4 BÜYÜK DENiZ ROMAN: Şahin Yavrusu ı Yazan: Kadircan KAFLI HABER — Akşam Postası No 52 I Reis emretti: “Gelen geminin ne mal olduğunu anla !,, Yavuz, palabıyıklarını srvazla - dı: — Eğer Glorya gibi yağlı bir parça ise, doğrusu elden kaçır- mak istemezdim. Ali Reis ona baktı: —NNe maksatla yola çıktığrmızı unutmıyalım !., — Elbet, elbet?... Unutur mu- yuz?.. Fakat nasıl olsa o da Vene- dik tarafına gidiyor da, hani, yol- da boş kalmıyalım diye söylemiş bulundum. Tesun güldü: — Doğrusu bu söz hoşuma git- ti... Korsan dediğin hiç boş dur- mamalı ve h'ç bir fırsatı kaçırma- mallı.. Deli Mehmet ne zamandan be- ri zorla kendini tutabiliyordu. Ali ryeisin kalb'ni en iyi anlıyan o idi. Çünkü o da Ali Re's gibi babasını arıyordu. Daha ziyade duramadı ve söze karıştı: — Bunların hepsinden - evvel reislerinin sözünü dinlemeli, emir lerini yapmalıdır!.. Bu sözler ortalıkta sert bir kam çı gibi şaklamıştı. Lâfını dirhemle değ'l miskalla harcıyan Ayı Mustafa kalım bir | sesle tasdik etti: — En doğrusunu Deli Mehmet söyledi. Adımı Deli koymuşlar a- ma, içimizde en akıllısı odur... Küçük Hüseyin işi şakaya vur - “dü: — Uzün boyluların budala ol - duklarını söylerler ama ben -— on- dan çok kısa olduğum halde daha akıllıyım demeğe utanırım!... — Tam buldun utanacak sura - Gi Ali Reis düşüncel'ydi. Ne — za- mandanberi beklediği güne ka- vuşmuştu. Hiç bir eksikleri olma- dan, tam ve sağlam bir halde se- fere çıkmışlardı. Böyle bir gemi, böyle dolu bir halde, hiç bir |'ma- na uğramadan beş defa Venediğe gidip gelebilirdi. Hal'buki şimdi yolda birisi on - lara çatarsa yahut onlar b'r tara - fa sataşırlarsa sonu kimbilir ne o- lacaktı?. Zaten yazın son günle - riydi. Yirmi otuz gün sonra — son- baharm sert rüzgârları, yağmur- lar, fırtnalar başlardı. Yüzünde hafif bir korku ile, is- temiye istemiye geriye baktı, Ş'mdi, arkalarından gelen gemi daha iyi görünüyordu. — Küçük Hüseyin!... — Buyurun reis!... — Haydi bakalm, göreyim se- nil... ve gelen geminin ne mal olduğunu anlamağa çalış!... Rotası nedir? Bizirı üstümüze mi geliyor, yoksa başka yol mu tutuyor?... Küçük Hüseyin 'p merdivenler den bir maymun çevikliğiyle çık- tı, Deli Mehmet Ali Reisin yanın- da bulunuyordu: — Bana kalırsa onun rotası sa. hile daha yakm gidiyor... Biz da- ha açıktayız. Üzerimize gelm'- yortl... — Bana da öyle görünüyor a- ma.., Doğrusunu şimdi küçük Hü- seyin bize söyler... O, bu işlerde ustadır. Ali Reis bir aralık etrafına ba- kındı. Birisini arıyor gibiydi: Sansar Osmanın yanına çık | — Kara Yusuf nerede? Göre- miyorum.., Ayı Mustafa cevap verdi: — Sanmım .biraz hastadır. Sık sık kamarasına iniyor!... İşte, ge- liyor!... Kara Yusuf kamaraya merdivenin başında boy mişti — Hey!.. Kara Yusuf!... — Buyur reiş!... — Nerdesin yahu!... beri seni arıyoruz!... Kara Yusuf geriye baktı. Arka dan ge'en gemiye bakarak sordu: — Ne oldu?... Üstümüze mi ge- liyor?... — Yoksa korkuyor musun?... inen Deminden | Bak, Ayı Mustafa senin hasta ol- duğunu zannetmiş!... Bugün ka- maraya sık sık giriyormuşsun!... Kara Yusuf sarardı. Bu adamda sahiden o gün bir başkalık vardı. — Yok canım, hasta değilim!... Sapsağlamım... Küçük Hüseyinin sesi direğin ucundan işitildi: — Reis!... Gelen gemi büyük bir kalyondur. Bir Venedik kal- yonu!... Gloryaya benziyor!... Ro- tası sahile bizden yakın!... Üstü- müze geldiğini zannetmiyorum... Yavuz, gene pala bıyıklarını sıvazladı: — Keşke üstümüze Belki Gloryadır!... Demekten kend'ni alamadı. Ali Re's bu sözlerden hoşlan- madı. Kara Yusuf düşüncesini açıkça söyledi: — Gloryayı o kadar kolay yu- tulur bir lokma sanmayın!... Dağ gibi bir gemi!... Topları da, Bütün korsanlar Kara Yusufun ne kâdar büyük olursa olsun bir düşman gemisinden böyle ürkerek bahsemtesine şaştılar. Tosun, ku- lağınn ardındaki yarayı kaşıdı: gelse!... — Ondan daha büyüklerini de | yutarız amma, şimdi zamanı de- ğil!... İnşaallah dönüşte gene rast larız. O zaman Şahin Reis te ba- şımızda olacak!... Elimize düşe- cek olanım vay haline!... Bu hülya, hepsini yüzlerinde, hele Ali Reisin gözler'nde bir sa- adet dalgası uçurdu. Ah o günleri görebilseler!... Ali Reis rotayı iskeleye doğru açtı. Bu suretle arkadan gelen kal yonun onları kovalayıp kovalama dığını anlamak, akşamdan evvel ona yakım bulunmamak ve gece dosdoğru sancak tarafına dönmek istiyordu. Böylelikle uzaklaşmış olacaktı. Şahin gemisi, yelkenlerini şişi- rerek sola doğru meyle'ti. Ali Re- is merakla bekledi. Kalyon yolunu değiştirmedi. | Biraz içi rahat etti. Küçük Hüseyin son haber! ver- di: — Rois!... — Ne var?... — Bu kalyon Gloryanın ta ken- disidir... —?0 c Bu söze hepsi de şaşmışlardı. Çünkü Gloryanın Venedikten gel- diğini, herhelde cenuba Girit ve Kıbrise gitt'ğini biliyorlardı. (Devamı var) göster- | — |Almanyanereye, gidiyor ? (Baş tarafı * imcide) bu silâh satışı işinin çok şümullü ve tehlikeli olduğunu göster yor. Fon Papen'n beyanatma atfen İtalyan gnzctcîe.r'ınde çıkan Bal - kan misakına ait yazılarda da istikbale ait emn'yet supapları a- ramanın gülünç olduğu görülmek tedir. İngilteredeki silâh Fabrikaları- | nm Cin ve Japon ordularına 5'lâh sevkıyatı hummalı bir faalivetle devam edip duruürken, Loit Cor- cun: “Sulh için harp etmek lâzım- dır!,, sözünü Macar diplomatları arasında hatırlamıyan bir fert yoktur. nereye gidiyor? Ve kiminle harp edecektir? Bu sualin cevabını —belk? ya- rın.. Be'ki ilkhaharda— gene biz- şimd'lik Balkanlar hakkımdaki endişemizi izhar etmek - fırsatını arıyoruz. Macaristan Başvekilinin bu « günlerde fazla asab'leşmesinden ve Merkezi Avrupanm kubbesini saran siyah bulutların gittikçe kızıllaşmasından anlıyoruz ki, si- yasi hâdiseler, biz: kendine çeke- cek kadar çapraşık bir şekil al- mıştır. Titülesko Bükreşte sulh — için çalışıyor; Benes, Çekoslovakyada Avrupa sulhunu temin edecek ye- ni konferans ve müzakere yolları araştırmakla — meşgülken Ro- maya koşuyor . Gömböş, bir tayyare rasıdı gibi, uzaktan sağı- | ı solunu tecessüs ediyor. Muso - lini dostumuzda, eski Romanın kapılarında duran stat sütunları gibi Avrupanın karşısma dikik miş, Hasılı bütün gözler açık. Zo- go bile uyumuyor.. Sarayının etra fına bırakılan bombaları patla - madan evvel gören gözcüleri var. Macar diplomtlarından biri bu karışık ve müphem vaziyeti şu şe- kilde izah ediyor: *— Tehlikeyi yakından gören hiç bir devlet yoktur. Görüş - ve duyuşlarımız, çok temenni ede - rim ki, bu devletlerin görüş ve du- yuşlarından farklı olmasın. Fa- kat, ben diyorum ki, Balkan dev - letleri Hariciye Nazırları hakiki sulh teminine yarar konuşmaların sık sık yapıldığı gün, garpten e- mekte olan harp rüzgârları, sert kayalara çarpıp dağılan dalgalar g'bi, ters yüzüne dönüp gidecek - tir. Bu işin husulü için, biraz hüs- nü niyet ve biraz fedakârlık kâfi değ'| mi?,, Diğer taraftan Macar mehafili, Htalyan Habeşistan davası Millet- ler Meclisine verildiğ! sırada Ar - navut'ukta tahrikât yapması ihti- malini kabul etmekted'r. Gene ay ni mehafilin kanaatine göre Bal - kan mişakı bugün herzamankin - den çok daha kuvvetli görülmek - ted'r. h Birbirini mütenakıs olarak ge- len siyasi haberler, silâh fabrika- larının ihrac ettikler? milyonlarca harp levazımının ifade ettiği mâ- nalardan çok daha düşündürücü- dür. Bu mevzu üzerinde, Sar reyiâ- mımnın neticesini —almadan evvel bir hikiüm vermemek en doğru l bir hareket olur, Bu vaziyet karsısında Almanya | zat Almanya vereceği için, biz | Yazan: Aka Gündüz ı No. 67 — Ya ne yapmalı? — Her kişi (Kardeş Birliği) n- den olmak ülküsünü kendi kafa- sında beslemeli, kendi yüreğinde heyecanlandırmalı, ve kendi ben- liğinde yaşatmalı. Kanımız da- marlarımızdan, yüreklerimizden dolaşıb geçerken duyuyor mu - yuz? Midemizin hazım hareket - lerini, bağırsaklarımızın gördü - ğü işleri — içimizde oldukları halde — anlıyabiliyor muyuz?. Hayır değil mi? İşte evrensel ve| sonsuz barış için kurulacak (Kar- deş Birliği) de böyle yalnız kişi- | lerin benliğinde kalarak kurulma- lıdır. Hırsızlığın kötü olduğunu bilenler bir araya gelib (Hırsızlık etmiyenler cemiyeti) diye bir şey kuruyorlar mı? Hayır. Fakat on - larda bir ortak duygu vardır. ki, hiç birine hırsızlık ettirmez. Ate- şe parmak sokmanım ne demek ol- duğunu herkes bilir. Ve bir ate- şin çevresine insanları toplasanız, hiç birisi böyle bir denemeye yel- tenmez. Halbuki bunlar polise beyanname verib (Ateşe parmak sokmıyanlar klübü) diye bir-ku - rum yapmış değillerdir. İyiliğe kötülüğe karşı insanlığın ortak duygularından biri de bu (Kardeş Birliği) olmalıdır. Her insan kişi insanlığı sevmek ve bir genel kar- deşlik ülküsüne kendi başına ka- tılmakla mesele başarılmış ola- caktır. Bu kardeşlik hiç bir vakit ulu- sal varlığa, ulusal ve siyasal istik- yış ve ilerileyişe dokunmaz. Vaktile Profesör Esoes adında pek ulaştırmak için insanlığı sa- vaştan barışa ulaştırmak için bir yol düşünmüş: Ölümü ortadan kal dırmak! Neye yarar ki altmış yıllık ça- lışmaları, denemeleri bir işe ya- ramamış. Sonunda kendisi de öl- müş. Nasıl ve nerede ölmüş? O ça- ğın insanları bunu çok aramışlar, taramışlar hiç bir izini bulama- mışlar. Yardımcılarından Ome- ga admda bir adam varmış, bir- denbire çıldırdığı için ondan da bir ip ucu alamamışlar. Eğer Pro- fesör Esoesin buldum dediği for- mülünden bir iz bulunabilseydi, bugün belki üçüncü genel savaş olmıyacaktı. Belki de insanlık ö- lümden kurtulacaktı. Mademki bu iş bilinmezliğe ve derin bir geçmişe karışmışlır, ma- demki dirim formülü yitirilmiştir, öyleyse insanlığı kurtarmak, sa - vaştan barışa ulaştırmak için baş - ka yollara baş vurmalıdır. Insanlığın kurtulmasını gene tek tek insanların, tek tek beyin - lerinde, yüreklerinde, vicdanla - rında aramalıdır. Bu düşünceleri ortaya atan bi - lâinmez adamı bütün acunun dip - lomatları fellik, fellik — arattılar. Anahtar deliklerinden gizli po - lis tankları ve iğne deliklerinden açık jandarma tayyareleri geçir - diler. Nafile.. Nafile.. Nafile... Bu- lamadılar. Bütün acunun mahkemelerine gizli buyuruklar fısıldandı: Nere- de bulunursa hemen tutunuz. — ve sorguya çekmeden kurşuna dizi- me hükmünü veriniz. Dizildikten sonra da uluslar arası doktorlırı-l 12 Iklnc'kinun 1935 v Alma ve başka dile çev ı01 lJuîe! yasasınca ko:u udut| | | na yoklatınız; ölüb ölmediği d anlaşılsın. Ölmediyse gene ölmezse, kuşbaşı kıyma kıyma doğralınız. Her ran'ısını bir dağın başmına, bif ” nizin ortasımna savurunuz. Fakat yuvarlak acunu; fer gibi, hava gibi kaplıyan düşüncelerin adamını bir bulamadılar. Fikir ilerliyordu. Tasanlık: Kişi kişi, tek tek ülküye öz benliğini veriyor V* kendini verişini sağ kula sol kulağına bile ıöylemıyol* Fikirle beraber fikirsizlik ilerliyordu. Bilinmiyordu ki bu gibi ler çok yerde ve çok vakit deden doğmaz. Bunların kayf ları bir takım ortak ve istirablardır. Bu kaynaklari sanlığın arkada bıraktığı de aramalıdır. Öyle kapı aralığı gözetli le, göz kulak olmakla o ka: lar yakalanıb zincire vuru! Onun için fikir, fikirsizliği kada bırakmış bitevi ilerli Nereye kadar ilerledi? Tek tek insanlığın (ma: ği) deyilmezliği, tüm insanlık zerinde ne yaplı? Yaşil masa, diplomat, ve yoncu hangi bir yeni piramidi çine gömüldü? Veya gömül di? Bunları, bu ikinci kitabın ci bölümünde görmeğe çalışa? gız. ü " ; Görmeğe çalışmak, el daha doğrudur. Insan yanlış bilir. Fakat görmeğe çalışm birçok görüş noktalarımı serecaği işle göürüşten iyidir, lamdır. (Devamı Kadın hekimleri aylık toplantısı (Türk Ginekoloği Kurumu) ayın toplantısını 9/1/935 de Et” ba odası ,konferans salonuf Prof. Kenan Tevfiğin b n altında yaptı. Bu toplantıda: Prof. Ali Esad Birol: R: alt kısmından mustarazi yapı kayser ameliyesi hakkında gâtta bulundu, ve ameliye ile ? ğurttuğu bir kadını takdim ameliyatın muhtelif — safhal projeksiyonla gösterdi. Dr. Ahmed Asım Onur: liyatla çıkarttığı bir rahim mu, bir de sarkoma çok benzi rahim miyomu piyesi takdim © ti, ve bunların mikroskopik mu” tahzarlarını göstererek, v p hususiyetlerini anlattı. Prof. Ali Esad Birol: Yun talıkta husula gelen habis url4' dan (Granulosazeltumor) vak? sı arz ve mikroskopik prepıl' yonlarını gösterdi. Dr. Ahmed Asım Onur: doğurmamış bir kadımdan ul’u yatla çıkardığı 15 kilo .ı.fı:; da büyük bir yumurtalık — ki! gösterdi, ve bu gibi büyük url4” çıkarlmasında rasgelinen ıııil# lâtı anlattı. Bu vakalara dair yapılan 1’ nakaşalara: Kenan Tevfik, Esad Birol, — Ahmed Asım O97 Orhan Tahsin, Niyazi Müştak, ı; di Ihsan, Nuri Süleyman, ve har katılmışlardır.