ine kli Fa bakkal DAY YE HALİDE EDİB 23 Rabia da bütün dişlerini göste- rerek güldü. Hilminin, minderin üstünde kalan fesini kaptı, başı na giydi. Bilâlin telâffuzu ile, ça Imiyle söylediklerini söylüyordu. Hep, herkese göstereceğinden, herkesin anasını ağlatacağından başlıyor, hep sonunu Selim paşaya hayranlığını ifade eden nutukla riyle bitiriyordu. Sabiha hanım katılıyordu fa- kat paşa artık gülmüyordu. Yeni gençler nasılsa onu beğenmedikle- rini biliyordu, hattâ kendi oğlu bi- le. Demek Galatasarayında kendi- sini nümune edinmek istiyen bi: tek genç var! “Kuvvet sahibi, mevki sahibi a- damları sen beğenmiyor musun, Rabia? Oğlanm büyük emelleri var diye niye eğleniyorsun?,, Rabia omuzlarını silkti. Penbe bir şarkı mırıldanmağa başladı. “Hızlı söyle, Penbe hanım, oy» nak bir havaya benziyor.,, “Pencere açıldı, Bilâl oğlan, “Piştov patladı, “Acaba kanlı Bilâl, gene kimi hakladı? “Ben sana varmam, Bilâl oğlan, “Ben sana varmam, “Yedi yıl karşımda da dursan, “Gene sâna yalvârmam.,, “Penbe hanımm türküsü senin bissine uyuyor mu, Rabia?,, Rabia paşaya baktı, bir gözünü kırptı: “Tamtamamına, paşa efendi.,, Bu türkü, konaktan salgın bi: hastalık gibi geçti. Penbe bu hava ile Sabiha hanımı eğlendirmek için göbek çalkadı. Tevfik, Penbeden bu şarkıyı öğ” renir öğrenmez, Karagözde söyle- meğe başladı. Sokak çocukları, Sinekli Bak: kalda sabah, akşam bu türküyü ça- Zırdılar. Bu, Bilâli fena halde sinirlen- diriyordu. Kendi derdi kendine ye- Rabia, anlıyamadığı bir sebepten dolayı onun yüzüne bakmaz olmuştu. Bir de amcası onu bir tarafa çekmiş, paşanın kızına söz kesilmiş gibi, paşaya tişiyordu. damat olmak tahakkuk etmiş gibi! | ki hepsinin şefkat, iyilik rolü oy- bahsetmişti. Sonunda da Rabia ile konuştu: İ rolünü büyük bir sadelik ve rea- ğunu görürse kemiklerini kıraca- ğını söylemişti. Onun, paşanın yaşlı, çirkin kr zında hiç gözü yoktu. Hâlâ gönlü Rabianın peşine takılı.. Kızın ko- nuşmamasına, kaçmasına rağmen, | hafta sonları Sinekli Bakkalda bi? heyula gibi dolaşıyor. Hatta bir iki defa da dükkâna bir şey almak bahane ederek girdi. Fakat Rabia gene yüzüne bakmadı. Resmi bir sesle: “Rakım amca, bak Bilâl efendi ne istiyor?,, Dedi ve dükkândan mutfağa geçti. Bundan sonra Rabiadan inti- (Nakit, tercüme ve iktibas hakkı mal/uzdur.; kam için paşaya damat gönlü razı oldu. Son bir gece daha, ay ışıklı biz gece, dükkânın kapısına gitti. Hr- dırellez akşamının hatırası o ka dar yüreğini sızlattı ki arkasını ka pıya dayadı, durdu. Dükkânın üs- tüdeki odadan Rabianın kalın se- sini işitti. Biraz donuktu, da müstehziydi: “Ben sana varmam, Bilâl oğlan ! olmağa biraz Ben sana varmam, “Yedi yıl karşımda da dursan, “Gene sana yalvarmam.,, xvnl Bilâlin türküsü Sinekli Bakkal dan bir humma salgını gibi gelip geçtikten sonra kendisinin hayali de Rabianın hafızasında söndü. Tevfik hastaydı. Tifoya tutul- muştu. Baş humması diyorlardı. konağın doktoru her gün geliyor bol sulfato, İngiliz tuzu veriyor ve akşamları terle, diyorlardı. Rabia babasının yanından ayrılmadı, o amazan hiç mukabeleye gitme- di. İmam eline de beş para gir- medi, Tevfiğin her şeyi gibi, hastalr ğı da mahallenin başlıca hâdisesi oldu. Son senelerde belli başlı bir hastalıktan kimse ölmemişti. Kızıl, kızamık gibi çocuk salg'n ları, bir de yaşını başını almış a- damlar. Yalnız bu aslan gibi genç Tevfik, İstanbulun biricik Kara- gözcüsü ve meddahı, mahallede bu kadar meşhur bir hastalıktan yatr yordu. Kadınlar her vakitten zi- yade bakkalı dükkâninı yabancı- lara biraz gururla gösteriyorlardı Bu hem mahallenin komşuluk te- sanüdünü gösterecek, hem de şöl» retini arttıracak bir vaka idi. Doktor sükün tavsiye etmişti. Sokak hemen sustu. Çocuklar to- paçlarını, toplarını aldılar, öteki mahalleye geçtiler. Her ev, sıra ile bir yemek pi- şirip Rabiaya götürüyor, hiç ol- mazsa bir çorbacık pişeremiyecek kadar, bu büyük “dram,, ın hari cinde kalacak kadar — şükür — kimse fakir değildi. Öyle bir dram namasını icap ettiriyor ve herkes lizm ile yapıyordu. Rabia Tevfiğin, Rakım Rabia- nın esiri, Çingene Penbe her gün Rakıma yardım için orada... Mer divenleri silerken Tevfiğin bağıra bağıra sayıkladığını duyardı. Hep Emine... Hep ilk gençlik günleri.. bir iki defa da Zati Beyi Gelibolu bahçelerinde eğlendirdiği geceleri tekrar etti. O zamanlar Rabia, kendini yirmi yaş büyümüş hisset- ti. Nihayet hastalık devrini yaptı, geçti. Tevfik iskelet gibi, nekahat devrinde bile Rabiayı gözünün önünden ayırmak istemedi. Şük- . ka NG Bi çırılan Türk Kızı Parker, Meksikaya viski kaçırmağa gidiyc (Neclâ) yı Toma teslim etmişti. O ge« yatarken: “Yaşasın haşmetlü Dolar hazreti diye söyleniyordu. —25 Parker, polis hafiyesi Tomso - nun yeraltındaki su yolları içinde boğulduğu haberini gazetelerde görünce sevinmişti, Nevyork Tay- mis gazetesine Tomsonun cesedi hakkında imzasız mektup yazan adamm Parkerden başka bir kim- se olmadığı şüphesizdi. Parker, arkadaşı Tomla birlik- te (Vinter Garden) e Tomsonu davet ettikleri zaman hava çok yağmurluydu.. Su yollarmın bir çok noktalardan taştığı görülmüş tü, Önce Vinter Gardendeki pa - tinaj odasından Tomsonu yeraltı su mahzenlerine attıkları zaman, buraya düşen bir adamın boğul- maması ihtimalini düşünmek bile manasız olurdu. Parker bir sene önce buraya tıpkı böyle bir adam daha atmış, adam suya düşer düşmez boğul - muştu... Cesedini limana akan ana süzgeçlerde bulmuşlardı. Parker o gün odasında Tomla konuşurken endişeliydi. — Bu herifin cesedi su men - fezlerinden hâlâ zuhur etmedi.. A. caba neden? Diye sorunca, Tom deyi bükerek cevap verdi: — Düşünecek başka bir şey bur)” lamadın mı? Tomsonun canı çok-| tan çıktı. Hava yağmurlu.. Bazı! menfezler taşmış.. Cesedi belki de| oralarda takılıp kalmıştır. — Bu da bir fikir! Kırk yılda bir kere mantrkir söz söylediğin için, şuraya otur da sana bir viski vereyim. — Yeni mallardan mı? — Hayr: Bunlar Kanadadan geldi. Bir kadeh doldurup Toma uza- tarak: — Bunlar lezzeti İngiliz vis- kilerinden daha güzel, dedi, sa - nıyorum ki Meksikada daha çok makbule geçecek, Tom bir kaç yudum içtikten | sonra, yüzünü buruşturarak gül- dü: — Enfes... İnsanm çini tatlı bir alev sarıyor. Parti büyük mü bari..? — Her zamankinden biraz az.. Kırk beş sandık. — Tam bir otobüslük. rüye hanım elinde bir sepet yemiş ber gün hanımefendi namma bha- tir sormağa geliyor. “Bu akşam mutlâk gelmelisin Tevfik efendinin yanına Penbeyi bırakırsın.,, Rabia mutfakta Şükrüye hanr ma kahve pişiriyor, kadın da kar- şısmda küçücük iskemlede, önün- de sepet, oturuyordu. “Bu akşam ne var ki... “Hem kandil, hem kına gecesi. Mihri hanımla Bilâl Bey nişanla - nıyor. Perşembe günü nikâh ola: cak.,, (Devam: var) — İki partide götürmek lâzm. Son günlerde sınırlarda zabıta kon trolları artmış. — Adam sende. Bu işe en çok İ ehemmiyet veren Tomsondu. Ken- di branşı olmadığı halde, Cumur reisi Vilsonu memnun etmek mak sadile, kaçakçılarla mücadele e - den şebekeyi mütemadiyen sıkış - tırırdı. — Şimdi o da gitti, Artık mey- dan bize kaldı demek istiyorsun.. Değil mi? — Elbette.. Tomson geberdik - ten sonra... Başka kimden korka cağız? Parker viskisini içtikten son - ra, odada gezinerek söylenmeğe başladı: | — Ben yarın yirmi sandıklık bir partiyi hududa götürmek ni - yetindeyim, İkimizin birden bura- dan ayrılması doğru olmaz. Sen yine hergünkü gibi Neclânnı yeme ğini verirsin! Zaten parayı ban - kadan almak için, nasıl olsa, bir kaç gün beklemeğe mecburuz. — Bu parayı almak bize nasib olmiyacak galiba..! — Neden anladım? Yine bir rü- ya mı gördün yoksa..? — Hayır. Rüya falan değil. İ- çime öyle geliyor. Bu kadar teh- lMkeli işlere giriştik.. Hepsinden muzaffer döndük. Bu kadar basit | bir işte şimdiye kadar muvaffak | olamayışmıza bakılırsa, bu para da bir uğursuzluk var gibi görünü yor. — Haydi, gevezeliği bırak. Ben gelinceye kadar gözünü aç.. baskın filân gibi bir tehlikeye uğ: rarsan, biliyorsun ya.. Neclânm ağzını bağlayıp hemen suyolu mahzenine indireceksin! — Bu kaçıncı tenbih a kuzum? Her gün ayni tedbirleri tekrarla- makta mana var mı? Aptal değilm ya.. Kendimi polislerin kucağma atacak çılgınlardan da değilim! Tom bu sırada mühim bir şey | hatırlamış gibi, birden elindeki kadehi masanm üstüne bıraktı: — Viskileri hudutta bırakıp dönecek misin? — Niçin sordun? deceksen, bu seyahat biraz uzar diye düşündüm. — Hayır, Üç günden fazla sür- mez. Niyetim (Kızılköprü) ye ka- dar uzanmak... — Sen oraya gittiğin zaman, | kolay kolay dönemiyorsun da..! | — Orada benim eski dostlarım var, Onları birer birer görmeden gelmem ancak üç gün sürecek. Tom içini çekti: — Ah, ne mutlu sana... Mek -! sikada hür bir hava teneffüs ede- ceksin! Bardan bara, otelden ote le gezerken, arkanda içki kaçak- çılarımı kovalıyan polisleri görmi- yeceksin! İyi saatte olsunlar, bu- günlerde öyle bir saldırışları var ki... — Nerden anladın? — Gazeteleri şöyle geçirdim.. Yirmi dört ı yalnız Nevyork ve civi mam iki yüzden fazla hadisesi var. — Bunların hepsi d edilmiş? — Yarısından azı yi — Yarısından çoğu | lar, öyle mi? — Elbette, Kaçakçı çıkılır mı? Ben de vakt bir kaçakçınm sağ kolu İiden fazla yakalandım. rakolda bir geceden çol dım. — Kaçtın mı? — Üç defasında kaçi lerde patronum kolları rak beni karakoldan nı adam çıkarır gibi,kefal, dı. — Yaşasın haşmetlü retleri... — O yaşadıkça, insa şinde koştukları saadet caklarına inanmak ne | lünç oluyor! — Haydi... Boyund söz söylemeye kalkışm sen de zengin olacaksı — Ah şu haşmetlü di vuştuğum günü görebil Parkerle Tom viski ş şalttıktan sonra odala yatmışlardı. (Devi Kadınla Bir — (Kızılköprü) ye kadar gi-| p dönemem, Fakat, bu sefer gidip! den rob üstüne havai m den kolsuz bir ceket... hemen hemen dairevi b