11 ŞURAT — 1994 Sahte! Sahte M8) Parkın tenha bir köşesinde bir Niraya büzülmüş oturuyordu. Yaş- Vi gözleri bir noktaya dikilmiş, san- ki etrafını görmüyordu. Zavallı Neclâ kimbilir neler düşünüyor Y& düşünmeye ne kadar mecbur Vaziyete gelmişti... Bir haftadan beri işsizdi, ayda kırk lira maaşla salıştığı şirket iflâs etmişti. 20 ya- Şında bir genç kız için kimsesiz- ik ne güç şey! Dolaşmadığı ve! müracaat etmediği yer kalmadı. | Her baş vurduğu kapıdan aynı| basma kalıp cevabı almıştı: — Şimdilik bir şey yok; fakat| her ihtimale karşı adresinizi br takımız! Biz size haber veririz. Neclânın bu kadar güzel ba- cakları olmasaydı daha kabalık kalacaktı, Şimdi bun - lar birer birer gözünün önünden #eçiyordu ve kızcağız vaziyetinin Zorluğunu anlayarak hıçkırmaya başladı. Birdenbire bir el omuzuna do- kundu. — Kendinize geliniz, küçük ha.| tım! Bu kadar üzülecek ne var? şeyin kolayı bulunur. , Neclâ ona böyle hitap eden bu Sicak sesi duyunca, ağlaması ke- sildi, Karşısında dinç,güzel - ve Sana yakın bakışlı bir genç otu. Tüyordu. — Parkta çocuk gibi ağlanır 11? Saat 12! Üğle paydosu. Erkek bumu söyleyerek etrafta- ki kalabalığı işaret etti. Neelâ etrafına bakındı, i bütün sıralar ber günkü müdavimlerile dolmuştu. Parkın yanındaki fabrikanm İ işçi- i ekmek peynirlerini almışlar, sindire yiyorlardı. Yüzle - rinde sanki bi, lokan: tada türlü türlü yemek Yiyorlarmış pacusüiü - Niyeti vardı. Genç kız bunları gö- Yünce acısının hafifleştiğini hisset- Yaşlı gözlerini erkeğe çevire. sahi - “ — Siz benim yerimde olsaydr- Miz ne yapardınız? Hayatta her *ey sahte!,. Kimsenin başkasına | Mmenfaatsiz iyiliği dokunmuyor. ye olup işsiz kalmak nedir bi- Üyormusunuz? Hem insanın va- ©sinden başka güvendiği bir 7 olmazsa... Evet, erkek pekâlâ işsiz kalma nin ne olduğunu biliyordu. O da “Gün,, gazetesine muha- bir olmadan az mı sefalet çek- mişti? Şimdi karşısında güzel kızı kendisine ne kadar yakın bu- luyordu.Başını çevirdi. Neclâ ile u- zun uzun bakıştılar. Genç kı zın kederi onları birbirine yakm - laştırmıştı. Şimdi erkek kızın elini alarak candan gelen bir sesle kızı tesel- liye çalışıyordu. Neclâ kederini unutmus, bu sevimli sesin tesiri - ne kapılmış, dinliyordu. O sırada oğlan elini cebine sok- tu ve arıyarak bir beş liralık alıp kıza uzattı, — Küçük hanım! Ben de sizin kadar sıkıntı çektim. Dün hafta - lığımı aldım. Borcumu ve yemek paramı ödedikten sonra bana bu kaldı. Size bunu verebilirim... Hayır,hayır! İtiraz etmeyin, rica ederim.Yarın da bizim matbaaya! gelin, her halde size bir iş bulu J ruz.! | Kız sevinçle erkeğin elini sık- tr. Gözlerinden bir iki damla se. vinç yaşı döküldü. — Haydi haydi, uzun etmeyin yarin görüşürüz. Şimdilik hoşça kalm! Diyerek kızdan ayrıldı. Yolda hep Neclânım hüzünlü te bessümünü karşısında görüyor - du. le Ertesi günü matbaada bir heri gaşalık. Mühim bir hâvadis. Genç bir krr'sarey burnundan! kendini denize atmıştı. Sebebi he- nüz anlaşılmamış. Her gazete hâ vadisi ilk evvel kendi sütunlarm- da çıkartmak istiyordu. Matbuat! kanunu intihar haberlerinin ya: zlememe kenüz Mmenetmemişti, Vak'a hakkında tafsilât alsın di- ye genç erkeği cesedin yanma yolladılar. Erkek gözlerine inana- madı: Ceset dünkü kızdı. Elinde sahte bir beş liralık sıkışmış kal- mıştı. *» $ | Genç erkek unutamıyor... Kızm sesi hâlâ kulağında: | “— Sahte... Sahte... Hayatta herşey sahte...,, Nakleden : Hikâyeci, A eN şia MAP his Ee. iR) RİN BAKER DEE Rİ Yİ UMUM DEPOSU ay Eri Tefrika No. 38 Yazan: Murad Sertoğlu — Sen çok zeki ve akıllı bir adama benzi- yorsun. Bin altın sana azdır. Bin yerine iki bin altın kazanmak istemez misin ? l Geçen kısım'arın hülâsası Ancello ve Roberto adında iki sllâhşor kendilerine Türk süsü vererek Rodos kalesine girmiş. lerdir. Şimdi şato zindanların- da mahpus bulunan birini gör- mek istiyorlar. Şatonun birinci şövalyesi Dobüsson canavar ruhlu bir adamdır. Fakat Roberto ile Ancello şö- valye Dobüssonun kanını emdi. gi kızı kaçırmışlardır. Şövalye onları arıyor. — Peki, nöbetçi şövalye nere- de? — Vazifeten dışarı çıktı. Mü - him bir işin peşinde. — Ne vakit döner acaba? — Bu asla belli olmaz.. — Bu mühim iş ne? — Delirdiniz mi siz? galiba Ağ- zımdan lâkırdı kapmak istiyorsu- muz amma, nafile.. — Öyle ise hakikati biz sana söyliyelim: Nöbetçi şövalye şatoda kaybolan Ali ve Hasan adında iki Türkü arayıp bulmak için çıkmış- tır. — Vay canma! Nereden biliyor- | sunuz? — Kim bilir, belki de, hayır belki değil, muhakkak... Şövalye Dobüsson Bü'1k1“Turku yakalayıp! - getirecek olana büyük bir mükâ fat vadetmiştir. , — Evet, bin altın! — Nöbetçi şövalye sizi hiç dü- şünmüyor. Yalnız kendi işine ba- kıyor. Yemin ederim ki bu mükâ- fatı kendisi kazanmak azminde- dir. — İsanm hakkı için öyle! — Bin altın. Eh, fena para de- gil hani? — Fenanın lâfı mr olur. Enfes bir para.. — Nerelisin sen? — Alermalı. , — Bu para ile Alermada bir çiftlik almabilir. — Hem de mükemmel bir çift lik. — Beş tane inek de temin edi- lebilir. — On beş tane.. — İnsan bir de küçük bir koyun sürüsüne sahip olabilir. — Niçin küçük? — Mani demek istiyorum ki in- san kendisine mükemmel bir istik- bal temin edebilir. — Hem de nasıl? — Senin adın nedir? — Yorgi! — Dinle Yorgi, sen bu parayı kazanmak istemez misin? Onbaşının birdenbire gözleri parladı: — Siz tehlikeli insanlara benze- miyorsunuz. Haydi askerler, siz yirmi adım geri çekilin. Ben bun- larla yalnız başıma konuşacağım İşaret edersem gelirsiniz! Askerler geri çekildiler, — Şimdi açıkça söyleyin baka- İlm, ne demek istiyorsunuz! — Biz iki Türkün nerede saklı! olduğunu biliyoruz, Bunlar öyle bir yere saklanmışlardır ki nöbetçi şövalyenin kendilerini bulmasma| imkân yoktur. — Anlaşıldı.. Para mukabilinde yerlerini göstermeğe hazırsınız.. İ Peki, söyleyin bakalım.. Bu iş için ne İstiyorsunuz? — Biz bir şey istemeyiz. Yalnız sen çok zeki ve akıllı bir adama| benziyorsun. Bin altın sana azdır.| İki bin altın sana daha cazip gel-| miyor mu? — Ne diyorsunuz? — Bin altın yerine iki bin altın! kazanmak isteyip istemediğini s0-| ruyoruz. — Bunun için ne yapmalı? — Dinle Yorgi. Bu parayı ka-| zanmak senin için çok kolay ola- caktır. Şimdi sana Türkün gizlen- diği yeri göstereceğiz. Onları ya- kalayıp Dobüssona teslim edecek- sin! — Ve derhal bin altın alaca- ğrm. Sonra... — Muayyen bir zaman geçtik - ten sonra bu iki Türkün şatodan kaçmasını temin edeceksin! — Deli mi oldunuz si? — Amma bunun için tam bin altın alacaksın! — Kafamı tehlikeye koyamam.! — Şu halde onları istesek şa- todan kaçırabilirsin demek? — Elbette.. Çünkü ben ayni za- manda ölüme mahküm alanların atıldıkları zindanların âmiriyim. — Alâ... Mademki bin altını! az buluyorsun. Şu halde iki bin altma sözün var mı? — Aman yavaş sesle konuşun! — Üç bin altın.. — Susun! Peki, fakat nasıl o- lur? Bu sırada Roberto cebinde ço. cuk gibi duran altları çıkardı. Yorginin gözleri dönüyordu. Sor- du: — Bu iki Türk zindanda ne kadar kalacaklar? — Bir saat! — Karar verdim, razıyım. Ne.! rede Türkler? — Acele yok.. Önce söyle ba- kalım. Nasıl yapacaksın bu işi? — Şimdi onları yakalasam Do-| HABER AKSAM POSTASI (DARE EW Istanbul Ankara Caddesi Posta kutusu : İstanbul 214 Telgraf Adresi; istanbu! HABER Yazı işleri telotonu « PAKT? idâre vellân . «24810 ABONE ŞARTLARI Türkiye Ecnebi 1400 Kr. 27006. 80 Senetik 9 aylık 3 ayr * aytik 860 . 309 İLÂN TARİFESİ Ticaret kanlarının satır 12,50 Resmi ilamların 10 kuruştur, Sahibi ve Neşrıyet Müdürü: Hasan Rasim Us Basıldığı yer (VAKIT) matbaası büsson kendilerini isticvap &de “ cek. Sonra ikisini de zindana at- tıracak.. — Acaba hemen öldürmez mi? — Ov.. Anlaşılan siz yabancı» sınız.. Dobüssonu yak'«en tanımi- yorsunuz. Hiç şövalye adama en | az iki ay işkence çektirmeden öl dürür mü? — Peki ya bu adamlar müthiş bir sır biliyorlarsa? Veşövalye | bu sırrın başkaları tarafından bie linmesini istemiyorsa? (ti — Bu da lâfmı? Ondan kolay ne var? İkisinin de dillerini ko partır. Maydanoz yutmuş papa « ğan gibi susup kalırlar. N Bu cevap hem Ancelloyu, bem deRobertoyu titretti, Fakat Ancel- lo heyecanını belli etmeden sual * lerine devam etti: —Bunu hemen mi yapar? — Yapmaz, Cellât ve işkence memurları şehirdedir. Yarım sa - bah erkenden yapar. — Bunları nasıl kurtaracağını anlatıverdin. ğ — He... Bunları zindana attık- tan bir saat sonra usulen yerlerin- de duruyorlar mı diye teftiş edi. lirler. Bu sirada ben yanımda iki kişi olduğu halde zindana gelirim. Bu iki Türk üstümüze hücüm edip bizi mağlup ederler. Elbiselerimi. | zi giyerler. Ve bizim geldiğimiz yoldan çıkıp giderler. — Peki şatoda önlerine çıka « cak başka bir kuvvet yok mu? — Yok, Herkes iki Türkü ara , mak için şehre dağıldı. - Şatoda topu topu altı muhafız var, Bunlardan ikisi benimle ge- lecekler. Dört kişi de kapıda kala- cak, Bunları da nasıl olsa aldatır- lar. 2 Yalnız şunu da ilâve edeyim: Bu zamana kadar nöbetçi şövalye diğer muhafızlarla avdet ederler. se buna karışmam. Maamafih Türkleri bulamamış olacakların - dan sabaha kadar geri dönecekle- rine ihtimal vermiyorum, — Kayet iyi... Talih bize yar» dım ediyor. Al bakalım şu üç bin dukayı? — Ne şimdi mi veriyorsunuz? — Evet, Senin namuslu bir a- dam olduğunu anladık. Şimdi bun ları emin bir yere sakla! Vakıt geçirmiyelim. Bu sırada Roberto da diğer bir cebinden pırıl pırıl parlayan ko- caman bir elmas yüzük çıkardı: — Bunun da kıymeti beşyüz dukadır. Eğer bizi şatodan sağ sa- lim çıkarırsan bunu da sana vere. ceğiz! Karma hediye deriz. Nöbetçi onbaşının gözleri ka- mamışiı. — Ne dediniz? Bizi mi dedi - niz? j — Eet, biz dedik. Çünkü Do 48 büssonun kendilerine bulana bin duka mükâfat vadettiği iki Türk biziz. , (Devamı var)