çi de üçüncü defa şampi yon olduk İp yapm:ıkta kullamls.n ve yal- ] rulduzu gibi, kurutulmak üzere | larının en mühim ihracat madde- nız Haiti adalarında çıkan lifler toplandıktan sonra, resimde gö- güneşe karşt bırakılır. Haiti ada- lerinden biri Sisol denilen bu lif- lerdir. ESNAF VE IŞÇİ İşportacılar da hürmete lâyıktır! Yüksekkaldırım İşportacı Yasef : “Eskiden iyi iş yapardım. Son za-| Sinde berber Ferit Efendi diyor mnanlarda işler yarı yarıya azaldı. Ha- yat güçleşti. Her gün işimize zorluk veren yeni yeni şeyler çıkıyor. Fakat benim asıl şikâyet ettiğim şey bazı müş terilerin bize yaptığı hakarettir. Esnaf ohıkdcmıkınmoh—kd-*dı SAa Polıludıbıxıçakcuye!vmyor Şim diye kadar dört beş defa bir hiç yüzün- illdirU!ılı den tablamı aldıkları olmuştur.,, Barcılar kazandı; gazi- nocular kayıpta! Şişlide Bomonti caddesinde gazinocu Selim bey diyor ki: Erken kapanma âdeti bizim için çok fena oldu. Müşterilerin yeni, yeni gelip oturacakları saat- lerde biz gazinoyu kapıyoruz. Be- yoğlunda birkaç bar açık bulun- duruluyor. Burada kafasını tutmı- ya başlıryan bir müşteri kapanma saatlerinde doğruca — oraya akın etmektedir ki, bu hal bizim zara- rımıza ve fakat barcıların lehine yani erken kapanma saatinin tah- dit işi, Beyoğlu barcılarınım men- faatine hizmetten başka bir şey olmuyor. Beyoğlunda bulunan barların bulundurdukları işçi ve içki bende de var. Aradaki fark mnedir, hâlâ anlryamadım. Saf süt içmenin çaresi Seyyar sütçü Yunus efendi ne diyor: Bütün süt satanların adı hile- kâr çıkmıştır. Fakat emin olun ekseriyet südüne su karıştırmakla beraber, halis süt satanlar da var- dır. Ben çok kazanıyomsum. Niçin? İyi süt satıyorum ve çok müşterim vardır. Daima benden — alırlar. Çünkü onlar içtikleri sütün saf süt olduğundan şüphe etmezler. Halbuki bütün sütçüler öyle mi ya?. Fazla kâr edelim diye, yarı yarıya süde, su katarlar. Bu - Sun önüne geçmek için belediye memurlarınınm sıkı kontrol yapma- ları lâzımdır. Başka türlü çare yoktur. Berberin takımları niçin pis * | Fenerde Kahramanlar cadde - ki: Belediyenin her gün çıkardığı muhtelif nizamlar bana dükkânı- | mı kapattıracak ve beni perişanlı- ğa sürükliyecektir. Gömlek yıp— hrılınk dedil T g gîyı'lecek diyorlar. Halbuki ben bekâr bir âadamım. Para ile yıkat- tırıp ütületmekliğim lâzımdır. Bu- na para mı dayanır? Çok eski bir berberim. Her gün takımlarımı si- ler temizlerim. Nezafete azami | derecede itina ettiğim halde - s0- kalardak i — tozdan, duman - dan kirlenen — takımlarımı ge- lir, müayene ederler, — “Kirli- dir!,, diye ceza yazarlar, Ben hil- katen pis bir adam değilim.. So- kaklarımız gül gibi olup ta dük - kânımdaki takımlar pis olsa o va- kit söylediklerine rıza- dişn vbg leceğim. Benim takımlarımı muayene - den evvel sokaklarımız temizletil- se... Jilet bıçakları çıktığındanberi bir çok berberlere — zaten ekmek kalmamış gibidir. Böyle yolsuz mürakabeler karşısında erimeyip dayanabilecek kimse ben — tasav- vur edemiyorum. HABER — Osmanlıcada bir darbı mesel vardır: “Batıl maki- sünaleyh olamaz!,, derler. Yani, sokaklar kirli ise, dükkânların içi de kirli olmak lâzım gelmez... E- sasen sokakların'bakımsızlığından da “belediye kabahatlidir!,, diye kestirip atamayız.. Bundan bütün şehir ahalisi suçluyuz!. Belediyeyi ahali yaratır.. Bele - diye işlerine bütün — hemşehriler alâka gösterelim; bakın — bundan sonra, belediye, eskisi gibi olabi- lir mi? — Yani, kendi gözündeki merteği görmeyip âlemin gözün- deki çöpü görmesine imkân kalır mı?.. İstanbul hemşehrisi ve Türkiye yatandaşı, hem kendi işinde, hem de umumi işlerde temiz, — hatasız olmalıdır.. Kısacası, bir berber, kendi önlüğünü — sakız gibi temiz yıkanıp ötül r—n*"l. Antikacılar iflâs mı ediyorlar? Şehrimizin en acınacak sanat erba- bı meğer antikacılarmış. Esnafın dert- lerini öğrenmek üzere dün kapalı çarşı önündeki antikacılardan bıçakçı zade Salih Beyi ziyaret eden bir muharriri- mize Salih Bey şu sözleri söylemiştir: — Evvelâ şunu söyliyeyim ki dünya buhranımndan en ziyade müteessir olan SAati — dört sene evvelkine nazaran yarı yarı- yya düşmüştür. Bundan başka - döviz, kontenjan, klering gibi tekayyütler sa- tıçı seginti kaddü tadirmilştir. Soktü; ı—[ len seyyahlar da nisbeten — azalmıştır. Bunlar şehrimize çok az para bırakı- yorlar. Değil antika satın almak, ye- meklerini bile vapurlarında yemekte- dirler. Bütün bunlar yetişmiyormuş - gibi) son zamanlarda çıkan yeni kazanç ver- gisi kanunu da bizi fevkalâde müşkül bir vaziyete sokmuştur. Bu kanuna gö- re antikacılar dükkân kiralarının yüzde yüzüne muadil bir vergiye - tabidirler ki bu, antikacıların ölmesi demektir.| Bir çok antikacılar şimdiden terki tica- ret etmişler veya mesleklerini değiştir- mişlerdir. Bu kazanç nisbetinin indiril- mesi için müracaat ettik. Kabul - edil-| mediği takdirde ya ufak icarlı dükkân lara geçeceğiz, yahut bir çok meslekdaş Jarımız gibi biz de terki ticaret edece- | ğiz. Hem zatem biz antikacı değiliz. Halı, el işleri, gümüş takımları satarız. Hal- buki bu gibi şeyler satanların vergi nisbetleri yüzde kırk beştir. Niçin bize antikacı diyorlar ve yüzde yüz vergiye| tabi tutuyorlar. Esasen memleketimiz- den antika ihraç etmek memnudur. Bu itibarla biz nasıl antikacı sayılabiliriz? BizimX iflâsımızla da hükümet bir şey kazanamıyacak. Bilâkis emlâkin kıyme- Hi azalacağı gibi çarşının da seyyah nok tai nazarından ehemmiyeti azalacaktır. Binacnaleyh yegâne temennimiz hü- kümetin derdimizle alâkadar olması ve| hiç olmazsa belimizi büken ve bizi iflâ- sa sürükliyen bu yüzde yüz kazanç ver gisini tahfif etmesidir. ı bulundurmaktan ıı-ııadı, ıolugı - nın da “bal dök te yala,, nev'in- den temiz tutulmasında âmil ol- mağa mecburdur. Zira, önlük ne kadar kendisinin ise, belediye ve sokak ta berberin, kasabın, bakka- İm, memurun, işçinin, hulâsa hem- şehrinindir. İşlerimizin fena gitmesinden biz mes'ulüz!.. Her parç ası ayrı bir heyecanla olıuıııı:ık macera, kıskançlık, kuvvet, aşk ve seyahat tomanı ASLANLI HÜKÜMDAR SÜLEYMANIN OĞLU $ ğ Hergül, birdenbire durakladı, sgonra: — Benim aşkım, semeresiz kal- mıya mahküm.. — Neden?.... — Daha ölüme susamadım da ondan.. Filhakika, Hergül, ormanların güzel kızı Aşitaya gönül Kaptır- mıştı. Aşita da kendisine karşı alâka- sız kalmıyordu. Fakat, bunun or- taya konulması, ırk farkının düş- manlığını deşebilirdi. Bir çok geceler, Aşita ile, kö- yün çok yakmındaki nehrin kena- tında buluşmuşlar ve sevişmişler- di. Gerçi ne Aşita onun, ne o A.- şitanın lisanından bir şey anlaya - mıyorlardı. Fakat, göz ve his anlayışı onla- ren dil konuşmasına fırsat vermi - yecek kadar ilerideydi. Blanş bile, Aşitanın gayri tabit hallerinden şüpheye düşmüş ve bislerini daha evvel — Süleymana anlatmıştı .. Süleyman: — Anlaşılıyor, dedi.. Buradan niçin ayrılmak istemediğin anla - şılryor. Hergül gülerek ıneıeleyı kapat- ti : — Şimdi deşme Bent.dedi. H e a 09840 P tt LAM Kafilenin bulunduğu yerin dört bir köşesinde nöbetçiler bekliyor - du. Karanlık çok korkunçtu. Büyük bir ateş yakılmıştı. Bu ateşin ışığı, ağaçların ve dalların sıklığından yirmi metreden daha uzağa dağılamıyordu. Vakit gece yarısını geçiyordu. Yetmişe yakın canın barındığı bu yerde en küçük bir ses bile yoktu. Yalnız, arasıra, nöbet değişti- ren vahşilerin çıplak ayaklarının dallarda çıkardığı ses işitiliyordu. Uzun yolculuğun sinirlere ver- diği gevşeklik kendisini gösteri- yordu. Yatanlar birer ölü manzara- sında idiler; o kadar dalgın ve o kadar kendinden geçmiş. Bir ara, şark tarafındaki nöbet- çinin keskin sesi işitildi. Çok acr bağırıyordu. Bu bağırış üzerine, uyuyanlar- dan bazıları yerlerinden sıçradı- lar ve süratle sesin geldiği nokta- ya koştular. Nöbetçi, hâlâ acaip sesler çı- kararak bağrıyor ve gelenlere te- lâşlı haliyle bir dişi ve bir erkek aslahım hücuma hazırlandıklarını, fakat kendisinin gayretiyle çekil- diklerini anlatıyor ve: — Şu tarafa gittiler.. Şimdi ne- redeyse, tekrar dönüp gelecekler, diyordu. Nöbetçinin bağrışı üzerine za- ten haber dümbeleği garip bir &- henkle çalınmıya başlamıştı. Herkes ayaktaydı. Herkes, bu iki vahşi hayvanı yakalryabilmek için faaliyete geçmişti. Süleyman: — Hep bir yerden hareket doğ- ru olmaz.. Küme küme, muhtelif Tefrika No, 53 S ?Z'v" Yazan: İ Rıza Şekip noktalardan araştırmıya geç yiz, dedi. Bu, avı idare eden vahşinin cüne gitmişti. — Bizim her zaman yaptı| bir işi şimdi Beyaz adamdan öğreneceğiz. Der gibi bir tavır takmt Süleyman bunun farkına N için sözünde ısrarı faydasız b ve istedikleri gibi fırsat verdi. Süleyman, hep bir arada meden hiçbir netice elde edi yeceğine kani olduğu için Heft lü ve Blânşı da brrakmadı. f — Biz burada kalalım.. İki * lant avlamak için biz fazla $7 riz, dedi, bu kalabalık şayet 1? larlarsa, iki değil, yirmi başa çıkar. Vahşiler, aslan takibi için zaklaşırlarken garip bir ahen adeta duaya benziyen bir hor tuya da başlamışlardı. Süleyman, Hergüle: vakalameı gü, aslan uzaklaştırmıya 4 çidi$ Tar, dedi. — Evet.. Üçü de, ortada yanan ıtqın narında oturuyorlardı. Aradan çok geçmedi, bir sf halinde ormanlar içine dalan vW şiler, gene sürü halinde fakat guna uğramış bir halde : geriye dönmüşlerdi. Hepsinin g*” leri faltaşı gibi açılmıştı. Süleyman merakla ayağa kal ti ve perişan bir halde kendile! l doğru koşup gelen bir vahşiye ? olduğunu sordu. Vahşi Süleyn na cevap veremiyordu. Zateri © vap vermesine de lüzum mıştı. Süleyman yanındaki vızlıyarak saplanan bir oktan b? kına uğradıklarını anlamıştı. H! gülle Blânşı yakın ve kalım bı! ğacm göğdesine sakladı. Kend! de yere sindi. Nöbetçi, bir hayal görmüş 0" caktı. Onun aslan hücumumna V ryadık sandığı şey, Dingalılı hücumundan başka bir şey değ' di. z Sığırlarına suikast hazırlıy? rak zafer kurbanı olarak - seçi Aşita ile reislerine hediye edil” beyaz kadına yataklık eden Di lardan intikam alacaklardı. . Onlar, beyaz kadınla, Aşi! bu kafile içinde olduklarını miyorlardı. Saldırış, hakikaten — görüle bir hal almıştı. Dingalılar ok * mından daha yakın bir meııf kadar sokulmuşlardı. Biribit karışan korkunç bağrışlar orm# tamamiyle kaplıyordu. Het kendisini bir ağaç arkasıma a! iki tarafa ok fırlatıyordu. (Devamı vafi $ ö