Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
Çolak Mehmed bağırdı: “Şu Ve- nedik salapuryasını yakalamalı!,, Habibe bu sözleri kızgın bir halde sessizce dinliyor, arasıra bir kaç damla gözyaşı solgun yanak- larından yuvarlanıyordu. Venedik tarafıma bakan ufuk - larda gözlerini gezdirerek sevgi - lilerden bir iz arryor, lâkin sonsı bir denizden, dalgalı sulardan baş ka bir şey göremiyordu. Hava güzeldi. Akşama doğru direkteki nöbet- «i bağırdı: — İskele tarafında, üç mil u- zakta bir gemi var!... Türk denizcileri için denizde bir gemi görmek, bir sevgiliye ka- vuşmak kadar sevincli bir şeydi. Eğer bu gemi bir Türk bayrağını taşıyorsa yalnızlık içinde birdenbi re yoldaşlara rastlamaktan çılgı - na dönerler, hemen o tarafa ko- şarlardı. Fakat eğer bu gemide, - bir Venedik, bir Papa veya Cene- viz bayrağı varsa, daha çok sevi - nirlerdi ,çünkü savaş meydanında bir av yakalâmış oluyorlardı. O zaman geminin içi kaynar, silâhlar kuşanılır, toplar yağlanır ve herkes işinin başına koşardı. Colak Mehmed yerinden kalk- tı. Geminin — bulunduğu tarafa baktı: “““2—Z—'Hem de bir Venedik gemi- 'sil... Tam zamanıdır!.. Tam za - manıdır, Geçecek yer mi bulama- Diye söylendi.. Düşman gemisi orta boyda bir kadırga idi. Bütün yelkenleri fo - ra etmiş, çala kürek şimale doğru #idiyordu.. Her halde onlar da Çolak Meh- medi görmüş olmalılar... Çünkü yelkenler biraz sonra daha şişmiş ve kürekler daha hız- lanmıştı. Çolak Mehmed de oldu- ğu yerde güverteye dönmüş, ku - “andalarını veriyordu: | — Heee...y!.. Koca Hamza!... Dümene geç ve bizi dos — doğru şu Venedik salapuryasının üstüne götür!,. Göreyim seni.. Gün bat - Yelkenlerin ipleri — geriliyor, dümen zinciri boydan boya gırıl - dıyor, tayfalar direklerde — birer maymun gibi gizlenerek ipleri dü- zeltiyor, geminin dönüşleri — için lâzrm olan manevraları yapıyor - lardı. — Bir taraftan da toplar yağlanı- yor, güllere konuyor, kollarını srvayan lentevler lombar delikle- vinin başında hazır duruyorlardı. Şimdi Çolak Mehmedin gemi- si iskele tarafından geriye doğru dönmüş, düşman gemisiyle bir hi- zade, fakat hem gittikçe yaklaşa- cak, hem de kaçırmıyacak şekil - le bir yol tutmuştu. Düşman gemisi “ızlanıyordu. Onun güvertes'nde, direk ve yelkenlerinde büyük bir hazırlık görülüyordu. Hem de yaklaştık - ça, biraz önce sanıldığı gibi, pek afak tefek bir şey olmadığı, yük- sek bordasında top namlularının îneşe karşı parladığı görülüyor- daha ziyade Vakit geçiyor, fakat bir türlü şamıyorlardı. İki geminin arasın - da amansız bir yarış başlamıştı. Çolak Mehmed forsaların ya - nıma girm:ş onlara: — Haydi bakalım!.. Asılm!... Daha hızlı!... Eğer bu avı yaka - larsak size bu akşam — bir şarab ziyafeti var. Yedi atanızın görme- diği bir ziyafet... Haydi.. Diye bağırıyordu. Bazıları buna sevinerek — son kuvvetleriyle küreklere sarılıyor - lar, bazıları ise burun — kıvırarak kendi bildikleri gibi iş görüyor - lardı. i Fakat kırbaçlar — yarı çıplak omuzlarda, yüzlerde, enselerde rastgele şaklayınca onlar da yola geliyorlardı. Çolak Mehmed bu işin yürü - miyeceğini anlamıştı. Bir ok gibi güverteye fırladı: — Heey!.. Beni dinleyin!.. Topçulardan başka bütün levent- ler forsaların yanma!.. Haydi!.. Herkes aşağıya koştu. Çolak Mehmed onların arkasmdan tek- rar tekrar bağırıyordu: verteye koşmalı!.. Haydi!.. Şimdi kürek başına., Göreyim sizi.. Bu zincirli m'skinler, kırk yıl uğraş - salar bizi bu Venedik — gemisine raça ettiremiyecekler!... Yalm kılıçla sağa sola koşu - yor, kumandalar veriyor, her to - pun başma giderek hazırlığını gö- rüyor, çolak kolunu hızlı hızlı kal- çasma vuruyordu. Koca Hamza, — dümende, iri kollarını srvamış, — gemiyi genç bir tay gibi oynatarak ileri sürü- yordu. Leventler hep birden kürekle - re sarılmca gemi ileriye atıldı . Çolak Mehmed şimdi merdi - venden aşağı inmiş, onların bü - yük gayretle kürek çekişlerini sey- rediyordu: — Haydi!.. Biraz daha hızlı!.. Haydi aslanlarım.. Gün batma - dan yakalamalı şunu.. Daha hız - lı.. Daha hızlı, daha çabuk!. “ Sonra birden yukarı koştu. İki geminin arasında ancak iki yüz a- dım kalmıştı. Çolak — Mehmedin gemisi avına yaklaşan bir arslan gibi şahlanıyor, sağa, sola köpük- ler saçıyordu. ! Düşman gemisinin güvertesin- de kılıçlarını sıyıran — Venedikli askerler, şövalyeler vardı. Topla- rı, birer canavar — ağzı gibi dos doğru Çolak Mehmedin — üstüne çevrilmişti. Çolak Mehmed: — Topçular!.. Gözünüzü iyi a- çın!... Kulaklarınızı bana verin!.. Kumandaya iyi bakım!.. Evvelâ düşman ateş edecek ve sonra biz.. Diye bağırdı. Koca Hamzanımn yanına koştu: — Daha çok yaklaşma!.. Hattâ biraz daha arayı aç!.. oğru şima- le.. Ayni aralık ne azalsın, ne ek - - Esilsin!.. Önünü keselim ve o biz - ——— — ona ateş edebilecek kadar yakla- | V IA AM e— FwT HAŞ a A, S ei G d CU a d A R.N STT İ T — HABER — Alişam Posfast — — | Şehicde gezintiler # K Fatihle Balat ara- sında otobüs Kadıköyü ile Bostancı arasın- da işliyen otobüslerin açıkta kal- maları üzerine bu otobüslerden dördü, beşi Fatih ile Ramis ara- sında sefere başlatılmışlardı. Geçende Ramis ve Topçular a- halisi belediyeye baş vurarak bu otobüslerin hiç olmazsa arka yol- lardan Beyazıda kadar işletilme- lerini dilemişler, fakat şimdilik belediye buna razı olmamıştı. Ramis - Fatih otobüsleri şim- dilik o kısa hatta işliyedursunlar; beri taraftan Balat, Fener ahalisi de kendi semtleri ile Fatih arasın- da otobüs işletilmesini istiyorlar. Bu adamlar şöyle diyorlar: — Balat ve Fenerle Fatih ara- sında işliyen ne tramvay vardır, ne başka bir taşırma vasıtası... O- nun için her gün Balat ve Fener- den Fatihe, çıkmak ve Fatihten de Balat ve Fenere inmek istiyenler yaz, kış bu yolu karadan tepmek zorluğunu çekiyorlar. — Sonra bu yol İstanbulun en işlek yolların- dandır. Her gün Fener, Sultanselim, Çarşamba, Fethiye, —Dıraman, Kesmekaya, Sultanhamamı, Te - kirsarayı, Eğrikapı, Balat, hattâ Ayvansaray taraflarından Fatihe ve Fatihten bu saydığımız taraf- lara yüzlerce insan gidib gelmek- tedir. Bu yolda işletilecek oto- büslerin şehrin diğer nakil - vası- talarından hiç birine katiyen ve zerre kadar bir ziyanı olmıyacağı gibi esasen Balatla Fatih arasında düzgün bir parke cadde olduğun- dan burada otobüs işletilmesi bu ervar HWatkr tç'trr çoler el l b cak ve şehrin Balatla Fatih gibi en kalabalık, en büyük iki sem- tini birbirine bağlıyacak, bu su | retle de birçok işçiler, esnaflar, mektepliler hem yoldan, hem va- kitten kazanacaklardır. Balat ve Fenerli okuyucuları- mızın yukarıya yazdığımız fikir- lerini biz de çok akla uygun gör- dük. Çünkü Sirkeciden, Sultanah- metten, Beyazıddan — Edirnekapı tramvayına atlayıb da Fatihe ka- dar gelen Çarşamba, Sultanselim, Balat, Fener, Sultanhamamı; Eg- rikapı, yolcuları oradan ötedeki otuz beş, kırk dakiıkalık volu hep karadan gitmek ve sabahları da gene oralardan Fatihe kadar ka- radan gelmek mecburiyetindedir- ler. Yolcular için hayırlı olacağı- nı sandığımız bu işin yazması biz- den... Biz yazıb işi ortaya koyduk. İşin öte tarafını da alâkadarlar!| düşünüb bir tatlıya bağlarlarsa çok güzel olur. Gezgin Haberci den evvel ateş etsin!.. — Peki reisi!.. Anladım.. — Ne anladın?.. — Toplarmı bir daha doldu - runcaya kadar aralığı yarı, yarı - ya azaltmış olacağız!.. Sonra hep birden ateş!.. rampa !... — Yaşasm!... MA İki gemi bir hizada şimale gi- diyorlardı. Çolak Mehmed merdivenin ba- şından aşağıya haykırıyordu: — Daha hızlı!.. Daha hızlı!.. Biraz daha!.. Gem'nin kürekleri bütün hı - ziyle kalkıyor ve iki tarafa saçı - lan köpükler çoğalıyordu. : ve (Devamı var) Yazan: Aka Gündüz | V©- 78 — Ne bileyim ben? Bilsem ö- bür dünyada yapardım. Şimdiden sonra öğreneceğiz. — Ortalığa ince, nefis bir ko- ku ile tatlı, işitilmemiş bir muzik sesi yayıldı. Gece konseri verili- yordu. — Çok mükemmel bir radyo. — Ne radyosu? Radyo madyo yok. — Onlar yirmi bin yıl geride kaldı. Bu bütün dünyayı kaplıyan bir sestir. — Ya ben dinlemek istemez - sem? : — Kolay, şu düğmeyi çeviririz, başka şey dinleriz, veya hiç dinle- meyiz. — Ya kitab okumak istersem? — Masanın üstündeki — küçük camı alırsınız. Köşesindeki düğ - meye basarsınız. İstediğiniz kita tabı söylersiniz. Bir an sonra ca - mın üstünde her yaprağını satır satır okursunuz. — Kitab parası yok desenize? — Para denilen şey yok ki, ki- tab için harcansın. — Banka da yok mu? — Şaka ediyorsunuz Tabit yok. — Eski bankaların yerlerini bu lamamışlar mı? — Parayı, bankayı, borsayı, to- pu, tüfeği bilmiyorlar ki arayıb bulsunlar. — Desenize, benim Cağaloğ - lunda gömülü paralar gitti gürül tüye? Hepsi gülüştüler. — Bana göre hoş. Ben istedi - ğim, ülkü edindiğim dünyaya ka vuştum. Yeter banâa. Almma dok - tor Bay Celâl Muhtara acıyorum. O dirilse de bunu işitse, hemen oracıkta bir kere daha can verir - di. ProfesörEsoes: — Kim bu doktor? — Sen eski dünyaya henüz doğ- mamışken o hekim — doktoru idi. Birinci umumi harb başlamadan epey önce hekim doktorluğunu bı- raktı, para doktorluğuna başladı. Dünyayı ve insanları para ile dü- sanırım. zeltmeğe çalışan iyi yürekli — bir insandı. — Çok safmış. | — Eh, biraz öyleydi. Amma kendi hesabı kitabı için pek cin fikirliydi. Arkadaşlar! Yeni dün- yanın her seyini bir solukta öğre- nemeyiz. Önce şu iki zavallıyı a- kıllandırmağa çalışalım. Bayan müdür: — Omega için söylediklerinizin hepsi hazırlandı. — Öyleyse gidebiliriz. Ömega bu mu? Amma da gürbüz, güzel insanmış. Hadi gidelim. Profesör Mazhar Osmanla Profesör Esoes uzun boylu uğraş- tılar, çalıştılar. En son Ümeganın aklını yerine getirdiler. Getirdi - ler amma, gelen akıl, aşının eski yerine gelmedi. Bambaşka ve yepyeni bir yere geldi: Omega geçmişi hiç b'lmiyor - du. Unutmuştu. Ne Zeus enstitü- sünü, ne — umumi harbi, hiç bir şey.. Akıllandığı andan beri yeni dünyaya uymuştu, sanki doğuş - tan yeni dünyanın insaniydi. Çev- resinde olanlara bitenlere, — yeni yeni işidib öğrendiklerine, hiç bi- rine şaşmıyor, heps'ni pek tabii alıyordu. Omikro kuşkuya dönmüştü: A caba akıllandı mı? Fakat Esoesle Mazhar Osman tam akıllandığını Alma ve başka dile çevi! Devlet yesasınca I-îı_ı_lj:'_ söylüyorlardı. Esoes: ,J — Bu biçimde akılllnm"îd; ni dünyaya hemen intibak vermesi olsa olsa doğu!“ndı-'n temiz bir insan — olduğund”” Geçen şeyler ona sonradâ? geçmiş şeyler geliyor. Öteki profesör de: . — Evet, öyle de olabilir: Fi akıllanmamış olsaydı seni, *” profesörü, göderisini hatırlay? nıyabilir miydi?. Yalnız üst” tanıyor, Sizden başkalarını t" | ması, hatırıryamaması da “" iyiliktir. Taptaze bir insan #” Daha ne istersin? | — Bizi de burada tanım!* rada büyümüş görünüyor. — , — Bu daha iyi. Sizi de t taze, mayadan temiz i | yıyor demektir. | — Acaba komisyoncu da ”| le mi akıllanacak? — Bilmem. — Son bir d& yapacağım, ya bunun gibi 4 nacak veya büsbütün zivaf çıkcak, Çünkü yın-ıdılışllrîı_’| sında çok fark var. Bir ©*, sında çok fark var. —Omet' | damla mukattar su gibi *" yaşamış. Halbuki ötekinin * mayası bozuk. Kerata do$f" değil de, ana karnma düşt” önce berbatmış, — Hele baf O da geçmişi unutmuş olı!'. kıllanırsa ne mutlu! Yeni © bir yeni insan daha kazanıt! lur. j — Ya akıllanmazsa? ' — Ne yapalım, Mendebi' . tık hiç ölmiyecek de, Yeni d7 da Licakt ürmek we vlrıım’J sın, | — Son denemeyi ne vakit pacaksmız? * — Hemen şimdi, | Hepsi hazırlanan yere gi! Burası üç sahneliydi,. Birinti ne bir salonu gösteriyordu: da yeşil bir masa vardı. Ç de kara ceketli adamlar otu lardı. Çoğunun tek gözlüğü " | dı. Bunlar yeni dünya ı.klö'M di ki, eski dünya — diplomat gösteren bir oyun oyn'y | Bir aktör ayağa kalktı. 1" sesle: — Diplomasi müzak çıyorum ! a B Der demez, azgm delini! leri açıldı. Dikkat kesildi. Bir başka aktör söz aldı: — S'lâhları kaldırmalıy” sanlığa yakışmıyor. Bir başkası haykırdı: /| — Sizin memlekette ıîlih rikaları yok d'ye böyle ıöfwd sun, Azgmn deli bu sözleri ıöf% ne karşı (Haklısın) der Sbi | şını sal'ayarak gülüm”’"'-, | taklit diplomatlar ar“*n” münakaşa başladı: r — Silâhları kaldırmalıf'” — S'lâhları indirmel'yi” | — Deniz harbi olsun, bi olmasın. — Kara harbi olsun, harbi olmasın. ' — Baylar! Realist olalım' zim memleket harp levaz!', (. nayii memleketi olduğu İSİ g lemiyorum. İnsaniyet " söylüyorum, Harp olursâ 34 milyon insan ölür. Fakat " g vazımı kalkarsa yüz mlyof g işsizlikten açlıktan ölür- Bir 4 ği sadece tüfek diye, bi_r çi ız kurşun diye £ . yalnı $ y(mv y . vti #