— 1: 5000 m dağ No. 13 belma iii İnce kara bıyıklı delikanlı he - men sıradan ayrıldı ve bir koşu mutaassıp adamın «yanma geldi. Sol avurdu budur! diye okkalı bir yumruk attı. * Adam sendelerken delikanlı haykırıyordu: — Deyyusun kartalmışı! Sor- madan bilmeden ne diye ç'rkef a- tarsın? Bu kız benim ana baba bir özbeöz kız kardeşim! Evimizde bu kızcağızla yatalak anamızdan başka kimse kalmıyor. Bugün de de mi sarışıp öpüşm'yeceğiz? Le - şini köpekler yalayasıca! Kız herifin yüzüne tükürdü. Bir daha sarışıp öpüştüler. Delikanlı diziye yetişmek için koştu, Güzel kızkardeşi gözlerini sile sile ardıma düştü. Vagona girer- ken bir daha ağabeyinin boynuna sarılmak istiyordu. Miskin: — Benimdek 2 olsaydı. Diye içini boşuna çekti. Çünkü ne erkek ne kız, bir kardeşi yoktu. Kardeş değil ya hiç, hiç kimsesi yoktu, Sonra mırıldandı: — Yok.. Yanlış.. Hepsi de var. Hepsi benim kardeşim. Milyon- larca kardeşim, anam babam, ya kınım var. Caddeyi dik'ne kesen öteki caddenin köşesinden bir şakırtı, . galdırtı geldi. On buçukluk topçu bataryaları geçiyordu. Dükkâncı « lar donuk gözlerle baktılar, Karşı köşedeki şekerci dükkândan fırla- kardeşim dı, koltuğundaki koca kutudan çi“ kardığı türlü şekerleri, bonbonla- rı avuç avuç topçuların arabaları» na, toparlaklarma attı, Miskinin durduğu köşedeki gramofon mağazasının çiplak ka - falı sahibi içeriye seslendi: — Marşlı plâkları orta masaya koy. Satış başlayınca kolay bulun- sun. — Gene yarım Kiraya mı vere- ceğ 2? — Öyle şey mi olur? Birer lira- ya, birer liraya! Fransız, Alman Avusturya, Rus marşlar beş Tira- ya! İngiliz marşı on! Bizimki ile Amerika marşlart on beşer! İçerden bir ses: — İyi ama, alanlar hangisini çalacaklar? — Daha belli değil! Miskin belli etmeden gülümse - di ve içinden: — Asıl düdüğü çalacak sensin. diyerek yürüdü. Gazeteler dör- düncü veya beşinci baskılarını çı - karmış, gazete satan çocuklar a - vaz avaz bağırarak koşuşuyorlar, herkes kapışıyor. Koca koca yazı- lar: (Marn) da yapılan Alman cep- hesi (Şampanya) nın şimali şar- kisinde gene birleşti! Fransız merkez ordusu (Alzas) m beş kilometre garbine kadar her yeri aldı. (Loren) de Fransız idaresi normaldir! Rus orduları Berline doğru iler- Tiyorlar! Avusturyanım hassa ordusu Bel- grada girdi! Bizim donanmamız dört zırhlı batırdı! İngiliz üçüncü açık deniz Filosu dün gecedenberi harbe tutuştu! Italyadan henüz ses yok! Romanya, Macaristan.. Falan filân daha bir sürü karışık şeyler. Bir kâğıtçı dükkânmn içinde iki kişi konuşuyordu. Dükkâncı birdenbire: — Dur! dedi. Aradığımızı bul- duk.Bu geçenin ada Miskin der- ler, Memleketin resmi dilini bilir. Ona yazdıralım. Bakkalm oğluna ders verir, oradan tanışırız. Çağırdıkları Miskin içeriye gi- rince dükkâncı tatlı tatlı söyledi: — Oturunuz. Bir sigara içmez m'siniz? Bir ricamız var, Siz daha iyi yazarsınız. Uzun bir şey değil. İkimiz bir ortaklık kunturatı ya - pacağız. Yazdırdıklarının ana çizgileri şunlardı: Her *kimiz biner lira ana ko- yacağız. Bu parn ile her çeşit, gi- yilmiş, kullanılmış erkek, kadın elbisesi alacağız. Bunları naftalin- leyip bir yere depo edeceğ'z. Kun- turat tarihinden en az bir buçuk yıl geçmeyince iki ortaktan hiç bi- ri bunları satışa çıkaramıyacaktır. | Satış bittikten sonra koyduğumuz ! ana ayrılacak ve kazanç yarı yarı- ya üleşilecektir. Miskin kunturatları bitirdi. Iki ortak imzalayıp koyunlarma koy- dular, Miskine de verdiği emek için bir küçük şişe gazöz ısmarla- dılar. Miskin bu kunturattan bir şey | anlamamıştı. Merakını yenemiye- rek sordu: — Kullanılmış şeyleri ne diye alıyorsunuz? — Çok ucuza alınır da ondan. — Peki ama, neye en az bir bu- çuk yıl bekeltiyorsunuz? “— Bü harbin çok Uzayacayı an” laşılıyor da onun için. Ve iki ortak göz göze gelip giz- lice gülüştüler. Odasına (o çıkarken (o(oBbütün pansiyon (o kiracılarının © öteye beriye seğittikleri görülüyordu. Karşı odada vasrangoz fabrikasın- de çalışan Sir kalfa ile karısı ve altı aylık çocukları oturuyordu. Kapı açıktı. Marangoz kalfası ka- rısına sayıp döküyor, görünmez bilinmez insanlarla sanki ağız kavgası ediyor, hıçlı hızlı söyle - niyordu: — Hepimizi cephelere gönderi- yorlar. Biz sosyalistiz! Makslin- der'in kitabınca günde sekiz saat çalışacağımızı umarken... Karısı sözünü kesiyor: — Makslinder değil o. Onun adına Karl Marks derler, — Her kimse. Ne demişse iyi demiş. Boğuşma nemize gerek? İnsanlığı yakıp kemiren kapita- lizma,... — Öyle ama, dökümhanedeki- ler de sizin sendikadan. Onları dinlesene.. Hele kulak ver! Bak i nasıl şarkı söylüyorlar! İşitmiyor musun? — Onlar gitmiyorlar da ondan. Biz marangozuz. Çam tahtasından mitralyöz yapılsaydı bizi de ala- koyarlardı. Kapının önünde on altı, on ye « di yaşında bir çocuk durup oma- rangoz kalfasma selâm verdi. Üst kattaki tavan arasında anası ile o- turan bu çocuk bir tuhafiye ma- zasının ayak işlerinde çalışıyordu. Marangozun hanımı sordu: — Böyle vakitsiz nereden ge- liyorsun? Mağazaya gitmedin mi? — Gittim. Memurlar geldiler. Mağazadaki bütün eşyayı aldılar. Biz de mağazayı kapayıp odağıl- dık. Bizim eşya dövüşe yararmış. Patrona bir imzalı kâğıt verdiler. e lr ve İNNİ — Akşam Pasin a, — Zenciler de insan Amerika nihayet bü hakikatı kabuletmek üzeredir Geçenlerde bütün tafsilâtını verdiğimiz Amerikadaki feci linç hadisesi üzerine Amerika hükü - met mahafilinde bir alâka uyan- mış, bu meseleyle bilhassa meş - gul olmağa başlamışlardır. Lindbergin çocuğu kaçırıldık - tan sonra, çocuk kaçırma, ölümle cezalandırılacak bir suç olarak tesbit edilmişti. Şimdi ayni ka - nunun, zencileri kaçıranlara da tatbikinin mümkün olup olamiya- cağı hükümet merkezinden sorul- maktadır. Bu meselenin en müşkil tara- İ fı, resmi memurların, İinç eden- leri mahkeme huzuruna getirmek- te ya mütereddit veya korkak davranmakta olmalarıdır. Kongrenin gelecek içtimatnda linç etmenin de bir cürüm olarak mütaleası ve faillerinin tecziyesi i yolunda kanuni bir tedbir alın - ması görüşüleceği zannedilmekte- dir. Diğer cihetten, Londradaki Ame- rika resmi mahafili paraları çalın- mış bir zenci karı kocaya derhal el uzatarak kendilerini hem hapis- ten, hem yirmi senelik vatan has- retinden kurtarmışlardır: Bu Amerikalı iki zenci 20 sene- dir Afrikanm garbında Liberya havalisinde yaşamaktaydı. Yirmi sene içinde biriktirdikleri paradan yol masrafını da ayırdıktan sonra ellerine 54 İngiliz lirası yani bizim paramızla 300,350 lira kadar para kalmıştır. Zenciler yola çıkmıştır. DUaNEr O vir Yepükliy göste binmişler, bu gemide, biri bavulla- rını karıştırmış biletlerini çalmış, pasaportlarını almış ve 34 İngiliz- den de 40 tanesini cebine indirmiş tir. Cebelüttarık'tan İngiltereye ka» dar zenciler bir İngiliz vapuru ile gelmişlerdir. Fakat liman memurları, para- ları olmadığı için, zencileri karaya çıkartmamıştır. Bu vaziyette gemi üzerinde de gayet kısa bir zaman kalabileceklerinden kendiler için kanuni bir ovaziyet hâdis ol muş, hapse götürülmelerine ra- mak kalmıştır. Bu vaziyete göre, Zenci erkek bir erkek hapisbanesine, karısı bir kadın hapishanesine götürülecek- ti, İşte burada Amerika konsolo- su zencilerin yardımına gelmiş ve zencilerin mes'uliyetini kendi üze- rine alarak Afrikaya kadar seya- hatlerini temin etmiştir. — Sizin eşya hep süs eşyası, ipekli kadın çorapları, eldivenler, kolonyalar değil mi? Onların nesi yararmış muharebeye? — Bilmem, gelenler öyle söy- tediler, Miskin odasından © çıkmıştı. Hepsi de şaşa şaşa baktılar. Mis - kin başkalaşmıştı. Ayağında altı nalçalı, çivili yepyeni o postallar vardı, Paçasını sardığı pantalonu dizlerine kadar bir spor çorabı ile örtülü idi. Kıravatını boyun bağı- nı çıkarmış, yerine eskice bir fu - lar sarmıştı. Sırtında da sağlam yelken bezinden yeni ve dopdolu bir torba asılıydı. Hep birden gül- düler: — Vay! Bu ne kılık komşu!? — Askerlik şubesine gidiyo- ruhi, (Devamı var) 10 ikinet Lesrin 1934 2 AKDENİZ KORSANI ŞAHİN REİS! Valeryo ile ihtiyar Forsa ŞeytaP |" adasındaki defineyi arıyorlardı! DEFİNE NE OLDU? Valeryo ile Deli Süleyman mi- nimini sivri kayaların arasından, dört tayfanın çektiği küçük #an- dalla şeytan mağarasına sokuldu- lar. Küçük bir burnu döndükten sonra bir koya girdiler. Onuda kivrilmea artik dört tarafım, yal- çın kayalıklarla çevrilmiş olduğu- nu gördüler. Valeryo, manzaranın heybetin- den hayran hayran etrafa bakr- yordu. Tayfalarm ise yüzleri ba- yağı sararmıştı. — İkiye mi ayrılıyor? — Evet görmüyör m Valeryo dikkat edince rafta şimdi bulundukları ”. daha karanlık bir dehliz Konuşurken seslet sol ” ri ta aksediyor, beş on defa teki? yordu. Havaya bir yosun sinmişti. İhtiyar korsan sağa doğ), rüdü: — Bu tarafta... Valeryo'nun kalbine korku çöküyor; ayakları Sandalın sahile yaklaşması ü - | gitmek isterken servet ve İ hırsı onu ileriye itiyordu. | ! Şahin Reisin ona yaptığı da aklına geliyor; intikam zer'ne yüzlerce marti, ve tepeler - den büyük kartallar, ürkerek ha- valandılar, Kuşların çığlıkları on- ların duydukları ürpertiyi büsbü - tün arttırıyordu. Halbuki deli Süleymanm kılı bile oynamamıştı. Hattâ burası onun eski serbest zamanlarını ha- tırlattığı için hoşuna bile gitmişti. Koyun ucunda karanlık bir ma- ğara göründü. Deli Süleyman ora- yı gösterdi: —İştel.., Dedi, Valeryo tayfalara emretti: — ii oraya götürün!.. nik a bir define, VE aunyanmı ue eze il güzelliği olmasaydı, doğrüsu buralara adımını bile at- mazdı, Mağararım ağzında durdular. Valeryo tayfalara dedi ki: — Burada bizi bekleyin!.. zım olursa sizi çağrırım... Zaten bu, onların da arayıp bu- lamadıkları şeydi. Çünkü mağara- nın Ağzı insana, kocaman bir ejde- rin ağzı gibi görünüyordu. Bütün bir dünya oraya girse gene o ağız doymayacaktı... Valeryo Süleymana baktı: —Haydi, çıkalım!... — Çıkalım... Süleyman, ihtiyarlığına, bitkin ve yorgun olmasına rağmen — bir hamlede sahile atladı. Çünkü kaç seneden beri ayaklarımı ilk defa böyle toprak üzerine basıyor, bir insan gibi yürüyordu. Büyük bir ümitle dolu olarak mağaraya daldı. Valeryo da onun arkasından ürüdü Gözleri karanlığa pek çabuk a- lıştı. Çok geçmeden akşamm alaca karanlığındaymışlar gibi etrafı görebiliyorlar, her şeyi seçebili- yorlardı. kaçışıyor, kaplumbağalar ürke- rek başlarmı kabuklarının arasına çekiyorlardı. Bir kaç yarasa yu- valarından çıkarak mağaranın ka- ranlık tavanlarında, aşağıya sar - kan kayaların arasında uçuştular. İhtiyar korsan bir dakika için durdu. Valeryo da durdu. — Ne var?... Diye sordu. — Eski hatıralarımı yokluyo- rum. Çünkü burada mağara ikiye ayrılıyor. Lâ şahlanıyordu. Süleyman önde, 6 ar! rüdüler. Mağara genişledi. Valeryo: — Keşke ateş alsaydık!., | Dedi. — Hacet yok... Tepede bir") lik vardı. Oradan etrafı kadar ışık gelir. Zaten şimdi nenin yerini gittkçe tırlıyorum, Bulmak çekmiyeceğiz... —Ne iyi olurdu!... daha iyi için | j Mağaranin dar geçidi saga! rıldı, birdenbire genişledi. 40 kulaç yukarıdan ince bir dökülüyordu. Daha sağ başka bir aydınlık da vardı. | Deli Süleyman: —Burada bir delik daha Diye söylendi. — Sahi! yor?. Acaba nereye * —Bilmiyorum. O zaman kapalıydı?.. — İyi biliyor musun? — Çok iyi biliyorum... — Sakın yanlış yere mıyalıra!.. — Hayır... İmkân yok... zaman gördüğüm gibi... yerli yerinde.. Yere baktı. İkisi birden dandılar: —Ayak izleri!... Deli Süleyman Da dan baktı: # i ; i 4 —Bunlar, b'zim ayak iz! Şu öndekini görüyor caman bir ayak.. Top Ni 9 kalkık Anadolu papucü Oruç Reisindir... — Oruç Reisin mi — Evet... Şu da barosun ayak izi de a ka var mı?... Yok.. Demek bancı girmemiş. Girseydi i?. 7 bozulurdu yahut dördüncü © bulunurdu. — Sahi mi, iyi — Elbet!... İkisinin de yüzlerind? lar vardı. Hele Vi leri birdenbire yüzde ©" de yüze çıkmıştı. — O halde ayak rak kolaylıkla yerini — Evet!... | 4 DEERE NN İd s Fağa z