12 Ocak 1935 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 4

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

— BÜYÜK DENİZ ROMAN. SŞahin Yavrusu FYazan: Kadircan KAFLI No 52 I Reis emretti: “Gelen geminin ne mal olduğunu anla!,, Yavuz, palabıyıklarını srvazla - dı: — Eğer Glorya gibi yağlı bir parça ise, doğrusu elden kaçır- mak istemezdim. Ali Reis ona baktı: —NNe maksatla yola çıktığımızı unutmryalım !.. — Elbet, elbet?... Unutur mu- yuz?.. Fakat nasıl olsa o da Vene- dik tarafına gidiyor da, hani, yol- da boş kalmıyalım diye söylemiş bulundum. Tesun güldü: — Doğrusu bu söz hoşuma git- ti... Korsan dediğin hiç boş dur- mamalı ve hç bir fırsatı kaçırma- malr... Deli Mehmet ne zamandan be- ri zorla kendini tutabiliyordu. Ali | reisin kalb'ni en iyi anlıyan o idi. Çünkü o da Ali Re's gibi babasını arıyordu. Daha ziyade duramadı ve söze karıştı: — Bunların hepsinden - evvel reislerinin sözünü dinlemeli, emir lerini yapmalıdır!.. Bu sözler ortalıkta sert bir kam çı gibi şaklamıştı. Lâfını dirhemle değ'1 miskalla harcıyan Ayı Mustafa kalın bir sesle tasdik etti: — En doğrusunu Deli Mehmet söyledi. Adını Deli koymuşlar a- ma, içimizde en akıllısı odur... Küçük Hüseyin işi şakaya vur - 4 Ju: . Ğ “O0ZL Uzün boyluların budala ol - duklarını söylerler ama ben - on- dan çok kısa olduğum halde daha akıllıyrım demeğe utanırım!... — Tam buldun utanacak sura - HL Ali Reis düşüncel'ydi. Ne za- mandanberi beklediği güne ka- vuşmuştu. Hiç bir eksikleri olma- dan, tam ve sağlam bir halde se- fere çıkmışlardı. Böyle bir gemi, böyle dolu bir halde, hiç bir 'ma- na uğramadan beş defa Venediğe gidip gelebilirdi. Halbuki şimdi yolda birisi on - lara çatarsa yahut onlar b'r tara - fa sataşırlarsa sonu kimbilir ne o- lacaktı?. Zaten yazın son günle - riydi. Yirmi otuz gün sonra — son- baharın sert rüzgârları, yağmur- lar, fırtnalar başlardı. Yüzünde hafif bir korku ile, is- temiye istemiye geriye baktı. Ş'mdi, arkalarından gelen gemi daha iyi görünüyordu. — Küçük Hüseyin!... — Buyurun reis!... — Haydi bakalm, göreyim se- ni!... Sansar ÖOsmanın yanına çık ve gelen geminin ne mal olduğunu anlamağa çalış!... Rotası hnedir? Bizitı üstümüze mi geliyor, yoksa başka yol mu tutuyor?... Küçük Hüseyin 'p merdivenler den bir maymun çevikliğiyle çık- tr. Deli Mehmet Ali Reisin yanın- da bulunuyordu: — Bana kalırsa onun rotası sa- hile deha yakın gidiyor... Biz da- ha açıktayiz. Üzerimize gelm'- yorl.. — Bana da öyle görünüyor a- ma... Doğrusumu şimdi küçük Hü- seyin bize söyler... O, bu işlerde ustadır. Ali Reis bir aralık etrafıma ba- kımndı, Birisini arıyor gibiydi: — Kara Yusuf nerede? Göre- miyorum.., Ayı Mustafa cevap verdi: — Sanırım .biraz hastadır. Sık sık kamarasına iniyor!... İşte, ge- liyor!... Kara Yusuf kamaraya inen merdivenin başında boy göster- mişti — Hey!.. Kara Yusuf!... — Buyur reiş!... — Nerdesin yahul!... beri seni arıyoruz!... Kara Yusuf geriye baktı. Arka dan ge'en gemiye bakarak sordu: — Ne oldu?... Üstümüze mi ge- liyor?... — Yoksa korkuyor musun?... Bak, Ayı Mustafa senin hasta ol- duğunu zannetmiş!... Bugün ka- maraya sık sık giriyormuşsun !... Kara Yusuf sarardı. Bu adamda sahiden o gün bir başkalık vardı. — Yok canım, hasta değilim!... Sapsağlamım... Küçük Hüseyinin sesi direğin ucundan işitildi: — Reis!... Gelen gemi büyük bir kalyondur. Bir Venedik kal- yonu!... Gloryaya benziyor!... Ro- tası sahile bizden yakın!... Üstü- müze geldiğini zannetmiyorum... Yavuz, gene pala bıyıklarını sıvazladı: — Keşke üstümüze Belki Gloryadır!... Demekten kend'ni alamadı. Ali Reis bu sözlerden hoşlan- madı. Deminden gelse!... Kara Yusuf düşüncesînî açıkça | söyledi: — Gloryayı o kadar kolay yu- tulur bir lokma sanmayın!... Dağ gibi bir gemi!... Topları da...... Bütün korsanlar Kara Yusufun ne kâdar büyük olursa olsun bir düşman gemisinden böyle ürkerek bahsemtesine şaştılar. Tosun, ku- lağınn ardındaki yarayı kaşıdı: — Ondan daha büyüklerini de / yutarız amma, şimdi zamanı de- gil!... İnşaallah dönüşte gene rast larız. O zaman Şahin Reis te ba- şımızda olacak!... Elimize düşe- cek olanm vay haline!... Bu hülya, hepsini yüzlerinde, hele Ali Reisin gözler'nde bir sa- adet dalgası uçurdu. Ah o günleri görebilseler!... Ali Reis rotayı iskeleye doğru açtı, Bu suretle arkadan gelen kal yonun onları kovalayıp kovalama dığını anlamak, akşamdan evvel ona yakın bulunmamak ve gece dosdoğru sancak tarafına dönmek istiyordu. Böylelikle uzaklaşmış olacaktı. Şahin gemisi, yelkenlerini şişi- rerek sola doğru meyletti. Ali Re- is merakla bekledi. Kalyon yolunu değiştirmedi. Biraz içi rahat etti. Küçük Hüseyin son haber: ver- di: — Reis!... — Ne var?... — Bu kalyon Gloryanın ta ken- disidir... Bu söze hepsi de şasmışlardı. Çünkü Gloryanın Venedilksten gel- diğini, herhalde cenuba Girit ve Kıbrise gitt'gini biliyorlardı. (Devamı var) | araştırmakla HABE'.R Akşum Paostasr - |Almanya nereye' gidiyor ? (Baş tarafı ! mcide) bu silâh satışı işinin çok şümullü ve tehlikeli olduğunu göster'yor. Fon Papenin beyanatına atfen İtalyan gazetelerinde çıkan Bal - kan misakına ait yazılarda da istikbale ait emn yet supapları a- ramanın gülünç olduğu görülmek tedir. : İngilteredeki silâh fabrikaları- ' nm Cin ve Japon ordularına s'lâh sevkıyatı hummalı bir faalivetle devam edip dururken, Loit Cor- cun: “Sulh için harp etmek lâzım- dır!,, sözünü Macar diplomatları arasında hatırlamıyan bir fert yo'ctur. Bu vazivet karsısında Almanya nereye gidiyor? Ve kiminle harp edecektir? Bu sualin cevabını —belk! ya- rın.. Belki ilkbaharda— gene biz- zat Almanya vereceği için, biz şimd'lik Balkanlar haklımdaki endişemizi izhar etmek fırsatını arıyoruz. Macaristan Başvekilinin bu - günlerde fazla asab'leşmesinden ve Merkezi Avrupanın kubbesini saran siyah bulutlarınm gittikçe kızıllaşmasından anlıyoruz ki, si- yasi hâdiseler, biz! kendine çeke- cek kadar çapraşık bir şekil al- mıştır. - e Titülesko Bükreşte sulh çalışıyor; Benes, Çekoslovakyada Avrupa sulhunu temin edecek ye- ni konferans ve müzakere yolları meşguülken — Ro- Gömböş, bir için maya — koşuyor . tayyare rasıdı gibi, uzaktan sağı- | nı solunu tecessüs ediyor. Muso - lini dostumuzda, eski Romanın kapılarında duran stat sütunları gibi Avrupanın karşısma diki- miş. Hasılı bütün gözler açık. Zo- go bile uyumuyor.. Sarayınm etra fına bırakılan bombaları patla - madan evvel gören gözcüleri var. Macar diplomtlarından biri bu karışık ve müphem vaziyeti şu şe- kilde izah ediyor: « 'Tehlikeyi yakından gören hiç bir devlet yoktur. Görüş ve duyuşlarımız, çok temenni ede - rim ki, bu devletlerin görüş ve du- yuşlarından farklı olmasın. Fa- kat, ben diyorum ki, Balkan dev - letleri Hariciye Nazırları hakiki sulh teminine yarar konuşmaların sık sık yapıldığı gün, garpten es- mekte olan harp rüzgârları, sert kayalara çarpıp dağılan dalgalar g'bi, ters yüzüne dönüp gidecek - tir. Bu işin husulü için, biraz hüs- nü niyet ve biraz fedakârlık kâfi değ'| mi?,, Diğer taraftan Macar mehafili, İtalyan Habeşistan davası Millet- ler Meclisine verildiği sırada Ar - navut'ukta tahrikât yapması ihti- malini kabul etmekted'r. Gene ay ni mehafilin kanaatine göre Bal - kan misakı bugün herzamankin - den çok daha kuvvetli görülmek - ted'r. h Birbirini mütenakıs olarak ge- len siyasi haberler, silâh fabrika- larının ihrac ettik'ler: milyonlarca harp levazımının ifade ettiği mâ- nalardan çok daha düşündürücü- Bu mevzu üzerinde, Sar reyiâ- mının neticesini almadan evvel bir hüküm vermemek en - doğru bir hareket olur, " heyecanlandırmalı, ve kendi ben- T. 5. Yazan: i Aka Gündüz No 67 — Ya ne yapmalı? — Her kişi (Kardeş Birliği) n- den olmak ülküsünü kendi kafa- sında beslemeli, kendi yüreğinde liğinde yaşatmalı. Kanımız da- marlarımızdan, yüreklerimizden dolaşıb geçerken duyuyor mu - yuz? Midemizin hazım hareket - lerini, bağırsaklarımızın gördü - ğü işleri — içimizde oldukları halde.— anlıyabiliyor muyuz?. Hayır değil mi? İşte evrensel ve! ü sonsuz barış için kurulacak (Kar- deş Birliği) de böyle yalnız kişi- lerin benliğinde kalarak kurulma- lrdır. Hırsızlığın kötü olduğunu bilenler bir araya gelib (Hırsızlık etmiyenler cemiyeti) diye bir şey kuruyorlar mı? Hayır. Fakat on - larda bir ortak duygu vardır ki, hiç birine hırsızlık ettirmez. Ate- şe parmak sokmanın ne demek ol- duğunu herkes bilir. Ve bir ate- şin çevresine insanları toplasanız, hiç birisi böyle bir denemeye yel- tenmez. Halbuki bunlar polise beyanname verib (Ateşe parmak sokmıyanlar klübü) diye bir-ku - rum yapmış değillerdir. İyiliğe kötülüğe karşı insanlığın ortak| duygularından biri de bu (Kardeş Birliği) olmalıdır. Her insan kişi insanlığı sevmek ve bir genel kar- deşlik ülküsüne kendi başına ka- tılmakla mesele başarılmış ola- caktır. Bu kardeşlik hiç bir vakit ulu- sal varlığa, ulusal ve siyasal istik- lâle, sınır çevreleri içindeki yaşa- yış ve ilerileyişe dokunmaz. Vaktile Profesör Esoes adında pek ulaştırmak için insanlığı sa- vaştan barışa ulaştırmak için bir yol düşünmüş: Ölümü ortadan kal dırmak! Neye yarar ki altmış yıllık ça- lışmaları, denemeleri bir işe ya- ramamış. Sonunda kendisi de öl- müş. Nasıl ve nerede ölmüş? O ça- ğın insanları bunu çok aramışlar, taramışlar hiç bir izini bulama- mışlar. Yardımcılarından Ome- ga adında bir adam varmış, bir- denbire çıldırdığı için ondan da bir ip ucu alamamışlar. Eğer Pro- fesör Esoesin buldum dediği for- mülünden bir iz bulunabilseydi, bugün belki üçüncü genel savaş olmıyacaktı. Belki de insanlık ö- lümden kurtulacaktı. Mademki bu iş bilinmezliğe ve derin bir geçmişe karışmıştır, ma- demki dirim formülü yitirilmiştir, öyleyse insanlığı kurtarmak, sa - vaştan barışa ulaştırmak için baş - ka yollara baş vurmalıdır. Insanlığın kurtulmasını gene tek tek insanların, tek tek beyin - lerinde, yüreklerinde, vicdanla - rında aramalıdır. Bu düşünceleri ortaya atan bi - linmez adamı bütün acunun dip - lomatları fellik, fellik — arattılar. Anahtar deliklerinden gizli pao - lis tankları ve iğne deliklerinden açık jandarma tayyareleri geçir - diler. Nafile.. Nafile.. Nafile... Bu- lamadılar. Bütün acunun mahkemelerine gizli buyuruklar fısıldandı: Nere- de bulunursa hemen tutunuz ve sorguya çekmeden kurşuna dizi- me hükmünü veriniz. Dizildikten | 000 sonra da uluslar arası doktorları- Alma ve başka dile çevq Devlet yasasınca ko:u uğl_lğ_ na yoklatınız; ölüb ölmediği î’q anlaşılsın. Ülmediyse gene ölmezse, kuşbaşı kıyma kıyma doğratınız. Hef * rıntısını bir dağın başımma, bif nizin ortasına savurunuz. Fakat yuvarlak acunu; St fer gibi, hava gibi kaplıyan — düşüncelerin adamını bir bulamadılar. Fikir ilerliyordu. w İnsanlık: Kişi kişi, tek tek ' Fikirle beraber fıkırıızlık ilerliyordu. Bilinmiyordu ki bu gibi ler çok yerde ve çok vakit d deden doğmaz. Bunların kayf? ları bir takım ortak ve evrt? istrrablardır. Bu kaynakları | sanlığın arkada bıraktığı tari! de aramalıdır. Öyle kapı aralığı gözetler le, göz kulak olmakla o kayf' lar yakalanıb zincire vurulam? Onun için fikir, fikirsizliği kada brrakmış bitevi ilerliyord Nereye kadar ilerledi? w Tek tek insanlığın (mane ği) deyilmezliği, tüm insanlık zerinde ne yaptı? w Yaşil masa, dıplomıt, ve ka ' yoncu hangi bir yeni piramidif çine gömüldü? Veya gömülef di? j Bunları, bu ikinci kitabın iF ci bölümünde görmeğe çalrşat? Görmeğe çalışmak, görn daha doğrudur. Insan yanlış 8? bilir. Fakat görmeğe çalışm? birçok görüş noktalarını ort4 sereceği işin gürüşten iyidir, lamdır. (Devamı V& Kadın hekimleri « aylık toplantısı (Türk Ginekoloği Kurumu) ' ayın toplantısını 9/1/935 de Eti' ba odası ,konferans salonun Prof. Kenan Tevfiğin başkan! altında yaptı. Bu toplantıda: Prof. Ali Esad Birol: Raht' alt kısmından mustarazi yapıl4 kayser ameliyesi hakkında tet' gatta bulundu, ve ameliye ile © ğurttuğu bir kadını takdim €©" ameliyatın muhtelif — safhalar! projeksiyonla gösterdi. | Dr. Ahmed Asım Onur: A? liyatla çıkarttığı bir rahim sar# mu, bir de sarkoma çok benzi)” rahim miyomu piyesi takdim © ' ti, ve bunların mikroskopik mü' tahmlnrmı göstererek, vakalar hususiyetlerini anlattı. | Prof. Ali Esad Birol: Yum? talıkta husula gelen habis urlâ' dan (Granulosazeltumor) vakt sı arz ve mikroskopik prepar#” yonlarını gösterdi. Dr. Ahmed Asım Onur: / doğurmamış bir kadından ınl’n yatla çıkardığı 15 kilo ağırl ıi”’ da büyük bir yumurtalık W'(_ gösterdi, ve bu gibi büyük çıkarlmasında rasgelinen ıı'ıiilka lâtı anlattı. Bu vakalara dair yapılan "';’ nakaşalara: Kenan Tevfik, Esad Birol, - Ahmed Asım ğ Orhan Tahsin, Niyazi Müştak, i; di İhsan, Nuri Süleyman, ve har katılmışlardır, |

Bu sayıdan diğer sayfalar: