“çöktü. Dikişi tekrar dizine bırak- yazaâm: AY YE e 1.119 2s Gerçi sokakta bir sürü kadın er- kekle konuşuyor, evde Penbe ile Rakımın hiç ağızları durmuyor, konakta Sabiha hanımla can dos- tu. Bütün bunlarda dostluk, sade- lik var, hayata tuhaf bir tarafın- dan bakış var. Kendilerine göre bir halk felsefesi var. Hepsi pek hoş, pek cazip. Fakat bunların bi- ri Osmanla fikri bir münakaşa ya- pamaz. Bu ihtiyacını ancak Veh- bi efendi dolduruyor. Oda bir zaman için Konyaya, evlendik- lerinin haftası gitmiş, henüz dön- memiş... Rabia konuşmayı pek sevmi- yordu. Gerçi söylediği zaman can- W söylüyor, zekâsı bir elektrik fe- neri gibi, insana en ummadığı, en zengin hayat tasvirleri gösteriyor. Fakat belli ki kız metafizik, karı- şık münakâşalardan sıkılıyor. Os- man öyle bir mevzua girdiği za- man anlamak için büyük bir kuv- vet sazfettiği alnında hasıl olan buruşuklardan belli. Osman terliklerini sinirli sinir- li sallıyor, bilhassa bu akşam Ra- biayı böyle çetin bir mevzua sü- rüklemenin imkânı olmadığını his- “ sediyordu. Demek piyano çalmak- tan başka çare yok. Rabia, yem vakti gelmiş genç tay gibi yerde küçük kulaklarını kabartmış bek- liyor. Osman kalktı, piyano is- kem'esine oturdu. Akşamları çaldıklarını hep kendi icat ederdi. Ve bu havalar Rabiaya göre, kocasının Sinekli Bakkalda aldığı yolun birer ni- şan taşı, mesafe ölçüsüydü. Mi- neur perdelerin, şark melodileri- nin artması onun yeni hayatını ne dereceye kadar benimsediğini gösteren alâmetler. O semtte ge- ce gündüz işitilen aşina sesler a- zalmca Rabia edişeye düşüyordu. Bir akşam evvel Osman çalarken #okak satıcılarını işitiyorum, zan- hetmişti. Fakat bu akşam o fanta- zilere bir tek aşina melodi girmi- yor. Çapraşık, karışık bir armoni! Osmanm başında yabancı bir rüz- gâr esiyor. Belki Sinekli Bakkalı yadırgayor, belki içine gariplik tr. Boğazına bir şey tıkanır gibi oldu. Mutlak, mutlak Osman Ra- bianm ruh - iklimine alışmalı, Si- nekli Bakkala bağlanmalı. Amma nasıl? Osman, Rabiaya endişe veren (Nakit, tercüme ve iktibas hakkı mahluzusi. i di, bacaklarını uzattı, oturdu. Kız kız eski sevdiği kadınların birine benzemiyor. Hiç şüphe “ok ki Ra-| bia ona çok merbut Hiç bir ka-| dın Osmana, Rabianın dikkatile,| itinasiyle bakmamıştı. Adetâ süt ninesini, annesini hatırlatacak bir. itina. Eğer kız onu seviyorsa bu sevgide en hâkim cerhe şefkat cephesi. Halbuki o şark kadınla- rını daha ne kadar baska tahayyül etmişti. Rabia belki daha ziyade şimalli bir kadına benziyor. Se- rin mizaçlı. Ona rağme ı san'atkâr ruhlu da. O ketüm ve o hür ruh Osman hakikat iyi bir şey çalar- sa birdenbire Osmanm ellerinde balmumu halini alıyor. İnsan ka- rısında heyecani uyandırmak için mütemadiyen yeni havalar yara- tıp piyanoda çalamaz ya! Piyano bitip de Osman azıcık taşkın bir sevgi gösterse derhal dudakların- da o çarpık tebessüm hasıl olu- yor. Acaba kızda bu mizaç serin- liğini yapan yaş farkları mı? Os- man piyona iskemlesini çevirdi. Rabianın yüzünü aradı. Hâlâ eski yerinde. Ne vaziyeti değişmiş, ne de dikişine el sür- müş. Mütekallis bir yüz, kaşları-! nın, dudaklarının etrafında adetâ haşin çizgiler var. Osman yerinden kalktı. Ke nm yanına, arkasını mindere ver- usul usul, yanyan ona yaklaştı, u- zanan kolu belini daha rahat sar- sın diye öne eğildi. Bu sırf itaatli müsaadekâr bir kadının hareketi mi, yoksa Osmanın yakmlığından haz duyan, seven bir kadının ha- reketi mi? “Burada bu akşam yeni ve ya-, bancı bir şey var, Rabia.,, Osmanın parmaklazı kızın al- nındaki buruşukların üstünde do- Taştı. (Devamı var ; AZAN: Ey em Mühendis Ziya, gene Leylânın yüzünden tevkif edilmişti. Bütün gaze- teler, Doktor Şahabın katilinden bahsediyordu Leylâ başmı iki elinin içine a- ! larak, yerde yatan Ziyaya baktı: — Haydi, beni gene tahkir et bakalım! Ziya yerden başını kaldırdı: — Alçak kadın! Beni böyl: saçma iftiralarla yakmak mı isti- yorsun! Fakat ikiniz de iyi bilin ki, bu facianm son perdesi sizin aleyhinizde olarak kapanacaktır. Yılmaz derhal çıkardığı kelep- geleri Ziyanın koluna taktı.. Ve geniş bir nefes alarak, Leylâya döndü: — Mert kadın.. Nihayet sözün- de durdun! Bu iyiliği ölünceye ka- dar unutmıyacağım! Haydi pen - cereyi aç da şu geçen bekçiyi bu-. raya çağır... Karakoldan bir kaç polis istiyelim. ... O gece Ziyayı polis merkezine! oradan da polis müdüriyetine gö- türdüler, Mühendis Ziya gece yarısı po- lis müdüriyetinde garib bir tesa - düf eseri olarak, kendi aleyhinde hükümler verilmesine meydan ve- ren ifadelerle Yılmazı ve bütün polis erkânmı şüpheye düşürmüş- tü, disine gösterilen sekiz on fotograf arasında: —Bunlardan hangisi doktor Şahab Beye benziyor? Sualine karşı Ziya Bey güle - rek, baş parmağını tam Şahabın fotografı üstüne koymuş: — Hiç birini tanımıyorum.. Diye cevap vermişti. İşte o vakit Yılmaz Beyle be- raber, diğer memurlar ve müş - tantik de Ziyanın Şahabı pekâlâ tanıdığına hükmetmişlerdi. Zaten Ziya Bey bu komedya - nın iç yüzü çok çabuk meydana 5 KOKALI KOCALI K ADIN; İSHAK FERDİ biraz da etrafındakilerle alay e -! der gibi görünüyordu. * Yılmaz Bey: — Leylâ Hanıma cinayetinizi itiraf etmişsiniz., Bize neden an latmıyorsunuz? Dediği zaman, Ziya omuzunu silkerek şu cevabı vermişti: — O insanı söyletmenin yolu- nu sizden iyi biliyordu. Ona na - sılsa açılmışım.. Fakat, size ha - kikati söylemeğe mecbur muyum? Aleyhimde şahit, vesaik toplaym.. | Beni mahkemeye verin!.. Orada görüşürüz. | Yılmaz: — Amma da tuhaf biradama çattık! Diye söyleniyordu; Artık za - bıtaca yapılacak bir şey kalma - mıştı. Bütün cinayet şüphelerini üzerinde toplıyan böyle bir maz - nunu adliyeye teslim etmekten başka ne yapılabilirdi? Ziyayı ertesi gün polis müdü - riyetinden tevkifhaneye ve &vra -| kın: da adliyeye teslim ettiler, Mühendis Ziya soğukkanlılı - ğmı muhafaza ödiyor, Fakat Ley- lânin kendisinden bu kadar ağır! ve bayağı bir şekilde öç alacağı. l — Bir kadın ne kadar çamur - lanmış, “kirlenmiş olursa olsun, insana bu derece ağır ve iğrenç bir iftira atmaz.. Diyordu. Mühendis Ziya üç ay önce ha-| pishaneden çıkmıştı, O zaman ge“! ne Leylânın yüzünden hapsedil - memiş miydi? Şimdi de bu kadının yüzünden - hem de çok ağır bir töhmetle - tevkifhaneye atılmıştı. O gün bütün İstanbul gazete - leri kalın yazılarla: “Doktor Şahahım katili nihayet ele geçti, Meğer zavallı doktoru öldüren, bir kadın değilmiş. Ka l çıkacağından emin olduğu için sonrâ Arif Nedretin sözlerime inanmad'ğına nasil -| tehalükle sarilıyor, bu heyecai | tu. Zabıta Leylânm adını gazel” “de ummuyordu...... yi Bu yaptığım: İstanbulda bulunduğum taha “ 15 SONKANUN — 1906 dın kıyafetine giren Ziyâ adlı biri imiş!,, Diyerek, sütun süten tafsilif veriyor'ardı. Herkes gazetelef* vak'anın nasıl cereyan ettiğini Mö rakla okuyordu. Bütün bu tafsilât arasmda, şüP he yok ki, hakikat nama hiç bii şey yazılmıyordu. Verilen malü " matın hepsi de Leylânın ifadele” rine atfen yazılmıştı. #iz Şakirin birşeyden haberi yok lere vermeğe mecbur kalmıştı, F# kat, hüviyetini bildirmemişti. Akşam » Şakir o gece isi liydi, Trdiğtem | yeni dönmüştü. — Haydi hazırla şu çilingif sofrasını. Diye haykırarak elini yüztnü yıkadı . Sonra birden masanın kens* rında duran bir yea gözü i“ Yişti; — Ne 6? Hayrola..7! Son gü lerde sende gazete okumak mer” kı dr Maşallah. Peh, peh peh..! — Sen gidince canım slolıy : alen a İlm mn di ağa yapayım? nda ali gözüne doktor Şalı? cinayeti tafsilâtr ilişti: —O ne? Doktor Şahabin kat lini bulmuşlar mı? — Evet... — Kimmiş bu kadın? — Kadm değilmiş.. Kadın &” yafetinde bir erkekmiş. — Vay canma. Zabıtayı şaşırt" mak istemiş ha..7! —Türk polisi aldanır mı hiç! Nihayet yakayı ele vermiş; Şakir yüzünü sildikten sonr” gazeteyi gözden geçirmeğe başi?” (Devamı var) yabancı makamlarda parmakları dolaşırken, dimağı evlilik hayatı- nın iki haftalık blânçosunu yapı" yor. Büyük hâdise. Fakat bekledi- ği gibi değil. Hattâ Rakım bir sir- ki hatırlatan cüceliği ile, Penbe panayır yerleri kokusu veren es- mer yüzüyle bile hayatlarına bir Tevkalâdelik veremiyor. Vak'a- #12, günü gününe benziyen bir ha- yat. Buna rağmen o, Rabiaya eski düşkünlüğü ile hâlâ âşık. Yalnız, Terrika No. i5 Arkamdaki çok temiz olmakla beraber hav: dökül- müş, şu dermode elbise büyük bir sefalet modeli giki görünüyordu. Uzun aylardan dığım şu soluk şapka, pençe vurulmak için iki defa kunduracıyı boy iyan şu sağlam, kaba pabuçlar, şu yün © eldiven'er, bazı yerleri delinmiş şu şemsiye, saatimin kararmış muden kördonu, boynumdaki madalye, bütün bunlar çole az kazanç küçük köy hocasını hatırlatıyordu. Aynaya vuran bu hakizane aksimle gözyaşlarının yanaklarıma yuvarlandığını hissediyordum. Nasıl o Yurdu benim bu sefil kıyafetim o azametli Arij tin gözlerinden kaçardı?,.. Sefalet yüklüğünü bu akşam olduğu gibi biç mugtrm, İstanbuldan abone olduğum bir gazeteds hergiin okuduğum bir çok şeyler birdenbire bütün - fiktimi sardı: Hergün bir hırsızlık, bir dolandırıcılık vakesı c- kuyordum. Bu büyük şehirde çok defalar bir serseri bir kaç isim birden kullanara” ir çok delapler çevi- #irmiş; hattâ Sip hocam İstanouida yüzlerce kişinin sabahleyin kalktıkları vakit o günlük yiyeceklerini ve yatacak yerlerini nasıl temin edebileceklerini bile- mediklerini söylememiş miydi? Benim bu gefli; bu düşkün kıyafetimi gördükten bir gün anlama- olur da hayret ederdim!... Herhangi bir vasıtayla olursa olsun başkalarının cebindeki parayı kendi cebine çekmekten başier tir düşlüncesi, bir işi olmıyan, ve her adım başında rast- lanan ylizlerce adamlarla dolu İstanbul gibi bir şehir. de nasıl ölurdu da benim görünüşüm, benim bu &di kıyafetim ona emniyet verebilirdi?... ,.” Beni harap eden bütün bu mütaleafar İir sinema şeridi gibi aklımdan geçiyordu. Bunları (o deha evvel, düşünmediğim için yanıyordum. Duyduğum bu hacalet yetişmiyormuş gibi, bir de Adana otelcisinin yola çıkacağım sırada bana söylediği şu tavsiyeler hattıma geldi: “Kabul edileceğinizden evvelce iyice emin olma dığınız hicbir yere sitmeyiniz.. Yanmızda daima bir tavsiye bulunmalı, Size verdiğim bu o mektupla çok temiz ve <*ddi bir etele gideceksiniz. Fakat bu biç bir şey değildir. Şurası aklmızdan çıkarmayınız ki fs. tanbul sosyetesine girmek için mutlaka prazünte #- dilmek lâzımdır. Büyük bir etiket orada yalnız salon- larda değil, en samimi, en mahrem toplarışlarda bile vardır. Her köttüşacağınız, tanışacağınız kimseleri iyi seciniz. Pütür Sarekttmızda biyik bir Htiyee gösteriniz... Ah Ba babsean adamm tavsiyelerini doğrus ne de püzel yerine getirmiştim? Konusacağım kimseleri ivi seçmek? Ben daha ilk günde her şeyi berbat etmiştim. günde yapmak değil, Anadolunun en küçük “köyi” rinden birisinde, tanıdıklarımla dolu adamlar arası da bile yapmıyacaktım. Ali Bey, Lana İhsan beye gılmış bir tavsiye mektubu vermişti. Eğer böyle dilemiyecek bir ihtiyatsızlık göstermeseydim het uygun bir şekilde cereyan edecek ve Arif ON evinden kapı dışarı edilmiyecektim. Uğradığım bu zillet ve hakaretin acısı kıpkırmızı yapıyor, olanca kanım: beynime du. Ben, şayanı hürmet bir genç kız, kovulmuş, X* dışarı edilmiştim! * “Bu düşüncenin zehir gibi acılığı beni bütüm uyutmadı, Sabahleyin erkenden sokağa fırladım. mağazalarında dolaşmağa başladım, Akşam döndüğüm vkit odam sabahtanberi taşınan bif $' irili ufkir, her çeşitten kutularla, paketlerle Şimdi zengindim. Bir çok elbiselerim ve vardır. Ne çamaşır takımı ve ne de iskarpin BİŞ Şey unutmamıştım. Fakat para çantam da Yüz Viradan fazla harçam'ştıra. Bütün bu kutuları, paketleri açarak yz yerleştirirken kendi Kendime hiddetle mırıl, dum: — Âhi İstanbul beyleri... Size cilâ Herm oi Pudralarımı sizin suratmıza saçacağım. Arif Na beyefendi... Mademki hosunuza böyle yerl rnız güzeldi, şıktı, zaritti öyle mi?. Paralarını? © Dene