ASİTLİTİELLARDEARSİSİZERİDENN M"mmmmı Şahin' ın Yııınx '(ıd rcin Kaflı ÖCcÜ, No, lı Rücük Deniz knmını ği Valeryo bağırdı: “Ben Şahin reisi bir milyon altına vermem),, Doça, Amiral Valeryoya baktı: — Doğru mu?... Diye soruyordu sanki... Valeryo da şaşırmıştı: — Şahin Reisin karısı Şeyh E- busaidin kızı mıdır?.., Elçi cevab verdi: — Evet !e Doça, Amiralin yüzüne tuhaf tuhaf bakıyordu: — Bunu bilmiyor muydun?... — Yeni öğreniyorum; - bilsey - dim... — Ne yapardın?... Amiral, Doçanın kulağına eğil- di: — Onları papaya satardım. Bi- ze kırk bin altın da verirdi Böyle- Tikte Kardinal Daskarinin öcünü de almış olurduk. Gözlerinin önünde bir engizis- yon sahnesi, bin türlü işkenceden sonra baygın düşen bir kadımla iki yavrunun hayali canlandı. — İşte böyle olacaktı!.. Diye mırıldandı. Doça, elçiye sordu: — Onlar için Şeyh Ebusaid bi ze ne verecek?... — On bin düka altını... Valeryo, çenesini avucunun 1 - çine alarak sıkıyor, diğer eliyle elbisesinin ötesini, berisini didik- liyor, yerinde duranııyordu. — Eyvah... Onlar şimdi kimbi- Ne kadar da ahdallık ettim? İn - san bir defa sorub anlamaz mı? . Sorub anlıyamazdı, çünkü ©0, baskını istediği gibi bitirdiği ve Şahin Reisi zincire vurduğu za - man, zaferden sarhoş — olmuştu. Hakkı da vardı, çünkü böyle bir zaferi o zamana kadar hiç bir Ve- nedik amirali kazanamamıştı. Bu sarhoşluk içinde Şahin Re- isi bir daha elden — kaçırmamak kaygusiyle her şeyi unutmuştu. Yanıbaşında duran Doça pa - zarlığa başlamıştı: — On bin düka altını mı? Bu parayı onlardan yalnız bir tanesi için vermeli... — Kırk bin altın... Pek çok... — Çok değil. Bunu verirseniz. ne âlü.. Yoksa.. — Size son sözü söylüyorum: Yirmi bin.. Fransa kralı — birinci Fransuva bile esirlikten kurtul - mak için sizin istediğiniz kadar para vermedi. — Şahin Reisin — bize verdiği zararı hesablasak, milyonları bu. lur... Bizim de son sözümüz... Kırk bin altın... Valeryo birdenbire doğruldu: — Kiırk bin altın pek azdır. Fen Şahin Reisi bir milyona da değiş- mem. Buradan kurtulursa — gene başımıza belâ olur. Yalnız Ş-yh T4 saaidin kızı ile çocukları üze - rinde konuşalım.... — Bu olamaz. Toptan konuş - malıyız... Şahin Reis, — eğer pek zorlarsanız, bir daha Venedik ge- milerine ilişmemek için yemin e- der.. — Eder mi acaba?,., — Ümid ederim. — Ben de ümid etmem... Onun böyle bir yemine bağlanması, bu- günkü gibi z'ndanda yaşamaktan daha güctür. Bununla beraber şim dilik konuşmalarımızı burada kesmeliyiz, bu akşam ve yarın, düşünelim. Yarından sonra öğle - yin buraya gelir, son konuşmayı yaparız. Doçaya döndü. Gözünü kırparak mânalı bir işaret yaptı: — Düşüncem doğru değ'l mi?.. Dedi. Doça manyatize edilmiş mırıldandı: — Öyle olsun!... Evet, evet!... Hemen o andan başlıyarak her tarafı aradılar. Fakat Valeryo Ve- nediğe ge'eli hiç değilse bir o'muş, zaferin coşkunluğu tavsa- mış, esrciler çoktan dünyanın dört yanına dağılmışlardı. O gece ile ertesi gün ve gece her taraf arandı. Ne Şahin re'sin karısı, ne de çocukları bulunamadı. Bu haberi çok gizli tutmuşlar- dı. Çünkü Venedik gibi para üze - r'ne kurulan bir devlette, kırk bin altın getirebilecek olan üç esirin ortadan kaybolması, Va'eryonun büyük zaferini sıfıra indirecek kadar korkunç bir şeydi. Valeryo şimdiden Doça 'le Se- nato'nun gözünden düşmüş gibiy- di. Onu çekemiyenler, bu ihmali- ni kara bir leke gibi suratına vur- mak 'çin hazırlanıyorlardı. Üçüncü gün elçinin aldığı ce - gibi — Esirler şimdilik e'ımlıdo dn- racaktır. Onları bağışlamak - için kaç para istediğmizi ancak bir ay sonra söyliyebileceğiz. Yalnız şunu haber verelim ki Şahin reis için milyon da ver İse, kabul edi - lemez... Son sözleri sert söylüyorlardı. Çünkü yalnız Habibe ile iki çocu- ğu vermekle de Şeyh Ebu Said- den, istedik'eri kadar para kopa - racaklarını b'liyorlardı. Elçi onlara cevab olarak - şunları söyledi: — Kırk bin altını vermeğe ha - ZITIZ... — Uyuıtukhıı on gün sonra e - linizdedir. Valeryo yiğitliği brrakmak v altta kalmak istemedi: — B'z bunun çok üstünde para a'mayı umuyoruz... — E'li bin olsun!... —-0 — A'tmış bin.., —?0 — Yetmiş beş bin... Yüz bin.... Gene mi razı değilsiniz?... Elçi, parayı yükselttikce Doça ile Senatörlerin gözleri faltaşı gibi büyüyor, Valeryoya dönerek alık alık bakıyorlardı: — Gördün mü yediğin haltı?... Diye soruyorlardı. Valeryo yerinden kalktı: — Cevabımızı bir ay sonra ve- receğiz. İsterseniz Cezayire dö- ner, yeniden gelirs'niz, isterseniz burada beklersiniz... kalırsanız bir aydan evvel cevabı- mızı vermek ihtimali çok kuvvet- lidir. Elç'nin cevabı bambaşka idi: — Yüz yirmi bin duka altını.. — Fakat?... — Az mı?... Peki size son söz!.. Tamam yüz elli bin altın... Pırıl bir ay | | sekiz ilâ onuncu ayda hadım — edilir. hankı mebfusdur Vı:ın m. Gayur YAV nbuuıu BESİSİ — Duna - lar ya ana sütü ile yahud kovada süt- le beslenir. Sütün bulunduğu kabla » rın temiz olmasına dikkat etmelidir. Nik haltada hayvanın cüssesine göre günde altı ilâ sekiz litreden başlanır. Bu mikdar yavaş yavaş fazlalaştırı - lır ve sütten kesileceği sırada günde yirmi ilâ yirmi sokiz litreyi bulur, Sütten kesilmeğe beşinci haftaya doğrü başlanır, Süt yavaş yavaş ke - silir ve yerine suda halledilmiş — ha- murlar verilir. Bazı iktisadi sebeblerden dolayı | yavru ekseriya iki ayda sütlen kesi - Br. Bu müddet azdır. Eğer . hayvan döÖl vermek İçin besleniyarsa süt müd- deti dört beş ay sürmelidir. Altıncı aya doğru eğer mevsim müsaldse hayvan çayıra — çıkarılır. Döle tahsis edilmiyecek — hayvanlar Hizmet öküzleri iki buçuk yaşında a- lıştırılmağa başlanır. Kasablık hay - vanlar du bu yaşda besiye konur, HAYVAN HASTALIKLARI — Ça> tal: Hayvan zahmetle yürür ekseriya topallar, Tırnak aralarında kanıyan yahud berelenmiş yer var demektir, Pislikleri temizlemeli ve yarayı yarı yarıya karıştırılmış — yodoform ve tanenle yakmalıdır. Romatizma: Hayvan topallar bir malsal yahud bir adale kümesi sıcak olur ve dokundukca acır. Zahmetle kalkar ve yürür. Hayvanı sıcakta tutmalı bol - otlu bir yataklık hazırlamalı. Dahilen bal- la yahud melâşlı karıştırılmış yirmi ilâ otuz gram salisilât dö sud vermeli ve romatizmalı nasiyeye üçte bir nis- betinde kâfurlu pomade sürmelidir. Hastalık devam ederse buytara mü - racaat lâzımdır. Kertlak harı in Hiranmazı: Hoz van bir elma, :r patates, bir. şalgam yahud bir pancar ilâhire çiğnemeden | yutmuştur. Meri'si “gırtlak borusu,, tıkanmış demektir. Yutkunmağa ça- lışır, Güc nefes alır ve ağzı salyala - nır. Tedavi gücdür baytara müracaat lâzımdır. Mideye gaz dolması; Hayvan geği- rir, esner, sol Iul(ııı gerilir. Güc ne fes alır. Bir kaç saatte boğularak öl.- mesi tehlikesi mevcuddur. Bu hasta- hk hayvanın işkembede tahammür & den trefl, yonca ve emsali otları fazla yemesinden olur. Fazla yeşil ot ver - memeli ve yeşil otu samana karıştır - malıdır. Baytara müracaat lâzımdır. 'Tehlike fazla olursa hayvanın — göğ- desi ortasına İçinde sivri ucu bulunan maden bir boru saplanır. Uc geri çe- kilir, hayvanın işkembesini — geren gazlar madeni borudan dışarı çıkar. Buncan sonra hayvana üç ilâ beş lit- re suda beş yüz gram senlfat dö «nd verilir. Eğer hususi âlet olmazsa bir Meakla bere nerlir ve iri bas bir söğüt kamrar hereve sokularak âletin vazi- fesi temin olunur. CDanasmı var ) Piril altın... Hem de Venedik altı- nı.., Nasıl?... Gene düşünecek mi- sin z?... Şeyh Ebu Said bu işin bir an evvel bitmesini istiyor. Herkesin şaşkınlığı bir kat da- ha büyümüş, bütün gözler Valer- yoya dönerek yıldırım saçıyordu. Va'eryo kapıda bekliyen aske- re emir verdi: — E'çin'n canı sıkılmıştı. Sa - Tondaki sessizliği, parayı o kadar seven Venediklilerin bu kuru inat larını, o şaşkın gözlerin mânasımı Eğer burada | bir türlü anlıyamarcıştı. O da Doça 'le Senatörler kadar şaşırmıştı. Vereceği parayı biraz daha arttırmak için hazırlandı, fakat artık onu dinliyen yoktu. Yerinden kalkanlar, amiral Valer yonun yanımna gidiyorlar, ona ya- vaş sesle, bir şeylez söylüyorlardı. (Devamı var) , ânaıı — Akşam Postnsr z Pratik Kayat Bilgisi ( ait h tercüme DAUA Üa n TC İA 'ıznn i Aka Günsz — Bu kar oradaki çiçekleri, ne- batları bozmaz mı? Alma ve başka dile çevirme Dev.et ya- sasınca kocu udur, 1 sıım ım O No“ — Öyle bir dünyadayi! yi ler bile dikensiz. lnıınll' — Bozsa ne çıkar? Ucu bucağı| yor, tabiat yumuşamış. bulunmıyan bir mıntakada bırlııçl mak hak değil, ı“,uk]ı,d kilometre kar altında kalsa yerler yemyeşil durur. Bir müd - det sonra buraları da yeşerir. Bo- zulan yerlere sıcak hava vermek yeter. — Üşüyorlar mı? — Üşümek ne demek? Biraz se- rinleriz. Çokça serinledin mi, bir mımma koömprimesi alırız, hemen ısınırız, spora devam ederiz. Bu sporlar sürdükçe — ©o mıntakanın gündüzüne gecesine toz mavisi - şık verilir. Toz mavisi bir güneş altında beyaz yüksek dağlar, ge- niş ovalar, yamaçlar ne güzel olur bir görseniz... Zeus sordu: — Ne dersiniz, gidelim mi? Yeni dünyalı karıştı: — Bence gitmeyiniz. Bunu her vakit görebilirsiniz. Fakat Kara- göl muharebesi her vakit yapıl- maz. Öyle büyük, umumi bir Ka- ragöl harbi olur ki... — Karagöl mü dediniz? — Evet, — Yeşilgöl harbinden sonra yapılır. Bu umum! harb hep Kara ırmak kıyılarında olur. Çün-| kü bu göller ilk önce bilmem kaç bin yıl var, o Kara ırmak kıyıla- rında yetiştirilmiş. İşte Yeşilbuca- ğa doğru alçalıyoruz, — bakınız, Kara ırmak görünüyor. Baktılar. Uzak mesafe dürbün- lerinden başka bir şey — olmıyan bDencerelerden masmavi hir dani - zin üstünde yemyeşil ve ince u - zun bir toprak parçası gördüler ki şimale doğru, gittikçe — yükselen dağlarla kaplanmıştı. Profesör uzun uzadıya baktık - tan sonra yanındakilere: — Tanıdım amma, iki kıyısında eski tarihin eski obası yok. — Neresiydi orası? — Adına Roma derlerdi. — Bir ırmak mı idi? — Hayır, bir şehirdi, Bu uzun, yeşil parçaya da İtalya derlerdi. — Şimdi Barışbucak diyoruz. dedi ve yeni dünyalı anlatmasına devam etti: — Bilmiyoruz, kaç tane on bin yıllar önce üçüncü harbi umumi de buradan çıkmış. Eski dünya kökünden yıkıldıktan sonra yeni barış da burada doğmuş. Bugün.- kü genel barışın kaynağı burası dır. Onun için ona bizden önce- kiler Barışbucak demişler. Bunun- la beraber çağ çağ bu Kara ırma- ğın kenarlarında harbi umumi ya- pılmaktan geri kalınmaz. Fakat bu dikensiz kara göllerle yapılan umumi bir muharebedir. — Dikensiz göl mü? — Gölün dikeni olur mu? Bir- çok bin yıl önce göllerin dikenleri varmış. Amma sonra tabiat değiş- miş. Göller şimdi dikensizdir. Sırplı Prençip bir gaytanla boy- nuna astığı ve koltuğu altından hiç ayırmadığı altı telli Tanburit- sasını hemen akurd etti ve: — Öyle bir dünyadayız ki, göl- ler bile dikensiz. Diye oracıkta bestelediği — bir türküyü çalıb okumağa basladı. Bu estantane türkü öyle bir tür- kü idi ki, gök arabasındakiler de hep bir ağızdan söylemeğe başla: dılart öte| olmuş. İnsanlar sevişiyof simler sevişiyor. Öyle bir © dayız ki, göller bile dikent” Gökler yerin dibinde, bi göklerde. Herkeste “bir mak,, hakkı, zevki, tadı vf bin yılların ardı! Yeni bir gör. Eski emperyalizm? mildon, bugünü gör: dünyadayız ki, göller bile SİZ... Omega çıplak bileğinin — çünkü güderisi yoktu ” lerine götürdü. Yeni dün dan birisi sordu: — Gözlerinden sular ak” — Ağlıyorum. Yeni dünyalılar birbirl tılar. Şaşarak: — Ağlamak nedir? ded? — Siz âğlamaz mısınız — Bilmeyiz ki ağlıyalırı Prençip ince telli tanburit ince sesini bırakıb gür bir sesle gene başladı: — Ağlamağı bilmiyor, ae bilmiyor. Didişmeyi bilm ü günün insanlığı... Beograd £ Prençip, sevin buna. İstedil İr on binlerce yıl geçmiş. v bir dünyadayız ki, göller kensiz... Kış sporlarından vazget” Barışbucak'ın, Kara .,J yılarında hazırlanan ——0 harldar gilineğı Kat “diler. Gök arabası bir tüy lj kondu. Tanımadıkları bir diler. Zeus dört yanına b sonca: — Neredeyiz? dedi. Bir yeni dünyalı söyledi? — Çankaya'dayız! — Çankaya mı? Profesör söze karıştı: — Çan kaya! Kablel yerdir şimdi. j Yeni dünyalılardan birifi — Evet, dedi. Bu isim dek yaşamış, bize kadar F" Yeni dünya bu ismi değ miş. Çünkü bugünün W" masını ilk düşünen ve adam burada oturmuş: Atatürk derlermiş. Eğer © olmasaymış, yeni dünyâ ulaşamazmış.. Dikisini (4 görmek ister misiniz? yeni dünya dikti. Hep beraber Atatürk gittiler. Bu dikide ne taş, N€ granit, ne tunç, ne 'y mir, ne çelik vardı. His yoktu. Yeni dünya kenmez ışıktan bir diki * Gündüz, gece.. Kırmızı * ışık altı uçlu birer ok hâ* den göğe fışkırıyordu. Bu altı okun her M kanadında gene qılıll 4 sözler yazılmıştı: Dumlupınar — Lozan ” — Barış — Yeni düny#” Profesör Esoesle b', Zeus bakıştılar. Esoe$ " miyormuş gibi yeni dü? du: — Bunlar ne de bunların belge olduklf" olmalı. Bize söyliyebil” ,