Milletler Cemiyeti âzalığına ekseri - < yetle seçildik HABER I' — Hele sesi.. | Müşterilerin pek azı konuşa konuşa, hızlı âdımlarla sağa sola dağıldılar. Çoğu kapının önünde iki taraflı dizilmişlerdi, Bir garson caddeden geçen tak- siyi çağırdı. Otomobil kaldırıma yanaştı. n Ben de kalabalığa sokuldum. İçeride iken benim arkamda oturanların ikisi de önüme gelmiş- lerdi. Gene konuşuyorlardı: — Yaman bir kadınmış doğru- su., Ne jestler, ne söyleyiş, ne ka- dar insana sıcak gelen halleri var, değil mi? — Hiç diyecek yok, Toptan bel- Ki güzel bile değil, fakat her tara- fında insanı kendine çeken başka bir sır, bir elım var. Böyle bir ka- dma insan ömrünce kölelik eder ae usanmaz. — Yavaş gel, sende mi — vurul- dun?.. — Ne fayda? Kim bilir kaç dos tu vardır. Ne de olsa... — Hayır azizim, umduğun gibi j değil, Yanılıyorsun — Neden? Kendi ağıziyla söy- lüyor. — Eğer hayatı sarkısıma uysay- dı, şarkısı o kadar hoşa gitmezdi. Kimseye yüz vermiyor. — Benimle eğleniyorsun!.. — Kime sorarsan sor!.. — Sormağa ne hacet? Şimdi göreceğiz. Evine yalnız mı gide- cek? — Görürüz, Bahsa girer misin? — Sen de her sözün başında bahis tutuşmak istersin. Ben pi- yangoyu sevmem. Yanılmak ye- ter... a Zehra gelmiyordu. Koridorda bazı geckalan müşteriler göründü. İki edam konuşmalarına devam ediyorlardı: | — Yalnız mı yaşıyor? — Üç seneden beri oyundan baska zamanlarda onu hiç bir yer- | de, hiç bir erkekle gören yok. | — Ondan evvel? — Pek temiz değilmiş!. — Öyle ise sevda çarpmış. — Sen de her şeyi sevdadan umarsmn yahu!.. — Canım bu çeşit kadınlar hiç olmazsa para canlısı olurlar, — Buna ihtiyacı yok. Gecede otuz kırk lira alıyor. Meşhur - bir harp zengini olan Selim Kâmil Be yi herhalde işittin. — Evet!.. — Bir gece için beş bin liralık bir çek yollamış da bu kadın onu yırtıp geri göndermiş.. — Sahi mi?.. — Kime sorarsan sor. Bunu her kes biliyor. y — Garip şey.. Lâkin.. Yemin e- derim ki Meral, birisini seviyor. - Buraya mum yapıştır. Görecek- sin!., — Geı’ıe zırvalıyorsun. Onda aşk hastalığına tutulacak hal yok.. — Eh.. Sen gene öyle bil... İçeriden açılan ve kapanan ka- pı sesleri geldi. Sonra Zehra gö- ründü. Bar sahibiyle iki şık erkek arkasından yürüyorlardı. Kapıdan çıktı. Yüzü durgundu, Sağa sola birer yarım selâm verdi. Melek ve Şeytan Yazan: Kadir Can No.238 Bar sahibinin elini sıktı. Diğer iki erkek uzun bir reverans yaptı- lar. Genc kadın yalnız başını ha- fifçe eğdi. — Allahasmarladık. Dedi. Otomobile girdi. Kapı ka pandı. Motör homurdandı ve taşı- dığı yükle övünen bir at gibi hızla uzaklaştı. Kapınnı önündekiler de dağılı- | yorlardı. Bar sahibinin yanındaki siyah elbiseli iki adamdan biri: — İçerde, tek başına oturan a- damı gördükten sonra Meralın canı sıkıldı. Farkında mısın? — Evet.. Hiç böyle yapmazdı. — Kimdi acaba?.. Son sözü söyliyen adam onu dinliyen bar sahibine döndü: — © adam bir daha gelirse içe- ri elmamalı.. Arkadaşı tastik etti: — Evet almamalı.. Bar sahibi cevap verdi: —İyi bir düşünce.. Fakat yap- ması güç.. Borcunu tam olarak ö- deyen, sarkıntılık yapmıyan, ses- sizce oturan bir adam.. Nasıl ko- vulur? Orada hemen hemen yalnız kal mak üzere idim. Uzaklaştım.. Issız sokaklarda, içimin ateşini gecenin serinliğine vererek, uyku- da gezen bir adam gibi yürüdüm, otele döndüm, Sabaha kdar gözüme uyku gir- medi. Basma entarili, pısırık ve zaval h Zehra ile, insanı kendine çeken bu sihirli kadın hayalimden gitme diler. İkisi de uzun zaman, bir per vanenin iki parçası gibi biribirini kovalıyarak döndüler, Sonra bas- | ma entarili, mıymıntı Zehra, silin- | di; yerinde yalnız kızıl elbisesi | derisine yapışmış gibi giyinen, şar kı söyliyen güzel şeytan kaldı. Babamın sözünü hatırladım: — Kadın dediğin zavallı bir me lek değil, namuslu bir şeytan ol- malıdır!.. e « — Bana Meral Hanımın adre- sini verir misiniz? Bir iş için gö- rüşmek idîyonı_m. İk gün sonra uzun uzun düşün- dükten sonra onu herhalde görme- ğe karar vermiştim. Zira onunla beraber olursam pek mes'ut olacağımı, çocuklu- ğumdan beri hasretini çektiğim kadına kavuşacağımı anlamıştım. Ona hislerimi açıkca söyliye- cek, hattâ icabederse yalvaracak- tım: — Seni seviyorum, sensiz belki yaşarım, faket bu, ölümden kork- tuğum, ümitlerim ölmediği için- dir. Lâkin pek zavallı olacağım. Beni affet ve evine dön!.. Diyecektim. Oraya bunun için gitmiştim. — Kimsiniz efendim, ne iş ya- piyorsunuz? — Merak etmeyin. Ayartacak değilim. Ben tacirim. Manifatura eşyası üzerine calışırım. — Yok, onun icin sormadım. Fa kat.. Sey... — Benim işim tam mânasiyle hususidir. (Devamı var) Muhteşem Alman donanması, Za a umumi harp Almanya! nın mağlübi yetiyle neticelendikten sonra, İn- gilterenin Skapa Flov limanma getirilmiş, orada adetâ esir edilmiş ti. Mütareke şâartları arasma bu gemilerin itilâf devletleri arasm da taksimi şartı da ilâve edilince Alman donanması teslim olmak zilletine katlanmak istememiş, fi lo kumandanı her türlü mesuliyeti göze alarak gemileri batırmıştı. İngilizler bu gemileri 1919 se nesindenberi birer birer çıkarmak Ja meşguldürler. 1 En son olarak da 28 bin tonluak Bayerin gemisini çıkarmışlardır. Resimde bu geminin deniz üstün çıkarılması faaliyeti görünüyor. r Bedbin bir kunduracı Üsküdarda kunduracı Hakkı efendi diyor ki: “Eaki bir atalar sözü vardır: Bu söz, yalnız bizim kunduracılık i - çin söylenmiştir. Ben de şimdi ay- nen onu tekrar edeceğim: “Gün - düz akşama kadar tak tak, gece sabaha kadar aç yat.,, e İşte bizim san'atın ezeli düstu- ru.. Eskiden yeni ayakkabılar ya - pardık. Simdi mesleği eskiciliğe döktük. Ne yapalım, başka çare yok. Dört liraya hazır iskarpin du- rurken, kim gelir de bize 7 -8 lira- ya ayakkabı ısmarlar?. Fakat e'ıkicîlihe de iş kalma - dı.. Akşama kadar çalışmamıza mukabil çekmeceye 30 - 40 kuruş düşerse ne âlâ.. Sözün kısası: Başka bir iş bul- sak, san'atımıza bir tekme de biz vururduk, Verg'den şikâyet etmiyoruz ! Topkapıda bakkal Hüseyin e- fendi ne diyor?. Benim düşüncem, bütün esnaf gibi karnımı doyurabilmek kay - gusudur. Biz elimizden geldiği kadar çalışıyoruz ama, buna mu - kabil iyi kazanamıyoruz, çalışma- mızın karşılığını görmüyoruz. Fakat ne vanalım?. Bugün yal- nız ben değil, hemen herkes ayni vaziyettedir. Hükümetin bizi dü - şündüğünden ve bize müzaheret edeceğinden süphemiz yoktur. Niçin saklamalı, vergiler bizi biraz sarsıyor, Fakat çaresiz, bu- na katlanmak borcumuzdur. Ni- hayet hükümet de bu vergilerle i- şin! görebilecek.. 'Temennimiz, işler düzelsin, biz de vergilerimizi hatta fazlasiyle seve seve verebilelim.. y zi İ ESNAF Hasbuhal —<0 Insan, kendi mes- İeğinden ayrıl- mamalıdır! Bugünkü (Esnaf ve işçi) sayı- famızda, bedbin bir kunduracının şikâyetlerini dercediyoruz: Üsküdarlı Hakkı efendi, eski- den, yeni ayakkabılar yaparmış; sonra, makine rekabeti yüzünden işi yamacılığa dökmüş.. Geçine - cek kadar para kazanamıyormuş. Başka bir meslek bulsa hemen başlarmış.. Acaba başka meslekte de başka müşkülâtla karşılaşmıyacak mı?.. Hayat mücadelesi kolay değil- dir. İnsan, ümitsizliğe düşmemeli, kendi tuttuğu yolda ilerlemeğe “gayret etmelidir. Filhakika, makine ile yapılan ayakkabılar, el ile yapılanlardan ucuza geldikleri için, rekabette galebe çalmaktadırlar. Bununla beraber, pahalı fakat iyi cins eli- şi iskarpinler giymek istiyen de yok değildir. Beheri on liraya a - yakakbılar, piyasada pek âlâ sa - tılıyor. Bir dostum dedi ki: — Bunlar, daha dayanıklı, da- ha rahat, daha zarif oldukları için daha kârlıdırlar. Buna kailim. Dört liralık bir ayakkabı alıp iki ayda eskiteceğime, on liralığını a- larak bir sene giyiyorum. Dostum gibi düşünenler pek çoktur. Öyleyse, bir san'atkâr, el işi ayakkabı yaptı mı, fevkalâde ' san'atkâr olmanın ve iyi malzeme kullanmanın yoluna bakmalıdır ki, böylelerini tatmin etsin.. El iş- çiliği denilen şube, kat'i surette ölmemiştir ve ölmez.. Keza, ya- macılık da ölmemiştir.. Elverir ki, insanın “İyi iş yapıyor!,, diye adı çıksın... Yok, eğer, kârlı işin makine ile dikilmiş ayakkabılarda j olduğu. ö Kai KA KA a VE TAÇGİ —— Bedbin bir terzi Kadıköyünde terzi İlyas Efen: di diyor ki: İşlerimiz çok durgün.. Bir dük- kânın ne kadar masrafı — olur bu malümdur. Biz bu —masrafımız! dahi çıkaramıyoruz.. Hazır elbiseler karşısında bi * zim gibi küçük senafa iş kalma” mıştır. Büyük sermaye- sahibi tüccar terzilerin tabif gene işleri yolunda gidiyor. Sonra bizim bir derdimiz var sa, o da biraz iş yapabileceğimi? bayramlarda gece çalışabilmek meselesidir. Bunun temin edilme” si, her halde bizi çok memnun ed€ cektir. — —© kanaati varsa, onun da, murat e * den için çaresi bulunur. Mâakine: yalnız bizim memlekette elişçile * ri ile rekabet iştir. Bizdef evvel inkişaf eden garp milletle * rinde de ayni haller olmuştur. O- rada, esnafın akıllı kısmı, iki eli böğründe kalmamak için koope ” ratifler yaratmışlardır. Böylî he le, makineler alabilmişler, kefe yırtmışlardır. Bu sözlerimiz, Bâ dıköylü terzi İlyas efendiye der daha başka bedbinlere de cevap * tır. ; 'Türk esnafı, frenkten dıhı.l' kılsızdır, daha beceriksizdir diy* kim söylemişse başından n haltetmiş.. Elbette, bizde de, e$ naf, el birliğiyle iş k yolunu bulacaktır. Nitekim, hü kümet de, büyük Fabrikacıları K” ruduğu gibi, esnafı da himaye v menin çarelerini arıyor. İB"" vekâletinin bu lqıwhhndm ge n gün bu sütunda settik. Â n 'Türk esnafı, san'atkârı, mak! nelere ezdirilmiyecek, bilâkis Mt kineden istifâde ederek mes'ut ? lacaktır. Bedbinliğe kapılmamâ - h. İş, nikbinlikle yürür! f Kavafoğlu —