Jineklii 05K0ALI 17 SONKANUN —1996 o KADIN 4 my bakkal mi vine ri | are almama Leylâ bütün erkeklerin biribirine a m. e < Doğruyol her cuma günü oldu-/ duğu şeylere, kendisiyle beraber benzediğini iddia ediyordu. Nermin: ğu gibi şık hanımlar ve beylerle doluydu. Her geçen onlara vilâ- yetli bir çift gibi bakıyordu. Kar- şılarından, uzun ökçelerinin üs- tünde yalpa vurur gibi yürüyen,| iki genç kadın onlara yaklaştı. | Çarşaflarınm etekleri dar, pele- rinleri kısa, inik peçeleri inceydi. İkisi de geçerken Osmana selâm! verdiler. “Bunlar kim, Osman?,, “Asım beyin kızı Handan. Hüs- nü paşanın karısı. Öteki yeğeni ., © “Ne kadar da frenk karılarına| benzemeğe yeltenmişler. Rakım! maymun taklidi yapsa daha çok benzetir.,, “Kıskanıyor musun, sevgili Ra- bia?,, : “Kim? Ben mi? Haha..., Hakikat kıskanmadığı aşikâr- dı. Kendini onlarla mukayese et- meği düşünmiyecek kadar daha iyi buluyordu. Onlara, hakiki pır- lanta diye geçirilmek istenen ya- Tancı elmaslara bir kuyumcunun baktığı gibi bakmıştı. (Bonmarşe) de oyuncak kıs-! mından bir türlü Osman onu ayr-| Boynuna dokununca sal-| çıngıraklı, kül rengi bir ramadı. lanan, karnına” dökununca anırmağa ben zer bir ses çıkardı. Rabia derhal onu aldı. “Aynanın önüne ko-| rum,, diyordu. Kahve renkli, mah-! zun gözlü bir maymunu Rakıma! satın aldı. Henüz İstanbula yeni! gelen kadife tüylü ayılardan biri-! ni de Penbe teyze için aldı. O akşam Rakımla Penbeyi e| dalarına davet ettiler. Osmanın kahveye çıkacağını ikisi de unut- muştur. Rakım, Penbenin ayısı elinda, kendi yüzü o kadar tam bir âyı kafaar: ifadesi almış ki, elindeki oyuncak adetâ yavrusu gibi. R»- bia kuşağını çözüp cücenin boy- nuna taktı. Piyanonun üstünden tefini kaptı. Rakım, ayı oyununu, Rabia ayıcı çingeneyi o kadar a- sıllarma mutabık bir şekilde oy- nadılar ki, Osman gözlerinden yaş gelinciye kadar güldü. Osman artık mahalle kahvesi- ne her akşam gidiyordu. Rabia memnundu. Hem bu kocasının Si- nekli Bakkala alıştığını gösteri- yor. Hem de Rabianın biraz başı dinleniyor. Çünkü Osmanın istedi- ği o fikri, o ağır konuşuş onu çok yoruyordu. Bu biçim konuşuş vak- tini kaybetmekten başka neye ya- riyordu. Bu Osmanın hiç ölçüsü yoktu. Hayatta mütemadiyen ye- nilik peşinde koşuyordu. Fakat eline geçen her yeni şeyi çarçabuk! yıprandırıyordu. Vehbi efendinin © Osman için söyledikleri ne kadar doğruydu. Osman hep gözüne, gönlüne hoş gelen şeylerin peşin- de, Halbuki Rabia sırf alışkın ol- yürüyen, olgunlaşan aşina muhit- lere, insanlara bağlıydı. Belki Osman itiyat haline gelen her şe- yi bir zincir telâkki edecek mizae Neriminin evinde... taydı. Bir gün, bir gün belki de Sinekli Bakkalın her şeyinden he- vesi geçecek, Rabiayı bırakıp kı- çacak. Ah bu aksi düşünce olma- sa Rabia odasında dikişiyle ne kadar mesut olacak, Neden Or- man geleli kitap okumak âdetini terketmişti. Karşıki odadan Cevdet paşa tarihini aldı. Osmanın koltuğun- da uykusu gelinciye kadar okudu. “Rabia, uyanık mısın?,, Yarı uykuda, yarr uyanık sıcak yatağından fırladı Osman lâmba- yı yakmıştı. Aydınlık ve Osmanın o canlı, çevik dolaşışı, uyumadan evvel düşündüğü şeylerin tortusu- Du bile dağıttı. İşte Osman gene eskisi gibi. Kim demiş bir gün gö- zünden kaybolup gidecek? Haya- tının daimi arkadaşı... Zihnine gelen sükün onu a- yakta tekrar yarı uykuya daldır. mıştı. Elleri : (Sömnambül) gibi Osmanı soymağa, geceliğini giy- dirmeğe çalışıyor. “Beni soymak için neden ya- taklân kalkıyorsün, a dodik Ban söyuramaz mıyim?,, © Rabin cevap vermiyordu. Os- manın sesi duvar arkasından ge- lir gibi uzak. Kirpikleri yanakları- nın üstünde, gözleri hemen bhe- men kapalı. Buna rağmen bece- rikli elleri yeleği, gömleği devşi- riyor, minderin üstüne koyuyor- du. Osmanm potinlerini çekmek, terliklerini giydirmek için israr) etti İtiraz beyhudeydi. Yalnız homurdandı. Fakat sıcak, uzun parmakların dizlerinde, ayakla- rında dolaşışmdan baz duyuyor- du. Ah bu kocasına daima kendi elleriyle bakmakta israr eden ka- dmlar! Bu da bir nevi tahakküm, tesahüp değil miydi? (Devamı var) l “Bizim damarlarımızda da birer Kleopatra i yaşar!,, diye bağırdı. d Leylâ içeriye girdiği zaman, Nermin yeni uyanmıştı. Kendi kendine şu şarkıyı murildanıyor - “Gel sevgilim bu gece Dertleşelim seninle! Gel güzelim bu gece Ben söyleyim, sen dinle! Kadehi doldur, Ruhumu coştur. Seninle içmek, Kendinden geçmek... Böyle sevişmek: Ah ne hoştur, ne hoştur!,, Nermin öksürdü.. Saçlarını düzeltti. Aynanm önünden kalktığı za - man, arkasmda ayakta duran Leylâyı gördü. — Ah, ablacığım! Ne kadar sessiz girmişsin! Vallahi hiç duy- madım içeriye girdiğini. Leylâ somurtkandı: — Bu ne neşe ayol?! Sabahle. yin gözünü açmadan o rakıdan, sevgiden bahsediyorsun! Nermin birdenbire sarardı: — Ne yapayım, dedi, akşam benimki gelmişti de.. Fakat, ben uyurken çıkıp gitmiş. O hep böyle yapar Leylâcığım! Ben uyurken sıvışıp gider. Seni” — yor, ne yapsın. Leylâ pencerenin önündeki ka. nepeye oturmuştu. — Bu gece Şakirle kavga ettik, Nerminicğim! « diye söze başla - dı. - Güzelim içki sofrasını bıra. kip gitti, — Yatmağa gelmedi mi? — Hayır. Sabaha kadar onu bekledim. Sabahleyin de gelme - yince evde duramadım. Sokağa fırladım... Sana geldim. — İyi yapmışsın amma., Bugün keşki evden çıkmasaydın! Belki gündüz gelirdi. — Artık usandım, Nermin! Bu kadar sert, bu kadar asabi bir a- damla yaşamak, beni çok çabuk ihtiyarlatacak, — Sevgin hâlâ devam ediyor mu? KOCAMLA A İhsan Bey araya girdi: * — Ali Beyden Arif Nedret Beye mektup getir- — Etmez olsun... Hâlâ ona kar şı içimde derin ve sönmez bir aşk var, Bu aşk beni gebertecek,'Ner. min! Leylâ nadiren ağlıyan gözleri. ni silerek Nerminin yüzüne bak. ti: — Sen neden sararmışsin böy- le balmumu gibi..? br Vallahi bilmem, ablacığım! i Ekseriya böyle sabahları kalk'r. | ğrm zaman benzimi sararmış gö- İ rüyorum. Acaba ince bir hastalık mı dersin?.. — Haydi, sen de... Aslan gibi kadınsın! Sende hiç verem ola - cak surat var mı? Böyle hastalık. lar içli ve alıngan insanlara mu « sallat olur... — Fakat, ben senin kadar ge. niş değilim, Leylâ! Benim de dü. şünecek, kederlenecek, ağlıyacak zamanlarım var... — Haydi, budala! Bu htylarr yeni mi öğrendin? Beni görmü - yor musun? Dünya bir dakika bi. le düşünmeğe değmez. Hele onun için kederlenmek; ağlamak buda: lalıktan başka birşey değildir. Leylâ sigarasmı yakmıştı: — Haydi anlat bakalım, dedi, geceyi nasıl geçirdiniz? Seninki ; gene çok içti mi? — Şeh miydi? — Mütemadiyen gülüyordu. — Ayyy. Ben mütemadiyen gülen erkekten de hiç hoşlan - mam. ri vardır, Leylâcığım! Sen sert er. keklerden hoşlandığın için, böyle nazik ve kibar bir erkekle birlik. te yaşamak zevkini duyamıyor - sun! — Uzatma haydi... Erkeklerin hepsi de biribirine benzer, Hangi- sinin maskesini kaldırsan, altın - da gizlenmiş biraz kin, riya ve şehvet görürsün! — Tıpkı kadınlar gibi. Bizim damarlarımızda da birer “Kleo - patra yaşar... Leylâ bu sırada karyolanm a » yak ucunda, mavi atlas yorganm' rica olunur. İ Bu sözlerden bir şey anlamıyarak: kenarma © ilişmiş kırmızı ip bir mendil görmüştü. Birden ! ğa kalkarak yorganı açtı: AG — İşte.. Erkeklerin hepsi biri birine benzer, odedimde b i inanmadın! Bak.. Seninki de “nimki gibi kırmızı mendil sevi) Şakir de tıpkı seninki gibi.. İ tinin sol cebinde kırmızı bir m©Ba,, dil taşımaktan o kadar çok h “ nır ki... ki Leylâ mendili avucunun içiğk , de tutarken, Netminin yüzü & rar balmumu gibi sarardı.. “— Onu bırak!,, | Diye bağırmak istedi... | leri biribirine girmişti.. Ağzını Wi çamıyordu. Leylâ mendile dikkatle baki! i ca, köşesindeki (Ş) ui k gördü.. Birden gözlerini Nerminin üzerine yürüdü: g — Bu gece koynunda yatan *j damın adr nedir? Nermin titriyerek cevap — Şemsi... i — Yalan söylüyorsun! — Niçin yalan söyliyeyimi Leylâcığım? Şemsi benim dostlarımdan biridir. Bu göl » geldi... Birlikte içtik. rm ol du ve'odamda sızıp kaldı... n sen de pekâlâ tanırsın! Sabahi, “yinyözlerini acura ca bei iç, ve beni uyandırmadan pr iğ der. — O halde Şakirle Pi mendilleri aynı dükkândan al i olacaklar... — Onun ne kadar tatlı gülüşle. | — Olabilir ya... (Bir meselâ çorabı, gömleği, bo ğmı nasıl tek çıkarmıyorsa, m dilleri de elbette bir tane çıksi&i maz. Bunlar dükkânlarda düz“ü” nelerle satılır. h (Devamı var) Mevlut Bakırköy Dumansız barut fabriğ) kaları kimyagerlerinden merhum İİ, makam Niyazi Bakinin ruhu 95) 19—1—936 pazar günü öğle namı”, dan sonra Bakırköy büyük O ca mevlüdü şeşir okunacağından mer mu sevenlerle akrabalarının teşrif”. | Tl IM Terirka No. 17 İbsan Bey hemen meseleye girişti0 » Mukavelât muharririnizden buraya geleceğini zi bildiren bir mektup aldım. Arif Nedret Bey de zi- yaretinizi söyledi. Biraz müstehzi: — Yal. dedim. Arii Nedret Beyefendi buna e- hemimiyet mi vermişler?... — Hakikati hemen anlıyamamıştı. Ziyaretiniz çok âni olmuştu. Hiç bir şey haklenda hemen birdenbire hüküm verilemez değil mi? Sonra cumartesi günü ben bulunmadığım sırada kendileri banâ telefon etmişler. — Cumartesi mi dediniz? Arif Nedret söze karışarak : — Evet dedi. Hattâ sizin geldiğinizin Bütün #öylediklerinizi İhsan Beye anlattım, — Sözlerim hakikatti, — Bilmiyordum. — Derhal tetkik etmeniz gerekti. Mükâleme tecavüzi bir şekil almağa başlamıştı. akşamı. memiştiniz. Meselenin asıl mühim noktası burasıydı. Bu kadar aykırı ve bu derecelerde gayri o mühtemel bir hâdiseye Arif Nedret Bey inanamazdı. Dik bir sesle: — Hattâ getirdiğim delillere bile bakmağa tenez- zül etmedi! Evetl Çünkü nüfus taklit olabilirdi, — Peki Ali Beyin mektubu da böyle olamaz miy» dr? — Evet olabilirdi. Fakat beri Arif Nedret Bejin arrusu Üzerine bu hususta tahkikat yaptım. Biraz şaşırarak: — Şimdi hakikaten mektubun müukavelât muhar- ririmden geldiğine emin olabildiniz mi? — Evet. Telgrafla Ali Beye sorarak öğrendim. Bu sözler beni şaşırtmıştı. Derin bir düşünceye dalmıştım. İhsan Bey benim bu hayretimi farketme- den devam etti: — Şimdi sizin hüviyetiniz hakkında ne Arif Ned- ret Beyin ve ne de benim şüphemiz kalmamıştır. Siz asıl Samiye Ekrem Tok hanımsınız. 23 ağustosda ev- lendiğimizi sandığımız Samiye Ekrem Tok... kâğıtları sahte ve ya — Nasıl evlendiğimizi sandığımız? diye ettim. j — Evet Arif Nedret Bey Samiye Ekrem Tok minde bir kızla evlendi. İsmi başkasının çaldığım“ miyerek.... Arif Nedret de başile tasdik ediyordu. — Sözlerinizden bir şey anlamıyorum dedim» garip izdivaç hakkında hiçbir şey bilmiyorum. 57 çok rica ederim bunun nasıl olduğunu anlatır mrt” — Arif Nedret beyin müsaadesile şimdi sis€ © sini anlatacağım. Mukavelât muharriri biraz düşündükten . anlatmağa başladı; © İhsan Bey elli yaşlarımda, bütün işlerinde © meleke kazanmış bir adamdı. Tavir ve harek©” 4 de büyük bir sadelik ve yumuşaklık göze ve Ve bü sadelik ve yumuşaklık onun yalnız ki dg terilerine karşı değildi. Aralarında ihtilâf ve disine müracaat eden her iki tarafa da derin mat ve emniyet telkin ediyor, mâkul ve gr rile her iki tarafı kolayca uzlaştırıyordu. Fakat m sını da söyliyeyim ki onun hareketlerindeki (Devam i AN KANAR AN. EEE ği