ASN ü ö 3 HABER — Akşam Postası — BÜYÜK DENIİZ ROMANI Şahin Yavrusu ı Yazan: Kadircan KAFLI No 53 l “Madem ki Glorya bize sataşı- yor, niçin kaçalım ?,, Kara Yusuf yeniden sararır gi- bi olmuştu. Hissedilir deı'ecedeW meraklı bir sesle direğin tepesin- deki arkadaşma çıktı: — İyi bak ulan!... sun!... — Şimdi sen de anlarsın!... 'Tosun, Ayı Mustafanım kulağı- na eğilmiş: — Bugün Kara Yusufun taban- Zırvalıyor- sızlğı üstünde.. Hazır Venedik yo | luna girmişken biz de savaş iste- miyoruz amma, savaştan da kork- muyoruz, öyle değil mi?... Ayı Mustafa dudak büktü. Ali Reis Gloryanın rotasını u- zun uzun gözden geçirdi. Onların arkasımdan geld'ğini — anlamıştı. Kaptanı, her kimse, Ali Reisi ya- kalıyarak kolayca meşhur olmak fırsatını yakaladım sanıyordu. Genç korsan, reisi arkadaşla- rına döndü: — Bu allahın belâsı gemi, bi- zim üzerimize geliyor... Gelsin, geleceği varsa, göreceği de var... Fakat yolumuzdan kalmak ta is- temiyorum. Kara Yusuf başını çevirmiş, Gloryaya bakryordu: — Rotayı çevirdi, üstümüze yürüyor!.. Dedi. ç Hepsi de — oraya baktılar ve Kara Yusufa hak verdiler. — Ali reis arkadaşları ile kısaca görüştü ve Kara Yusuf, mümkün olduğu kadar çabuk gitmek, gece basınca bir manevra ile — gözden kaybolmak fikrinde bulundu... Hattâ bir aralık ağzndan şu söz- leri de kaçırdı: — İnebahtıya dönsek ve bir i- ki ay sonra, denizlerin ıssızlaştı- &x bir zamanda yeniden yola çık- sak!... Bu sözlere herkes şaştı. Her- kes biribirinin — yüzüne baktı ve Kara Yusuf kırdığı potu anlamış- tız — Gene reiş bil'r. O ne emre- derse onu yaparız!, Zaten yola çıkarken; — ölmek var, dönmek yok!, dediğimizi de henüz unut - madım. — O halde bu sözler ne olu- yor?.. Diyeceklerdi. Fakat Ali reis, diğerlerinin de fikr'ni anlamak istiyordu. Hepsi de: Biz kimseye ilişmek niyetinde doğruca değild'ik.. Fakat madem ki Glor- | ya bize sataşmak istiyor, niçin ka- çalım?. Dediler... Ali reis, sert ve it'raz götürmi- yen bir sesle cevap verdi: — Aramızda savaştan ürken yoktur. Fakat bir de varmak is- tediğimiz hedef vardır ki ne za - mandanberi bunun için hazırlanı- yorduk. Tam işi krvamına getir- mişken güâvurun hatırı iç'n yarıda bırakmak doğru değil!, Elbet o- na yenilmeyiz.. Fakat hiç olmaz- sa bizim de biraz zararımız olabi- lir ve yolumuzdan kalırız.. Demir tavında iken dövülür... Onu şo - ğutmayalım ve iş'mize devam e- delim!.. — Emredersiniz reis!, Hepsi de genç korsan reisine hak vermişler ve ikde bir kaba: ran savaş arzularını yatıştırmış - lardı. Va 'diyan, tokmağını gitt kçe hızlandırcıy'a ve kürekler sik sık deniz: dalıp cıkıyordu G'orya da öyle yaptı. Hem ve şimdi, Şahinin üstüne vürüdüğü- nü, onu yakalamak istediğini a - çıktan aıçğa belli ediyordu. Şahin'n rotayı değiştirdiğini görünce belki de korktuğunu san- mıştı. Hem de koskoca gövde - sinden umulmayan bir hızla git - tikçe yaklaşıyordu. Ali reis de, korsanlar da yer- lerinde duramıyorlardı. — Bu da kılcmızın keskinliği- ni, toplarımızm güllelerini dene- mek istiyor!. — Eh, ne yapalım?. Kabahat bizde değil.. Kendi ayağıyla geli- yor.. Ali reis bağırdı: — Hey ss..yyl. Silâh ba- şına !, Bütün levendler yerlerinden fırladılar, kılıç, pala, balta, to- puz yanlarında ne varsa aldılar. Ayrıca merdivenler, ucu kancalı ipler de vardı. Bunlar yüksek bordalı düşman gemilerine fırla- mak için çok işe yarıyordu. Yavuz, Tosun, Küçük Hüseyin, Ayı Mustafa, kumanda ettikleri levetlerin başına — geçmişlerdi.. Hepsi de Gloryanın bir an evvel yaklaşmasını bekliyorlardı. Lâkin Ali reis, gemisinin ro - tasını henüz değiştirmemişti. Gü- neş batmadan evvel top menzili- ne girmemiş bulunursa karanlıkta güzel bir — manevra ile ortadan kaybolmak mümkündü. Çünkü ay yoktu. Glorya iyice yaklaştı. Onun da güvertes'nde herkes harbe ha- zırdı Topların parlak ve koca: man ağızları Şahinin üstüne çev- rilmişti. Ali reis, savaşın önüne geçme- nin mümkün olmadğını anlamış- tı. Şimdi Gloryanın yaptığı ma - nevrayı kavramıştı . O, Ali reisin limandan çıktığını görünce avla- mak 'çin arkasıma düşmüştü. Son- ra da Ali reisin sahile çekilmesi- ne ve orada — küçük limanlardan birine sığamasına meydan verme- mek için, kendisi sahil tarafından yürümüş, onun yolunu kesm'şti. Şimdi de Şahinle müvazi ola- rak seyrediyordu. Aralarındaki mesafeyi gittikçe daraltıyordu.. Tam top menziline geldiği za- man da 'skele bordasmdaki bütün tar larla Şahinin üzer'ne ateş ede- cekti. Böyle bir manevraya meydan verirse Ali reis her şeyini kaybet- miş olacaktı. Hattâ ilk ateşte ge- minin teknes'nde açlacak yara - larla batmak korkusu bile vardı. Bunun için Şahini birdenbire sağa çevirmek, Glorya ile burun buruna gelecek şekilde — üzerine yürümek, onun bordasındaki iki sırada on sekiz topa hedef olmak- tansa yalnız burun tarafındaki iki topla karşı karşıya kalmak daha iyi idi, (Devamı var) Pratik Kayat Bilgisi akıl ve tercüme haxkı mahfuzdur Yazan: mM. Gayur TOLÜ BOMU — “Baume de Tolu,, hâd bronşitlerin son devrelerinde ve müzmin bronşitlerde ifrazatı tüdil, balgamın gelmesini teshil için kulla- nılır, İstimal tarzı; Elli santigram ilâ |- ki gramlık haplar yahut oluz ilâ yüz gram şurup, yahut müstahzar halin - de dört ilâ on gram zıbıg — tentür, | yahut 0.05 gramlık şekerlemeler sure- tiledir. suretile kullanılır. Permes Bomu — 80 derecede yedi yüz yirmi gram İspirto içerisine on gram “enjelik,, kökü, yirmi gram mil- pertüi çiçeği, on gram sarı sabır, on gram myrrhe, on gram oliban, altmış gram tolü Bomu, altımış gram benjo- van konarak yapılır. Bu terkip müz - min ekzemaların tedavisinde merhem gibi sürülür. Bom trankil — “Baume tranguille,, en müstamel olan Baumelerden biri - dir. Zeytinyağında saatlerce taze yap - rak halinde beladon, joskiyam, morel, haşhaş, stramuan, nikotyan pişirile - rek yapılır, İçerisine absent, hysope, marjolen, bobriye, romarin yağları ilâve olunur. Teskin edici vazifesini görür, Fioravemti bomu — Mürekkep tre- menti alkolasıdır, Nerval bom — Üküz iliği ile müs - kad yağı, bom dö tolü, kâfuru ve bi - raz ispirto ile yapılır, Romatizmalar- da kullanılır. Briç BRİÇ — İngiliz Vist oyunundan a- Immadır, İkişer ikişer oynıyan dört kişi tarafından oynanır. Bunlar - bir masa eftrafında şerikler karşı karşıya gelmek üzere otururlar, Vist ile Bric arasındaki farklar üç noktadadır: “1,, atu tesadüfe terkedileceğine her oyunda oyunculardan biri tarafından intihap edilir; “2,, oyuncu atu intihap etmeğebilir o vakit o partiye atusuz — sans atovt denir; “3,, onörlerin ve yapılan triklerin ktymeti atunun ren- gine göre değişir. Briçte bir takım tâbirler vardır. Bunlardan Şelem, korpo, emrit, uzun renk — Tongue coüleur; Mmang, me - naj, navet, rönons, robr, singlton, trik kelimeleri Vistde de vardır, İle - ride bu kelimeler izah edilecektir. Bir oyuncu diğerinden hemen evvel oynarsa ona değer oyuncunun altın - dadır. denir. Hemen sonra oynarsa diğer oyuncunun üstünde addolunur. Bu kelimelerin Fransızcası aüdes- sans — altında,, ve “nudessus — üs- tünde,, dr. Bir renki kurtarmak — de- mek rakibin elinde bulunan o renkten büyük kâğıtları sarfettirmek demek- üür. Çağırmak — atu çağırılır. Yani is - tenir, Tanrruza geçmek — “atake et - mek,, — Oyunu kendi arzu ettiği şe- kilde idareye çalışmaktır. İki rakip takımdan biri taarruza geçince öteki kendini müdafaa eder, Elinde atu olmıyan kimse için Şİ- kanı var denir. Atuyu kontra etmek: Atu isteyen - den fazla böve yapmak yani — kâğıt kaldırmak istemektir, * Kulör Yani venk: Bir kaç mânası demek değildir. Kupa, orya, ispati ve maça yani kür, kare, trefl ve pik de - mektir. Bunlar oyunun dört rengidir. Ayni zamanda renk yani kulör keli - mesi atunun gayri için kullanılır. 0- yuün ya atu oyunu yahut kulör oyunu olur. Bir de atusuz oyunda mukabil koryolara denir. Atusuz koryoya be - del kulör koryosu suretinde kullanı- hır bir tâbirdir. Rönons — lövenin ilk kâğıdını oy . nıyanın İstediği kulörü kendinde ol - madığı için oynamamaktır. Eğer bu kulör meycut olduğu halde oynan- mazsa büyük bir hata sayılır. (Devamı var) Haricen buharı teneffüs edilmek | vardır. Renk burada kırmızı ve siyah | AK 13 fkincikânın 1828 — 6 Gazetecilerin okuduğu gazete hangisidir? Bazan biz, bir zatla mülâkata | gideriz. Yahut, gene size vermek için, bir havadis elde etmek pe- şindeyizdir. Görüşeceğ'miz zata sorarız: — Filân mesele nasıldır? O bir dalgınlığa düşerek: — Gazeteler yazıyor.. — der. Sanki gazetelere yazan biz değil- | mişiz gibi... Sanki, o havadis! biz okumamışız.. Fakat yazdığımız şeyi bir' de okumak lâzım mıdır? Gerçi, yazdıklarını okumayan muharrirler'n, gün geçtikçe, yazı- larmı, yazmamış olanlar da oku- maz. Yani, kari denen varlık, siz- ler, onun bu itinasızlığını günden güne farkederek adamdan soğur ve darmadağınık, ipi sapr olmıyan saçmalarını — eğer tahrir müdü- rünün de gözünden kaçmakta | ise — büsbütün kendis'ne bırakır ve unulursunuz... Fakat bir insanın, kendi yaz- dığı havadisi okumakta ne gibi bir yenilik vardır? Hâdise - itiba- riyle ne öğrenir? İşte onun — için, bize, havadis almak istediğimiz zat; “gazeteler yazıyor!,, diye ce- vap verince, sanki, bildiğimiz şe- yi, bilmediğimizi sanryormuş gibi hareket etmesini biraz garip bu- luruz. Ve içimizden gülümsedi- ğimiz olur. Yalnız, diğer bir mesele var: Gazeteci, hangi gazeteyi okur? Kendi bildiklerinin hemen teker- rüründen başka bir şey olmıyan we sıra ile ayni saatte, ayni yakın- lıkta çıkan gazetelerden Kangisin- de bir mütalâa zevki bulacaktır? . . * - Şurada farklı, bir hâdise anla- tacağım: Bazı milletlerin edebiyatında öyle şairler edipler yetişir ki, bun- lar, doğrudan doğruya ve pek şu- mulli mânada halkın malı olamaz lar, Bunlar kimlerdir? Bunlar, şa- ir için şair yetişmiş insanlardır. Şairler, kendilerini daha çok an- lar ve severler. İngilterede Jhon Keats adlir 26 yaşında ölmüş bir genç şairin vaziyeti böyle olduğu- nu yazarlar, O, kalabaılk halktan | ziyade, saylı ve yaradılışça sanat- kâr olan bir zümre arasında daha çok hak'ki değerini bulmuştur... Bizde, bilmem Ahmet Haşim bu sınıfa dahil olabilirmi!?.. Fakat hem sanatkârlar, hem kesif halk tabakası tarafından sevilmiş, gö- ğgüse basılmış bir müstesna varlık olursa, artık bundan âlâsı, bittabi düşünülemez. Türkiyede, “HABER,, gazetesi işte bu mazhariyeti elde etmiş bir gazetedir. Gazetecilerin, bütün yenilikle- rine, heyecanlarına rağ - men, en merakla beklediği, yüre- ğini en çok hoplatan gazete, bu küçük yavru, — fakat bazan tam on altı kat elbisesiyle içi dışı bir dev gibi çıkan — gündelik akşam gazetesidir? * * » “Akşam gazeteleri,, vazife- lerini bitirip, halk tecessüsünün ilk yürek baygınlğını giderdikten sonra, ikinci akşam zamanı:— ki, geceye yakınlaşan hakikt akşam çağlarıdır— B'r çok diğer yeni haberler toplanmış ve meydana çıkmak için, durmaksızın bağrış- | maktadır. Bu sesi, yalnız bu dol- gun zamanlarda çalışan ve uğra- şanlar duyabilir... Gazeteci, aldı- ğimı vermek mecburiyetindedir. Havadis, insanın içine düşen bit | kordur. Bunun aksini &uyııı'ln'ııtk | ça, havadis vermeği kendine lek edinmiş adam rahat edeme&” Ve işte “HABER,, bu yepyeni #” | beliğin ağrıları sıklaşmağa ve gunluk, hakkiyle kendini göstü” meğe başladığı vakitler, yür.le'd müvezziin dolgun aksisadasi)' açılan, boşlaşan ve bekliyen eli re bir çarşaf gibi geriliverir. .6 6 “HABER,, gazetesini, lıunl'J gazetecilerinin de elinde gör siniz. Görmeğe belki vakitniz ’J tur, Çünkü o saatte, kendiniz & dığnz bir “haber,ii — okumi meşgulsünüzdür. Ve gazete, sizi' derece meşgul eder, heyecanl, dırır, ve zevkle oyalar - ki, tetkike, cidden, sarfedilecek * manımız kalmaz. İşte biz de, bd” bunun için bu pek şumu!lü hâ! seyi gazetemizin sayfalarına yaf yoruz... İ İstanbul gazetecisi, muhabi' olsun, sütun muharriri olsun, tâ başmakaleci, gazete tahrir dürleri de dahil olduğu hali binlerce “HABER,, karii arasın ayni talihli mevkii alan zeki, nk karilerimizdendir. Bunlardan muhabir smnıfı, meraâk uyandırıcı “Haber,, ti | kistdir. Saat iki sularında, bir ©© gazete muhabirleri. İşi kolay! miş değil, belki henüz ele alm | tır. Müvezzi HABEEER! diye ğirdi ma, bir kere karşı kald dan çağırır; yahut bir yerde ruyorsa derhal sıçrayarak “Haber,, edinir ve sayfaların le bir gözden geçirir, Çünkü r.k/ riya, kendisine o sabah iş d:M ne yazılan ve takip edilmesi nen hadisenin mühim tafsi tını görebilecektir. Görür de!, V işi kolaylaşır... Fakat bunun, zeteciye, çok defa keder veren ? tarafı da vardır. Çünkü o kadar kendisine bir esrar gibi len o vak'a, “Haber,, gazetesi | rafından çoktan hallolunmuştu” da, hakikat, iki eliyle kulaklı tıkayarak bu yavru — fakat zan dev gibi — gazeteriin cici f tunlarından avazı çıktığı kad bağırmaktadır. »i » Fakat — dedik ya: — Hâd ler bitmez.. Daha yürüyecek çok şeyler vardır. İnsan, kmıl: dıkça bir çok kusurlar, meziyet” yumurtlar. Bunlar, gazeteci! sermayesidir. Akşamdan sabâ” kadar ne olduysa — eğer en ” | him ve cidden bildirmeğe ddi olanını gene haber gazetesi ik' bir basışla vermemiş bulunu! sa — diğer gazetelerle ilân etm' lâzımdır. “Onların bıraktıklarından, A.' geçirilebileni “akşam gazet verir.. Sonra, dönüp dolaşıp, bi tün gazetecilerle beraber, işte # ne “Habere,, dayanacaksmızdi”” “Haber,,i çıkaranlar da, dil gazeteleri okumuyor diyemem: Hikmet Münif & dif » ağrılarına ":, ” tesirli — il†Her ecratı * de vardıre ALGODPAN