o ir ik belki keki msn kd AY A HABER — Akşam Postası ELE Yunan kralı Konstantinin Aşk Mektupları Türkçeye ceviren: A E Eğer istediğimi yazmakta öz- gür (serbest) olsaydım, ne güzel ciltler doldurabilirdim.. Her ne ise yaşamakta olduğumu sana ara sı - ra bile bildirebildiğime ne mut- lu! Artık bu mektubu bitireyim, çünkü götürecek olan adam git - mek üzeredir, Gönderdiğin mektupların üş - tünda sansürden istisna edildik - lerine dair damga var, İtalya ma- kamatı lütufkârlık gösteriyorlar. Tanrıya ısmarladık, tapındığım sevgilim; dainma seni düşündü - ğümü biliyorsun! Bu sebeple seni unuttuğumu söylemeğe başlama!.. Ne yaptığı- nı bana anlat; ne düşündüğünü yaz ve bana yaşayn heykelinden fotograflar gönder.. Sevgiler... Tinc ii Haziran 1917 tarihinde müt tefiklerin ültimatomu (üzerine Konstantin ikinci oğlu Aleksandr lehine tac ve tahtını terketti. Bu - rada mektupların arkası yeniden kesilmektedir. İsviçrede oturduğu bütün müddet zarfında ses çıkar dığmı görmüyoruz. (Mektuplar Kral Kons rı tahta tekrar çağ- rrlârktan altı ay sonra 10 Hazi 1921 de başlamaktadır. O esna- ise Yı Anadoluda sıkı Kütahya (Anadolu) 9 Ağustos 1921 Benim sevgili Paolam, Bu mektubu sana ne vakit gön- derebileceğimi ve onun ne vakit | senin eline geçeceğini . bilmiyo -| rum; fakat (o 16 temmuz tarihli! mektubunu bugün aldığım için sa| na mümkün olduğu kadar çabuk teşekkür etmekliğim lâzım, Mek-| tubu ilk fırsatta (o yollıyacağım. Sana evvelce anlatmış olduğum sebeplerden dolayı mektubun A! - tinadan postaya verilmesi lâzım * geliyor. Burada (İzmirden aşağı yukarı beş yüz kilometre uzakta” yım. Yolun hemen hemen üçyüz kilometresini trenle geçtim; geri - ye kalan mesafeyi Milâno ile Sal- zomaggiore arasında olduğu gi * bi, dehşetli tozlar (içinde ve çok kötü yollarda otomobille aştım. Ülke hiç de güzel değil. Yüzlerce kilometrelik yerde © bir tek ağaç yok; ancak buğday tarlaları gö - rülecek kadar güzel.. Dağlarda ormanlar varmış, fa - Kat ovadan görünmüyorlar. Be - reket versin ki havalar sıcak de - il; geceleri serin o hattâ ara sıra çok soğuk oluyor. Anadolunun içi yüksek bir yay Jâdır. Burada bulunduğumuz yer dokuz yüz metreden yüksek.. Böy le olduğu daha iyi, çünkü deniz kıyısı, geceleri bile serinleşmiyen, rutubetli, ağır ve dayanılmıyacak kadar sıcaktı. Hayatımda oradaki kadar kötü bir hava hissetmemiş- tim. - Şimdiye kadar kaldığım bütün | şehirler halis Türk şehirleridir; fena kaldırımlı, büyük otomobili- min geçemiyeceği (okadardar ve bağırsak gibi kıvrmtılı, iğri büğ - rü sokaklı şehirler... Hükümeti ida re şekilleri detam anlamile ina - mılmıyacak gibi.. Bütün bu şeliirlerde yalnız Rum ve Ermeni kadınlarile çocukların * İ Ea Sai ika bunları niçin gömdürmediğini sor 15 dan başka kimseler — yok, Yaşını başını almış bütün O erkekler iki yıl önce ülkenin iç taraflarına sür rülmüşler, Burada iki bin: yerine on Rum erkeği ve dört (OE,rmeni var. oAbalisi müteassıp olan köyler de var; buralarda erkekler geceleri çıkarak, tek başına olan neferlerimizle, kamyon şoförleri * mizi korkunç bir biçimde öldürü -| yorlar. Parça parça ediyorlar. Bu işler bizimkileri çileden çıkarıyor ve teessüre değer mukabelede bu” lunuyorlar, Savaş işte böylece çok yabani * ce bir gidiş alıyor. İşte bunun için dir ki elimizde fazla esirimiz yok günkü herkes daha harp meyda * nında boğazlanmaktadır. Bundan başka sana Sü Bakanı Teotokya ile Başkumandan Papur las arasında geçen bir konuşmayı | anlatacağım. Bu tabii (o tuhafdır, ancak haleti ruhiyemizi göster * mesi bakımından çok karakteris - tiktir. Buraya vardığımızda şehrin ö *| nünde bir hendeğin (içinde iki Türk köylüsünün cesetlerile karşı ! laştık. Bakan, © generale dönerek du. General şu karşılığı verdi: — Evet bunların gömdürülmesi lâzım olduğunu biliyorum çünkü fena kokuyorlar fakat ( ötekilere ibret olsun da uslu otursunlar diye burada bırakıyorum. Bunun üzerine Sü Bakanı de - di ki: Bunları gömdürün ve her iki günde bir, sofrada çiçek değiştirir gibi, yerlerine başkalarını koyun! Bu ne vahşet değil mi? O kadar atıp tutan Kemal pa | şa, delmiş (olduğumuz bir sabun köpüğünden b?” bir şey olma - dığını gösterdi: Yu durum, o nun büyük bir güç sahibi olduğu” na inanır gibi görünerek ve sırf bi- zi rahatsız etmek için ( kendisile pazarlığa koyulan (Avrupalıları kızdıracaktır, Burada Eskişehirdeyiz; gücüne örnek teşkil etmek üzere bir şah- rah gibi hazırladığı ve elinden ak mağa hiçbir vakit gücümüzün yet- miyeceğini sandıkları harikulâde tahkim edilmiş hatlarının iç kış * mma yarın (o yerleşiyorum. Şimdi artık onu hükümet merkezine ka- dar kovalayıp kesin (kat'i) bir bi- çimle mahvedip barısa kavuşma * miz kalıyor! Bu amaca varmamı - zin fazla uzamıyacağını sanıyo - rum, Sana doğrusunu söyliyeyim mi: Bu harp sözlerinden kulaklarım doldu, artık bıktım usandım yal - nız harpten değil her şeyden bü * tün dünyadan usandım. Ancak sa- na tekrar edeyim: Bu benim sa * vaşım. değil, bir dünya savaşıdır. Kıtalarımız cidden mükemmel kahramanlık ve şaşılacak bir ta - hammül gösteriyorlar; onların a - maca gösterdikleri sadakat o ka - dar dokunaklı ki, (oheyecandan kurtulamıyorum. Yaralılar bile, benim geçtiğim yerlerde hastane - İerden ve trenlerden fırlayıp, sar- gılarını tozlarda sürükliyerek ar - kamdan koşuyorlar. (Devamı var) | Sk. TEMMU Z — 1995 Yİ ÇiNGENELER ARASINDA — No8 ap alınmış hakiki bir macera Yazan: Osman Cemal Kaygısız Çingene işi çakar gibi oldu. SiZ sakın korkmayın, dedi, ben anladım işi! — Yok, yok be beyağa: Kadın mıtlaka oradadır., İsterseniz at layın siz te bu beygir üstüne, ben de yürüyeyim ardınızdan yaya. Üzatımıyalım çingesin bu se- mersiz, eğersiz beygirine atlayın - ca tam öğle sıcağında yola düzül - dük. Bahçeköyünden orman yo - liyle Zekeriya ve Uskümru köyle- ri taraflarına gitmenin ne kadar yaman bir iş olduğunu bilmem bilir misiniz? Diyebilirim ki ben ömrümde bu kadar güç ve yorucu, ayni zamanda korkunç bir yolcu - luk geçirmemiştim. Hınzır çingene beni öyle or- manların içine daldırıyor, öyle in- cecik, belli belirsiz ve kapkaran - lık keçi yollarından geçiriyordu ki âdeta kendimi bir rüya görü - İ yor sanıyordum. İçine güneş aydınlığınm zerresi sızamıyan o kapkaranlık, o sım - sıkı ormanın tam ortalarına geldi- ğimiz zaman çingene bana seslen- di; — Abe efendi!., — Ne var?. — Abe gelmişiz şinci ormanın tam ortalık yerine.. Burada belki çıkarsa karşımıza ya-br çakal, ya bir ayı korkmayın sakın, ben pe - şinizdeyim!.. — Çakal pek bir şey değil am- ma, ayı çıkarsa fena yahu!. — Ayıdan hiç korkmayın! Ze - re ayılar anlarlar bizim dilden, ! ben süvlerim ona çingenece bir kaç lâkırdı, o duyunca bunları u - tanır, kaçar bizden.. — Sen ayıcısm galibat., — Ya ya! Ayıcıyım.. Var be - nim Alibey köyü taraflarında iki tane koskoca ayımı. Ona sebep, a- yı çıkarsa o koca oğlana meram anlatması kolay! Dua et ki çıkma- sın başka şey.. — Ne gibi başka $ey?. — Söz misali, hırsız filân falan gibi.. — Buralarda hırsız olur mu?. — Ey.. Orman bu.. Bilinmez . Bakarsın, beş on adım ötede bir iki kişi ellerinde altı patlangaç - larla çıkmış karşımıza.. — Ağzını hayra aç be! — Haydi bayırlısı mevlâdan | amma, ne olur ne olmaz var ını - dır zatınızın üzerinde silâha ben - zer bir şeycik?. Bu son söz üzerine çingenenin maksadını derhal çaktım.. Kö- poğlu, böylelikle © benim ağzımı arıyor; korkak olup olmadığımı, üzerimde silâh bulunup bulunma- dığın ranlamak istiyor; böylelik - le belki de bu kapkaranlık, ıpıssız ormanın ortasında beni (soyup kaçmayı tasarlıyordu. Çingene - nin: — Var mıdır, zatınızm üzerin - de silâha benzer her hangi bir şeycik?, Diye sorduğu son sorguya ver - diğim cevab şu oldu: Hemen beygirden atladım, hayvanın tâ kuyruğu dibinde yü - rüyen çingenenin çenesine yum - ruğumu dayayarak; — Bu yumruk (yetmez mi sa- na,, silâhi ne yapacaksın? Zavallı çingene birden öyle a- falladı, böyle korktu ki ağlar gi - bi yalvarmaya başladı: — Köpeğin olayım, yapma be - yim! Tabanlarını yalayayım et - B : Tahtakalenin üs. tarafındaki küçük çingene mahallesinden bir görünüş me beyim! Yok benim içimde hiç bir kötülük size karşı. Ben sora - rım size lâf olsun diye?. — Geç bakayım, beygirin önü - ne de tut yularından! . — tutayım paşam!.. Ve ben beygire atlarken o, bir - denbie uyanır gibi beygirin ya - nında eğildi: — Basasınız sırtıma da öyle bi- nesiniz beygire, dedi, zere size zahmet olmasın beyağam!.. Çingenenin bu kadar korkağını hiç görmemiştim.. Ben beygire at- ladım, o yulara yapıştı, tekrar yo- la düzüldük, Bu sefer çingene, yu- lar elinde, keyifli keyifli çingene- ce şu şarkıyı tutturdu: “Elenin da avela,, “Palenin da ravela, “Ojamutru namola,, “Bori habe kerala,, “Dale Kolonçi yala ,, “Dade Kolondi kela!,, Herif ağzımı şapırdata şapır- data bu türküyü öyle neş'eli söy - lüyordu ki bunun benim de ho - şuma gidip gitmediğini anlamak için ikide bir dönüp, bana baka - rak gülümsüyordu. Türkü bitince İ kendisine sordum: — Ba söylediğin türkü ne tür - küsüdür bakayım?. — Bu bizim çingenece türkü - lerin en güzel ve en menşurların - dandır.... — Bunun Türkçesi nedir baka- yım! — Bunun Türkçesi, yani ya demektir ki: “Derelerden geliyor, tepeler - den geliyor, damat yıkanıyor, ge- lin yemek yiyor, ana çorbaya tuz atıyor; baba mancanın tadına ba- kıyor.,, — Ulan, bunun neresi güzel? —Ah beyağam, ben uydurama- dım, onun makacma söylemesini, onu size bizim kızlar süvlemeli ki göresiniz ne kıyak şeydir! . Biz çingene ile böyle söyleşir - ken birdenbire altımdaki Kayrsf rap! diye durdu. Çingene yulardan asıldı: — Debre meret!, Hayvan sanki taş kesimi ve kulaklarını dimdik dikmişti. Çingene işi çakar gibi oldu. YE ları bana uzatınca: 4 — Siz sakın korkmayın, dedi ben anladım işi! Ve çabucak ki şağının arasmdna çıkrdığı ot biç” meğe mahsus küçük bir orağı sel eline alıp gözleriyle etrafı araf” başladı. Daha ben #f olduğunu anlamadan (o altımdal beygir Oacı acı bir kişneyf rek şahlanır (gibi oldu Vf olmasiyle o birlikte (Otame şöy le üç buçuk, dört metre ilerimiz” deki sık gürgen o yaprakların!f içinden kaskalm ve up uzun, âd€ ta vapur halatları gibi alaca renki li bir yıln bize doğru, oyağ gibi kaymaya başladı. tırmaya Bunu görür görmez ben bitmif' tim, Biraz önce çingeneye karf gösterdiğim kabadayılığm yerint şimdi korkudan atın (o üstünde mumyalaşır gibi olmuştum. Çin gene kaşla göz arasında çok çevik atılışla yan tarfatan yılanınısen sesine doğru atılı; elindeki küçüM orağın tersiyle o koskoca mefre tin başına şiddetli bir darbe indif rerek hayvanı sersemletti; sonr gene çok çevik bir hareketle orağl! sol eline alıp sağ eliyle onun en “ sesinden yakaladı, Koca yılan df lini bir karış dışarıya uzatmış vö'jl cudu ile debelenip duruyor ve kuyfl ruğiyle de çngenenin kalçaları9! ve baldırlarını kamçılıyordu. Çingene baktı ki bu koca yılan la başa çıkamıyacak iki eliyle bir” den onun boğazını olanca kuvv€" tile sıkmaya başladı, Altımdaki beygir, efendisinin O bu savaşın# karşı dehşetli huysuzlanıyor, bo * yuna ön ayaklariyle yeri tekmeli" yor, boyuna kişniyordu; bu ara” Irk, ben bir kaç kere beygiri ge * ri çevirip oradan biraz açılmak istedimse de buna bir türlü mu* vaffak olamadım.. Nihayet ü$ dört dakikalık zorlu bir boğuşma" dan sonra ne dersiniz, bizim cılığ sıska, korkak çingene (o hayvanı” boğazımı sıka sıka, başma orağı” tersiyle vura vura onu kıskıvrak yere sermesin mi7. — Oh, hele şükür mevlâya 4 barta bildik terezi!, Ben atın üstünde ve pek bitki? bir durumda: — Ne oldu, öldü mü?. — Ölmedi canabet.. İlle veli * kin soluksuz kaldı, bayıldı. — Aman gene ayılır; bari old” olacak, orakla kes başını da öl“ sün!.. —Yok, yaramaz başı kesik Y” lan bana! Bana lözrm dı zatı bas kuyruğu her Otarafı tastama” böyle büyücenek bir yılan! .. — Sana ne diye lâzımdı böyle bir yılan! — Onu biz ilâç yaparız, ilâç ! — Ne ilâcı?, (Devamı var) il