1 ŞUBAT — 1996 Komisyor.. Basit bir aşçı dükkânt... Genç Buhazrir Ahmet Kâmil ve sevgilisi Galibe, karşılıklı oturuyorlar. Söz- ds külbastı diye önlerine sürülen tele parçasını koparmak için Seiştirmekle meşguller. Galibenin kaşları çatık... Ah - Met Kâmilin de suratı asık... Genç adam, birdenbire hışımla Satalını masanın üstüne fırlattı. — Ona amba denmez... O, aslâ tabamın kardeşi sayılamaz... Galibe, hak verir bir eda ile: — Evet, amca değil, katırın bi Vi! — dedi. Alacağım tilki kür. | Sim hapı yuttu. Aman bu hayat - | lan artık bıktım... Sade suya ejk | Sekilmiyor doğrusu... | Muhavere oldukça alıp yürü - i, O esnada, güzelce bir de- i masalarına yaklaştığı için , Süstular, | — Gelen, Kâmilin omuzuma sami. Miyetle vurdu. Galibenin elini tiktr. Yanlarındaki iskemleyi çe - oturdu. — Hoş geldin, Lâmi... — Hoş bulduk. Ne var ne yok? ! Pek mahzuna benziyor - Kâmil homurdandı: — İşler kötü... - Amcan insafa gelmedi de . Mek, > Genç kadın tekrarladı: — Bırak şu katırı. Ahmet Kâmil, macerayı baş - an anlattı; O kadar yalvarıp ya- iz, rr ey İz Kardeşi kendisinden elli lirayı e - emişti.. Bahane olarak ta ye - teninin tenbelliğ'ini (o öne sür - . Sanki muharrir olmak ten- ikmiş... İş bulamıyorsa onda Ni t? Devir ne devir, bil. İ gi mu?.. Buhran var işte... L£. | amca hazretleri, tevdiği met - Çinin bir ded ki yapmıyor. “4, o da başka... | — Ay, metresi mi var? | N — Tabii, . Utanmadan... Yaşı dan... Bir de başkaları - | he dersi veriyor... Geçenler- te kadının tutarağı tuttu diye Kaş, uş bir köpeği yüz liraya al. Gy Sonra benden elliyi esirger.. Shmaz, arlanmaz... Galibe sordu: İ > O kaltak da kimmiş acaba? Sani Şırfıntınm biri... Şayet am- metresini birde ötekini İ Kihmek istersezi akşamlari Çifte barma buyur... > “Öteki,, dediğin de kim? Sana, Nim olacak?.. Rikiki.. Am. Ne, metresinin ayrılmak bil - gi... Lümi kahkahayı salıverdi. Ne gülüyorsun yahu... nü versene... tlikanlınn aklma parlak bir selmişti: Çocuklar aklıma pek parlak i iç #ati... Üzülmeyin, bele ten etteni bozma, Galibe... Kür - Yakında a'ersn. .». . ak, Papağan barında o ak - 'Yâmetler koptu. Amcanm i Muzaffer köpeğinin kay - — Den görünce ortalığı biribi- 1. Elini yıkamaktan dön « "ag, VAKİ mintmsini Rikikinin ye: yağ esiyordu. iç » gazetesine daldığı için m kaybolduğunu fark bile te nı etmemişti. Muzaffer Hanım ban- gır bangır bağırdı. — Çaldılar... Yarabbi... onsuz yaşıyamam, ölürüm... Bar sahibi: — Gazetelere bir ilân veriniz.. Olur, biter, üzülmeyin... — dedi .. Ertesi gün, bütün gazetelerde $u satırlar okundu: “Şişlide Bomonti caddesinde 148 numarada oturan Muzaffer Hanıma Pekin cinsi küçük köpe - ğini getirene 150 lira hediye edi- lecektir.,, Aradan yirmi dört saat geçtik. ten sonra Lâmi, kolunda köpek, gösterilen adrese gitti. Hizmetçi kapıyı açar açmaz, içeri sevinçle seslendi: — Müjde! Müjde!... Rikiki gel- di. Ben İskemleleri, masaları devire - rek, Muzaffer Hanm, pijamayla hücum etti, Köpeğine muhabbetle sarıldı, — Canım! Ciğerim! Ah tam kendisi... Gene buldum. Benim yavrum... Evlâdıma kavuştum... Köpeğini iyice göğsüne bastır. dıktan sonra, getirene şöylece bir göz attı. Karşısmda iyi giyinmiş, genç, güzel bir erkek görünce, mahcubane, af diledi: — Sizi ayakta, aralıkta beklet. tim... Buyurun salona... Buyurun, buyurun... Şöyle oturun! Öyle se- vinmiştim ki, kendimi şaşırdım... TEUyEY UR) Maksi Yüldumüz 1 LaLLen anlatın... Lâmi, geç vakit eve dönerken (ki evi de Çifte Papağan barmın köşesindeymiş) eşikte titriyen kü çük (bir köpek bulmuş. Acrmiş, içeriye almış. Dün gâsetelerde ilânları görünce hemen sahibine getirmiş... o Bunları söyledikten sonra gitmek Üzere ayağa kalktı Genç kadın: — Durun! — Dedi. Hemen odasma koştu. Bir da. kika sonra, elinde 150 lirayla içe- ri girdi ve parayı genç adama u - zattı, Lâmi, asilâne bir tavırla para yı reddetti. — Bir kadından para albilir - miyim? — Aman efendim, nasıl olur? Erkeğin pek mu'ikem müdafaa edilmiyen cebine parayı kolaylık. la sokahildi.: — Emin olun bunu kendi ke. semden vermiyorum... Alabilirsi. niz! — Dedi. Lâmi, iki şeyin farkına varmış. tı: Biri, amca beyin metresi cid . den pek hoş bir kadındı... İkincisi bu hoş kadm kendisine hiç de lâ . kayt nazarlarla bakmıyor... — Bir İikör içmez misiniz? Karşılıklı oturdular. Çene çal - dılar. Muzaffer Hanım delikanlı nm ismini, meslefini sordu. Lâmi, sigortada muhasebeci olmasma rağmen, daha #airane , görünmek üzere kendisinin edeb: yatçı olduğunu söyledi. * — Demek ki, artistsiniz... Ben artistleri öyle severim ki... Ben'm bir tanıdığım vardı. Şiir yarardı. — Ben de yazarım. Yanaştı. Kanepede delikanlı nin tam yanma oturdu. — Sörlesen'ne... Yririmız şi irler kim bilir ne güzeldir. Lâmi, hayatmda iki satır şiir Tefrika Ne. 39 Yazan: Murad Sertoğlu Ben, porsumuş ve ihtiyarlamış vücuduma yeniden hayat vermek için genç kızların kanını içiyorum. Hakikattır bu. Geçen kısımların hülâsası — Yorgi! İki Türk önde ve Yorgi arkada Ancello ve Roberto adında iki Kapımm dış tarafımda bekledi-| olmak üzere Dobüssonun odasın- silâhşor kendilerine Türk süsü| gi anlaşılan onbaşı Yorgi içeri gir.) dan çıkarak zindana giden taş vererek Rodos kalesine girmiş. lerdir. Şimdi şato zindanların- da mahpus bulunan birini gör- mek istiyorlar, Şatonun birine! Şövalyesi Dobüsson canavar) ruhlu bir adamdır. Fakat Roberto ile Ancella gl valye Dobüssonun kanını emdi| ği kızı kaçırmışlardır. Şövalye onları arıyor. Bobüsson yerinden bütün ihti - yarlığına, hamlılığına râğmen bir çelik yay gibi fırladı. Bir hamlede duvardaki silâhlıktan sivri bir hançer alıp önlerine dikildi: — Ağzmızdan daha bir tek ke- lime çıkarsa, sizi kuduz köpekler gibi öldürürüm, Ancello ile Roberto fazla ileri gittiklerini anlıyarak sustular. İh- tiyar şövalyenin şimdi ağzından köpükler çıkıyor, ve gözleri ateş di: — Dinle beni! Çabuk bir ata atlayıp şehre ineceksin! — Evişyevaleö cmföypcmföyp — Evet, şövalye! — Cellâdı uyandıracak, ve ken- disini süratle buraya getireceksin ! — Anladım şövalyem., — Bu işi asgari nekadar za- manda yapabilirsin? — Yarım saatte. — Alâl.. Sana yarım saat mü- saade veriyorum. Git, cellâdı al ve buraya getir. Yalnız sakın kendi- sine bir şeyden bahsetme! — Etmem.. — Sonra, şey... Eğer şehirde nö-- betçi şövalye ile diğer silâhşorlar- dan her hangi birine raslarsan?.. — Ne yapayım? — Kendi işlerinden kat'iyyen saçarak #özlerine devâm ediyor-| bahsetme. Hem yalnız onlara de du: — Sizden korkum mu var zan-i nediyorsunuz? Evet, bütün söyle- dikleriniz ve tahminleriniz haki- kattir. Ben, porsumuş ve ihtiyar- lamış vücuduma yeniden hayat vermek için genç kızların kanını içiyorum. Hakikattir bu. İşte bunu size açık açık söylüyorum. Fakat siz de mahvolduğunuzü bilin! Bu küstahlığınızı çok ağir olarak ödi- yecekâiniz! Sizi ne şekilde geber- teceğ'mi bilirim. Yalnız ondan ön- ee dillerinizi kopartmalı, kulakla- rınızı ve gözlerinizi uzun ve kız- gın şişlerle patlatmalıyım. Dilinizi kopartacağım. Çünkü onlar hiç kimsenin söyliyemiyece- ği sözleri bana karşı söylediler. Başkalarına da söylemeleri çok muhtemeldir. Kulaklarınızı deldireceğim. Çün kü bu sözlerimi duydular. Gözlerinizi patlatacağım, Çün- kü onlar hiç kimsenin görmediği ve görmeğe hakkı olmadığı bir manzarayı gördüler. gil. Varsınlar kendileri iki Tür- kü arasınlar. Halbuki onları sen çoktan buldun. Ve hakkın olan iki bin altını yarın sabah erkenden a- lacaksın! — Galiba yanlış söylediniz, muhterem senyör. İki bin değil, bin altın vadetmiştiniz! — Evet, fakat şimdi fikrimi de- ğiştirdim. Bu hizmetinden dolayı sana iki bin altın vereceğim. Yal- nız bir şartla: Siz iki Türkü tutmadınız! Ya- hut iki Türkü yakaladığınızı bil- miyorsunuz. Bunlar aranılan iki Türk değildir. — Anladım. — Zeki adamsın. Fakat dikkatli ol. Bu zekân seni ya mahveder, ya- hut da büyük bir istikbale götürür. Binaensleyh bana tam bir itaat göster! Sonra bunları da al, ölüme mahküm olanların zindanına koy. Yarım saat sonra cellâtla birlikte döndüğün zaman doğruca gel ve beni gör! — Emredersiniz! yazmış adam değildi. Fakat çok| man saat ondu. Çıkarken on ikiyi okumuş, birçok beyitleri kuvvetli hafızasında tutabilmişti o Biraz yalvarttıktan sonra bir an düşün. dü ve okumağa başladı: Bazan sesinde öyle derin bir inilti var, Bir hadşe var ki ruhumu karşında titretir... Hindin zehirli koncalarından nü münedir! Bazan yanaklarındaki muhrik pa | rıltılar.. -— Aman Yarabbi... Ne güzel... Bu sözleri nereden buluyorsu nuz?.. Bunları bir kadın isin mi yazdınız? — Evet bir karim için.. Fakat eskiden yazmm değilim.. İlham perisinin şimdi o nermin kanadı beni okşadı. Bunlar: sizin için yaz dım. Beni ütreten #izin sesinizdir, Muzaffer Hanım! Genç kadmı o kendine doğre elti ve Muzeffer “Hanım fazle müskülüt göstermedi. Lâmi, evden içeri girdiği za - geçiyordu. o Dosdoğru, arkadaşı Ahmet Kömille Galibenin yemek yedikleri lokantaya gitti, Muzafferane, masanın üstüne 150 lirayı fırlatarak: — İşte amcanın hediyesi! —- dedi, Ahmet Kâmil, arkadaşmın yü- züne baktı, — Nasıl? Benden 50 lirayı e . sirgeyen amcam sana 150 lirayı nasıl verdi? Galibe, ellerini çarpıyor: — Aşçı dükkânmda olmasak şimdi sizi şapur şupur öperdim!| - diyordu. « Amma, paranın yarısı sizin doğrusu! — Katiyyen... Bir şey almam Ahmet Kâmil israr etti, — Yok, olmaz.. Vallahi alacak sm! Bir komisyona hakkın var... Lâmi, mütebessim: — Üzülme. Üzülme... Ben ko gre galan aldım... Nakleden : (Hatice Süreyya) kzn arğ sn ei merdivenlerden aşağıya doğru in- meğe başladılar. Ancello sordu: — Şimdi ne olacağız? — Mahvoldunuz! Şövalyeyi çok kızdırdınız! Siz de işittiniz ya be ni derhal şehire gönderiyor. Ve cellâdr getirtiyor. Anlaşılan şöval- yenin büyük bir sırrını biliyorsu- nuz. Bak, ben size o sırrı hiç 80- ruyor muyum? Çünkü sorsam, ve siz de bana onu söyleseniz eminim ki benim de akibetim sizinki gibi olur. — Peki, ne yapacağız? — Elimden hiç bir şey gelmez, Ve hiç bir şey yapamazsınız. Ya- rım saat sonra cellât burada bulu- nacak. Ve zannedersem ikinizin de dillerini koparacak, Ne yapa- yım? Kabahat benim değil. Bu sırada “Ölüm mahkümları,, zindanının önüne gelmiş bulunu « yorlardı. Ancello bir daha sordu: — Kurtulmak için biç bir çare yok mu? — Hiç bir çare yok! Sizi şimdi hiç bir şey; ve hiç b'r kimse kurta- ramaz. Ancak dilleriniz koptuktan sonra sabaha karşı sizi bir daha teftiş edeceğim. Ben sözüme sadık bir adamım, İsterseniz o zaman... Ne Roberto, ne de Ancello artık bir şey düşünemiyorlardı. Fikirle- ri, kafaları karmakarışık olmuştu. Bulundukları zeminin baş döndü- rücü bir hızla derin bir uçuruma doğru çöktüğünü hissediyorlardı. Kendilerine geldikleri zaman birdenbire her tarafı kapkaranlık ve ıslak taş bir zemin üzerinde yattıklarını görünce hayret ettiler. Rodos kalesinin zindanlarında idiler. Rodos kalesinin zindanlarm- g9 Bu fikir ikisini de ürpertti. Bu- raya nasıl girdiklerini hatırlıyamı- yorlardı. Birdenbire korkunç bir zindanda olduklarını görünce ve Dobüssonla Yorginin sözleri akıl- larma gelince kuvvetli bir heyecan ile sarsıldılar. Şimdi Roberto iyi- den iyiye Ancelloya sokulmuş, kü- çük bir çocuk gibi ağlıyordu: — Ne yapacağız Ancello? Söy- İe! Ne yapacağız? (Devamı var) HABER AKSAM POSTASI DARE EVİ Istanbul Ankara Caddesi Posta kutusu: İstanbul 214 Telgraf adresi: istanbul MABER Yazı işleri telotonu - YAKI? idareveliân * 24270 ABONE ŞARTLARI Türkiye Senelik VABOKr 2555'e, SG aylık 720 50 3zyun 2091 “sop 7 tayın ve” 389” İLÂN TARİFESİ Ticaret nanlarının satırı Sesmi ilanların 16 KürURtar Sahibi ve Neşryat Müdür: Hasan Rasim Us KİŞ il bmdın size