yazam: AP eva iaYT ine kli 4 gam bakkal 78 Rabianın bu kadar nezaketsiz muamelesini Vehbi efendi hiç gör- memişti. Bilhassa Peregriniye kar- şı her zaman o kadar mütevaz' davranırdı ki. Adetâ sert bir sesle Rabiaya: “Haksızsın.,, dedi. “Peregrini kadar dine, an'aneye hürmet eden sen, kimse gördün mü? Galiba se ni dinlemek için nasıl cami cami dolaştığını unuttun.,, Rabia kızardı. Fakat pişman ol. mamıştır. Peregriniyi acıtmak, ra- hatsız etmek için galebe edemi- yecek kadar içinde şiddetli bir is- yan vardı. Bu muameleden en çok mütees- sir olması lâzım gelen adam, ade tâ memnun görünüyordu. Bir saat devam eden lâkaydiden sonra, Ne. jat efendiye gösterdiği alâkadar. sonra kendisiyle meşgul olmas: onu adetâ sevindirmişti. Sofradan kalkınca efendi sor- du: “Hafız hanım ne günleri gele- cek, hanım?,, “Pazartesiden çarşambaya ka dar burada olacak. Pazartesi ak- şamları, esasen Vehbi Dede ile Mösyö Peregrini de gelmiyorlar mı? Fakat siz geç kaldınız, bugün efendimize piyano çalacaktınız.,, Erkekler çekildi. Kanarya, yal- nız kalınca, ellefini kızm omuzu- na koydu, gözlerinin içine yalva- rır gibi baktı: “Senden bir şey rica edeceğim, Rabia.,, “Ne isterseniz yaparım.,, “Mutlak.konağa gideceksin. Be nim hatırım için. Geçmiş şeyleri unut. Eğer paşa beni sorarsa, ken. disini unutmadığımı ve Hilmi be: yin meselesi için çok keler ettiği. mi söyle. Bana söz veriyor mu- sun?,, . “Bu hafta giderim.,, Rabianım Selim paşaya kini, ikinci derecede kalmıştı. O kadar kendisiyle meşguldü ki Selim pa- şayı kolaylıkla affedebilirdi. vu Yanana, yaaaa, cüce rolünde hal- kı gülmekten katıltan sırıtış, Rakı mın bütün buruşuklarını kaplamış, ayrık gözleri evlerinden uğramış. Rabia, Nejat efendinin sarayını tarif ediyor. İpek eteklerini fışı! fışıl aofalara salrverip salınan, tozları bir şakaklarından aşağı dü- şecek gibi eğik dolaşan sarışm saraylılar; sesi billüra benziyen. vücudu bakır bir heykel gibi düm düz olan Habeş Gülbeyaz! Daha neler, neler! Nejat efendi, Rabia, Sinekli Bakkalı anlatırken nasıl kendinden geçmiş bir halde dinli. yorsa, Rakım da sarayın tarifini öyle dinliyor. Efendi için halk, keşfedilmemiş bir dünya, hakiki hayat dünyası; Rakım için saray sadece bir masal, fakat harikulâ- de bir masal. Rabianm odasındaydılar. Pa- tiska perdeler inmiş. Üçü de man- (Yakit, tercüme ve iktibos hakkı mahfuzdur.; şapırdatarak, bir çocuğa masal söy ler gibi söylüyor. Fakat biraz da babasından gelen yarı komik, ya- rı feylezof bir meddah tavriyle söylüyor. Saray, bazan muhteşem, bazan gülünç, bazan da o kadar galın etrafında. Rabia geceliği ile. Örgüleri omuzunda, yere bağdaş kurmuş, parmaklarını ateşte kı- zartır gibi bir düziye isılıyor. Ba- şını sağa sola sallıyarak, ağzını zavallı ve cansız ki... “Buwu, buuuu, buuuuu!,, Poyraz rüzgârının çıkışı. Birbi ri ardınca daha çabuk, daha uzun buvlayıp geçen iniltiler. Çakıl taş- ları mutfağın kapısına tolu tanesi gibi çarpiyor. Ve Penbe cigarası- nr içiyor. O, bu saray masalı ile alâkadar değil, Rakımın şevkini safdel buluyor. O, Rabiann ya- naklarında gelincik çiçeği gibi açan gönül sıtmasını, gözlerinin güneş vurmuş gibi ışıldıyan yeşil, sarı ışıklarını tetkik ediyor. Bun- lar birer tehlike işareti. Mutlak sa- rayda bir şeyler olmuş. Kahbe, on- lara belli etmemek için böyle bir kocakarı masalı anlatıyor. Durmadan, üşenmeden, Rakı mı gaşyeden sahneler yaratan bu penbe dudakların arkasında bam- başka bir Rabia var. O, yüzü ba; zan zaferle, bazal âzapla buruşan orta yaşlı, kısa boylu, sivri sakallı şeytanla cebelleşiyor. Hazreti Al: nasıl vaktile ejderlerle cenk etti, hepsini nihayet yere vurduysa Rabia da ömrünün bu tek şeyta- niyle öyle güreşecek. Din, an'ane elinde birer gürz ve kalkan. O şeytanı yere vuracak, yerin dibine geçirecek en kadir si- lâhlar. Yoksa, yoksa imanından olacak. Bir akşam evvel, gâvurlu- ğunu ne güzel yüzüne vurmuştu. Rabianın şeytanı bilsin ki arala- rında geçitlerin en genişi, en ge- çilmezi var. Din ve an'ane geçidi. Mk eğim seçi med Peregrini dar kafese konulmuş azgın bir kaplan gibi odasında do- laşıyor. Saray gözünün önünde. Nejat efendi sinsi sinsi sandalya- smı kıza yanaştırıyor, eğiliyor, adetâ başları birbirine dokuna- cak. Kızın kulağına bir şeyler fı- sıldıyor. Bal gözlerin yeşil mev- celeri küçük küçük alevler gibi. Pereğrini'nin yüreğini yer yer tu- tuşturuyor...... « Beklemediği bir dakika içi, su- suzluktan yarılan kuru topraklara düşen rahmet gibi şefkatle, rik- katle doldu. Kafasına, kalbine sü- kün indi. Utanmı yor musun, Pe- regrini? Vaktile evlenmiş olsan Rabia kadar kızın olurdu. Zavallı yavrucak! Çocukluğu, gençliği yaşlı musiki muallimleri, cüceler, ihtiyar paşalar arasında geçen bu kızın gençliğinin hakkını inkâr et- mek bir zulüm değil mi? Gül ke ei mani Sabiha hanım Selim paşaya di. yor ki: J (Devamı var) HABER — Akşam postası Parker, yukarıya akseden fısıltılar arasında şu sözleri işitmişti: “Merak etme.. seni kaçıracağım.. Ben, Tomson'un muaviniyim!,, Parker Tomla konuştuktan son ra paltosunu giydi ve kapıdan çı- karken Cekiye seslendi: — Ben iki gün sonra gene uğ- rarım. Şimdilik Allaha ısmarla * dık, Parkeri ikisi birden: — Uğurlar olsun.. Diye selâmlamışlardı. Ceki, Parker gittikten sonra, Toma sordu: — Sen burada bekçilik yaptı » ğın zaman nerede yatardn? Tom bodrumun kapısı gös - tererek: — Şuraya bir şezlong koyar - dım... Üzerine uzanıp uyurdum.. Dedi ve koridorda duran eski bir şezlongu Cekiye getirdi. — Sen de bunun üzerinde ya- tarsm! Ceki şezlongun kenarma otur- du: — Kaç gündür ne kadar yorgu num bilsen.. — Ben de öyle, Bir hafta var ki, geceleri yedi sekiz saatten faz la gözüme, irmedi. .. ii — Ne diyorsun? Diye güldü. Tom piposunu ya- karak: — Uykuyu paradan çokseve- rim, dedi, yatağa girdiğim zaman on saat deliksiz uyurum. Dünya - da benim için uykudan daha tatlı bir şey yoktur. Ceki, kenarına oturduğu şez * longa iyice uzandı: — Uykuyu ben de severim am- ma.. Senin kadar değil. Ben göce- de dört, beş saat uyusam, diğer saatlerde gözüme uyku girmez. — Ne âlâ.. Sen, tam Parkerin aradığı bir adamsın! O da uykucu kimselerden hoşlanmaz, Ceki yarı açık gözlerini oğuş- turarak esnedi... Sonra yavaş ya vaş mırıldandı: — Ben herşeyin iç yüzünü anla- mayı sevmem. Hele beni alâkadar etmiyen bir iş olursa. Fakat, ma- demki patron beni, bodrumdaki adama bekçi tayin etti.. Su adam kimdir.. Onu niçin bekliyeceğiz? diye içimde bir merak uyandı. Herhalde rakip kaçakçılardan bi- ri olsa gerek, 'Tom önüne bakarak cevap ver di: . —İyi keşfettin.. Patronu zara" ra sokan insafsız, gaddar bir vis- ki Kaçakçısı. Getirdiği partileri bizimkilerden daha ucuz fiyatla sattığı için, bizim sürümümüz a - zalmıştı. — Siz de onun getirdiği mar » kayı mr getiriyorsunuz? — Evvelce Danimarka viskisi ge. tiriyordu. Fakat, bu adamım ge - tirdiği (Beyaz at) markalı viski lerin daha çok revaç bulduğunu gördük. Şimdi biz de (beyaz at) markaklardan getiriyoruz. Vilson bile bu içkiyi içiyor. m ka “ Amerikayaf Çırılan © — Hangi Vilseon? Cumhur reisinden mi bahsediyorsun? — Evet. Neye şaştın?! — Her tarafta içki aleyhinde konferanslar veren bir adamın viski içmesi şaşılacak bir şey de- ğil mi ya..? — Vilson (Beyaz at) viskisine o kadar düşkündür ki.. İşte bu ka” çakçı, Vilsona götürdüğü içkiler sayesinde çok sarhoş olmuş ve himaye görmüştür. — O halde şimdi onun yerine Parker geçecek, O da (Beyaz sa- ray) a içki vermeğe başladı mı? — Doğrudan doğruya veremi- yor. Bu ayni zamanda bir sempa” ti meselesidir. Parker birdenbire saraya el ve ayak atamaz. Başka düşmanları da vardır. Şimdilik bu işi başka eller vasrtasile yapı- yor. Tomun anlattıkları doğruydu. Parkerin kuvvetli bir rakibi var- dı. Fakat, bir aydanberi Parker onu ölümle tehdit etmişti.. Kana" dalı kaçakçı son günlerde Nev - yorkta görünmez olmuştu. Tomun uykusu gelmişti: — Çok konuştuk. Ben yukar- da yatacağım, Yarın sabah görü” şürüz, Diyerek merdivenden yukarı ya çıktı. “e Ceki derhal şezlongun üzerin de gözlerini kapıyarak uykuya daldı. Horlamağa başladı. Tom yukarda kendi kendine: — Parker de her esen rüzgâr- dan nem kapıyor. Şu adamcağız- dan şüphelenmek, ne manasız bir şey. İşte çarçabuk sızdı.. İnek gibi borulduyor. Diye söylenirken, başmı arka" ya çevirdi:... Karanlıkta dikilen bir gölge gördü.. Fakat korkma- dı. Parkerin arkadan dönüp gele- ceğini biliyordu. Yavaşça gölgenin yanma s0 * kuldu: — Ne çabuk geldin? Aşık asker manevradâ! — Bakalım hangimiz bu evin hd. kimi olacağız! a ğilinü İlan Seli bül katki abin eükd dde A e * İLKKANUN — 1935 Va e -—» a — Deminden beri sizi dinliyor dum. Ceki sahiden budala bir a» dama benziyor, değil mi? Tom güldü: — Uyku gözlerinden akıyor du. Biraz lâfa tutmasaydım, çok- tan uyuyacaktı. O (Beyaz at) ile (Beyaz saray) m sırrmı daha ye ni öğrendi. — Birdenbire açılmağa gel - mez, İşlerimiz hakkında yavaş ya vaş malümat verirsin! — Bu adamdan çok istifade edeceğiz, Mister Parker! Çok te miz yürekli, iyi düşünen, ekmek yediği kapıya sadakatle bağlan - mak isteyen... Tam sizin aradığr nız bir adam! Parker üst kattaki maskeli elek triği yaktı. Koridoru koyu mavi bir ışık kaplamıştı. Parker, Toma: — O halde ben rahatça yata» bilirim, dedi, sen sabahleyin beni uyandırırsm! Parker odasına girip yatacaktı. Bu sırada alt katta hafif bir çıtır dı işitildi. Tom ve Parker biribir- lerine . veni Tom merdiven başından aşa." ğıya kulak verdi: — Bir fısıltı var... — Fısıltı mr..? — İşitmiyor musun..? Yavaş yavaş konuşan iki kişinin sesini duyuyorum. Parker gülmemek için kendini tutuyordu: — Budala! - diye mırıldandı. * Ceki uykusunda şeytanlarla konu şuyor. Tom merdiven başından biraz daha iğilmişti: — Mister! dedi. Bu, uykuda konuşmağa benzemiyor. Bu sırada Cekinin fısıltılar & rasında, Parkeri kudurtan şu söz- ler duyuldu: “Merak etme., Seni kaçıracağım.. Ben Tomsonun mu aviniyim!,, (Devamı var) — Ne yapıyorsunuz yahu? — Arkadaş, papurda kamarot ola. cak da idman yapıyor ! Sarhoş — Nihayet bir posta kutu. su buldum?