| İ gin yazam: HALİDE EDİB 29 Rabia ona görülmemiş bir mem “leketten yeni dönen bir seyyah gi- bi geliyordu. O ne söylese sinirl: sinirli ve tabii olmıyan gülüşü ile gülüyordu. Rabia hafifçe içerledi. Sinekli Bakkalda böyle gülecek ne vardı. Köşkünün içine kurul. muş, bir lokma kuru ekmek içir sabahtan akşama kadar didişer zavallılarn halini meraklı bir ro- man gibi dinliyor. Vay beyim vay Kaşlarınm arasındaki çizgi hafif hafif belirdi. Mahsus mübalağa . etmeğe karar verdi: “Bizim sokaktakilerin bazıları. nm ne kadar fıkara olduklarını bilseniz pek harikulâde bulmazsı- nız, efendim. Meselâ eskici Fehm efendi. On iki saat çalışır. Gözler" ne zavallı iki güzlük üstüste taka: Bazı geceleri bile dükkândadır. Dört kızı var, karısı var. Hepsi bi: buçuk odada yatar, kalkarlar. Bu- nunla beraber her gün kursakları: na sıcak yemek girmez. Ekmekle- rine katık bile bulamadıkları gün- ler vardır.,, “Vah zavallılar, lar!,, vah zavall:. Efendinin gözleri dolmuştu. Fa. kat kendisi, gözlerine yaş getiren bu teessürden memnun. Kuru ek- mekten başka yiyecek bulamıyar- lar, bir buçuk odaya dolup yatan bütün bir aile, bunlarda bir oriji- nalite buluyordu. Sarayda elem | ler, kederleri hep bir örnek. Kıs. kançlık, entrika, hırs, artık kusa- cak kadar iğrendiği cinnet ihtilâç- ları! Rabia mevzuu değiştirdi. Sab'* bey ağabeyden bahse başladı. “Harikulâde harikulâde...,, Biraz sonra o da Rabiaya doğ ru eğildi, anlatıyordu: “Amcazadem Raik efendi tulum. bacılara bayılır. Kendisine mah: sus bir tulumba yaptırdı. Aradı sırada beyleri de, kendi de tulun:- bacı kıyafetine girerler. Kendisi tulumbacıbaşı olur, başa yeçe”| İçerden hanımlar yangın işaret verir. Beyleri omuzlar, bahçesinde koşarlar...,. Efendi gene gülüyo.du. Fak: Rabia gülmedi. Hattâ kaşlarınm arasındaki çizgi derinleşti. Bu ne hazin, ae zavallı hayat. Nejat efendinin babasınm deniz, kap. tanlık oyunu, Raik efendinin tu. lumbacılık oyunu. Hayat, saray duvarları arasmda hep böyle s0'- gun mu ? Bunlar hep yalancıktan yaşamak oyunu mu oynuyorlar? “Sabit bey ağabey nasıl konu şur?,, “Huzurunuzda tekrar edemem, efendim.,, Efendi israr etmedi. Rabia Sa- bit bey ağabeyinin küfürlerinin en nadidesini hatırlıyor. Dudaklarını gülmemek için sıkıyordu. Efendi yan yan sandalyasını Rabiaya bi- raz daha yaklaştırdı. Adetâ birbi- saray) İ Zİ LE Nani (Nakil, tercüme ve iktibos hakkı mahfuzaür., rine gizli bir şeyler söyliyen iki çocuk gibiydiler. “Çamlıcada bizim köşke yakın bir bakkal dükkânı vardı. Ben çok küçüktüm. Araba ile geçerken çı» rak çocuk, mavi önlüğü ile fırlar arabanın arkasından koşardı. Bil. seniz ne kadar o çocukla oynamal: isterdim. Geceleri rüyama girer: di.,, Rabia içinden ilk defa efendiyi de dilekleri, mahrumiyetleri olar kendisi gibi bir insan olarak gör. dü. O, sesini daha alçaltmıştı. Be! li ki söylediğini kimsenin işittiği- ni istemiyordu. “Çocukken ben hiç oynama: dım. Oynatmadılar, Etrafımda bir sürü büyük adamlar. Sabah, ak şam kafamı lüzumsuz şeylerle do! durdular, durdular. Hepsi insan dan ziyade bir manken. Bunların bana ne faydası var?,, Rabia da onun kulağına söy. ler gibi: “Ben de küçükken hiç oynama dım. Oynatmadılar, Babam sir- günden gelinciye kadar gülmeği bile adamakıllı obeceremezdim ., diyordu. “Kızlar tabakları alsınlar ır, efendi hazretleri?,, Önlerindeki yemek çoktan hit- mişti. Ellerinde gümüş sahanlaris arkada bekliyen kızlar, efendiyi rahatsız etmemek için tabaklar: almağa cesaret edememişlerdi Kanaryanımn sesi, ona, misafirleri beklettiğini ima eder etmez fena halde mahçup oldu: “Ta, ta, tabii...,, diye kekeleli Peregrini içinden: “Bu dejene ra Prens bizi daha ne kadar 80f- rada tutacak?,, diye homurdanı yordu. Kanarya Vehbi Dedeye diyordu ki: “Dün akşam Rabianm güzel se- si #ki hanımı bayılttı. Ne güzel o kudu, değil mi? Siz Satvet beyle beraber dinlemişsiniz.,, Rabianın kalbi şiddetle çarp mağa başladı. Eğildi, Vehbi De deye bakıyordu. O, adetâ müsteh- zi, gülümsedi. “Fena değildi. Fakat an'anevi okuyuştan çok ayrıldı.,, “Ben dün akşamki okuyuşunda bizim (Şermetr) in tesirini kuv' vetle hissettim.,, Kanarya, Peregrini'nin yüzüne baktı. O, ellerini çırpıyordu: “Bravo Rabia hanım. Ne kadar orada olup, dinlemek isterdim.,, “Olamazdınız, çünkü müslümar değilsiniz.,, Kanarya: “Fakat Mis Hopkinz de müs- lüman değil. Pekâlâ geldi, dinle di.,, diyordu. “Fakat, o hanım dindar. (Pe- regriniye baktı ve ona hitap etti) Siz dinsizsiniz, değil mi? Belki mevlüde gelseniz, eğlenirsiniz.., (Devamı var) HABER — Aksam postağr a ms ka çırılan Türk kızı Parker, eve gelince, Cekiden şüphelendi .. Gider gibi görünerek, tekrar dönecekti. Arslan Turgut hâlâ bodrumda bağlıydı! die 5 Tom.. Ceki.. Parker.. çakçı, Nevyorka ( gelir (Aslan Turgud) un hapsedildiği eve gitmişlerdi. Parker, bir aralık, yolda gider- Üç ka - ken, Tomun kulağına şu sözleri fısıldadı: — Ceki saf bir adama benzi ” yor. Onu sadece kuvvetli olduğu! için yanımıza aldım. Fakat, (As lan Turgud) ondan çok zeki ve şeytan bir adamdır.. Kollarını çöz meden, yine eski odasında bıra - kalım. Ceki, evde onu beklesin.. Yemeğini versin. Tom, Parkerin gözüne girmek gelmez, | maksadile; — Çok doğru düşünüyorsun! “ demişti - hattâ yattığı odanın ka pısını bile kilitlemeliyiz. — Yemeğini nasıl verecek? — Bodrumun içindeki iskara * larm arasımdan.. — Bu da bir fikir. Eve varm * ca bir kere deniyelim. İskara ara- lıkları genişse, Ceki onun yemeği ni de oradan verir, Hiç bir tehlike kalmaz. aim — Kapısındaki kilit çok sağ * lamdır. Merak etmeyin! Bu kili - di şeytanlar bile açamaz. i. ER Eve geldikleri zaman, alt katta müthiş bir inilti duydular. Aslan Turgud, hapsedildiği bodrumda iki gündenberi aç ve susuz kalmıştı. Avazı çıktığı ka * dar bağırıyor, fakat gür sesi bod” 66 rumun duvarları arasında dağılı- yordu. Evin etrafında başka bir bina yoktu. Burası şehir kenarım da 1ssız, amele evlerine yakın bir semtti, Parker: — Tom! dedi. Meksikaya ge” İirken, bu herife ihtiyat yemek bı- rakmadın mı? : Tom güldü: — Bırakmaz olur muyum, Mis ter? Önüne üç günlük yemek bir den attım, Teneke içinde suyu da var, Aslan Turgud, yattığı bodrum- da ayaklarından ve kollarından sımsıkı bağlıydı.. Fakat, ellerinin ucile, önündeki yemeği pekâlâ yi yebilirdi. Zaten o buraya atıldığı gündenberi, hep bu şekilde yiyor ve içiyordu. Güneş yüzü gördüğü yoktu. Bodrumun tavanmda yanan beş mumluk bir elektrik lâmbasınm sönük ziyası altında inliyen Aslan | Turgudun saçı, sakalı uzamıştı.. Rengi sapsarıydı. Ayak sesleri duyunca: — Alçaklar.. Haydutlar.. Size istediğinizi vereseğim. Beni bu * rada neden hapsediyorsunuz? Diye bağırmağa başlamıştı. Parker bu sesleri duyduğu za- man: — Haydi Tom, dedi, şu herife taze yemek ver, Sesini kessin. Da ha bir ay kadar burada yatmağı mahkümdur. Parker evin üst katma çıktı. Burada küçük bir oda ve odada gizli bir telefon vardı. Parker odaya girer girmez ka”| pıyi örttü., Telefona sarıldı: — Biraz da öteki işlerimizin yolunda gidip gitmediğini sora - Im. Diye mırıldanarak telefonda konuşmağa başladı: — Allo.. Allo.. Sen misin, Mar grit? verdi: — Evet., Benim. Dündenberi telefon başında sizi bekliyorum. — Ne haber var? — Meşhur polis hafiyesi Tom sonun Meksikaya gittiğini duy - dum.. Doğru olup olmadığmı siz” den soracaktım! — Ne dedin? Tomson Meksi- Kaya mr gitmiş..?! — Evet.. Evet.. Çok esaslı bir yerden duydum. Yalan olmasa gerek. Orada kendisine rastladı * niz mı? -— Hayır... Parker (hayır) derken kolla - rınm ürperdiğini o bissediyordu.. Birdenbire telefonu (o kapıyarak, odanm kapısmı açtı ve merdiven den aşağıya seslendi: Hırçın bir kadın sesi cevap — Tom.. Tom.. Biraz yukarıya gel! Tom merdivenleri ikişer ikişer atlıyarak, evin üst katına çıkmış- tr, Parkerin gözleri, odanın önün deki loş koridorda kaplan gözü gibi parıldayordu: — Margrit, polis hafiyesi Tom sonun Meksikaya gittiğini duy * muş. Eğer bu haber doğru ise, Tomson muhakkak surette (Kı - İ zılotel) e inmiştir. — Zannetmem, Mister! (Kı * zılotel) de polise benzer bir kim- se yoktu. Parker düşünmeğe (o başladı.. Sonra birden elini Tomun omuzu na vurarak: — Sen buradan ayrılma! diye mırıldandı. Tom: — Niçin...? Diye sebebini sorunca, kurnaz tilki, Tomun Al şu sözleri fısıldadı: — Cekiden ve onun patronun- dan şüphelendim. Sen buradan bir yere ayrılmıyacaksın! Ben, şimdi sizin gözünüzün önünde gi deceğim.. Fakat, arka duvardan tekrar içeriye girip odamda bek liyeceğim. Cekiyi bir daha dene * meliyiz! (Devamı var) Gençler arasında Cumhuriyet Gençler mahte! geçen hafta sahneye şayanı dik kat bir komedi koydu. ile Bahanm müştereken © yazmış! oldukları bu komedinin ismi “Yan lışlıklar serisi,, dir. İsminden de anlaşılacağı çik' bir takım yanlışlıkların biribirle - rile çatışmasından doğan mevzi şudur: Fedai (Nurullah) kılıbık bir kocadır. Karısı Mahmure (Ca nan) kocasını istediği gibi idare eden bir kadındır. Ogün Avrupa da tahsilini bitirerek avdet e cı oğulları İrfanı (Müçteba) © yakın| komşusu Nesrinle (Leman) evler! dirmeği kurmuştur. İ Fakat İrfan izin verilen esk: hizmetçi Gülfemin (Hâcer) yerine gelen şöhreti (S. Korhan) müstak bel nişanlısı ve Nesrini de hizmet çi zannediyor. Babası da ayni ha taya kapılıyor. Bundan başka es ki bahçıvan Alinin (Emin) yerin Şöhretin dostu yankesici Karbü ratör Zeki (Aziz) adında biri gi riyor. Biraz sonra hakiki bahçıvar Recep (Adnan Baha) da geliyor Fakat bunlar bahçıvanı İrfanın a» kadaşı Suad (Orhan) O Suadıdı bahçıvan zannediyorlar. Ve birço! eğlenceli sahnelerden sonra yan lışlıklar anlaşılıyor. 2 li adi Cümhuriyet gençler mahfelinde Yanlışlıklar serisi,, Eser umumiyetle merak ve alâ- ka ile seyredildi. İnsanı sıkan hiç Müçteba| bir sahne yoktu. Eser, biraz işlenerek ve müzik ilâve edilerek daha ziyade hafif bir operet mevzuu olabilirdi. Esa" sen mütemadi terdidler ve iş ha şimdi meydana çıkacak, ha çıkı yor merak ve heyecanı yalnız bi? komedi için değil, ağır bir piyesin de muvaffakiyetini temin eden birinci unsurdur. İşte “Yanlışlıklar serisi, inde bu merak ve heyecan sona kalar muvaffakiyetle devam etmekte * dir. Eser güzel oynandı. Rolün de aksayan hemen hemen hiç kim se yoktu. Fakat muvaffakiyet de receleri muhakkak surette bir sı - raya konmak lâzım gelirse 5. Kor" han, Canan, Aziz, Leman, Müçte- ba, Nurullah, Adnan Baha, Hâcer Emin, Orhan diye sayılabilirler. M.S, istanbulun en çok satılan hakiki akşam gazetesidir ilânlarını HABER'e verenler kâr ederler.