4 BÜYÜK DENİZ ROMAN! | İngilizce dersleri) -—— Şahin Yavrusu (— bezir Kadir Can | Yazan: Yusuf teklif etti: “Bir sandalla gelir, gemiyi Kara Yusufa yaklaştı. Yumruğiyle kafasına vurarak küfür eder gibi şunları söyledi: — Çabuk düşün!... Ne yapmalı?! Şimdi bulursak ne âlâ; bundan! sonra sizinle ya görüşürüm, yahut görüşemem... | Küçük Hüseyinin yanma koştu. Ona da aynı sözleri tekrarladı. | Vardiyan, Alinin yanıbaşında! kolların: kavuşturmuş, başmı yu - karıya.doğru kaldırmış, gururla bakıyor ve sırıtıyordu. Kara Yusuf cevap verdi: — Fa gemiyi yakabilir misin?. İşte o zaman hem biz, hem de bü- | tün şuradaki yoldaşlar, kurtulu -| TUZ... — Siz de yanarsınız?... Vardiyan Kara Yusufun omuz başlarına bir kıraç vurdu. Onun Paolinaya sert sert cevap vermesine kızmıştı. Kara Yusuf gülümsedi: — Vur çelebi!... Bu senin inşal- lah son vuruşun olacak!... (Elbet bir gün elime geçersin!... i Ali Kara Yusufun kafasına bir yumruk vurdu: : — Şimdi bunun zamanı değil! Nasıl yapmalı? Onu söyle!.. — Gece yarısından sonra ge » milerde ve tersanede (o in cin top atar, Nöbetçilerin de uyanık du- racaklarını sanmam. Çünkü bu makarnacılar rahatlarını çok se - viyorlar.. o Şimdi geceleri ay de yok. Bir sandalla gelir, gemiyi tu- tuşturursun... o Bizede bir balyoz getirirsin, onunla (beş dakikada bütün zencirler kırılır!... — Sahi be!.. Haydi, Allahas-| marladık.. Sizi çok bekletmem... Son defa hepsinin de kafaları- na kuvvetlice birer yumruk indir. di: -— Gözlerinizi açın, ulan!... Bu fırsat bir daha ele geçmez!.. Vardiyan : — Bravo Sinyor Paolina!.. He- riflerin kafalarma epeyce yumruk salladın! Fırsat budur. Vur!. Bel ki bir daha ele geçmez!.. Diyordu. Ali de, korsanlar da gülmemek için kendilerini zor tutuyorlardı. Paolina, merdivenlerden Oko- şar gibi çıktı. Güvertede geniş bir nefes aldı: — Ne kadar can sıkıcı yerli. Annem, babam aklıma geldi de, fena oldum... ... O gün Venediğin üstünde, kara yağmur bulutları vardı. kanallar. da, denizlerde ve biraz ötedeki küçük adanın etrafında gondol lar pekazdı. Akşama doğru ha- (if hafif yağmur yağmağa başladı. Sular, büsbütün 1ssız oldu. Hele gece yarısına doğru bütün Vene , dik duvarların ardma kapanmış tı. Dışarıda hiç kimse görünmiyor- du. Bazı evlerin, konakların pen- cere aralıklarından sızan çalgı ve kahkaha sesleri, kanalların dur - gun sularında titriyor, hayata ka - nat açarken ölümün kollarına dü » | den çıkan gürültüye benziyordu. şen ruhlarm iniltilerini andırıyor » du. Zifiri karanlıkta yalnız bir ka yık büyük kanaldan dışarıya doğ- ru hafif hafif süzülüyordu. Bunun içinde yalnız bir insan yardı, No.18 ateşlersin!,, Kürekleri çok yavaş çekiyor, en küçük bir gürültü çıkarmaktan korkuyordu. Yürüdü... Sağına, soluna, ardına, önüne, sık srk bakarak kanaldan o çıktı. Uzun rıhtımı açıktan dolaştı. Yağmur hâlâ serpeliyor, sula - rın #stüne düşen damlalar, yavaş! yavaş akan bir derenin sesi gibi, tatlı, kalbe yakın sesler çıkarıyor. du. Bu biraz da kayığın küwsklerin- Bu kayık, Sen Mark meydanmın hızasını geçince biraz daha açıldı. İkide bir duruyor, uzakta yanan ışıklar, ancak duyulan çalgı ses-| lerine göre yolunu düzeltişordu. Tersaneye sapan mini mini ve daracık kanala girdi. O kadar yavaş gidiyordu ki, bir! adım ötesinde duran bir insan bi-| le onun varlığını anlıyamazdı. Zaten gece çok karanlıktı. İn - san, burnunun ucunu göremiyor - du. Meçhul kayık kanaldan süzüle- rek geçti. Tersaneye saptı. Orası da karanlıktı. Yalnız gemilerin arka direkle. rinde yanan ölgün ışıklar, ancak kendi bulundukları yerin bir adım kadar aydımlatıyordu. Meçhul kayık bu fenerlerden en yüksek olanma doğru süzülerek gitti. Geminin kıç kasarasma ya- naştı. Dilmen dibine sindi. Bir kaç dakika öylece durdu. İçindeki karartı biraz doğruldu. Eğer birisi onun yanıma sokul- saydı ve gözlerinin fosforuda ©- nun gözlerini hiç olmazsa bir sa- niye için aydmlatsaydı. tanımak - ta güçlük çekmiyecekti. Çünkü bu karaltı, Alinin tâ kendisiydi. Ali, buraya gelinciye kadar göz lerini iyiden iyiye karanlığa alış- tırmıştı. Onun için hayal gibi de olsa etrafı sezebiliyordu. Pozcidanın güvertesinde o bir karaltı gördü; geminin başından kıçına doğru ağır ağır geldi ve gitti. Uzakta belediye dairesinin saa-' ti gece yarısını vurdu. Ali, kern- di içine üfler gibi söylendi: — Erken gelmişim!... Oturdu. Gene etrafı gözetlemir! ye, düşünmiye başladı. Bütün varlığı kulak kesilmişti, Etraftan gelen en küçük bir gürül- tüyü bile kaçırmıyordu. Gecenin sessizliğinde yalnız gü- vertede dolaşan nöbetçinin ayak sesinden ve biraz daha hızlanan | yağmurun gürültüsünden başka hiç bir şey yok gibiydi. Böylece yarım saat, bir saat geçti. Yağmur yeniden hafifledi. Nöbetçinin ayak sesi duyulmaz oldu. Biraz daha geçti, bekledi. Etrafı dinledi. Bulunduğu yeri, ilerisini, gerisini, geminin bordası- ni iyice tasarladı. Belediye dairesinin saati, ikiyi vururyordu. Saatin son vuruşları Venediğin ıssızlığında halka halka dağıldı. Gündüzleri bir çılgın gibi eğle- nen, çalkanan ve gürültüden taşan! bu şehir, şimdi bir ölü gibiydi... HABER — Akşam Poslası Müellifi: ömer Rıza Ge Zamirler Zamanımızın ihtiralarından ba- zıları; hayret verecek mahiyette- dir. Meselâ tayyareyi göz önüne getirin. 1909 da adamın biri, uçan bir cihaz vücuda getirmiş, onunla Manş denizini geçmişti. Bu yüz- den bütün dünyayı heyecan kapla- dı. 1927 de Amerikalı ibr genç tayyaresine atlıyarak Atlas Ok- yanusunu geçti ve Paris civarında indi. Tanınan, tanınmıyan, nice nice zekâlar, uğraşa, uğraşa (bu büyük işin başarılmasına yardım ettiler, Ve daha sonra bu işi ileri. letmek için çalışmaktan durma dılar. Fakat böyle akıllara hayret ve- ren ihtiralar, bizim devrimize mun hasır değildir. Binlerce, belki de yüz binlerce yıl önce, iptidai in - sanlar da akıllara hayret veren ihtiralar yaptı. Yalnız bugün bu ihtiralar bize çok basit görünüyor. O kadar ki onları ihtira bile say mağa dilimiz varmıyor. Halbuki, ağacı keserek, kestiği kütüklerden bir çift tekerlek yapan ilk insan, muhakkak ki, bir deha idi. Sayı. ları teker teker saymayı bırakarak onar onar rıymayı keşfeden adam da öyleydi. İsim yerine zamir kul lanmayı keşfeden ilk adamı da bu dahiler sırasmda saymak gerek - tir. Gerçi bütün zamirleri, bir tek adamın keşfettiği söylenemez. Fa-i kat beşeri ihtiraların hepsi de az çok öyledir. Tayyareyi de tek bir kişi ihtira etmedi. o Onun için zamirlerin ihtira da uzun bir za- man sürdü, Ve bunlar yavaş ya- vaş tamamlandı. . Bununla -bera- ber zamirleri, dillerin (oOen büyük ihtiralari arasında saymak lâzım. dır. Çünkü bunlar sayesinde 8ö- zümüz, yazımız düzeldi, kabalık- tan, biçimsizlikten kurtuldu. Aynı! isimleri, birbiri ardınca (o tekrara lüzum kalmadı. İngilizcede zamirin ilk işi ismin yerine kullanılmaktır. Fakat bu tahrif onların yarı kıymetini bile göstermeğe yetmez. Çünkü bu - rada zamir yalnız bir ismin yerine değil, bir isimle beraber onun ma- nasını genişletmek için kullanılan bütün kelimelerin yerini de tutar. Şu cümleyi okuyalım: The pretty bittle house in Dit- ching lane; the one with the that- ched roof and the lattice window, was burnt down yesterday. İn half an hour it was a complete ruin. Manası: “Ditcing sokağındaki güzel, küçük ev ki saz çatılı ve ka- fesli pencereli idi, dün yandı. Ya- rım saat içinde ev tam bir harabe oldu.,, İkinci cümlede “it,, yani “o,,! da evvelki cümledeki “Ditçing s0- kağındaki güzel, küçük ev ki saz çatılı ve kafesli pencereli idi,, ke- l limelerinin yerine kullanılıyor. Bu mini mini kelimeciğin bu: kadar vazifeyi sırtlaması mühim! değil mi? Bu “it,, kelimesi ingiliz- cede en çok iş gören kelimelerden biridir. Zaten İngilizcede bütün zamirler fevkalâde mühim işler görürler. | (Devamı var) | tan köşkünün dibine geldi. Orada, | kayığın içine doğru eğildi, oradan bir şey aldı. Bu bir ipti. Ucunu ilmikledi.... |, (Devamı var) ST: 50002 azan: Aka Gündüz | (No-36 .... Tok sesli bir zabit akşam gazetelerinden birinin ilk yapra- ğındaki bilimleri okuyor, ötekiler dinliyordu: —.... Alman gazeteleri yazı- yor: Bulgarlar; Balkan savaşmın son günlerindeki (o birleşiklerine karşı yalpaklık, döneklik etmesey- diler, ne deniz ordumuz Kazan kal dırırdı, ne de bugün Falgenhaym bırakış dilerdi. Fransız gazeteleri yazıyor: Ar- tık Almanya yoktur. Klemanso gerçi bizi kazandırdı ama, cumur- luk başkanlığına geçemez. Çün- kü kaplan çok ihtiyarlamıştır. İtalyan gazeteleri söylüyor: E- ğer biz, İzonzonun altında tutu nabilmek gücünü gösteremesey- dik, anlaşıklar yenilirlerdi. Genel savaşı biz kazandırdık. Onun için Fransızlardaki koca Savua vilâye- tini isteriz. Korsikayı, Tunusu, Ce- zairi, İskenderiyeyi, Portsaidi ve Hartumu isteriz. Kahire İngiliz- lere kalabilir; bizim mandamız| altında olmak şartile.. İstanbul gazeteleri bağırıyor: Milli ekmekçiler şirketinin para - 6 Birinci kânun 1934 e” Alma ve başka dile çevirmej Devlet yasasınca koru'udur. Zeus'un penbe benzi birde re limon küfüne döndü. Ati bağırarak koşup mülâzimin * nuna sarıldı: — Ben varım! Ben varımı suz mülâzimim! Esoesle 48987) oda vereceğim. Orada iyice * lacaksınız. Ondan sonra sen kalacaksın, Esces de üniver” ne! Sonra kollarını havaya rak hıçkıra hıçkıra haykırdı — Ne öldürebildilerse öldü ler. Öldüremiyeceklerini an ca, yaraladıklarını sokaklar& yorlar! li Hasta evi iç müdürü ilerledi” — Zeus! dedi. ağzından $* ları kulaklarm işitsin! i — Yıkıl buradan! Yıkıl, 78 gibi sırtlan yıkıl! Dört yıldır. için boğuşup yaralananların lerini, ekmeklerini çaldın! de politikacılık mı ediyorsun. ! ğıtlarını yaptırdı. Bir oto” getirip köşküne götürdü. AN ta büyük bir oda düzenletti. larmı ittihatçılar aşırmadan biz itilâfçılar paylaşmalıyız. Ameri » kan mandasının işkembesi, İngi - liz mandasının gövdesinden daha sağlamdır, onu isteriz. (o Babrâli memurluklarının yarısı hürriyet itilâfçılara, yarısı kör ha: ilere verilmelidirler. Esoes yüksek sesle konuşabili - yordu. Sordu: — Barış olmuş mu, barış?! — Olmuş. Yarm Versayda top- İanacaklarmış. Hasta evinin iç müdürü içeriye girip haykırdı: — Efendiler! Yarı sağalmışları çıkaracağız. Kabine değişti. Büt - çede açık göründü. Tısss! Saat başı! u Esoes düşündü. Henüz gezip çalışabilecek kerte dinçleşmemiş - ti. Ne yapacak? Nereye gidecek? Üniversite kapalı. Eski pansiyon- cusunda boş oda yok. Yenileri de onu tanımaz. , Doktorlar yarı (osağlamışları seçmek için içeriye girdiler. Zeus da beraberdi. Genç mülâzim, dir- seklerindn kopuk, yarım kollarını sallıya sallıya haykırıyordu: — Ben nereye gideceğim? Ben ne olacağım? Benim hiç kimsem yok! Herkes sustu. Doktorlar olduk - ları yerde kalakaldılar. Kolsuz mülisimin (yanık sesi durmadan soruyordu: —Ben ne olacağım? Benim kimsem yok! N p pa pp” kurdurdu. İki saattenberi daki patırdıdan, gürültüden lan babası indi, somurta sof sordu: ; — Bunlar da kim Zeus7! — Bu.. Bu mu? Bu, ünivefi arkadaşım ve kabinenizin turduğu yeğit Esoes! Öteki de genç mülâzim de.. Bu mu? By kolsuz bırakıp çekildiğinis cam! v Babası, kızımı iyi tanıdığli. “2 yakl ai Mae. emma Bi müştü. Kızı ile de bozuşur## kalırdı. Çünkü varı yoğu, ne nesi yoksa hepsi kızınındı. y anne babasından kalmıştı ve artık yirmi dört yaşındaydı. Zeus küçük yemek salo: kişilik bir sofra kurdurdu. Hf ğün yemekte yarınki kolsu? casını kendi eliyle besliyord” ğ Esoes, gene dört yıl önceki. kinliğini takınmıştı. Sanki! dan bunca şeyler geçmemiş” | Üniversitenin açılmasın! 4 liyor ve sobanın önünden mıyordu. (Devami va yy yl g “Artık girdi,, diyebil ii kışın soğuğundan ve bu ai getirdiği hastalıklardan gn yurttaşlarımızı korumak bel zin boynumuza borçtur. B4 vi ödemiş olmak için kulla: ğımız eski çamaşırlarımıZ” çö) cuklarımızın eskilerini Etfal Cemiyetine verelim: " Avusturyada bir taze meyva serpisi açıldı. Bu se, rasiminde Kardinal — Pepkopos Dr. İnniçer de hazır vusturyada yetişen meyvalarla dolu olar sergiden bir köşe! İkisini de kendi giydirdi: 1 ——— Ba mr mi 2