a e y ;—x No | ah | BÜYÜK DENIİZ ROMANI | 5 || v — ı Çolak Mehmed bağırdı: “Şu Ve- nedik salapuryasını yakalamalı!,, Habibe bu sözleri kızgın bir halde sessizce dinliyor, arasıra bir kaç damla gözyaşı solgun yanak- larından yuvarlanıyordu. Venedik tarafıma bakan ufuk - ona ateş edebilecek kadar yakla- şamıyorlardı. İki geminin arasın - da amansız bir yarış başlamıştı. Çolak Mehmed Fforsaların ya - nıma girm'ş onlara: ' Vakit geçiyor, fakat bir türlü AHADER — Aksam Poslert Şehicde gezintiler # — Fatihle Balat ara- sında otobüs Kadıköyü ile Bostancı arasın- da işliyen otobüslerin açıkta kal- maları üzerine bu otobüslerden dördü, beşi Fatih ile Ramis ara- sında sefere başlatılmışlardı. Geçende Ramis ve Topçular a- halisi belediyeye baş vurarak bu otobüslerin hiç olmazsa arka yol- lardan Beyazıda kadar işletilme- lerini dilemişler, fakat şimdilik belediye buna razı olmamıştı. Ramis - Fatih otobüsleri şim- dilik o kısa hatta işliyedursunlar; beri taraftan Balat, Fener ahalisi de kendi semtleri ile Fatih arasım- HAB ğu yerde güverteye dönmüş, ku - Şer e z PS A ZC G larda gözlerini gezdirerek sevgi - klerden bir iz arryor, lâkin sonsr bir denizden, dalgalı sulardan baş ka bir şey göremiyordu. Hava güzeldi. Akşama doğru direkteki nöbet- <«i bağırdı: — İskele tarafında, üç — mil u- zakta bir gemi var!... Türk denizcileri için denizde bir gemi görmek, bir sevgiliye ka- wuşmak kadar sevincli bir şeydi. Eğer bu gemi bir Türk bayrağını taşıyorsa yalnızlık içinde birdenbi re yoldaşlara rastlamaktan çılgı - na dönerler, hemen o tarafa ko- şarlardı. Fakat eğer bu gemide, bir Venedik, bir Papa veya Cene- viz bayrağı varsa, daha çok sevi - nirlerdi ,çünkü savaş meydanında bir av yakalâmış oluyorlardı. Ö zaman geminin içi kaynar, silâhlar kuşanılır, toplar yağlanır ve herkes işinin başına koşardı. Çolak Mehmed yerinden kalk- tı, Geminin — bulunduğu tarafa baktı: * “Z”Hom 'de Bir Venedmk gemi: | “ &l6 Tam zamanıdır!.. Tam za - manıdır, Geçecek yer mi bulama- dı bu miskin!... Diye söylendi.. Düşman gemisi orta boyda bir kadırga idi. Bütün yelkenleri fo - ra etmiş, çala kürek şimale doğru idiyordü. Her halde onlar da Çolak Meh- medi görmüş olmalılar... Çünkü yelkenler biraz sonra daha şişmiş ve kürekler daha hız- lanmıştı. Çolak Mehmed de oldu- “andalarını veriyordu: — Hece...y!.. Koca Hamza!... Dümene geç ve bizi dos — doğru şu Venedik salapuryasının üstüne götür!.. Göreyim seni., Gün bat - adan yakalamalı!.. Yelkenlerin ipleri — geriliyor, dümen zinciri boydan boya gırıl - dıyor, tayfalar direklerde — birer maymun gibi gizlenerek ipleri dü- zeltiyor, geminin dönüşleri — için lâzım olan manevraları yapıyor - lardı. —— Bir taraftan da toplar yağlanı- yor, güllere konuyor, kollarını sıvayan İentevler lombar delikle- vinin başında hazır duruyorlardı. Şimdi Çolak Mehmedin gemi- si iskele tarafından geriye doğru dönmüş, düşman gemisiyle bir hi- zade, fakat hem gittikçe yaklaşa- cak, hem de kaçırmıyacak şekil - de bir yol tutmuştu. Düşman gemisi — daha ziyade vızlanryordu. Onun güvertes'nde, direk ve yelkenlerinde büyük - bir hazırlık görülüyordu. Hem de yaklaştık - ça, biraz önce sanıldığı gibi, pek afak tefek bir şey olmadığı, yük- sek bordasımda top namlularının r—- karşı parladığı görülüyor- SiT EEEĞÜRDĞĞÜLT ŞŞ ĞĞ ĞD ŞÜS DEREREĞERERANE S a da otobüs işletilmesini istiyorlar. Bu adamlar şöyle diyorlar: — Balat ve Fenerle Fatih ara- sında işliyen ne tramvay vardır, ne başkaa bir taşrma vasıtası... O- nun için her gün Balat ve Fener- den Fatihe, çıkmak ve Fatihten de Balat ve Fenere inmek istiyenler yaz, kış bu yolu karadan tepmek zorluğunu çekiyorlar. Sonra bu yol İstanbulun en işlek yolların- dandır. Her gün Fener, Sultanselim, Çarşamba, Fethiye, Dıraman, Kesmekaya, Sultanhamamı, Te - kirsarayı, Eğrikapı, Balat, hattâ Ayvansaray taraflarından Fatihe — Haydi bakalım!.. Asılm!... Daha hızlı!... Eğer bu avı yaka - larsak size bu akşam — bir şarab ziyafeti var. Yedi atanızın görme- diği bir ziyafet... Haydi.. Diye bağırıyordu. Bazıları buna sevinerek — son kuvvetleriyle küreklere sarılıyor - lar, bazıları ise burun — kıvırarak kendi bildikleri gibi iş görüyor - lardı. ü Fakat kırbaçlar — yarı çıplak omuzlarda, yüzlerde, enselerde rastgele şaklayınca onlar da yola geliyorlardı. Çolak Mehmed bu işin yürü - t : İi'ı-ıi e ç ve Fatihten bu saydığımız taraf- Bir ok gibi ıanrtşyc' fırl.ıdı: İara yüzlerde $ gidib gelmek- — Heeyl.. Beni dinleyin!.. dedlleri Ba yelıla “işlekileğeir. 0lü- Topçulardan başka bütün levent- ler forsaların yanma!.. Haydi!.. ! Herkes aşağıya koştu. Çolak Mehmed onların arkasmdan tek- büslerin şehrin diğer nakil vası- talarından hiç birine katiyen ve zerre kadar bir ziyanı olmıyacağı gibi esasen Balatla Fatih arasında düzgün bir parke cadde olduğun- ver “ı':'_" bağırıyordu: <a | don burada otobüs işletilmesi bu —— İlk top patlar patlamaz DİRLLERAİ deyiele terteye koşmalıt. A HaydilASİmdI (( e ; cak ve şehrin Balatla Fatih gibi en kalabalık, en büyük iki sem-| tini birbirine bağlıyacak, bu su | retle de birçok işçiler, esnaflar, | mektepliler hem yoldan, hem va- kitten kazanacaklardır. Balat ve Fenerli okuyucuları- mızın yukarıya yazdığımız fikir- lerini biz de çok akla uygun gör- dük. Çünkü Sirkeciden, Sultanah- metten, Beyazıddan — Edirnekapı tramvayına atlayıb da Fatihe ka- dar gelen Çarşamba, Sultanselim, Balat, Fener, Sultanhamamı; Eğ- rikapı, yolcuları oradan ötedeki otuz beş, kırk dakıkalık yolu hep karadan gitmek ve sabahları da gene oralardan Fatihe kadar ka- radan gelmek mecburiyetindedir- ler. Yolcular için hayırlı olacağı- nı sandığımız bu işin yazması biz- den... Biz yazıb işi ortaya koyduk. İşin öte tarafını da alâkadarlar düşünüb bir tatlıya bağiarlarsa çok güzel olur. kürek başına.. Göreyim sizi.. Bu zincirli m'skinler, kırk yıl uğraş - salar bizi bu Venedik — gemisine raça ettiremiyecekler!... Yalm kılıçla sağa sola koşu - yor, kumandalar veriyor, her to « pun başına giderek hazırlığını gö- rüyor, çolak kolunu hızlı hızlı kal- çasına vuruyordu. Koca Hamza, — dümende, iri kollarını sıvamış, — gemiyi genç bir tay gibi oynatarak ileri sürü- yordu. Leventler hep birden kürekle - re sarılmca gemi ileriye atıldı , Çolak Mehmed şimdi merdi - venden aşağı inmiş, onların bü - yük gayretle kürek çekişlerini sey- rediyordu: — Haydi!.. Biraz daha hızlı!.. Haydi aslanlarım.. Gün batma - dan yakalamalı şunu.. Daha hız - k.. Daha hızlı, daha çabuk!. “ Sonra birden yukarı koştu. İki geminin arasında ancak iki yüz a- dım kalmıştı. Çolak — Mehmedin gemisi avıma yaklaşan bir arslan gibi şahlanıyor, sağa, sola köpük- ler saçıyordu. Düşman gemisinin güvertesin- de kılıçlarımı sıyrran — Venedikli askerler, şövalyeler vardı. Topla- rı, birer canavar — ağzı gibi dos doğru Çolak Mehmedin — üstüne çevrilmişti. Çolak Mehmed: — Topçular!.. Gözünüzü iyi a- çın!... Kulaklarınızı bana verin!.. Kumandaya iyi bakm!.. Evvelâ Gezgin Haberci den evvel ateş etsin!.. — Peki reisi!.. Anladım.. — Ne anladın?.. — Toplarını bir daha doldu - runcaya kadar aralığı yarı, yarı - ya azaltmış olacağız!.. Sonra hep birden ateş!.. rampa !... — Yaşasşın!... K İki gemi bir hizada şimale gi- diyorlardı. Çolak Mehmed merdivenin ba- ve düşman ateş edecek ve sonra biz.. | şından aşağıya haykırıyordu: Diye bağırdı. — Daha hızlı!.. Daha hızlı!.. Biraz daha!.. Koca Hamzanın yanma koştu: — Daha çok yaklaşma!.. Hattâ biraz daha arayı aç!.. oğru şima- le., Ayni aralık ne azalsın, ne ek - silsin!.. Önünü keselim ve o biz « Gem'nin kürekleri bütün hı - ziyle kalkıyor ve iki tarafa saçı - lan köpükler çoğalıyordu. « (Devamı var) “T. 5.000 Alma ve başka dile çev! Yazanı l ğ Aka Gündüz No. 78 Devlet yasasımca koru — Ne bileyim ben? Bilsem ö- bür dünyada yapardım. Şimdiden sonra öğreneceğiz. — Ortalığa ince, nefis bir ko- ku ile tatlı, işitilmemiş bir muzik sesi yayıldı. Gece konseri verili- yordu. — Çok mükemmel bir radyo. — Ne radyosu? Radyo madyo yok. — Onlar yirmi bin yıl geride kaldı. Bu bütün dünyayı kaplıyan bir sestir. — Ya ben dinlemek istemez - sem? N — Kolay, şu düğmeyi çeviririz, başka şey dinleriz, veya hiç dinle- meyiz. — Ya kitab okumak istersem? — Masanım üstündeki — küçük camı alırsınız. Köşesindeki düğ - meye basarsınız. İstediğiniz kita tabı söylersiniz. Bir an sonra ca - mın üstünde her yaprağını satır satır okursunuz. — Kitab parası yok desenize? — Para denilen şey yok ki, ki- tab için harcansın. — Banka da yok mu? — Şaka ediyorsunuz - sanırım. Tabil yok. — Eski bankaların yerlerini bu lamamışlar mı? — Parayı, bankayı, borsayı, to- pu, tüfeği bilmiyorlar ki arayıb bulsunlar. — Desenize, benim Cağaloğ - hunda gömülü paralar gitti gürül tüye? Hepsi gülüştüler. — Bana göre hoş. Ben istedi - lî.l.'ülllkü.qğîndjğin dünyaya ka Vuştum. Teter bana, Almma dok - tor Bay Celâl Muhtara acıyorum. O dirilse de bunu işitse, hemen oracıkta bir kere daha can verir - di. ProfesörEsoes: — Kim bu doktor? — Sen eski dünyaya henüz doğ- mamışken o hekim — doktoru idi. Birinci umumi harb başlamadan epey önce hekim doktorluğunu bı- raktı, para doktorluğuna başladı. Dünyayı ve insanları para ile dü- zeltmeğe çalışan iyi yürekli — bir insandı. — Çok safmış. — Eh, biraz öyleydi. Amma kendi hesabı kitabı için pek cin fikirliydi. Arkadaşlar! Yeni dün- yanın her şeyini bir solukta öğre- nemeyiz. Önce şu iki zavallıyı a- kıllandırmağa çalışalım. Bayan müdür: — Omega için söylediklerinizin hepsi hazırlandı. — Öyleyse gidebiliriz. Omega bu mu? Amma da gürbüz, güzel insanmış. Hadi gidelim. Profesör Mazhar Osmanla Profesör Esoes uzun boylu uğraş- tılar, çalıştılar. En son ÖOmeganın aklını yerine getirdiler. Getirdi « ler amma, gelen akıl, aşının eski yerine gelmedi. Bambaşka ve yepyeni bir yere geldi: Ömega geçmişi hiç b'lmiyor - du. Unutmuştu. Ne Zeus enstitü- sünü, ne — umumi harbi, hiç bir Şey« Akıllandığı andan beri yeni dünyaya uymuştu, sanki doğuş - tan yeni dünyanın insaniydi. Çev- resinde olanlara bitenlere, — yeni yeni işidib öğrendiklerine, hiç bi- rine şaşmıyor, heps'ni pek tabil alıyordu. Omikro kuşkuya dönmüştü: A caba akıllandı mı? Fakat Esoesle Mazhar Osman tam akıllandığını | söylüyorlardı. Esoes: — Bu biçimde akıllanmat'| ni dünyaya hemen intil vermesi olsa olsa doğ ğ temiz bir insan — olduğun! Geçen şeyler ona geçmiş şeyler geliyor. Öteki profesör de: c — Evet, öyle de olabilir. akıllanmamış olsaydı seni, profesörü, göderisini hatı! nıyabilir miydi?, Yalnız ü tanıyor, Sizden başkalarını * ması, hatırlryamaması da 4f iyiliktir. Taptaze bir insan Daha ne istersin? — Bizi de burada tanımt!f rada büyümüş görünüyor: — Bu daha iyi. Sizi de #? taze, mayadan temiz İ yıyor demektir. — Acaba komisyoncu d le mi akıllanacak? — Bilmem. Son bir & yapacağım, ya bunun gibi nacak veya büsbütün zivatf çıkcak. Çünkü yaradılışlari sında çok fark var, Bir sında çok fark var. damla mukattar su gibi yaşamış. Halbuki ötekinin mayası bozuk. Kerata do değil de, ana karnma dü! önce berbatmış, — Hele b O da geçmişi unutmuş ıılı'J kıllanırsa ne mutlu! Yeni # bir yeni insan daha kazanmfi lur. — Ya akıllanmazsa? — Ne yapalım. Mendebi' , tık hiç ölmiyecek de. Yeni d e LisGekTÜrNek te varım 7" sın, — Son denemeyi ne vaki'' pacaksmız? * — Hemen şimdi. Hepsi hazırlanan yere Burası üç sahneliydi. Birindi ne bir salonu gösteriyordu: e| da yeşil bir masa vardı, de kara ceketli adamlar otüf lardı. Çoğunun tek gözlüğü ©| dı. Bunlar yeni dünya aktör' di ki, eski dünya — diploma!” gösteren bir oyun oyn" ; Bir aktör ayağa kalktı. sesle: — Diplomasi nü:ıkuj çıyorum ! Der demez, azgm delinif leri açıldı. Dikkat kesildi. Bir başka aktör söz aldii — S'lâhları kaldırmalıy” sanlığa yakışmıyor. ç Bir başkası haykırdı: — Sizin memlekette silâb rikaları yok d'ye böyle söy'" sun, Azgın deli bu sözleri ıv% ne karşı (Haklısın) der f: şını sal'ayarak ümse”' taklit diploınıllıı'mır“"-,' münakaşa baş'adı: | — Silâhları kaldırmalıf” — S'lâhları indirmel'yİF y —Deniz harbi olsun, kaft bi olmasın. e — Kara harbi olsun, harbi olmasın. y — Baylar! Realist olalf” zim memleket harp levazıf , nayüi memleketi olduğu Wİ>, lemiyorum. — İnsaniyet ) :.: w, y söylüyorum, Harp olursa milyon insan ölür, Fakat vazımı kalkarsa yüz m” işsizlikten açlıktan ölür. * ği sadece tüfek diye, bir “ gel yalnız kurşun diye 807 (Devam'