" Çolak Mehmedin ölümden * .6 ”V kurtardığı kadın kimdi? Çolak Mehmed yanı başındaki koca Hamzanım omuzunu - tuttu ve sıktı: — Sanırım ki en sonra yakala- dık... Onlar da bizim gibi... Hay - di bakalım, sen hemen forsaların yanına in ve kürekleri kullanma - nm yolunu bul!... Ah, güneş - bat- madan yetişebilsek!.. Hem bunu söyledi, hem de yü- “ünü b'r ümitsizlik kapladı. Koca Hamza forsaların yanma | Hem de Türk kadmı... Gördün mü aksiliği?... Bundan ne öğreni- riz şimdi?... Hem bir Türkü kurtarab'ldiği için seviniyor, hem de Şahin Rei- sin ardından bir an evvel gideme- diği için kızıyordu. Genç kadın, yarı baygın bir halde idi. Saçları dağılmış, yüzü solmuş ve sararmıştı. Ellerinde çizgiler ve kan lekeleri vardı. Mos mor kesilmişti. Büyücek bir ağaç inen merdivenin başında kaybol - | parçasına sım sıkı sarılmıştı, Par- u, maklarını oradan ayırmak için Biraz sonra kürekler işlemeğe | iki tayfanın kendiler'ni epeyce “aşlamıştı. zorlamaları lâzım geldi. Yarısı havada sallanmakla be- , Genç kadın onları görünce ev- raber hiç olmazsa yarısı da deni- ze girebiliyor ve gemiyi hissedile- -ek kadar ileri atabiliyordu. Çolak Mhmedin yüzü ümitle yarlıyordu. Biraz sonra o da iki Venedik gemisini görebildi. Hattâ daha i - lerde başka gemiler'n direkleri- nin ucları da arsıra göze çarpı- yordu. — Fakat Amiral gemisi hangi- sidir?.. En arkada kalan bu iki tanesinden biri olabilir mi?... Şimdi umarken şimdi kırılıyor: du. En yakın olan Venedik gemi - sine yarım mil yaklaşmışlardı ki karanlık büsbütün havayı doldur« du. Artık hiç bir şey göremez ol - dular. Yalnız arasıra sönük bir 1 - şık, dalgaların fosforu araşında bir ölü gözü gibi açılıp kaybolu- vordu. Fırtına bütün gece devam etti ve ertesi sabah denizin her tarafı- nı araştırdıkları halde hiç bir ge - mi göremediler. Bununla beraber yollarından dönmediler. Çolak Mehmed: — Valeryo böyle bir 'gecede, böyle doğudan esen bir fırtınaya karşı gelemez ve yolunu değişti- remez. Nerdeyse geri döner ve karşılaşırız. Fırtına gittikce yavaşladı. Ufukta gene gemi göremediler. Öğleye doğru Grandi direğin- deki nöbetci bağırdı: — İskele tarafında, bir insan!.. — Den'zde bir insan ha!... Her halde geceki fırtmada — Venedik gemilerinin birinden düşmüş ola- cak!... Şunu güverteye alalım, bir seyler öğreniriz... Gemi iskele tarafma doğru dü- men kırdı. Bir sandal indir'ldi. Sahiden denizde bir insan var- dı. Büyücek bir tahta — parçasına srmsıkı sarılmış, yarı baygın — bir halde, arasıra başınr kaldıryor, yardm dileniyordu. — Bir kadın!... — Evet... Bu bir kadındır... — Sah'den bir kadımn... — Hem de Türk kadınma ben- — *iyor.. Kılığına baksana!... Çolak Mehmed hem böyle ko- nuşan İeventleri duyuyor, hem de denizdeki insana bakıyordu. O- nun kadın olduğunu o da görmüş- *ü: — Bir kadın ha!... Bir kadın!... denizde velâ şaşırdı. Sora kılıklarını — gö- rünce ve sözlerini duyunca yüzün de en büyük bir sevinc dalgası es- ti. Kollarını uzattı. ; Sandala alındığı zaman artık büsbütün bayılmıştı. Güverteye alındı. Kıç kamara- da kalın keçelere sarıldı. Şimdi her kafadan bir seş çıkıyordu: — Bu, herhalde İnebahtıdan kaldırılan Türk esirlerinden biri- dir, Demek ki Valeryo buradan geçmiş !... — Ona şüphe yok... Fakat ne- den denize — düştü acaba?... — — Fırtnada, tutunamamışlır. — Ya elindeki ağaç parçası?.. — O, kırılan bir direğin ucu- dur.... — Demek ki Valeryonun gemi- leri epeyce hırpalanmış... 'Bütün bunlar Çolak Mehmedin de aklına gelmişti. Hem gemisile eski yoluna gidi- yor, yelkenleri şişiriyor, kürekci- leri alabild'ğine çalıştırıyordu. Hem de: — Şu zavallı çabuk ayılsa da, bir şeyler anlıyabilsek!.. Çok güzel, kara gözlü, biraz esmer, sevimli bir kadındı. Yarım saat geçmemişti ki yat - tığı yerde yavaş yavaş gözlerini açtı, başını kaldırdı: — Ohle Çok şükür!.> Fakat... Birdenbire yer'nden fırladı. — Ben bir Türk gemisindeyim, değil mi?... Onlar — gittiler mi?... Onları tutamadınız mı?.. Kocam ve çocuklarım... Ah, onları kurta- rın!.. Ben... Ben... Çolak Mehmed ona bir şeyler sormak için hazırlanıyordu. Kadın o anda hiç beklenmiyen bir söz söyledi: — Ben... Ben Şahin Reisin ka - rısıyım!... Onu ve çocuklarımı kurtaralım!... Onları göremediniz mi?.. Tayfalar birbirlerine bakıyor - lardı. Çolak Mehmed cevab ver - di: — Bunu geç haber aldık, Arka- larına düştük. Dün akşam epeyce yaklaştık fakat gece gözden kay- bettik. Bu sabah da göremedik... S'z, nasıl oldu da denize düştü- nüz!... Genç kadın bir kaç cümle ile olanları anlattı. Sonra geminin provasına doğru koştu, ufka ba - kıyor, orada sevgili kocasile ço- cuklarını götüren düşman gemisi- U No. ( İ | !ıl aşralı, şeh'r vesaiti nakliye- BER — ingilterede Sinema kontrolü Ingilterede filmlerin daha ya- kından sansür edilmesi için, gerek Başvekil Mister Makdonald gerek Dahiliye Nazırı Sir Con Glimor'a bir mürahhas hey'eti müracaatta bulunmuştur. Bu mürahhas hey'eti İngiltere- nin bir çok terbiyevi, içtimaf iler- leyişler taraftarı teşkilâtını temsil etmektedir. Bu gün sinema ticaret sahasın- da çalışan fakat resmi bir mahiyet ve otöritesi olmıyan sansür büro- su hakkında bir şey dememişlerse de, gittikçe büyüyen tehlikeyi ön- lemeğe kâfi gelmediğini bildir- mişlerdir. Mürahhas hey'etinin ş'mdiki halde istediği, sinema — âleminde bir araştırma yapmak ve tavsiye- lerde bulunmak üzere bir hükü- met komisyonunun teşkilidir. Böy lece resmi bir sansür elde etmek ülküsüne gittikleri anlaşılıyor... Başvekil, mürahhas hey'etinin isteklerine yabancı kalmamakla beraber, bu iş üzerinde bir söz ver memiş yalnız meselenin tetkik e- d'leceğine işaret etmiştir. Gürültüye karşı savaş Ingilterede gürültüye karşı sa- vaş hareketi üzerine, İngilizce Sunday Expres gazetesi baş ma- kalesinde bilhassa diyor ki: Uykuyu kaçırtan ve sinirleri bozan gürültüye karşı savaşm, 2000 yıllık bir tarihi vardır. Cuv- nal isimli bir Romalı şair, Sezar- ların idaresi altında Romada sey- rü sefer gürültüsünün taşkınlığı yüzünden uyumak imkânı olma- dığmı bir şiirinde yazmıştır. “Alışmadığı gürültü insanları sinin gürültüsünden uyuyamıyor. Şehirli, nakil vasıtalarının gürül- tüsü içinde uyuyor, fakat kuşların sesinden rahatsız oluyor.,, —— ni arıyordu. Fakat göremiyordu. * & * BİR AV, BİR FERMAN Çolak Mehmed Valeryonun dos doğru şimale, Venedik tarafına gittiğ'ni sanıyordu. Zaten — onun yerinde kim olsa başka türlü düşü nemezdi. Yelkenleri fora etti ve forsala- rı kamçılryarak © da provasını şi- male çevirdi. O gün akşam oldu, gece de bitti. Ertesi sabah gene hiç b'r tarafta bir tek gemi direği göremediler. . Halbuki Valeryo eğer şimale doğru gittiyse onun herhalde ye - tişmesi lâzımdı. Çünkü çok hızlı kovalamıştı. Filo halinde yol alan bir donanma, hiç bir zaman, hep birlikte, Çolak Mehmedin hafif gemisi kadar çabuk gidemezdi. Çolak Mehmed Valeryonun Ot rantoya uğradığını hiç ummuyor, onun kendi bildiğinden daha ön- ce buralardan geçt'ğini sanıyordu. Daha ileri gitmek için ne er - zakları, ne suları, ne de diğer ha- zırlıkları vardı, Çaresiz geri dön - düler,. Çolak Mehmed Habibeyi avutmağa çalışyordu: — Şimdi Lala Mustafa Paşa bu işe çok kızmıştır. Bir donanma yapar, bütün Vened'k - sahillerini yakarız. İsterlerse Şahin Reis ve çocuklarını vermesinler, kendile - vi zararlı çıkarlar.... Siz hiç üzül- meyin... Şahinin öcü almacak... Ve bu kancıklık Venediklilerin yanlarına kalmıyacaktır, (Devamı var) "o. 1’ — Soralım bakalım. Bayan müdür Mirbanşeri par - mağında yüzüğe benzer şeye sor - du. Hepsi konuşulanları işitiyor - lardı. — Bir harb sahnesi yapmak iş- tiyoruz. — Ne gibi? — Çiçek harbi mi? Güzel kokular harbi mi? Şiir, mu- zik, ses harbi mi? — Hayır. Toplu, tüfekli, tayya- reli, bombalı. n — Bu saydıklarınız nedir? Bil- miyoruz. Bayan müdür uzun uzadıya to- pu, dridnotu, — bombayı anlattı . bir türlü anlıyamadılar. Çünkü hiç birini bilmiyorlardı. Esoes: — Vazgeç, dedi. O sahneyi biz uydururuz. Yeni dünyaya da eski maskaralıkları biz öğretmiş olmı- yalım. — - Demin oradan geçen ve yeni a- dı Tuzak olan fıldır gözlü, — eski dünya diplomatı meğer — gizlice gelmiş, konuşulanları dinlemiş. El lerini uğuşturarak, kıskıs gülerek söze karıştı: — Merak etmeyiniz. Ben böyle bir harb sahnesi kurabilirim. İn - saniyet namına olduktan sonra. Mademki bir deli akıllandırılacak. İnsanlık vazifem yardım etmek - tir. Nasıl isterseniz öyle bir harb sahnesi kurarım, Mazhar Osman homurdandı: — Biz gerçeğini istemiyoruz. — Onun uydurması da bLir zevk tir profesör. Hiç olmazsa eski hoş hatıralarımız... — Bayan müdür! Bunu bura - dan uzaklaştırınız. — Ben de bunu düşünüyorum profesör. Çünkü geldiği andanbe - râi makineleri karıştırıyor, sana -« toryum insanlarını birbirine kat - mağa çalışıyor, ortalığa — pis bir hava doldurdu. — Yeni dünyada bu gibi duy - gular, kapılışlar var mı ki? — Yok amma, burası, eski dün- yalılar sanatoryumu. Dirilir diril- mez insan ölü vermiyorlar ki. Es- ki kafada gitmek istiyorlar. — Bu sanatoryumun kuruluşu da bunun içindir ya. Her dirileni buraya ge- tirecekler. Kafalarını, yüreklerini tamir edinciye, yeni dünya zihni- yetini kavrayıncıya kadar bura - da tedavi olunacaklar. Mazhar Osman güldü: — Desenize bizde aşağı yukarı bir yeni dünya tımarhanesine atıl- dık. Azgın delinin yaygarası duyulu yordu: — Harbe devam! Harbe de - vam! Fabrikalarımızda stok si - lâhlar, cephaneler var. Onları sa - tıb bitirinciye kadar harbe de - vam! — Hem diplomat olacaksın, hem ortağım. Ne duruyorsun? Harbe devam! İnsaniyet namına ! Fazilet ve barış namma! Yaoksa bu silâhlar kullanılıb eskimedik . çe, bu mühimmat patlayıb tüke - tilmedikçe ortalık düzelmiyecek! Öyleyse harbe devam! Mazhar Osman gene hömur - dandı: — Ben bu her'fi alkı!landırmak istemem! Yezid herif bir akılla- nırsa bu dünyayı da allak bullak eder. Hem baksanıza! Sanator - yumda bir de eski diplomat var. İkisi birleşince burada da — hapı yuttuk demektir! DEEE a a TT EE İ T. 5. OO Alma ve başka dile çc""".l Devlet yesaşınca b oru — Merak etmeyiniz. Eğer li iken azıtmağa başlarst var: Servelomat ııııkmıllfu mağını çıkarır, — yerine bir beyni koyarız. — Daha iyisi bunu h haber veriniz. — Ne hükümetine? — Hükümet işte, l — Yeni dünyada hüküetü ki.. dare ederler. — Polis yok mu, pıılîfr — O bizim dünyada — Mahkeme, hapisane — Hayır. Hayır. Ç(mu kemelik bir iş yok. lnj bir yürek, tek bir dimağ ol8! şıyor. 4 — Amma da iyi bir dün$ niden dirilmişiz. Doğrusu # sudum. Bu işin başı prol esdir. ' — Yalnız ben değilim. önce, benden sonra gelib de çok çalıştılar. Omikro söze karıştı: — Omega bile çalıştı. — Esoesle Zeus gülümsedil? | Güneş battı ve koyu kıt gece doğdu. — Bu da nesi? " — Koyu kırmızıda iyi tf yunuyor. Onun için çok dünyanın havasını bu rengt yorlar. — Nasil olüyor? — Bilmem, yeni dünyadt yan bir şev vok, Göğe bir € veriyorlar, istenilen renge © nıyor. Gündüz de, gece de " Bazı büyük bayramlar gec sürecek olursa hemen sun'i ışığı verib dünyayı gündü? de bırakıyorlar. Omikro sordu: — Ömeğganın aklı profesör? Profesör şaka etti: — Ona da servelomat n İle bir koç bayni yerleştirirl ma! Şaka ediyorum. Biraf | neyim, ikisini de akıllandı? çalışırım. Bayan müdür sordu: — Karnınız aç mı? — Bu kadar bin yıl bir İ gibi geliyor bana. Zil çalı9 4 olmaz olur muyum. Hani $** tamini bol bir sebze çorbat' biftekli patates pürosu, bir ? da ayran olsa.. Yokmu 7'&1 — Burada onların hiç — Vay! Aç mı J Bunca bin yıl yetmez mi? Ona da birkaç damla l diler, o da tıkabasa doydu" — Bunun vitamini, kat” zotu nerde profesör? y (Devami 44 Makbule tarafından KIM tib Sinan mahallesinde min çkmazı No, $ de Mustaff aleyhine açılan boşanma mütedair davetiyenin mW' ikametgâhmın mechuliyetint 4 tebliğ edilemediği mübaşirif meşruhattan anlaşılmış ve £" rarınım on beş gün müd! ',/ tebliğine ve tahkikatın 25 © Pazartesi saat 10 a talikin€ rilmiş ve bir nüshası dıı z vanhanesine asılı bulun muayyen gün ve ati M kimi huzurunda bulunulmas! gün içinde itiraz edilmesi "ıı' K kamına kaim olmak üzere ç nür, v ne * 4 $ d -