BÜYÜK DENİZ ROMANI — | Şahin Yavrusu — | Yazan: Kadir “Bizi avlamak istediklerine hiç umap oanlar ilinci şahatıdlar şüpheniz — Evet, bir gemi!... Kimbilir nereye gidiyor... Alinin kalbi burkuldu. Ülkesi- ne o kadar bağlıydı ki en ufak şey lerden kuşkulanıyor, — bir aksilik olmasından korkuyordu. O susuyordu. Fakat arkadaşları konuşuyorlardı: — Türk gemisine benzemiyor... Hem de bizim gemiler buralarda dolaşmazlar... — Bir Venedik gemisidir. — Fakat nereden gelebilir?... — Onu bilmem... Bazirgân de- ğgilim... — Adam sen de, bize ilişmesin de, hangi cehenneme giderse git- sin !... Ali yesinden doğruldu: — Sahilden ayrılmıyor... doğru geliyor... Açılalım!. Dedi. Küçük Hüseyin dümene geçdi. Ali Reis emretdi: — Kara Yusuf, sen de kürekle- ve... — Peki reis!... Çağunda, Alinin boş yere kuş. Bize kulandığını zanneden bir hal var-| dı. » Açıldılar... Ali, karşıdan gelen geminin en ufak hareketlerini bile gözden ka- çırmıyordu. Küçük Hüseyinle Ka- ra Yusufun da gözleri dört açıl- mışdı. — Bayrağını — görebilseydik... Yelkenlerin arkasında kalıyor da görünmüyor... sine hiç benzemiyor bu!... sin Hüseyin!... Bunu Kara Yusuf söylemişdi. Küçük Hüseyin cevab verdi: — Evet!... Bordası daha yük- sek... Yelkenler dar... — Baş taraf yassıl, Meçhul gemi de rotasını açığa çevirmişdi Kara Yusuf dişlerini sıkdı: — Hay Allahın belâsi!.. Yemin ederim ki bi uğursuz herifler bize göz koydular... Ulan neyimize göz koydunuz be?... Bu kürek kaçkın- larında ne bulacaksınız?.. Ali ayaktaydı. İki avucunu dür- bün gibi gözlerine götürerek uzun * Ne der- uzun bakdı. Birdenbire arkadaş.| larıma dönerek: — Ön tarafdaki yelkeninde bir işaret var... Kafatasına ve çapraz kol kemiklerine benziyor... Diye haber verdi. — Kafatası ve çapraz kol ke- mikleri mi?.. — Evet!. İşte!... müze geliyor.. Tam da üstü- — Fakat hunlar korsandır. Dal-| maçya korsanları... Yelkenin üstündeki siyah kafa- tası ve altında çapraz duran kol kemikleri, ölüm işaretiydi. Ali Reis emir verdi: — Rotayı değişdir, Hüseyin!... Hemen sahile gidiyoruz... — Kara Yusuf, küreklere hızlı asıl!... Siz de, arkadaşlar, Venedikden kaçar ken yapdığımız gibi ellerinizi kü- rek yerine kullanın!.. . Küçük Hüseyin ilâve etdi: — Vaktile bu gâvur korsanları hakkında bazı şeyler duymuşdum. Pek insafsız olurlarmış... Tutduk- larını, ayaklarından direklere asar lar, günlerce öyle bırakırlarmış... Bazan da karnını yararlar, Fakat Türk gemi-! para, Can No.238 olmasın!,, ararlarmış... Deri ile etin arasına sakladınız, diye insanım derisini diri diri yüzerlermiş... Küçük Hüseyin bunları uyduru- yordu. Hepsi de yıllarca süren forsa- lıkdan yeni kurtulmuşlardı... On- ları gayrete getirmek için bundan daha iyi bir çare olamazdı. Dümen sahile kıvrıldı ve bütün hızlariyle ileriye atıldılar. Korsan gemisine bakdıkları za- man onun rotayı — değiştirdiğini gördüler. Hepsinin de yüzlerin - de bir ölüm rengi dalgalandı. Kara Yusuf, bir dev gibi kürek- lere asılıyor, küçük Hüseyin bir atmaca gibi dümende duruyordu. Ali Reis de, genç bir şahin çe- vikliğiyle kumandalarını veriyor- du. Ne de olsa henüz çocuk dene - cek bir yaşda idi, Bunun için ar - kadaşları bazan onun kumanda - larmı düzeltiyorlar, yahut kendi fikirlerini de söylüyorlardı. Fakat her şeye rağmen onun kumandasfıda bulunmakdan bir haz duyuyorlardı. Bu suretle | sanki Şahin Reise karşı olan de- rin sevgi ve hasretlerini. göstermiş oluyorlardı. Onların en büyük üzüntüleri, böyle rahat rahat memlekete dö- nerken bir korsan gemisinin kar- | şılarına çıkmasından — değildi, bunlar denizde dolaşanlara göre her zaman için beklenen şeylerdi. Fakat üzerlerinde Alinin küçük hançerinden başka — hiç bir silâh yokdu. Orada, kanatları yolun - muş, pençeleri sökülmüş birer at - maca gibi kıskıvrak yakalanacak- lardı. Küçük Hüseyin Aliye bakdı: — Bizi avlamak — istediklerine şüphe kalmadı. Şu küçük adaların arasında akşama kadar kovalama ca oynamak ve karanlık basınca da hiç durmadan cenuba — doğru sarkmak lâzım gelecek... | ( Devamrı var ) Türk maarif cemi- yetinde toplantı Üç ayda bir defa toplanması mutad olan Türk Maarif Cemiyeti Umumi | merkez beyeti, cemiyetin Ankarada Anafartalar caddesindeki merkez bina- sında Konya saylavı Bay Refik Konal- tanın başkanlığında toplanmışdır. Bu toplantıda cemiyetin 1 —& — 1933 den 31 — 7 — 1934 tarihine ka- dar bir yıllık gelir ve harcama hesabla- | rı tedkik ve kabul edilmişdir. Bu müd- det içinde cemiyetin 121,011 lira 35 | kuruş gelir elde etmiş, buna karşı da 102,598 lira 74 kuruş harcamışdır.. Bir yıllık hesablardan sonra cemi - yetin ağustos, eylül ve birinci teşrin hesabları da tedkik ve kabul edilmişdir. Bu üç ay içinde 40727 lira 88 ku - ruş gelire karşı 22945 lira 38 kuruş harcanmışdır. Bunlardan sonra umumi idare heye- tinin çalışma raporu okunmuş ve bu çalışma takdirle karşılanmışdır. Bu va- pora göre, cemiyetin gerek Bursa, ge- rek Eskişehir, gerekse — Ankaradaki mekteblerine ve diğer yerlerdeki yurd- larıma, geçen yıla göre daha fazla ta- lebe akını vardır. Bursa lisesinde 151, Ankara ilk ve orta mektebinde 223, Eskişehir mek - tebinde de 293 talebe okumaktadır. Istanbul yurdunda 104, Ankara yurdunda 65, İzmir yurdunda 41, Ço- | rum yurdunda 19, Konya yurdunda da 22 talebe yatmaktadır. Bundan başka DKK YKKT g BAD ypy gİ P y egt GAĞA Tryyl | w :rŞlK sinemada |Ingılızce derslerı wl Müellifi: ömer Rıza —e Kendilerile konuşulan, söze Onun için you, yours ikinci şahıs zamirleridir. Şahsi zamirlerin gerisi üçüncü şahıstırlar. Birinci ve ikinci şahsi zamirlerinin cinslerini değiştirme- ge lüzum yoktur. Şahsi zamirlerin bazılarına self (self) kendi mânasında olan keli- me ilâve olunabilir veo zaman cümlenin fail veya mef'ul ayni şahse delâlet eder. Meselâ | hit myself (Ben kendimi vurdum.) Bu çeşit zamirlere, tekidi zamir- ler de denilir. Meselâ He told us not to go the- re, he gaes himself. Yani “o bize oraya gitmemeyi söyledi, kendisi gidiyor. Şahsi zamirlerden sonra evvel- ce sıfatlardan bahsederken göster diğimiz this, these, that, these ke- Hmeleri gelir. Bunlar sıfat olarak kullanıldığı gibi zamir olarak ta kullanılır. Meselâ “İ his boy is good,, yani “bu çocuk iyidir,, dediğimiz za- man buradaki “this,, sıfattır. Çün- kü boy — çocuk kelimesini tavsif ediyor. Halbuki “İthis is a good boy,, —e —— —I: 50 Yazan: I Aka Gündüz I No, dt Beş ay hergün bir kaç saat karşı karşıya bu Enstitü işini konuştuk- ları halde bir kez olsun: — Sen kimin nesisin oğlum? Diye sormak şöyle dursun (a - dmn ne?) bile dememişti. Delikan- h gel! Delikanlı otur! Delikanlı git! İki yıl içinde büyük bir ün ka- zanan genç mimar, bu kalabalığa hiç kızmıyordu. Profesörü öyle se- viyor, öyle sayiyordu ki arkadaş - ları alay etmeğe başladılar. Kötü yüreklileri de dedikodu ettiler. — Her iş profesörde bitiyor ya.. Yapı işini de kendisine versinler diye etmediği dalkavukluk kalmı- yor. Oysa, Ural bunu aklına bile getirmemişti. Fakat devlet düşün- müştü ki kendi plânmı kendi ya - parsa iş daha iyi ve sağlam olur. Dört beş milyon yiyecek olan bir enstitünün plânlarını başkasına yaptır, ver eline bir iki bin, sav başından.. Sonra git yapısını —sermayesi varmış diye— kay- pak herifin birine ver, Plânını dü- şünüp çizen yarım kazansın yapan ise milyon çalsın. Hükümet doğru düşündü, bu klâsik maskaralığa yanaşmadı. Gel buraya Ural! de- yani “bu bir iyi çocuktur.,, dediği- miz zaman iş değişir. Burada “this,, bir sıfat değildir. Bilâkis “boy,, isminin yerini alan bir za- mirdir. These, bunlar, demektir. Yani (this) in cem'idir. That o, şu, de- mektir. Those onun cem'idir. 'These ile Those sıfat olarak kul lanıldı mı onlardan sonra gelecek isimlerin de onlar gibi cemi olma- sı icap eder.Onun için These boys,, Those boys denilir. Keza bunlar zamir olarak kul- lanıldıkları zaman da cemi olan bir ismin yerini tutmaları icap e « der. Meselâ: (Theseare the boys who are go0d) yani (bunlar, iyi olan ço- cuklardır) denilir. Yahut: “These are the boys who are good,, yani “şunlar, iyi olan çocuk lardır) denilir. (Devamr var) Göfıneıııı icabeden bir film: İ İ :Mamyalar | üzesi £ Ş : 3 İ Şimdiye kadar buna müma- ğ sil hiçbir film vücuda getiril- memiştir. Bu büyük filmde görülen şeylerin hiçbirinin he- ğ yecanı noksan değildir ve tek- ) nik itibarile halihazırdaki tek- ? mili sözlü filmlerin fevkinde & îır:ir saheserdir VAP GA VAA GUD gp PÜ VÜLag parg ÇOUTU NU g slERAN a ga raber 400 talebeye de öğle yemeği ve- rilmekdedir. Bütün bu hizmetden sonra umumi idare heyetine muvaffakiyetler dilene - rek toplantı bitirilmişdir. * s » Milli Türk Talebe birliği genel ya- zıcılığından : M — 12 — 1934 cuma günü saat 14 de birlik merkezinde yıllık toplantı- mızı yapacağımızdan elçi arkadaşları- Adanada diğer hayır cemiyetleriyle be- mizin gelmeleri rica olunur. di. Bunu bea kendim yaptıraca- ğım, indirme bindirme oyunu iste- miyorum. Geç işin başma, Teme- Tinden tepesine kadar sen yap. Bu işi dealdığı gün annesine dedi ki: — Bunu profesöre söyledim. Peki, peki, ben şimdi bunları dü « şünemem, Bugün ve yarın hiç ça - lışmıyacağım. Sen de çalışma. de- di. Hiç bir şey bilmiyormuş — gibi sordum: — Sizi bu kadar sevindiren şe- yi öğrenebilir miyim? Bana koynundan senin gönder- diğin kâğıdı çıkarıp uzattı. Yük- sek sesle okudum: (Yarım oğlumu everiyorum. Yirmi dört yıl sonra bir gez daha evime gel.... Zeus) — Bu Zeus kimdir? dedim. Gözleri parladı: —O mu? O insanlarm insani bir Zeus'tur. İnsanları ateşe atan değil, insanlığı ateşten kurtaran 'Tanrı kadımdır. Benim üniversite ve ölüm arkadaşımdır. Öylesine arkadaşımdır ki seni çağırmadığı | halda ben seni oraya götürebili- | rim. Gelir misin? Yarın öğle ye- meğine oraya gideceğim. Hiç gülmeden: — Kabalık olmasın? dedim. — Olmaz olmaz! dedi. Onlar, karı koca, ikisi de benim kim ol- duğumu eskiden bilirler. — Gelirim profesör. Annesi gülerek sordu: — Demek senin kim olduğunu bilmiyor. — Sermadı ki bilsin. Babamın öldüğünü de bilmiyor. Sen yazma- | dın mı? — Yazmadım. Üzmemek için. — Yarın gidip alacağım. — Ah, ne iyi olacak, ne iyi! Ertesi gün köşkün kapısına ge- Ence dardu, genç mimara dedi ki: — Bilir misin? Bu eve ilk gel- diğim gün bir uşak beni tersle- m'ş, burdar içeriye almamıştı. | Ben de miskin olmadığımı göster- Alma ve başka dile çevirme Devlet yasasınca koruludur. mek için başka bir yerden Zeti telefon ettim. Bu gelişim üçüt” dür. Havuza yaklaşınca holün * yük kapısı açıldı. Bir kaç kad” bir kaç erkek taraçaya çıkü- U larında Zeus duruyordu. üç beş basamak merdiveni "ö — Yıllardan sonra hoş g** Esoes, — Hoş gördüm Zeus. Uzun bir dakika kucaklı İkisi de sararmışlardı. Zeu? safirlerine tanıttı: —Eski üniversite arkada? ve kan kardeşim Profesör Esott Her bucağım, adını işitip te zünü görmediği profesöre * hepsinde bir saygı ve gore'Di ü leri için bir sevinç vardı. gerek olanları profesöre tanıtli” | — Gelinimin annesi! Gelini” | babası! Gelinim Sunabel! mat Kopar! Kızı Maya! Salona geçecekleri vakit durdu: —Çaağrılmadan getirdiğim dostum mimar! Oradakiler mimarı yeni V mış gibi davrandılar. Oturdular. Esoes yınlırm.v karak: — İyi ama, dedi. Kocanla © nerde? — O, uzun bir yolculuğa © — Düğünde bulunmıyacak ” — Bulunamıyacak. Onun » ç| ne sen varsın. — Ben varım ama oğlun iy ortada. Ural ayağa kalktı bir iki attı, Esoes giriyor sandı: — Mimar! dedi, Delikanlı ye gidiyorsun? Biraz dur, Zet oğlunu görelim. Zeus Uralm elini tutup sörün karşısıma getirdi: — Oğlum Ural! — İyi ya, oğlun Uralı s0! rum, Nerde? — İşte bu. — O bizim enstitünün mif — İyi ya, Benim de oğlum | Esoes bir Urala bir anasıns de oradaki'cre baktı, Herkes lümsüyordu. ’.' — Iyi bir sürpriz! Nasıl ? aydır kendini belli etmedi. y (Zeus enstitüsü)nün pİinllî’ gün beraber konuştuk ta bif $e olsun “ben Zeus'un oğluyut" medi, Doğrusu ağzı pekmit Zeus sordu: — Ne enstitüsü dedin? — Zeus enstitüsü. — Onun adı Esoces değil miydi? j — Hayır. Enstitünün , plânını, yapısını, her şeyif' bıraktılar, Ben de senin &' dim. Kütüğe öyle geçti. Zeus şaşırmıştı. Kekeledi? — Neden ötürü böyle Y&? — Sen olmasaydın bef ' caktım. Ben olmasaydım " y olmıyacaktı. Aradan bef j sam, orası senin demek | : oğlunla gelinine ne düğün w gani getirebilirdim. Zet$ f sünün adımı armagan ettim mı? Beğenmedin mi? -ar) ( Devami varf