par NISAN — 1985 Şa Kadircan Kaflı i hin OCU Yüz yüze, erce savaşı yaz im Büyük Deniz Romanı mevsimine bırakmak iyi olur onanmasının sol ce- 1 Mişel Barbariko, Akilos çayının ağzına doğru kay - dı ve Kanlı burun denilen çıkmtı- yı dolaşarak Pellâ adasının kena - itti. li Hilâl seklinde kuru - lan asıl saf bulunuyordu. Bu kuv - vet Savva amirali Prens dö Parm ile Cenova amiralı Dük Dürben ve Komandör Kastil kumandasında Don Alvaro dümdarı idare edi - yordu. Safın başında üç amiral ilerli - yorlardı. Ortada DonJanm, onun sağında Papa amirali Marko An * tariyo Kolonanın, solunda Vene - dik amiralı Sebastiyen Veneryo - mun gemileri görülüyordu. Ayrıca ihtiyatta, sağ ve sol ce nahlarm yanlarında, Malta, İspan- yol ve Cenova amiralleri yer al - mişlardı. Güneş bütün kuvvetiyle tepeden iniyor ve etrafı yakıyordu. : Türk donanmasının merkezinde Derya kaptanı Müezzin zade Ali Paşa, sağında kara askeri kuman- danı Pertev Paşa, (solunda da Hazinedar vardı. Sağ cenaha Ağriboz beyi Çolak Mehmed, sol cenaha Cezayir Bey- lerbeyi Oluç Ali Paşa »diyorlardı Hıristiyan d nahi olan amira! donanmasının İnebahtı ezzin zade Ali Paşanın gemisinde bir Kurultay kurulmuş, ne yapıla - cağı görüşülmüştü. Kurultayda Müezzin zade Ali, Oluç Ali ve Pertev Paşalardan başka Trablus ( Beylerbeyi Cafer Paşa, Barbaros oğlu Hasan Paşa ve on beş sancak beyi vardı. Oluç Ali Paşa: Bunu açık denizde yapmak hayır - lıdır., Sahile yakın bulunmamalı .. Sahil yakın olunca yılgın askerler, hemen baştan kara etmeğe sava - şırlar.. Bundan başka © gemilerin manevraları, biribirlerine yardım- ları zor olur. Eski savaşlardan, Barbaros ve Turgutlardan örnekler gösterdi... Lâkin Derya kaptanı o Ali Paşayı gene kandıramadı.. Çaresiz başkumandanın emir - lerine boyun eğdi ve one söylen - diyse yapmak için hazırlandı - O gün öğleden sonra iki donan- "ma karşılaştı. Güneş bütün parlaklığiyle de - nizi ve her yanı aydmlatıyordu .. Düşman donanmasındaki askerle rin miğferleri, zırhları, kalkanları kumanda | ve çeşid çeşid silâhları Türklerin gözlerini kamaştırıyordu. Düşman askerleri de Türklerin çeşit çeşit ve koyu renkli elbiseleri. ne, gemilerdeki altın fenerlere, ay- Ir yıldızlı, tuğralı, zülfikarlı san - caklarma hayran hayran bakıyor. | lardı. Her yer sessizdi. Emirler veril. miş, herkes yerine geçmişti. Epeyce zamandanberi her iki ta İ rafta biribirlerine bakarak durdu lar. Sanki biribirlerini ısırmaktan çekinen yüzlece ejderha idiler Don Jan ile yani (başında olan © Düşman üzerine geldiği haber alınınca Mü- ! Venyero ve Kolona, o gemilerini ileri sürdüler ve saftan © çıkarak kendilerini gösterdiler. Müezzin zade gemisinin büyük direğine selâm işaretini çekti.. Sonra Pertev Paşa gemisiyle bir- likte saftan çıkarak ileri atıldılar. Oluç Ali Paşa, Kaptan Paşanm yaptıkalrını uzaktan seyrediyor - du. Onların saftan ileri atılmala - — Altı aydır denizde gezmekte- | çı büyük bir yanlışlıktı. yiz... Gemilerin eksikleri çoktur .. Bir donanmanın da bir ordunun Bundan başka İnebahtıya gelin *| ga baş kumandanları böyle deli- dikte “sefer dönüşüdür, diye, sipahi ve yeniçerilerle tayfalarm bir kısmı izinli izinsiz dağıldılar . Bu hal ile açık denizde savaş Ya - pılamaz.. Limandan müdafaa ge - rektir. Boğaz kalelerinden düşman giremiyeceği için karşı koymak kolaydır. Yüz yüze, erce savaşı yaz mevsimine bırakmak iyi olur. Dedi , Pertev paşada bu sözleri doğru buldu. , Kaptan Ali Paşa çok cesurdu « Lâkin tecrübesi yoktu.. Oluç Ali Paşaya: — Donanmada askerin eksikliği bizi savaştan alıkoyar mı ?. » Diye kızgın kızgın cevab ver - di: Hemen açılmayı ve düşman'üs - süne gidilmeyi ileri sürdü. Bir çok sancak ( beyleri ve sair ialkavuklar da bu sözleri tasdik sttiler.. Ve donanmanın, hareketi. ne karar verildi. i Oluç Ali Paşa kendi i sini kabul ettiremeyin<? biç ol mazsa savaşı kazanmak için aklı. na gelen çareyi açığa vurmaktan kendini alamadı. Zaten © her > man açık sözlülüğü, cesaretile ayn! derecede olan tedbirleri ve uzak - “tam görüşlerile tanınmıştı... — Madem ki savaş yapacağı? - düşünce - i cesine savaşa atılırlarsa kendileri - ni ölüme sürüklemiş olur. Bunun- la o yalnız kendilerini öldürmüş | olsalar bir şey değil.. Lâkin başku- mandanın ölümü bütün ordu ve donanmayı yıldırır, böyle bir ordu başı kesilen bir hayvan gibi çırpı. nır, dövüşür ve ölür.. Zaten asıl safın bozulması, donanmanın par- çalanması her zaman korkuludur. Bütün donanma çelikten birduvar gibi düşmana karşı koymalıydı . Kaptan paşanın bu çılgınlığına karşı genç Don Jan'ın olgun bir kafası vardı. dü ve kendisi ile asıl safı onların arkasına aldı. Bu kalyonlar kadirgaların dört beş misli büyüklüğünde, yüksek bordalı, büyük ve bir çok topları olan gemilerdi ve Türklerde eşleri Bu altı kalyon, Türk gemilerine karşı aşıl donanma için bir kalkan gibi kullanılıyordu. Şimdi her iki taraf muşlardı. Her ikisi de karşıların - daki düşmanların kuvvet ve bü» ' yüklüklerine şaşkın şaşkın bakı - yorlardı... (Devami var) a yad İİ İn ni ii ae ei ka km nnd Asıl saf arasında olan altı ta- | ne Venedik kalyonunu ileriye sür - | / İ gene dur - | e e e HABER — Akişm Postası — ——— yorum. Bunların mekteplerinden kaçtıkları anlaşılıyor. Bu gençler kahve köşelerinde iskambil vesa- ire oynamakla vakit geçiriyorlar. Hatırladığıma göre mekteplilerle on sekiz yaşından küçük gençle rin kahvelere devamı yasaktı. A- caba bu güzel karar neden şiddet- le tatbik edilmiyor? Antalya ambarının dikkatine Okuyucularımızdan A. E. göm derdiği bir mektupta diyor ki: “İspartaya iki defa birer bu - çuk kiloluk paketler halinde şe - ker gönderdim. o Antalya anbarı vasıtasiyle gönderdiğim bu paket- lerin nakliye ücretini burada ver- diğim halde İspartada birinci de- fasında 20, ikinci defasmda ise 35 kuruş ayrıca para almışlar. Antalya anbarina müracaat ede - rek sebebin: sordum: “Burada Afyona kadar nakil için ücret a - lınimış ta ondan!, dediler. Halbu- ki ben İspartaya le yazılmıştır. Makbuzun numa - rası 86326 dır. Bu ne i4?.,. gönderilmesini! söylediğim gibi makbuza da böy! Bir deste para satıcılar üzerin - de iyi bir tesir yaptığı için pazar - lıkta müşkülât çekmediler. Üç kat elbise ile üç çift potini o 91 liraya almışlardı. Nejad parayı sayaca - ğı zaman Demir Ali Cengize: — Fırsat, bu fırsattır. Dün ge - ce sırtından çıkardığın o paltoyu başımızdan atalım.: Artık o giyil- mez bir haldedir. Derhal satalrm. — Hakkın var.. Böyle mühim bir alışverişten sonra (o elbette iyi bir fiyatla satmak imkânı olur. Elbiseci: — Ben, dedi, eski elbise almaz - sam da bir göreyim.. (o Hatırınızı kırmak istemem... — Bir gör bakalım.. Köşede çamur içinde duran pal- toyu eline alıp baktı ve alçak bir sesle: — Alçaklar, dedi.. Nasıl da yırt- mışlar!.. Dedikten sonra: — Al bakalım, bak , dedi.. Elbiseci daha eline almadan: — Parça, parça olduğunu görü- yorum.. Dedi.. Size bunun için an- cak altmış kuruş verebilirim, sa - nırrm.. Bundan ancak parça çuha a Iskonto yapan çıkarılabilir. Başka bir işe yara - maz. sigortacılar 4 Demir Ali Cengize seslendi: Memleketimizde çalışan bütün| |. Haydi ver Ali... Verdebit- sigorta şirketleri bundan bir müd-| çi... det evvel aralarında anlaşarak, — Aji n ienlemileği KA aş ei peer den rilere komisyon, iskonto, ve ikra 5 Altı kuruş şpakax, ded miye vermeği menetmişlerdi. Hal. Beka andaki çuba pareaları çi buki gene bir taraftan bu şekilde müşterilere tenzilât ve iskonto verildiği nazarı dikkati celbet - mektedir. Bunun için sigortacılar merkez dairesi ve sigorta prodük- törler birliği bir tamimle bu vazi- yeti alâkadarlara bildirmiştir. DOKTOR Kemal özsan Urology — Operatör Bevliye Mütehassısı Kraköy — Ekselsiyor mağazası yanında, Her gün öğleden sonra ?-den$8-e kadar. Tel: 41235 HABER Akşam Postası IDARE EVİ ISTANBUL ANKARA CADDESİ Telgraf Adresi: İSTANBUL HABER Telefon oo Yarı; 20872 İdare: 2470 ABONE ŞARTLARI : 1 46 aylık Türkiye: 120 450 G5 1150 Krş; Eenebi: 186 445 #10 1610 O iLAN TARIFES. : Ticaret İlnlarımın satırı 1200 i Resmi Münlar 10 kuruştar. erene aneen süanmaş asus sa 80000990mA8 Sahibi we Nesriyat Müdürü: HASAN RASIM US Basıldığı yer: o (YAKIT) Matbansı karmaktan başka bir şeye yara - maz diyorsunuz, o halde.. Ali Cengiz bu sözleri söylerken elini paltonun sağlam kalmış olan yegâne cebine sokmuştu.. Birden - bire durdu.. Çehresi bozuldu.. E - lindeki yırtık paltoyu ( gidip bir köşeye koydu... Nejad: — O halde dedi, altmış kuruş noksan vereceğim.. öyle mi ? Ali Cengiz hafkırdı: — Hayır, hayıt.. Ben fikrimi de- i giştirdim.. Bu paltoyu satmıyacas ğım.. Bana lâzmm... — Neye lâzım olsun? — Altmış kuruş çuha parçalarından daha çok işimize yarar.. (Ne yapacak - sm? > — Tamir ettirir, kullanırım.. Sa- bahları o kalktığım zaman ceket yerine giyerim.. Satmak istemiyo - rum, Elbiseci: — Nasıl isterseniz, dedi.. Satın | almazsam daha iyi olur.. e Allaha | ısmarladık efendiler... Gene bir şe | ye ihtiyacınız olursa bizi unutma- manızı rica ederim. Elbiseci ile kunduracı gittiler ... Nejadla Demir de acele giyindiler, Ali Cengize geline, © giyinir gibi CEBİDELİKLER görünmekle beraber işi uzatmak için çareler arayıp buluyordu. Demir; — Alinin bu hareketine bir tür- lü akıl erdiremiyorum.. Bu yırtık paltoyu altmış kuruşa satmamak! Elimizde azıcık para var ya.. Böy. le lüzumsuz hareketlerde bulun - masa rahat edemez,., . Ali Cengiz, pantalonunun darlı» ğından şikâyetçi gibi | görünerek İ düğmelerini çözdü ve Demire ce - —— Şikâyetler, temenniler |“ il PTT Türkçeye M en kaçan Geçiren : ektept il çan | VT Cebidelikler Şahı Açıkgözler Padişahı çocuklar NA Ali Cengizin başından geçenler Okuyucularımızdan Refik A - MREZER ESER KEK ETER RLEEEEETLAE tacer bize gönderdiği bir mektup. i —36 — ta mühim bir meseleye temas ede- ğ ” er Mt Ali Cengiz yeni palto ile birj vab verdi: j “Son zamanlarda, mekteplerin! tavus gibi kurulup dolaşarak: — Bunda ( lüzumsuzluk falan a iiiide * kabvglerde, so - — Biz, dedi, peşin para, gümüş! yok, ben paltoyu sırf bir iktisatçı kaklarda mektepli gençler görü - akçe vereceğiz.. Bunu gözönünde | düşüncesiyle satmadım.. o Sonra bulundurarak fiyat veriniz. zannederim ki palto (benim ma- Nejad işin ağız kavgasına vara- cağmı kestirerek: — Haydi, haydi, dedi.. Kavga - ya başlamayalım.. Biz şimdi dok - san bir lira sarfettik, Bize lüzum » lu çamaşırları satın o alması için komşumuza on lira bir para vere - lim. Geriye kırk dokuz lira bir para kalır.. Adam başına da şöy - le... Dur bakalım ne kalıyor .. On- dan olsa otuz, on beşten olsa on beş daha kırk beş.. oOGeri kalır, dört.. Bunu da üçe taksim edersek bir İira otuz üç kuruş.. Yani tam adam başma on altı lira, otuz üçer kuruş düşüyor. .Bu pra da bizi iş- ler tamamile aydınlanmcaya ka» dar idare edebilir zannederim. Demir: — Ben de öyle sanırım, diye ce- vab verdi.. e Onaltılira'otuz üç kuruş cebinde, yeni elbise arka - da... Dünyada bundan âlâ şey bu- lunabilir mi?. Ali Cengiz, Nejada: — Benim hissemi şimdiden ver. . Nejad: — İşte komşuya vereceğimiz para... Dedi ve kapıdan seslendi: — Matmazel Marika sizi gene rahatsız ettiğimizden dolayı affı- nızı rica ederiz.. Lütfen biraz ge- lirmisiniz?, Marika koşarak geldi: — Ne istiyorsunuz? At Tebrik ederim. Bu ne şıklık böyle... Artık şimdi istediğiniz yere gidebilirsi » DİZ... Demir: — Artık bizi bu halde kadmla- rın beğeneceklerini sanırım, siz ne dersiniz?. — Niçin beğenmesinler, sizden daha çok çirkinlerini beğeniyor « lar... Genç kızın bu sözü Demirin pek de hoşuna gitmemişti.. Onun için arkasını dönerek, o kravatını dü- zeltmekle meşgul oldu.. Nejad: — Matmazel, dedi. Bize karşı çok lütuf gösterdiniz ve biz bunu suiistimal ediyoruz. .İşte size biraz daha para.. Bununla bir miktar ça- maşır almak istiyoruz.. Bize çok lüzumlu olanlarını.. Erkekler alış verişten anlamadıkları için bunu da gene sizden rica edeceğiz. — Memnuniyetle! Elimden ge - leni yapmaktan geri kalmam.. Ba- na odanızın anahtarını bırakın ... Bu akşam dönüşünüzde ümid ede. rim ki... Matmazel birdenbire ve: — Ben gidiyorum, dedi... o Ali gene pantalonunu çıkaracak.. Siz anahtarı bana getirirsiniz. Nejad, komşu kızı gittikten son- ra; — Ali, dedi, sen sıkılmıyor mu- sun?. Sabahtanberi pantalonunu çıkarıp tekrar giyiyorsun, biz ha - rız... Fakat sen daha henüz giyin « zırız... Fakat sen daha henüz gi- yinmedin.. Naci bizi bekliyor. -—— Bundan ben de müteessifim.. Faköt ne yapalım? Bu pantalon beni rahatsız ediyor.. Zanneder - sem ayakkaplarım da biraz sıkı - yor. Onları da çıkaracağım.. (Devamı var) durdu,