Dadının marifeti y Ragıp Bey saatine baktı: Dört.. ğ_'ıi bastı. İhtiyar dadısı içeri ıiıu! i. , — Dadrı. Biliyorsun ya, saat Üç.. — Evet anlaşıldı... Allahm be- İâer gelecek... Peki, peki gidiyo - Tüm. Yedi buçukta gelirim... Val. rezalet.. Bu yaşta bana bun ları yaptırtmak... Omuzunu silkti ve çıktı. “Ragıp, ses çıkartmadı, On beş AY evvel sevdiği kadın hakkında h_' tabir kullanılsaydı, kıyametle. 'i koparırdı. Fakat dadısı onu ar- bk alıştırmıştı. Haftada iki kere patırdı olurdu. Y Rapıbi besliyen; bü - yjiten ihtiyar :'adı_bîııy:;;;ı!:ır söylesin knvı:lmn-a:nğmd&n tîlli"'W ;'dvüu için, her sefer, çetrefil di - iyle delikanlıları baştan çıkaran kahpe evli kadınlara İânetler rdu. Zaman, böylece geçmişti. Genç B da artık bu uzayan müna - « etten bıkmak üzereydi. O gü - :. Calibe kapıdan içeri girer gir - | *2, aksi bir sesle: İs ; Çekilir iş değil.. Saat dört İ va h'l"?o?, yağmur yağı - * ayaklarım dondu. Çorapla - Samur icinde... —J::İ*Pı lâkayt fakat munis bir ;_ :;r:iklaimi giy! — dedi. 1 Hem azizim sen 'ne köhne Nl""*de oturuyorum. Bir sene h—;'ı adamakılIı bir semte ta - Ye sana tekrarlayıp duruyo- ,"di:“i #evseydin sözümü din - kilı... n larda otomobil bile x'"n"n imkânı yok. Yoruldum, düm, Sğriyor, muhakkak - üşü . z Ş'kııı—ydnı. şekerim... Ttv &.. Böyle olduk demek .. Rkar, ;Rl—n. erkeklerin hepsi ah- "'!Bbî" dememişler. Aman ya -» Ne bedbahtım. in üstüne yığıldı ğ başladı. z '—İu(ğp' genç kadınım yanına o- '*lıı. Dı?ı sonra, Calibe uykuya —hı elikanlı da, kinle ona bir * N sonra yanına uzan- “llm.i. . ee bi ıçd:“dd" sonra yavaşça ka- *'hb:ğd:_g A, sessiz. adımlarla “ YYuyanları muntaza- —”:;f:: alışını dinledikten sonra | tı. Ve ibreleri çevire - | Tefrika No. 38 rek beş buçuğu on buçuk yaptı. Calibenin neden sonra uyanışı bir facia oldu. Elektriği yakıp da saatin ilerlemiş olduğunu görünce, hıçkırmağa ve feryada başladı. Az kaldı heyecanından orada yı - kılıp bayılacaktı. Allah razı olsun ki, Ragıp ona: — Bayılırsan bir iki saat daha geçer, büsbütün fena olur! — diye ihtar etti de, kadın kendini to parladı. Pürtelâş giyindi. Bir anda ken | dini sokakta buldu. Allahtan ki, bir taksiye rastladı. Derhal atılıp deliler gibi sürdürmeğe başladı Helecanından bitap, Calibe, evinde ne bahane bulacağımı, ne uyduracağını düşünüyordu. Bir a- saa, yUSUA GÜZÜMÜ Mür GRAÜ aliştı, baktı. 12 ye 25 var. Deli olacaktı. (Hakikatte, saat yediyi göste riyordu). Kalbi çarparak, eve girdi. Sa- londa sak'n rakin oturup gazete sini okuyan kocasıma doğru koşup titrek bir sesle: — Ah, Recep! Başıma gelen leri bilsen... Calibeye müthiş pelen bir sü künla kocası ona sordu; — Ne oldu? — Ne olasak? Az ka'dı ben' kaybediyordun. Bir mağazadan çıkryordum, Sant altıydı. Ansızın gözüm karardı. Bir baygınlık. Sanki bir uçuruma yuvarlanmış trm. Kendime geldiğim zaman bir eczahanede olduğumu anla . dım, Etrafta telâş$ eden bir sürü halk... Düşünsene, saatlerce bay - gin kalmışım, Recep güldü. Ve alaycı bir ses. le: — Amma da mübalâğa.... Bu gayri tabitf sükün, Calibeyi büsbütün şaşırttı. — İnan bana... Rica ederim... Kendime geldiğim zaman saat on biri geçiyordu. Bu sefer kocası asabi'eşerek: — Ne diyorsun? Ne ahlatıyor. sun? Deli misin? — Vallahi, billâhi, cicim, dört saat eczahanede baygın kalmışım. Recep Bey, afa'layarak — söy - lendi: — Bu sacmalar da nedir? Bu martavalları bana ne diye cku - yorsun? Calibe hıçkırmağa bas'adı. — Tİnanmıyarağından zaten korkuyordum... Aman Allakım.. Bu ne itimatsızlık... Sen beni kim | NU Yazan: Murad Sertoğlu — ÂAh muhterem senyör! vadetmiş olduğunuz bin altın aklımı başımdan aldı. Bana vazifemi unutturdu. Gaçen kısım'arın hülâsası Ancello ve Roberto adında ik: silâhşor kendilerine Türk süsü vererek Rodos kalesine girmiş. lerdir. Şimdi şato zindanların- da mahpus bulunan birini gör- meok istiyorlar, Şatonun birinci şövalyesi Dobüsson — cunayar yullu bir adamdır. Fakat Roberto ile Ancello şö- valye Dobüssonun kanını emdi. ği kızı kaçırmışlardır. Şövalye | onları arıyor. Onbaşı buna çok hayret etti. Maamafih cebinden bir çakmak çıkarıp yakmadan ve bunların yüzüne tutmadan bu söze inanma dı, İki yabancının Türk kıyafetin- de olduklarını, ve bunları Tevhit reisle birlikte şatoya geldikleri günü bir defa görmüş olduğunu hatırlayınca doğru söylediklerini anladı. — Dürun öyle ise biraz! Diye- rek içeri seğirtti. On dakika son- ra elleri boş olarak avdet etti. Pa. raları emin bir yere saklamıştı. Kendilerine beş adım kadar yaklaştıktan sonra durdu. Diğer muhafızlara işaret etti: — Yakalayın şu iki adamı! Muhafızlar hemen iki yabancı- Öür vas€ee ASSS Nüzleri hep birlikte şatoya girdiler. — Şunları zindana götürün! Orada beni bekleyin! Ben şöval. ye Dobüssonun yanma kadar gide. ceğim. İki dakika sonra Ancello ile Ro- berto muvakkaten kondukları taş bir zindanda, onbaşı Yorgi ise şövalye Dobüssonun odasında idi. ler. İki silâhşor hiç konuşmuyorlar CETAATTAK D DST S SO YA PT sanryorsun? Ben namuslu bir ka - dınım. — Dinle beni Calibe... Bu ko- medyanın maksadını anlıyamıyo - rüm, Fakat açıktan açığa bana izahat vermeni emrediyorum, Bu kadar yalan yeter. Genç kadın, bitap, mücadele edemez oldu. Kocasını kandıra - mıyacağına artık emindi. Ağlıya- rak, bütün kâbahatlerini itiraf et. ti. Recep, müthiş bir küfür savu rarak yerinden fırladı. Calibenin yüzüne doğru bir yumruk kaldır . dı. Fakat soğulkanlılığını muha - faza ederek genç kadını saatin ö. nüne sürüklemekle iktifa etti. Meğer henüz yedi buçukmuş. Calibe, afal afal bakındı. Kocası pür hiddet, artık bağı- rıyordu: — Maceranım esasımı anlama - ğa çalışacağım. Lâkin mubakkak olan şudur ki, artık seninle yaşa - yamıyacağım... Derhal sandırları- nı hazırla ve yallah defol... Sevgi- Tin seni barındırsın! Ragıp, cok namuslu bir geneti. Sevinçle değil:e bile fedakârlık'a Calibeyi kabul etti. Kırk yıllık dadı da kapı dişarı oldu, Nakleden : (Hatice Süreyya) yalnız delice atıldıkları bu mace -| ranın sonunu bekliyorlardı. Hal- buki Dobüsson, nöbetçi onbaşısı nın sözlerini büyük bir dikkatle dinliyor, ve onu isticvap ediyor - du: — Tebrik ederim. Kolaylıkla teslim oldular demek? — Evet!. — Nerede yakaladın bunları? — Şatonun arka tarafından geliyorlardı. Anlaşılan büyük yol- dan şehre ineceklerdi. Karaltıla - rınt görünce şüphelendim. Dur - durdum, Kıyafetlerinden hemen kendilerini #.nıdım, —Kim olduklarımnı itiraf etti. ler mi? — Elbette. Birinin adı Hasan, öbürünün ise Ali imiş. — Yanlarında başka kimse, yahut bir yük filân var mıydı? — Hayır.. — Tabit kendilerini isticvap ettin. Kimbilir bu dinsizler hak. kımda ne kadar yalan yanlış ma- lümat vermişlerdir. Şimdi söyle - miş oldukları bu sözleri aynen se- nin ağzından da dinlemek isti yorum. Hiç sıkılma ve çekinme ço- cuğum. Sana ne söyledilerse ay nen söyle| : sereesil ç ç — Haydi cevap versen e!. Elbette onları isticvap edecektin. Bu senin vazifendir, Ve eğer istic- vap etmemiş olsaydın, sana o za- man kızardım. Sana o zaman kız- mağa hakkım olurdu. Onun için tekrar ediyorum. Hiç çekinme - den, ve hiç bir kelimeyi gizleme den söyle! Dobüsson bir kedi yumuşak- lığı ve ahengile ve sesine gayet tatlı bir ahenk vererek konuşuyor- du. Gözleri de yarı kapalı idi. Fa. kat ancak bir onbaşı olmasına rağmen çok zeki bir adam olan Yorgi bu yumuşaklığın altında mütkiş ve korkunç bir tehlike ve tehdidin saklı olduğunu hemen anladı. İçinden “iyi ki, bir şey sormadım ve onlar da bir şey söy- lemediler.,, diye düşündükten son- ra cevap verdi: — Muhterem seniyorun beni * affetmiyeceğinden korkuyorum. — Boş korku çocuğum.. Söyle! Senin şüpheni ve hristiyan olma- yan iki adamm tabii olduğun bir senyör hakkında — söyliyecekleri sözlere inanmayacağını ve ehem.- miyet vermiyeceğini gayet iyi bi- liyorum. Söyle! — İki yabancıyı isticvap et . medim, — Ne? — İşte gördünüz mü kabaha - tim ne kadar büyük? Ah muhte | rem seniyör kendimi nasıl affet tireceğimi bilemiyorum. Fakat vaadetmiş olduğunuz bin altın be- nim aklımı başımdan aldı. Va is- tintak vazifemi unuttürdu. Hâdi seyi bir an evvel zatıâlinize haber vermek için doğruca buraya koş tum, N — Doğru mu söylüyorsun? — Evet, doğru söylüyorum. — | Dobüsson ince parmağını oda-! nın bir köşesine doğru uzatl: O. rada tunçtan yapılmış küçük bir Ş çarmiha gerilmiş İsa heykeli duru- yordu: — Şunun karşısma geç ve söz. — lerinin doğru olduğuna dair ye« min et! Yorgi rahat adımlarla heykele doğru yaklaştı. Yere diz çöküp yüksek sesle bütün söylediklerinin doğru olduğuna dair yemin etti. — Esasen koyu hıristiyan olan onbas şı yalan söylemiyordu. Dobüsson da onun yalan söylemediğine emin olmuştu. 3 — Peki öyle ise, getir şunları — buraya! Beş dakika sonra Ancello ile Ro. — berto yahut buradaki - isimleriyle Hasan ile Ali zencire vurulmuş ol- dukları halde Dobüssonun karşı- sındaydılar: — Demek benim odama şiren, ve kulede bulunan o zavallı kızı kaçıranlar sizsiniz! — Biziz!... — Evet, o zavallı kızı... Akşam üzeri kalenin arkasından geçerken yolda : baygın ve yaralı bir halde bulup tedavi etmek maksadiyle gizli yoldan kuleye çıkardığım o zavallı kızı... — Vetedavi etmek maksadile dişlerinizle göğsünü yarıp kanını içtiğiniz, ve öldürdüğünüz kızı biz kaçırdık! — Sus! Yavaş konuşun diyorum size | — Hakikat ne kadar yavaş ses- le söylense ondan korkanlara gene gök gürler gibi hızlı gelir.. Evet i- tiraf ediyoruz, işte kan emici şö- valye! Biz kaçırdık! 4 (Devamı var) — Size bir pardesü ile bir şapka birakmışlım, . Vestiyer — Pekâlâ ama şimdilik yok başkaları almış, gelecek temsilde bir pardesü ile şapka elbet bulurum? HABER AKSAM POSTASI IDARE Evi Istanbul Ankara Caddesi Posta kutusu * İstanbul 214 Yelgrat adresi: İstanbdul HABER Yazı isleri telotonu : 21472 y Idâre veiân » 1 24370 ABÖNE ŞARTLARI Börüük 1800'Er yAREMA B öyik 288 2 'sss z * ayak 1502 389 - İLÂN TARİFESİ Dşöret Hanlarının satırı 1280 Besmi Hanların Y0 hurustur. Sahibi ve Neşrişal Müdürü: Hasan Rasim Us Basıldığı yer (VAKIT) matbaası