40 ILKKANUN — 1995 1 Eylül Bu sabah tartıldım. Niçin sıkletimi öğrenmek ar - zusundan kendimi menedeme - dim? Senelerdenberi vücudümde nasil değişiklikler olduğunu anla» mak istemiştim. Şüphesiz artık, in. ce, narin bir kadın değildim. Fa - kat, ne hale gelmiştim? İşte bunu öğrenmeliydim. Tartılınca, hayretten, teessüf - ten dona kaldım: 75 kile.. - Eskiden bana sokakta beğene beğene bakarlarken, son zaman » larda niçin istihza ile süzdükleri- ni şimdi anlıyorum... Halbuki kocacığım, zavallı Ha- lit, şimdiye kadar bana hiçbir tel mihte, hiçbir tenkitte bulunmadı. Beni ilk günlerde olduğu gibi hâ- İS savar görünüyor. Fakat ihtimal bana sadece merhamet &diyor. Ah, işte, bu, en büyük facia ©- Vur! Halidi kaybetmek hiç işime gelmez... Zayıflamak rejimine başlama - İiyrm. 8 Eylül Çok kalori alıyorum... Tetkik ettim ki, iki türlü zayıflamak var- mış. Biri ağır ağır, öteki de hemen hiç bir şey yemiyerek, yalnız çay içerek, ilâç alarak... o Böylelikle, altı haftada on beş kilo birden kaybedebilirmişim! Mademki bu iş olacak, birden- bire olsun bari... İkincisini tatbik edeyim... Hazırladığım bu çeşit listeleri kocama da tatbik edeceğiz. Mel- un yağlarından benim sayemde o da kurtulsun.. Derhal 3 lira verip bir terazi aldım. Herşeyi tartarak kullana - cağım. Bu sabah kocamın nasıl yemek yediğini sofrada gözetledim. Pat- liyacak..Obur gibi öyle tıkınıyor ki zehirlenecek... Dur, ona bir iyi- Tik edeyim ki o da görsün... 4 Eylül Erkekler iyi şeylerden anlamı- yorlar: Halit, sofrada benimle kavga etti. Yaptığımız kürün böy- le başlaması hiç de hoşuma gitme- di, doğrusu... Fena yemek miydi halbuki: Küçük bir çiydomates İnce bir dilim yağsız söğüş Bir ekşi portakal.. Şekersiz bir koca fincan çay. ayrıca su içmek yok!) Fena mı? Halit, bana çıldırıp çıldırma - dığımı sordu. Ona hak'kati itiraf ettim. Yeni rejimimizin iyilikle - rinden bahsettim. Öyle aksi aksi cevaplar verdi ki az daha aramızda bir döğüşme bile olacaktı, Fakat eminim, ilerde zayıfla- dığı vakit, kıymetimi anlıyacak,ba- na teşekkür bile edecektir. 10 Eylül Altı kilo kaybettim... Olur muvaffakiyet değil... Hem güzellik, hem tasarruf... Öyle ucuz yaşıyoruz ki... Şüphesiz ki, ilk zamanlar epey- ce eziyet çekiyorum... Bilhassa pastacı dükkânlarınm karşısm - dan geçerken ağzımın sulandığını hissediyorum. Fakir çocuklarınm burunlarını camekânlara dayaya - rak içerisini seyredişlerini şimdi anlıyorum. Geçen akşam bir kâbus geçir- dim... Önümde bir tepsi su böre - o öini keserek yediler. Bana vermek #öyle dursun, koklattılar koklat - tılar geri çektiler... Fena halde terlemişim... Öyle uyandım... Ve terlediğime de memnun oldum: Zayıflamak için birebirmiş... 25 Eylül Şaştığım Halidin zayıflama - ması... Hattâ şişmanladığı bile söylenebilir, Öyle sanırım ki, ev - den çıkmca lokantaya dalıyor, Halbuki o kadar kızmağa da hakkı yok. Çünkü, listemize dün- den itibaren üç tane küçük soğan turşusu da ilâve ettim. Gene de memnun olmayışını görünce, şaştım doğrusu.. Demek ki bütün erkekler böyle... Halbu. ki, Halidin daha yüksek bir anla- yışta olduğunu sanırdım, 1 Teşrinevvel Altmış beş kiloyum. Gencim, hififim... Bundan dolayı neş'e i . çindeyim... Şüphesiz başım dönü. | * yor, midem bulanıyor, ellerimde ayaklarımda karıncalanmalar o - luyor amma, ne yaparsın, katlan- malı... Sonra, herşeye sinirlenmemeli! 2 Teşrinevvel Baloya gittim... Bu derece za- yıfladığım için, arkadaşlarım be. ni tebrik ettiler, Hiç değilse on - lar beni anlıyor, takdir ediyor. Fakat Halidin surat asışı ta - hammül edilir gibi değil... Ağzmı açıp da tek lâf ettiği yok! 10 Teşrinevvel Bana tavsiyede bulunanlar ya- lan söylememiş... Şimdi 15 kile hafifledim... Halit, bu akşam sofrada yok - tu. 16 Teşrinevvel Sabahleyin uyanınca, kocam- dan şöyle bir mektup aldım: | HABER — Akşam postası Tetfrika numarası: 106 BARBAROSTA! Yazan: (Vâ-Nü) 'Doğanla Ali Amca, güğertede konuşuyorlardı: “Bu gelen kız her halde casus olacak... Onun hilesine kurban gitmiyelim... Kendisini Emineye takip ettirelim!,, Geçen kısımların hülâsası Zidya, Hayırsız adadan Hi zırın donanmasına gidiyor. İhtiyar bir adam, belki de, kor»! sanların en ihtiyarı, küpeşteye da- yanmış, denizi seyrediyordu. Yanmdaki orta yaşlı adama de. di ki: — Evet oğlum Doğan... Baban İslâmla birlikte hazineyi gömdü - ğümüz ada burasıydı... İnşallah, neticede muvaffak olarak hazine. yi senin, Tatarsuratın, güvercinci başının, Eminenin yardmile ele geçireceğiz... Gerçi haber aldık ki, adanın öte tarafında bizimki- ne faik bir Hıristiyan donanması var, fakat, Hakkın iznile onun da hakkmdan geliriz... a Karıcığım, Artık eve dönmiyeceğim. Ney- lersin, ben ihtiyarım, bir doma - tes, yarım marul, bir portakal, ve bir fincan çaydan mürekkep bir öğle yemeği, benim gibi basit a damların geçineceği gıdalardan Aağil Bunun sana da hayırlı olmıya- cağı kanaatindeyim. Doğrusunu istersen seni çok seviyordum. Fakat, eski halinde.. Şimdi ise, yüzüne bakmağa da - yanamıyorum... İyi bir lokanta keşfettim.. Makarnası, böreği, pi- Tâvi nefis... Allaha ısmarladık... Seni dü - şüncelerinle başbaşa bırakıyo ru... Halit 2 Teşrinsani Şimdi artık bana bütün bu o - lup bitenler kâbuş görünüyor. Ha- lidi lokantasmda bastırdığım va- kit sevincinin derecesini tasvir e- demem, Beni içeri girmiş görünce üze - rime doğru atıldı. Kolumdan tu - tup masasına çekti, — Gel... Karnını doyur! - de - di. , Haftalardır kıtlık içindesin.. Herşeyi unuttum... Kür, artık bana saçma göründü... Masanın başına geçtim... Hapır hupur yi - yerek karnımı doyurdum... Yemişimizi yerken, Halit, kaş- larını çattı, — Artık rejimi de, teraziyi de bir köşeye bırakacaksın... Yoksa, €vin semtine uğramam... Önüme bakarak cevap verdim: — Vallahi bırakıyorum... Bun- ları şişmanlıyorum da benden s0- ğuyacaksın diye yaptım, — Aptal, sen de... Artık, eski- si gibi güzel güzel yemekler yiye- ceğiz, değil mi? Tekrar yemin ettim. Evimize döndük. Yeniden kendimi besiye koy - dum... Şişmanladım, tombul tom- bul oldum... Oh, elhamdülillah, başım da dönmüyor, artık... Nakleden : Hatice Süreyya Doğan: | — Korkarım ki, onlar, hazine- nin tam yerini biliyorlar, esrarlı kapıları açıp mücevheratı yağma | edecekler, biz geride kalacağız. | Ali amca! - dedi. Ali amca, beyaz sakalını ok - şadı: — Sen üzülme, sen üzülme... Biz ne vartalar atlattık, oğul... . dedi. - Yetiştirdiğim çocuklar var, onlar, lâzım gelen noktaları tutmuşlardır, tarassud ediyorlar, işi zamanında haber verirler.. E - ğer hazineyi keşfederlerse ense - lerindeyiz, meraklanma... İ — Tabii, sen, casus teşkilâtmın başısın, bilirsin!... — Elbette, bunamadık... Bili - Ali amca, başını çevirerek ses- lendi: — Çelebi!... Çelebi!... Bunama- dım, değil mi?... Çelebi, oradan geçiyordu. Se- neler, onun da belini bükmüştü... Ali amca derecesinde olmamakla beraber, ihtiyarlık, onun da halin- de yözeçarptyordü: — Cingöz Ali amca!... Sen bu- nar mısın! , dedi ve kıç kasaraya girdi. Ali, bunun üzerine, ve gene Doğana döndü: — Halbuki, on sekiz yirmi se- ne evvel, beni işten açığa çıka - rıyorlardr... Hem de bunadım di- ye... Hasana lala yapıyorlardı... Ah, Hasan.. Doğan da içini çekti: — Ah Hasan... Kadın, kamarasında bir takım yazılar yazmakla meşguldü. — Emine... Sana gene iş gö - ründü... Başıma bin bir belâ gel » di, Bundan sonra seni hiç bir işde kullanmıyacağıma dair söz ver - miştim. Artık sana sakin bir ha - yat yaşatacaktım. Yılanlı manas- tırdan kurtardığım vakit böyle ka- rar vermiştim... Fakat, işte olma- dı... Bu donanmaya seni aldum, getirdim... Sabık Meryem: ki — Zarar yok... Benim icin ü « zülme... Memnuniyetle senin emir- lerini yerine getirmek için çalışı . yorum! Türklüğe ve İslâmlığa hizmet etmek benim için büyük bir zevktir. Hattâ, onun ucunda büyük tehlikeler olsa bile... Böyle konuşarak yürüdüler. Lidya, güverteye gelmişti. O- rada korsanlar etrafını almışlar « dı. Ona bin türlü sualler soruyor- lardı. Lidya ise: l — Ne sorazsanız nafile... Hiç bir şey söylemem: Ancak Hızır reise şöyliyeceklerini 'Yar... Beni onun huzuruna çıkarın! « diyordu. Çelebi: — Adam, “sende çıkaralım... Hızır reis ondan mı korkacak... - dediler, . Varsın, o istintak etsim.. Kızı yukarıya götürdükleri va- kit, Doğan, Emineye sordu: — Ben bunu tanıyacağım.. Sen de hatırlıyor musun? Kimdir aca- ba?.. — Tanıyorum... W (Debam: var) — Öldü mü, kaldımı acaba?... İkisinin de gözleri sulandı. Ali amca: — Onun sağlık haberini alsam hemen şurada düşüp ö'meğe ra - zıyım... Aslan gibi oğlanı yetiştir, yetiştir de bir kaltağa kurban git- sin... — Ba işi Düşesin emin misin? — Canım, elbette eminim... Hasan, öyle, fırtına esnasında de- nize düşüp boğulacak insanlar - danmı?,. Elbette bir suikaste kur- ban gitti... Mubaverenin bu noktasmda, Doğan dedi ki: — Ali amca!... Demin adadan uzaklaşan kayık yanaşıyor, bak... Ali, küpeşteden aşağı baktı : — İçinde bir kız var... Kim bu? Geriç bir kız... Hayret... Doğan baktı: — Ay, ben bunu tanıyacağım.. — Nereden? — İtşe onu hatırlamıyorum.. — Herhalde, bu kızm buraya gelişinde de bir hile olacak... Ona karşı mukayyed olmalıyız... — Evet... Emineye haber ve - relim... Bu işin üstesinden o gele- cek. Doğan, Ali amcadan ayrıldı. Emineyi bulmağa gitti, yaptığına ACELE SATILIK KAĞIR EV — Aksarayda Çakırağa mahallesi Ab. dullah çavuş sokağmda 92 numaralı müceddet altı oda bahçe elektrik ve banyoları havi içindekilere müracaat, HABER AKŞAM POSTASI IDARE EVI Istanbul Ankara Caddesi Posta kutusu : İstanbul 214 Talgraf adresi: Istanbul HABER Yazı işleri telofonu : 24872 124370 idare veliân ABONE ŞARTLARI Türkiye > Ecnebi Dia RM MN “sa. Sep” . İLÂN TARİFESİ Manlarınn satır 12,80 Resmi iânların 10 Kurugtüre Sahibi ve Neşriyat Müdürü: Hasan Rasim Us Basıldığı yer (VAKİT) matbaası