öi — BÜYÜK DENIZ ROMN! — | Şahin Yavrusu [z Ali Reis, yenigemisile akibeti meçhul bir maceraya atılıyordu Mllelllll ömerRıza Ko 3a Bir ordunun başındaki General, bir donanmanın başındaki âmi - ral, büyük bir iş evinin başındaki genel çevirgen, büyük bir mekte- bin başındaki müdür, mevkileri çok mühim olan insanlardır. Plân hazırlamak, plânların tatbikini Mezar bekçisi kızı tanıdığı i- çin yerlere kadar eğilerek karşı- ladı. Çelenkler mezarm içine değil, dış kapısının önüne konulurdu. — Hangi köyde?... — Üç çınar köyünde!... Baba- mı burada Venedikliler öldürdü- ğü zaman biz annemle dedemin yanındaydik... hep orada kaldık... —Annenle deden buraya gel. diler mi?... —Hayır... Ben onlara haber vermeden kaçtım. Senin geldiği- ni duydum da... — Fakat, seni yanıma alırsam annen darılmaz mı?.. Deden kızmaz mı?... Çocu bu sözlere karşı omuz silkti. Bu sırada kalabalığın arasın- dan bir kadın, arkasından da sa- kalma kır düşen bir adam çıktı.. Henüz yirmi beş otuz yaşlarında olan kadım, sansar Osmanı elin- den tuttu. Hiç bir şey söyleme- den götürmek istedi. — Beni bırak anne!... Ben Ali Reisin yanma levent yazılaca- ğım!... Babam gibi olacağım!... Genç kadın Ali Reise döndü. Sık sık soluk alıyordu. Gözleri ağlamaktan kızarmıştı. Demek ki sansar Osman ortadan kaybo- klunca çok merak etmiş, kosa ko- şa köyden şehire inmişti; Baba- sr da onun gibiydi. Ihtiyar adam genç — korsana yaklaşarak: — Kızımın birtanecik çocuğu ve benim de biricik torunumdur. ana Onu bize bağışlayın!.. Yaptığı- nız işleri duyduk ve sevindik. İn- şaallah Şahin Reisi de kurtarır- smız... Fakat Osman henüz pek küçüktür. Zavallı kızım, ondan da ayrılırsa çok üzülecek!... Diye yalvardı. — Benimle gelmeyi kendi is- tedi. Fakat madem ki siz razı ol- muyorsunuz, ben de götürmem. Yalnız şunu söyliyeyim ki, eğer siz yetişmeseydiniz ve onu alıp gitmiş olsaydım, canım gibi ko- Tuyacaktım !... — Biraz daha büyüsün de, in- şaallah gene sizin yanımmızda le- vent olur... Küçük olduğu için is- temedik. Yoksa, babası nasıl Şa- hin Reisle beraber yıllarca sa- vaştı ise o da sizinle beraber dö- vüşsün !... Bu bizim de bağrımızı kabartır... Sansar Osman annesiyle de- desinin kollarında çırpmıyor: —Ben gitmek istiyorum... Ço- cuk değilim ben!... Diye bağrıyordu. Ali Reis gemiye girdi levent- lerini son defa olarak güverteye topladı. Onlara şu sözleri söyle- di: —Size korsanlığın zorlukla- rmı sayacak değilim. Bunu hepi- niz biliyorsunuz... Buraya da bi- le bile geldiniz!... rağmen şunu söylemek isterim ki, en büyük ülküm, benim ba- bam ve hepimizin asıl reisi olan Şahin Reisi alçak Venediklilerin elinden kurtarmak, kardeşimi ve annemi bulmaktır. — Altımızda genç, hızlı ve güzel bir gemi var, Topları da yerleştirdikten sonra Snümüze çıkacak olan kâfir ge- mileri, kanatlı olsalar gene eli- mizden kurtulamazlar. Bu işte daima kahraman leventlerime Sonra orada, | » Fakat her şeye | güveniyorum. Göğüslerinizde bi- rer aslan yüreğinin çarptığını bi- Tiyorum. Bileklerinizde birer bo- ğa kuvveti vardır. Kılıçlarınız, balta, topuz ve yaylarınız, en gü- zel çelikten yapılmıştır. Hepi- miz Türkün şerefi için dövüşece- ğiz. Kahraman Barbarosların, Durgutların, Şahinlerin soyun- danız. Onların tuttukları yolda yürüyeceğiz. Pala bıyıklı bir levent yerinde duramadı. Kılıcını sıyırdı. Hava- ya kaldırdı ve bağırdı: —Şah'ı Reisi kurtaracağız... Ol dediğin yerde ölecek, kal de- diğin yerde kalacağız... Yüz aslanın kükremesini an- dıran bir uğultu limanı doldur- du, kale duvarlarına, etrafında- ki dağlara çarptı: — Yaşasın Ali Reis!... sın!... Ali Reis yeniden daha coşkun bir sesle devam etti: — Yoldaşlarım, önümüze bel- ki yağlı parçalar çıkmaz, belki ilk seferimiz pek © kadar kârlı olmaz. Fakat bu bizi yıldırmama kıdır. Bizim ülkümüz yağmadan ziyade şerefimizi kurtarmaktır. Kâfir gemileri sahillerimize sürü nerek geçiyorlar, balıkçı gemile- rimizi bile batırıyorlar. Onlar- dan öç almakla beraber valıımun Dalmaçya tahillerine, hattâ Ve- Yaşa- | nedik'akkadar uzayacaktır. Şim- | diye kadar hiç kimsenin yapma- dığı bu çetin seferi hepiniz göze almalısınız!... Venedik sularında | bir filo tarafından kuşatılmamız ihtimali de vardır. Zaman olur ki bir değil, on, on beş düşman kadirgasıyle karşılaşırız... Bizi bunlar yıldırmamalıdır. Eğer bu- kadar uzun ve zor bir seferi gö- ze almıyan varsa, şimdiden söy- lesinler... Ben her şeyden evvel leventlerimin gönüllü olmalarını isterim. — Hepimiz gönüllüyüz... Pala bıyıklı levent tekrar - or- taya fırlamış, Ali Reisin önünde kılıcını havaya kaldırarak bağır- mıştı: — Gene söylüyoruz. Her za- man söyliyeceğiz. Senin gibi kah raman reisin emriyle ateşe bile atılırız. Cehenneme bile gideriz. Dünya bir araya gelse bizi yolu- muzdan — çeviremez. Baş yıldan beri miskin miskin oturmaktan usandık. Ayaklarımıza kara su- lar indi. Kılıçlarımız — paslandı. Kadınlar gibi yatakta ölmek bi- zim için yüz karasıdır. Yanı başındaki ip merdivene bir kaç basamak çıktı:. — Reisimizin gösterdiği yol- da yılmadan, yorulmadan gide- ceğiz. Ölmek var, dönmek yok... Ben yemin ediyorum arkadaş- lar! Siz de yemin edin!... Eğer bu sözümüzü tutmazsak Allah bizi denize hasret braksın!... Ölümüz, denizlerin derinlikleri- ne değil, kara topraklara gö- mülsün!... Bir Türk gemicisi için bundan büyük yemin olamaz... Diye haykırdı. Bütün leventler kılıçlarını, balta ve topuzlarımı havaya kal- dırarak cevap verdiler: ( Devamı var ) gözetlemek, yapılan bütün işlere nezaret etmek, bütün işleri teftiş etmek onların işidir. Fakat onla- rım emri altında çalışan bir çok a- damlar vardır. Bunların vazifele- ri onların verdikleri emirleri din- letmek ve yapmaktır. Bu memur - lar çalışırlar, çabalarlar, ve aldık- ları emirleri tatbik ederler. Bazan bu emirleri tatbik etmekte ileri bile giderler. Fakat her işi idare eden, bütün işlerin yolunda gitti- ğine bakan adam, en baştaki a - damdır, Ordunun bir mevkie hücum et- mesi iş'ni bir General kararlaştı- vır. Hücumun vuku bulacağı gün ve saati o tayin eder. Bu hücuma kaç kişinin ve kaç topun iştirak e- deceğ'ni o anlatır. General bütün bunları tayin ettikten sonra onun adamları askerlerin, toplarm, za- birenin, erzakın yerli yerinde ve tam vaktinde nasıl yetişt'rileceği ni kararlaştırırlar ve ona göre ted bir alırlar. Büyük bir iş evini idare eden müdür, müessesen'n çıkardığı mal ları herkese tanırtmak 'çin mühim bir reklâm hareketini hazırlar. Bu uğurda nekadar para hacedilece- ğini, reklâmların hangi şehirler - de, hangi köylerde yapılacağını bacaslaçtırın; DANA sonra ilân kâ- tibini çağırır, ilân acentalarından birini davet eder, onlara fikrini açar, ve yapacağı işin tafsilâtını, teferruatını onlarla görüşür. Görüyorsunuz ya General plân- Tarını verir ve bunların tatbikine neazret eder, onun erkânı harbi işin bütün teferruatını düşünür ve hazırlar, General, lüzum gör- dükçe, plânlarını tadil eder, ' ya- hut değiştirir. Fiilden bahsederken onun da bir kumandan, bir General oldu - ğunu söylemiştik. Adverbler (zarflar) onun er - kânı harb'yesidir, diyebiliriz. Fiil, umumit bir fikir verir, Meselâ: (1) John will came yani (Jon gelecek). (2) Father is working. Yani (baba çalışıyor). (3) John was working. Yani (Jon çalışıyordu.) Adverb, zarflar, fiilin, nasıl, ne zaman, yahut nerede vuku buldu- Bunu anlatarak işin tafsilât ve te- ferruatını tamamlarlar. Meselâ: (1) Jahn will came tomerrow. Yani (Jon yarın gelecek). (2) Father iş working downs - tairs. (Baba, aşağıda çalışıyor), (3) John is working bodIy, (Jon fenaca çalışıyor). Bu cümlelerin birincisindeki zarf zamanı, ikincisinde zarf me- kânı, üçüncüsündeki zarf hali gös teriyor. Zaten bir zarf ta bir fiile ya za- manı, ya mekânı, ya hali ve key- fiyeti göstererek yardım eder. Hal veya keyfiyet (manner) zarfı How? — nasıl sualine cevap verir. Zaman zarfı (When — ne za- man) sualine cevap verir, Mekân zarfı (Whehe — nere- de) sualine cevap verir. (Devamı var) Mezardan çıkıp gidince bekçi al- sın ve yarı fiyatına gene çiçekçi- ye satsın diye, Bundan başka her ay Omaorfodan beş lira bahşiş a- lıyordu. Onun için üç arkadaş mezarda kaç saat kalırlarsa kal- sınlar, bekçi ses çıkarmazdı. Mezardan çıkınca eve gider- ler ve akşam karanlığı basınca lâboratuvara dönerlerdi. Ömega çantayı açtı ve Omik- ronun yüreğini, ciğerinin parça- sını ve beyninin iki damlasını masanm üstüne koydu. Dört tane göz bir noktaya ba- karak bekliyor ve iki tane göz a- raştırıyordu. Bir saat sonra pro- fesör kendi kendine mıraldan- mağa başladı: — Yürek - sağlığındaki gibi. Kan verilirse hemen çalışacak. Bunu burada iki yıl saklamalı sonra yerine dikmeli. Ciğerin atomları yüzde elli sağ.. İki Jıı önce yüzde otuzdu. Profesörün yüzü gülümsüyor- dü. — Omikro dirilecek mi? Bunu Omega, titriyen bir ses- le sordu. Profesör şişkonun — te- miz bakan gözlerine baktı ve a- cıdığı belli olan bir sesle : — Hayır, dedi. Onu — yitrdmk, fakat ölmüş gövdesinin. üzerin- de ülkümüze — yaklaştık. Artık formüllerimizi korkusuzca doza edebilirim. eei Bir köşeden kuş sesine ben- zer ince sesler geldi. Ömega ora- ya seğirtti ve ilkkez haykırırca- sına söyledi: — Proferör! Profesör! Kuş falan değil. Tırnaklarını cama sürttüğü için öyle ses veriyor. — Neymiş 0? — Tekir kedi dirilmiş! Omorfo sıçradı: -— Dirilmiş mi? — Fıldır fıldır bakryor! Kava- nozdan çıkmak için çırpmıyor! Üçü de dirilen kedinin başu- cuna dikildiler. Dirilen kedi ince- ince miyavlıyor ve kavanozdan çıkmak için camı tırmalıyordu. Profesör kolunu birdenbire O morfonun boynuna doladı ve genç kızım başını yüreğinin üs- tüne bastırdı: — İşimiz başladı Omorfo! Güzel Zeus bu kadar hızlı çar- pan bir yürek dinlememişti. Bu ked'ye bir dirim pikürü ya- pıldıktan sonra ciğerine bir neş- ter sokularak öldürülmüştü. De- neme yapılan hayvanların en sonuncusuydu. Kediyi çıkardı- lar, bir buçuk ay ölü kalan kedi- nin karnı acıkmış olacaktı. Kar- nma bir besleyici kan şırmga e- dip bıraktılar. Kedi yorgun bir yürüyüşle gitti, bir kanapenin köşesine yattı ve hırıl hırıl uyu- mağa başladı. —Bu kediyi dışarıya çıkarmı- yalım. Burada besliyelim, tam gücünü, yorgunluğunu alınca ye- ni bir neşter denemesi yaparız. — Ya ölürse? — Ölürse neden öldüğünü araş tırırız. — Ya ölmezse? — Ülkümüze ulaştık demek- ı İ Alma ve başka dile çevir Devlet yasasınca koruludur. tir., Zeus öyle ıevındı ki bir yışta profesöre sarıldı ve iki mumu yanağından öptü. Ömega omuzundaki gü nin sivri ucunu iki gözünün narlarma dokundurup kuruttuk' tan sonra mırıldanarak çekildi: — Omikro bu kedi kadar şasf İt çıkmadı. Ben onu ne kadif çok seviyorum. Zavallı profulid Sekseninde sevgiyi anladı. Nıİ' yarar? Omorfo yirmi beş, o uİ sen! Amma ne çıkar? Oııotq da onu seviyor! Hem öyle yorlar ki sevgi tanrıları bir ara: gelseler, sezemezler. Onu ”'3 ben sezerim. Çünkü ben de lar gibi seviyorum. Seksenlik profesör Eıoeı, mi beşlik Zeusu nasıl ve ne la seviyordu? Bunu Esoes kendi kendi belki bin kez sormuştu. Bu se nin bir çirkinliği vardı. Fakat niçin çirkin olsun? Esoces eti, siniri ve belki kemiği ile sevmiyordu ki.. On eti lâstikleşmiş bir deri eskisi: den başka bir şey değildi. Si leri pörsümüştü amma et (: lık için gerilecek boş günü yı tu. Altmış yıldan beri ülkü h: nm gerginliğini taşıya taşıya cıklanmasını unutmuştu. Bir likanlı heyecanından daha ve coşkun olan heyecanları ü ağacınn dallarında açan çi lere benziyordu. Beli (5) lıu ne dönmeğe başladığı gündi değil, vatıa unmivyersiteusn.. w rasını hazırladığı günlerden kemikliğini ve ilikliğini muştu. Amma Zeus'u çok seviyorı Zeus'ta seksen yılınm ti: ni görüyordu. Omorfoyu le seksen yıl içinde bütün sevdik" lerini bi raraya toplamış ve heP” sini Ormorfonun varlığında &DA tan seviyordu. * i Her gün Zeus'un gözlerine b kınca seksen yı! daha geriye Iİ' dip hızlaştığını seziyordu. Omik* Yonun da kanburunu, uzun m: mun kollarını ve çürüğe yüzünü sevmişti. Omikroyu sevmekle kendi sağ kolunu sevmiş oluyordu. Omo! foyu sevmekle de bütün yaşayll şındaki sevgilileri ve seviyordu. | Fakat şişko Omega böyle di” şünmüyordu. O istiyordu ki pro” fesör aradığını çabuk — bulsu! hem insanlığı kurtarsın, hert kendisi de yaşayacak.. Ve bir Omorfo ile evlensin. Çünkü kı disi için de böyle Jüııınmiqt&l. ( mikro yaşayacak, hiç ölmiyece kendisine yaşayacak.. Ve bir & lümsüzlük içinde bitmez tüker' mez bir sevgi ile kavuşup yacaklar! Kedi iyiden iyiye yaşıyordu.. Taze ciğer, kuzu böbreği, —dan işkembesi yiye yiye tavlanı tı. Gözlerinde bir insan gözün anlamı, parlaklığı vardı. Hand sa konuşacak gibiydi. Hoş.. mega onunla —kedi anlasm İamasın— uzun uzadiye konu$!/ yordu. Geceleri yalnız kaldık€ kucağına alır ve profesöre işitti” | meden konuşurdu: t (Devamı v) B