 5, sını taşıyordu. Telgrafda şu kısa ef? yazılı idi: (Türkler İzmir yolunda, Yunan Li kumandanı esir, İzmirin o zaptı bir gün meselesidir.) Telgraf: okuduktan sonra elleri? riyerek masanm üzerine brrakıyoru” Her şeyi bertaraf ederek ihtiyar yo neli sarılıp öpmek arzularını duy rum. İşimde çılgınlıklar yapmak yacı yanıyor. (Devamı var) mek istiyordum. — Mektup nerede? — Ahmet beyde! — Ne münasebet! — Çünkü beni icbar etti —'Ne hakla? — Şadiye hanımın çocukken arka” şı olduğundan ne yapıp yapıp onu yi” tarmak istiyor.. O gece harap mene gittiğimi görmlüş. ; Ferruh beyin yüzü kızardı. Des” felâketinin başka şahitleri de var di — Sizi orada yakaladı mı? — Hayır ama görmüş. Biliyor — Beki arın mektüby me dişi dm. ded — Şayet hakikatı söylemeden olursam bari yazımla Şadiyeyi kart miş olurum diye bunu kendisin? dim. — Kimi ittiham ettiğin! viliyor # — Biliyor.. Zarf açıldığı sami e layacağımı söyledim, o da ancak © sem... — Ya sözünde durmadı gi — Hayır namuslu adamdır, ifa eder, (Devamı car)