eki yazam: HALİDE EDİB 117 İn idinimi ğ Osman, haksız yere anasından dayak yemiş bis'çocuk gibi kırıl - muştı. Halbuki selâmlığa gelirken, > bu parlak plânını Rabia ile konuş- mağı düşünürken ne kadar içi se- vinçle dolu idi. Rabianm gözleri parlayacak, onunla bu plânı mü - zakere edezek sanmıştı. Halbuki kız ora âdeta haka - ret etmişti. Osmanm teklifinde bu! kadar kızacak ne vardı? Bu Ra - bia ne zaman Osmanı anlıyacak? Ne kadar bir sürü eski şeylere bağlı bir mahlük! Kendi kendini ebadiyyen tekrar eden, fakat mü. temadiyen uzaklaşan bir şark melodisi! Bir tek ses, bir tek ar. zu... Halbuki Osman garbin en muğlak bir senfonisi... Binbir arzu, binbir emel! Rabia bumunu cama yaptıştır- dı, Osmanın teklifini düşündü. Onu tanıdı tanıyalı bu kadar ya- bacı hissetmemişti. Selim Paşa - nm hakkı vardr. Avrupalı demek maddi şeylere bağlı olmak de - mek... O zamanda paşanm selâm. lığını kiralamanm nasıl saygısız. ik olacağını düşünemiyor muy - du? Güya bir de memeleketinde asil bir ailenin evlâdı imiş. Bir defa Paşa onlardan belki kira almıyacak, bedava vermeğe kalkacak, Sonra onlar Paşanın es- ki debdebesine göz dikmiş, yeni- den görme insanlar vaziyetine düşecekler. Rabia âdeta Sinekli Bakkal kadınlarınm dedikodula - rms işitiyor gibi: “Rabiaya ne oldu? Paralı kocaya varr var - maz konak, halayık sevdasına düştü, Bari bir de haremağası tutsa! Halayık onun neresine? Eli ayağı tutmıyor mu?,, Hem demek Osman dükkânm üstündeki küçük evi beğenmiyor. Bunu düşününce teessürden ziya. 'dö hiddet hissetti, Ve bostandaki baş dönmesini, bulantısmı tekrar duydu. Tavan, yer, kızıl» yeşil ışıklı camlar, dışardaki Akasya - lar hep biribirine karışmş dö. nüyor, “Söylediğimde bu kadar kıza- cak ne var, Rabia Hanım?,, Osmanın sesinde zorla zapte- dilen hiddet ve isyanın yanmda bir de istihfaf vardı. Bu kız onun için şimdi, mundar bir arka sokak. ta doğmuş, büyümüş bir imam to. rumu, bir bakkal kızr. Ne demiş de bu kadar fedakârlık ederek haya. tını, şımarık bir mahelle kızına bağlamıştı? Ömürlerinin sonuna kadar biribirlerinin tepesine çika- <ak kadar dar bir evde oturmağa mahkümdular. Rabia, gözlerinde âdeta vahşi bir ışıltı. ile döndü, Dudakları Eminenin dudaklar, gibi bir tek sıkı çizgi, “Sen, iki gözüm, konaklarda ya;amağa alışık bir kız almalıy. dın! Ben oldüğüm yerden şura - dan şuraya gitmem. Anlaşıldı mı? “Anlaşıldı, küçük hanım. Sen konak denilen şeyin benim gö- zümde yeri var sanıyorsan yanılı- sögiti seyi) b Gizer Bakkal (Nakil, tercüme ve iktibon hakkı malfuzdur. yorsun. Bu selâmlık bizim uşak dairesi...,, Sustu, Nasıl oluyorda oda bir mahalle delikanlısı gibi âdeta övümüyordu? Rabia bir kat daha azdı. Sesi bir perde daha yükseldi, “Daha âlâ ya! Olduğun yerden neye çıktın? Seni asılzade bey... , Mirasyedi bey.. Bana şimdide frengistandaki o konaklarınla mr övüneceksin? Her şeyi alınlarnm teriyle kazanan adamlar arasında senin işin ne? Sen, sen, bizden olmak için kırk fırm ekmekli - zım... Seni zıpçıktı, mirasyedi...,, Rabianm son sözleri bir yılan zehiri gibi Osmanın suratına fır- lıyor. Rabiaya göre hars, medeni- yet, memleket verk farkı, bir dinden olanlar için bir hiç. Fakat sınıf farkr... Buna o kuduruyordu. Rabia, “Rabbim beni fukara sını- fından ayırma,, diye söylenirken, Osman ilk defa (o Rabiaya karşı şiddetli bir husumet hissetti. Ra - bia ve Sinekli Bakkal, bunlar - dan birdnebire nefret edivermiş- ti, Rabia onun yüzüne, “Asilzade, mirasyedi,, diye haykırırken öyle mutaazzım ve mağrur görünüyor- du ki... Güya Sinekli Bakkalda bakkal olmak, asalet sınıflarına mensup olanları istihfafa, haka -! rete lâyik görmeğe kâfiydi! Rabia ile gecen saadet günleri Osmanm zihninden birdenbire si- lindi. Şimdi o Sinekli Bakkal de - nilen yerin darlığmı, mundarlığı-İ nı, sıkıntısını, gülünç grurunu, ve kedisinin oraya ezeli esaretini dü. ünüyordu. Buz gibi soğuk bir sesle: “Gidelim, dedi. Yanyana, fakat biribirlerine dokunmadan, biribirlerinin yüzü- ne bakmadan harem taşlığına ka- dar geldiler, Fener silen kızlardan biri koşarak içeri girdi. Yanların- dan geçerken, (Devamı var) al İLİ şa ÇALI İSHAK FERDİ 097K0 YAZAN: — Sy KA 8 ŞUBAT — 1938 Leylâ rıhtımdan : ayrılırken, polis elinin omuzunda dolaştığını duyu- yor gibiydi.. Mısır vapuru Kızkulesini dönerken Leylâ ilk defa geniş bir nefes aldı! mi? — Söyledi amma.. Başka bir| kimseye söylememe müsaade et - medi, — Sana para versem..? — Kabil değil. Zahmet etme- yin! Ağzımdan bir lâf alamazsı niz..! Bekçi başını sallıyarak ilerile-| di. Leylâ yokuştan aşağıya dön- dü.. Gözleri sulanmıştı. Leylâ iskeleye dönerken sende. Tiyerek yürüyordu: — Acaba bu ayrılık ebedi mi- dır? Yoksa yavrucağımı günün bi- rinde tekrar görebilecek miyim? Misir yolunda Pasaport muameleleri bitmişti. Leylâ Beykozdan döndüğü gün çok neşesizdi. Nesrini bir daha görememek endişesi onu sabaha kadar uykusuz bırakmıştı. Prens Ömer bey Leylâyı delice- sine seviyor, onu bir dakika bile kederli görmeğe tahammül edemi- yordu. Leylâ ona ne kızmdan bahset- mişti; ne de eski kocalarından. O büyük bir adamdan yeni ay- rılmış, Adaya istirahate gelmişti.. Ömer beye kendisini böyle satmış- tı, Mısırlı prensin çok saf tarafları vardı: Leylânın bütün sözlerine i- nanıyor, öna hiç günah işlememiş bir kadın gibi tapıyordu. Ömer beye Leylânın aleyhinde söz söyliyecek kim vardı? Buna kim cesaret edebilirdi? Leylâ ne kadar da talil; bir ka- dındı! Tesadüflerin kendisine bu dere- ce yardım etmesine bazan kendi de şaşıyordu. Ömer bey, Leylânm tipi değildi. O, sert ve kuvvetli erkeklerden hoşlanırdı. Hırpalanmayı, didiklenmeyi sev diği için değil midir ki, şimdiye kadar birçok kocadan ayrılmış, 7.) EW. 4 DIE TL İD Tetrirka No.37 Beni güzel bir tesir altında bırakarak uzaklaştı. Bu başbaşa geçen ilk saatler çok iyi geçmişti. Yani daha doğrusu noterden ayrılırken olan zannımdar daha iyi geçmişti. “Kocam,, ilmidimin aksine olarak çok nezaketli ve mümkün olduğu kadar dürüst dav- Tanmıştı. Sözlerinin hiçbirisinde bir kaç saat evvelki nahoş sözleri hatırlatan en küçük bir şey yoktu. Ne göstermemişti. : Bana karşı tam bir centilmen gibi davranmıştı. Fakat ne olursa olsun gene biraz azametli, bi: az soğuk, biraz hâkimdi! Belki de bu görmüş olduğu yüksek bir kültür ve terbiye icabıydr. Bunun için şi- kâyet edersem haksızlık etmiş olacaktım. Zaten ben de şu bir saattenberi sanki ona çok mu İyi davran. ince bir alay ve ne de bir kabalık mıştım. Aramızdaki kararın aksine durmadan onun 4öz- lerini cerhetmiş ve tecavüzi bir duruş takınmamış- mıydım!.Kendimi böylece tetkik etmekle bana öyle geldi ki “yaşıyan çok görür, darbı meseli doğru imiş,, Kendi kendime: gösterme... Değişiklik çok küçük timi ikmal etti, koltuğa götürdü. Yemek odasına gündüzkü Daha açık renk ve güzel bi: Pakat otelden yalnız geceliklerimi bir de tuvalet ta- kımımı getirmiştim. Yalnız tayyorumun reşmiyetini biraz azaltmak, bu lüks muhitte çok göze batmamak için boynumu kapıyan kaşkolu çıkardıra, timin yuvarlak ve geniş yakasından görünen bir zincir mat renkli boyun üzerinde göze çarpıyor- du. Şimdi kostümüm daha az ciddi bir hale gelmiş- t. Salonun geridonu Üzerine Ahmetağanm bir vazo- ya köymüuş olduğu gül demetinden bir tanesi tuvale Jbtiyar hizmetçimle koridorlardan, merdivenlerden geçerek Arif Nedretin (beklemekte olduğu yemek salonuna girdik. Üzerime takılan pat» lak gözleri tatlılaşır gibi oldu. Çok resmi bir tavırla kolunu bana vererek beni şöminenin yanındaki bir yaşıyamamıştı? İ Ömer bey çok nazik, terbiyeli; ve bilhassa kadınlara karşı ifrst derecede saygı ve nezaket göste - ren bir adamdı. Beraber yaşa - dıkları bir ay içinde Leylâyı bir gün bile incitmemişli.. Ve incitme- mek için de bütün enerjisini sarfe-| diyordu. Leylâya gelince: O, za- ten yaradılışı itibariyle bayağı bir kadındı. Şoför Şakirden başka bir erkeği candan sevmemiş, onun kadar hiç bir erkeğe bağlanmamıştı. Ömer bey ona her gün: — Nasılsın yavrum... Canın ve istiyorsa bana söyle? Diye sordukça, Leylâ sinirlenir: — İyiyim.. Hiç bir şey istemem. Diye cevap verirdi. Ruhan anlaşmalarına imkân yoktu. Fakat, prensin iyi huylulu- ğu ve Leylânın zekâsı onları bir a- raya, bir yatağa düşürmüştü. Leylânm vaziyeti de prense bo- yun eğdirecek kadar tehlikeliydi. Yılmaza sözünde durduğundan, birkaç güne kadar ona gideceğin- den bahsetmişti. Halbuki tevkif- hanede Leylânın aleyhinde el ve dil birliğiyle çalışan iki adam var- dı: Şoför Şakir ve Mühendis Ziya.. Ziya, nihayet Şakiri avucunun; içine almıştı. Mahkemelere, polis! erkânına mütemadiyen mektuplar yağdırdıklarını Leylâ uzaktan uza- ğa duymuyor değildi. Günü birinde onu doktor Şaha- bın katili diye yakalarlarsa ne ya-! pacaktı? İşte bu endişelerle Prens Ömer beye boyun eğmeğe mecbur kalan Leylâ, İstanbuldan bir an evvel u- zaklaşmak için de prensi kandır- mağa muvaffak olmuştu. Ömer bey zaten bütün harp yıl- ları içinde ailesinden uzak kalmış, memleketinin hasretini çekerek! yaşamıştı. İ Leylânın Mısıra gelmesini Ö - mer bey bir fedakârlık olarak ka -| Şunu da aklından çıkar. mıyarak: — Nereye gittiğini söylemedi; hiç bir erkekle altı aydan ei bul ediyordu. Ve bunun için Lej lâyı daha çok seviyor, ondan hi bir fedakârlığı esirgemiyordu. O geceyi de Adada geçirmişle di. Sabahleyin ikisi de erkenden yanmıştı. O akşam saat beşte rıhtımdi kalkacak olan Arap vapuruyla j kenderiyeye hareket edeceklerdi Bu seyahat, Leylâyı günün bi rinde düşeceği muhakkak olan k nunun pençesinden kurtarabilec miydi? Leylâ vapura bindiği halde bi bundan emin değildi. Vicdan af bı çekiyordu.. Ruhan şok must ripti. Vapurun güvertesinde del şırken, mütemadiyen saate bal yor ve prense: — Ne zaman hareket edeceği! Diye soruyordu. Leylâ, vapur rıhtımdan ayrıl cıya kadar, polis elini omuzun! görmekten kurtulamadı. Bir se8; nun kulağında daima çınlıyor | biydi: i “ Hanımefendi! Sizi kan namına tevkif ediyorum!,, Vapurun merdivenleri yukari çekildiği zaman, Leylâ, göğsü kabartarak nefes almağa muıştı, Leylünm bir endişesidaha dı: Yıllardanberi sakladığı b - defterlerinden sonuncusunu na almış, fakat ondan bir öne€ defterini kaybetmişti. Acaba Şakir mi çalmıştı? Yoksa mi,.? Bunu kestiremiyordu. Kaybo! defterde yalnız yedi erkekle n# yaşadığına ve otuzla otuz beş arasındaki çağlarına dair n ve ihtisasları vardı. Vapur Kızkulesinden raya doğru dönerken, Leylâ: — Adam sen de, diyordu, - #| defterimi kaybetmedim ya,. Nif yet bunu bulan, benimi yedi eri le yaşadığımı öğrenecek. İşte kadar... 2 (Devamı var. Hia> NACI Ee — Hadi küçük Samiye göreyim seni.. İhsan Be- ye verdiğin sözü unutma. ma ki sen dürüst ve mert bir Anadolu kızısn,.Güzel ve uysal huylu ol, Şu ilk defa olarak geldiğin İstan. bulda kendini herkese karş: karaktersiz ve kusurlu işimiz var. Sizi hizmetçilerimize pirazante . Yüzümü sıkıntı İle buruşturmaktan kendimi * — Bunun lüzumu var mı? dedim. — Şüphesiz, Ahmetağa hepsine geldiğinili! ledi, Şimdi evin hanımının geldiğini biliyorlâ”" kostümümle (indim. rop giyinmek İsterdim. Tuyorum. Fakat ceke- altın bir şeydi. — Peki yordum. dolambaçlı — Yemeğe başlamadan evvel küçük bir angarye Bir çok yabancı adamlara beni karısı terecekti. Onlar da bu haberi her yere Kendisi İstanbul kibar hayatında tanılış Pİ yet olduğundan herkes beni tanıyacaktı. reket beni ona bağlıyan kanuni damgaya miş sosyetenin bir damgası olacaktı. Sanki * kadar şaşırdıklarını ve sizi görmek için deli giti İ bırsızlandıklarmı Ahmetağa söylüyor. Bunuf | şimdiden sonra hizmetinde bulunacaklara han” nı benim kendilerine prrazante etmemi muvafık | Arif Nedret, küçük bir himmetle böyle b insan içerisine çıkmanın pekâlâ önüne £ Bunu düşünmekle beraber kendimi uysal ğe karar vererek; dedim. Mademki âdet böyle imi etmekten başka çare yok. Kendimi bu zaruri şeye alıştırmak için olarak ve» give “Devamı var) *