gin gyazam: EY ela ini ekli pm TBoman sem Bakkal 33 “Düşünüyordum. Sen bir hiris;, tiyan ve Avrupalı kafasiyle düşü-! nüyorsun. Bizde ruhaniler diye bir | sınıf pek yoktur... Allahla fert ara- sında vasıta lâzım değildir... Mer fert ancak kendi arzusiyle allaha dahil olur, teselli ve sükün bulabi- lir.,, “Bu, işin nazariye tarafı... Fa- kat sizde de bizim kadar ruhani- ler nüfuzu yok mu, sanki... Tekke- lere bir bak. Bana geliyor ki dinle- rin bilhassa katolik dininin en ço- cuk ve saçma görünen tarafı in- sanların en çok bağlandıkları ta- günah çıkartmak. Kendi hesabıma günah varsa onu papasın da, papanın da çıkaramı- yacağına eminim. Fakat içimi ra. hatsız eden birşeyi birisine mutlak kendimden kuvvetli birisine söyle. mek isterim. Meselâ sana... Belki rehberi olan bizim aile papasına biraz benzemenden... Her ne ise, şu da- kikada sana söylemek istediğim bir şey var..., Vehbi Dedenin açık kaşlarının ortasında bir çizgi belirdi, dudak- ları kısıldı. Peregrini onun, etini uzatıp itiraf edeceği şeyi söylet- memek için ağzını kapıyacağını zapnekti,. Kısmen içini dökmek ihtiyacın. dan, kısmen de Vehbi Dedeye ya- pacağı tesiri anlamak merakından »cele acele lâkırdısında devam et- tiz “Meselâ Rabia hanım için ara- da içime gelen garip his.. Adetâ âşık oldum gibi gülünç bir fikre kapılıyorum. Sonra bunun fikir halinde bile bir günah olacağını zannediyorum. Bunu sana kaç de- fa söylemek istedim...,, Sustu. Dedenin yüzüne baktı. Kaşlarının arasındaki çizgi geç- miş, dudakları eski sükününü bul. muştu. Gözlerinde çok hafif bir is- tihza da vardı. “Günah diye düşündüğün ha- ta... Sevmek hiç bir zaman günah değildir. Sebebi vücudumuz bu... Biliyorum, bir şeyler söylemek is- tiyorsun. Evet, sevmenin de marazi tarafı olabilir. Fakat o da gelir. geçer... Ona galebe kendi elinde. İnsan canbaz olmak için vücudu- na akla gelmiyecek marifetler yap. tırıyor. Ruhuma da riyazetle, ira- de ile tahakküm edebilir. Emin ol bir gün bu perhiz, bu riyazetten dolayı insan mükâfatını de görür. Gönlünün eski alevlerine, karlı dağdan volkan seyreden serin bir gönülle bakar.,, “Sen hiç sevdin mi?,, “Sevmesem insan olmam. Her zaman severim, hem de ne kadar çok...,, “Benim olsun diye yanarak...,, “Bu iptidai bir şey. Kimse kim senin olamaz. Eşya bile bizim değil. Yani senin dediğin mülkiyet in- san için de, eşya için de olmamalı. Sevdiğimiz herşey eşasen bizimdir. raf. Meselâ biraz annemin ruhunun (Nakit, tercdme ve iktibos hakkı mahfuzdur.; Kalimizin içindedir. Ona o kadar sahibiz ki dünyanın orduları kal- bimizden onu koparıp alamaz...., Peregrini içinden “insanların geçtiği böyle bir zihniyete nasıl anlatma. İres,, dedi ve sustu. Sen evlenmelisin, Peregrini. Kadın herkes için iyi bir şey değil. ihtiras o merhalelerini i | i | Hem sen aile içinde yaşamak için | yaratılmış insanlardansın.,, “Hayatıma bir daha kadın sok” | mak istemem.,, “Niçin?,, Peregrinin kafasında yine eski tayflar harekete geldi. Evvelâ on altı yaşında iken, kadınım ve cinsi" yetin kudretine kendini kapıp salı- verdiği günlerdeki kadınlar... Bum lar annesinin genç hizmetçileri. Sonra yeni yetişen erkek çocukla. ra düşkün işsiz, güçsüz Zengin is“ terik kadınlar! Bunlar hep Mad rit günlerinde. Hayat sofrasına bir köylü iştahasile oturduğu, patla yıncaya kadar kendini zevke bı - raktığı günler. Yirmi dört yaşımda aşk ve cinsiyet ziyafetlerinden ne derin bir istikrahla kalkmıştı. Bu günleri düşünürken Vehbi efem dinin gözlerinin yüzünü nasıl te çessüsle tetkik ettiğini görmedi, yalnız onun mülâyim sesinde şahsi bir alâka ile sorduğu suali duydu. “Alti senedir tanışıyoruz. Kim, sin, nesin bilmiyorum. Bir anladı ğım şey hayatmı kazanmak için çalışmağa mecbur olan sınıftan ol madığın,,, “Çok ferasetlisin, yani beni iş- siz güçsüz, şımarık bir asılzade sını fından addediyorsun.,, “Sınıfınızın o alâmetleri her memlekette bir.... İstediğiniz şeyi, bahasına bakmadan elde etmek is. teyen bir sınıf. En çok merak etti. ğim şey de bu mizacınla niçin ve neden manastıra kapandığındır.,, Müstehzi bir sesle başladı. De denin yüzündeki ciddi alâka ile eridi ve bir çocuk sadeliği ile geç. miş hayatını anlattı, —Bir İspanyol grandisinin oğluy du. Madritte doğmuş ve büyümüş tü, Babasını bilmiyordu. Anası onu büyütmüştü. Baştan nihayete kadar zıd ihtirasların elinde şekil- den şekle giren bir adamdı. “Herkesin güya iki şahsiyeti olurmuş, benimki üçtür.,, “Herkesin iki üç değil yüzlerce sahsiyeti vardır, Perögrini.,, “Ben üçünü bilirim. Birincisi dimağım. (Elile kafasına vurdu) orada oturur. Hayat sofrasına be- nimle hiç oturmaz. Fakat daima baş ucumda duran, beni seyreden, ten kid eden bir müşahittir. O, beni Darülfünun salonlarında, kütüp - hanelerde, her nevi bilgi kaynağı etrafında sürükledi. O, maddi za- aflarımla eğlendi, herşeyden şüp” he etti, bir şeye inanmadı. Kilise lisanile içimdeki ezeli şeytan! (Devamı var) - HABER — — Akşam postası ML) ILKKANUN — 1935 mişti. 8 ÜNCÜ KISIM di aki Neclâ Istanbula gelince... Şimdi İstanbuldayız. Yağmurlu bir hava... Moda is- kelesinde dolaşan birkaç balıkçı kayığı ağlarını çekmekle meşgul. M. Paşanın konağı aylardanbe- ri matem içinde. Ve paşa her gün birkaç kere sinir buhranı geçiri yor... Doktorlar paşanın manevi . yatinı düzeltmek için, sık sık uy- durma haberler getirerek, Neclâ - nın ihtiyar babasını avutuyorlar. O gün, akıl ve âsâp hastalıkları mütehassısı doktor Kenan, paşa- nm başı ucunda otürüyordu. Masanın üstünde duran telefon acı acı çalmağa başladı... Doktor Kenan telefonu açtı. — Ale... Alo... Sert bir kadın sesi fransızca ko- nuşuyordu: — Burası Beyoğlü Amerikan haslanesi... Kiminle konuşuyo rum? — M. paşanın hususi i doktoru... — Çok iyi... Çok iyi... Size, pa- sa hazretlerini sevindirecek bir haber vereceğim: Dün, paşanın kerimesi Neclâ hanım, Amerikalı bir doktor refakatında İstanbula geldi... Şimdi hastanemizde yatı. yor. Doktor Kenan kulaklarına ina- namıyordu. — Ne diyorsunuz? - du - diye sor - Paşa hazretlerinin kerimele- ri İstanbula mı geldi? Amerikan hastanesi baş hemşi. resi ayni sözleri tekrarlarken, ya- takta baygın bir halde yatan pa şanı gözleri birden açılmıştı... Ba. şını kaldırarak: — Doktor, kiminle konuşuyor. sun? Beni bitmez tükenmez tesel. lilerinle aldatıyor musun yoksa?.. Doktor Kenan, paşaya eliyle i- şaret ederek: — Müjde... Müjde... Neclâ gel. miş. Diye mırıldandıktan sonra, tek rar telefona sarıldı: — Evine gelmemesinin sebebi nedir? Bir Amerikalı doktor refa. katinde geldiğini söylediniz. Has talığı hakkında biraz tafsilât ve . rir misiniz? — Endişe edilecek birşey yok. Nevyorktan vapura binerken gü. verteden rıhtıma düşmüş... Vücu. dunun hiçbir yerinde en ufak bi. bere bile yok. Sadece (o geçici bi: sersemlik. İpokondri şeklinde ga rip tezahürler ve kimseyi tanıma mazlık... Hastanız tedavi altında dır. İstediğiniz zaman gelip göre bilirsiniz! Doktor Kenan baş hemşireden fazla izahat almak imkânmı bu- lamadı... Telefon kapanmıştı. M. paşa sevincinden, deli gibi, yatağın içinde çırpınıyordu. — Doktor, ne var? Diye bağırdı. . Doktor Kenan hayretler içinde, dalgm ve düşün celi bir bakışla paşaya cevap ver- di: — Nevyorktan vapura biner - ken düşmüş... Sersemlemiş. Hâlâ o sersemliği gitmemiş. Oradan buraya kadar bir Amerikalı dok torun nezareti altında gelmiş. Hastanede tedavi altındaymış. Bi zi çağırıyorlar. Paşa ellerini kaldırarak: — Oh Tanrım, sana şükür ol sun ki bana bu günü de göster din! dedi, hiç olmazsa, kızımı — ölmeden — dünya gözüyle bir ke- re daha göreceğim. Sonra doktora döndü: — Aman Kenancığım, ben bu halde sokağa çıkabilir miyim? Kızımı, ne yapıp yapıp hemen gör meliyim. — Ateşiniz var... Yarına kadar Bekleseniz fena olmazdı! M. paşa gözlerini açarak hay kırdı: — Hararelim (kırka da çıksa, gene gideceğim. Ben yarına kadar yavrucuğumu görmezsem, ölü. rüm. Ellerini biribirine vurarak, kâh. yayı çağırdı: — Hemen arabayı hazırlat.. Neclâcığım gelmiş... Doktorla is- keleye ineceğiz. M. paşa giyinirken kendi ken - dine söyleniyordu: — Ben hayatta her acıya da - yandım, doktorcuğum! Sürül atıldım... İş kence gördüm... Karım, kardeşle. rim kayboldu. Fakat, son günlerinde evlât acısı görme ğe tahammülüm yoktu. Neclânın yokluğu benim belimi büktü... Ve düm... Zindanlara ömrümün Katları babası sinir REN içinde kıvrâ nırken, bir telefon haberi onu çarçabuk dirilt Ihtiyar paşa şimdi, hastanede yata kızının yanaklarını öperek ağlıyordu! o ölürse, ben yaşıyamazdım. V mek ki (o Aslan Turgudun bö" yazdıkları yalanmış. Daha hafta evvel gelen mektubu! Neclânm izini bulduğundan b*j sediyor ve biraz daha para ist yordu. Keşki istediği paray! dermeseydim. Çapkın, Ameri ya, kızımı bulmağa değil, pars meğe gitmiş... Neclânın başı ucunda... Hastaneye varmışlardı. Neclâ, Amerikan hastanesi” ikinci katında üç numaralı od4' yalnız yatıyordu. Başı ucunda iri boylu bir rikalı vardı... Neclânm baba kendisini şöyle tanrttı: — Doktor Ramsey... Kızın”) Amerikada elektrikle tedavi yordum. Geçirdiği kazadan s0 onu yalnız bırakmağa vicda” razı olmadı. Zaten yere düşer d mez, kızınızın son sözü şu un: “Aman doktor, beni yalnız bırakma... Babamın y#” na götür! Bu hizmetinin kar$ nı görürsün!,, Paşanın doktoru dinliyecek kit ve tahammülü yoktu... Ku görünce: — Neclâ... Nasılsın yavrum? Diyerek boynuna sarılmıştı. Doktor Kenan bey, Amerik doktora paşanın tarafından 1©* nat veriyordu: — Bugünden itibaren bizim ! safirimizsiniz, doktor! Bu fed? kârlığınızın karşılığını paşadi fazlasiyle göreceğinizden emin labilirsiniz! Paşanın gözleri sulanmıst Mütemadiyen kızının saçların! şuyor ve yanaklarından öpüy©' du... Kadınlar için: Son moda ayakkabı modellerinden bir kaçı.