Makedonya komi- tesi reisi Mihailof Istanbula - getirildi Melek ve Şeytan —HYazan: Kadir Can Genç kadın sözünü bitiremedi. Çünkü kırmızı perde açılmış, biri | erkek diğeri kadın iki artist, apaş dansı yapıyorlardı. İki çocukla baba, anne ve kö- pekten ibaret bir canbaz ailesi pe- rendeler attılar, oyunlar gösterdi- ler. Gerdanlı göbekli iki kadın ağır ağır bir şarkı söylediler, Masalarda sabırsızliık — vardı. Sahneye bakanlar ve dinliyenler | pek azdı. Perde kapanmca: — İsteriz, şeytanm - şarkısmı isteriz!.. Diye bağıranlar oldu. Herkes ayaklarını yere, ellerini de birbirine vuruyorlardı. Bu gürültü ufak aralıklarla on dakika kadar sürdü. Seyircilerin: — Hoşumuza gittiğini bilirler 'de hep böyle bekletirler.. — İyi ama çok naz, âşık usan- dırır.. | — Burada usandırmıyor, büs- | bütün çıldırtryor. | Diye konuştuklarmı dum. Bu “Seytanmn şarkısı,, nt herhal- de kapmm önünde resmini gördü- ğüm şeytan elbiseli kadın söyliye- cekti. Bunu sezdikten sonra orada bulunanların en sabırsızı şüphesiz | bendim. Zira uzun senelerin arkasında- ki bir hatrra gittikçe derleniyor; basına entarili, pısırık bir kadın yavaş yavaş soyunuyor ve derisi - | ne yapışmış gibi duran kızıl, dara- cık bir elbiseye bürünüyordu. duyuyo- Muzik ağır ağır bir tango çal - mağa başladı ve perde açıldı. Re- simdeki kadın, orada olduğundan bin kat daha güzel, daha oynak ve alımlı olarak şanoda canlandı. — İşte o... Meral.. Meral.., Diye sesler duyuldu. Sonra sürekli bir alkış salonun havasını çalkaladı. Siyah bir fon üzerindeki kızıl vücudu, çıplak gibiydi, Çizgiler we gölgeler o kadar belli oluyor- du. Dolgun bir göğüs, omuzlar, in- ce bel, kalcalar, düzgün bacaklar ve küçük ayaklar.. Hepsi de ayrı birer güzellikti. Hafif bir baş eğmesi ve zoraki | bir gülüş, salondakileri çileden çıkarıyordu. Alkışlar durup durup yeniden başlıyordu. Bu yüzden çalgı durmuştu. Arkamda iki kişi konuşuyorlar- di: — Nereden çıkmış bu? mü? Bunu soranım onu yeni gördüğü anlaşılryordu. Arkadaşı cevap ver | di: — Hem deöz Türk. Anadolu- mun küçük bir kasabasmdan gel- miş diyorlar. Zannedersem İspar - ta yahut Bordur taraflarından.. — Öyle ise şivesi bozuktur. — Bir İstanbulludan daha gü- zel konuşuyor. Şimdi göreceksin ya. — Nasıl düşmüş buralara?.. Buna cevap vermeğe vakit kal- Türk ya yeniden başlamıştı. Etraftaki- ler, arkamda konuşanlara — biraz sertçe baktılar, onlar da sustular, Fakat onlarm bu kısa konuşma ları benim kafamım içini bir perde daha aydınlatmıştı: İsparta veya Bordur taraflarından gelmiş; kü- çük bir kasabadan.. Şeytanın şarkısı başladı: Eskiden bit melektim ; Lekesiz bir çiçektim ; Üzüldüm keder çektim. Şimdi ben bir şeytanım Fikırdıyor hep kanım.. Bu, o zamana kadar duymadı- gum, bambaşka bir sesti. Yontul- muş, işlenmiş, incelmiş, elenmiş bir erkek sesi, şimdi bir masal an- Jatır gibi hzlı hızlı söylüyor, sonra bir ninni gibi alçalıyor, yavaşlı- yör ve yalvarıyordu. Korkaktmm, pısırıktım, Bir gün canımdan bıktım, Kızdım yuvamı yıktım; Şimdi ben bir şeytanım; Var ne isterse canım... Bu bize kendi hayatını söylü- yordu; takındığı haller, yaptığı jestler, sesine verdiği perde perde tonlar, realiteye trpatıp uygun şey lerdi. Kırdm paslı zinciri. Sahneden öne doğru kıvrak bir hareketle yürüdü. Üç dört basa- maklı merdivenden inerken şarkı- | | sına devam ediyordu: Oldum çapkın bir peri... Deminden beri toy bir çocuk gi bi duran yüzü birdenbire sahiden çapkım bir hal aldı. Gözlerinin bakışları, dudakla- rmm bükülüşü, ellerinin işaretleri, wücudunun kıvrılışları, hep bir a- ğgızdan sanki şöyle diyorlardı: — Gel, beni sev!.. -Zaten kendisi ölçülü bir güzel değil, sadece alımlı ve bambaşka idi. İşte bu başkalığı, herkese ben- zemiyişi, ona çeşide susayan gö- mül kapılarını ardına kadar açı- yordu. Artık salonda ve ön masaların arasında idi. Tangonun en zarif figürleriyle parmaklarının ucuna basarak dolaşıyordu. Birdenbire durdu. Gülüşü büsbütün çapkın- laştı. Ağzı açık, hayran hayran o- na bakan bir genci parmağıyle gösterdi: Şu erkeğin gözleri, Bakryor nasıl bana; Uysam diyor şeytana.. Genç adam kızardı, yanımdaki kadınm yüzü karıştı. Etrafta gü- lüşmeler oldu. Kendi kendime: — Nasıl olur? Kabil değil.. O, böyle şeyler yapsın! Fakat okadar benziyor ki.. Diye düşündüm. Yeniden onun sesine ve hare- ketlerine dalınca hepsini unuttum. Gönül aşka gelince Eğlenmek isteyince. üÇ Müşterilerin arasında yirmilik bir delikanlıyı, sonra sırasiyle © tuzunu geçmiş bir erkeği, uzun boylu enine boyuna gelişmiş bir a damı, narin bir genci göstererek şarkısına devam etti: Genç, olgun, iri, ince Herkes can atar bana Uysak derler şeytana.. (Dovamı var) Hasbahal Belediye müşterek arzulara ehemmi- yet vermelidir! Aylardanberi bütün berberler- den ayni şikâyeti ve derdi duya- | rız: “Bizim de çalışma - saatimiz | niçin tahdit edilmiyor?,, Bunun için berberler vilâyete geçenlerde istida da vermişlerdi. Fakat — istidayı vilâyete veren berberler, birkaç gün sonra pek müteessir olarak bize geldiler ve istidalarının müspet bir netice vermediğini gözleri yaşararak söy lediler.. Biz bu muammayı bir türlü halledemedik ve akıl erdireme- dik. Acaba belediye, berberlere niçin istirahat zamanları ayırma- makta ısrar ediyor?. Düşünüyoruz: Berberler bu şi- kâyetleirnde haklıdırlar. Berber - ler de insandır, Çalışkan, namus- kâr ve çok lüzumlu vatandaşlar- dır. Onların da, bugünkü hayat icaplarından olan “İnsanca yaşa- mak,, hakları vardır. Esnafın ve işçinin hayat şartlarını düzeltme- ye uğraşan, bunun için de umumt talimatnameler, kanunlar hazırlı- yan hükümetin, berberlerin de hayatlariyle alâkadar olmasını is- ter ve bekleriz. Berberlerin çoğu ayni fikirde! Maçkada berber Salâhattin e- fendi he diyor: Bizim bütün derdimiz, hâlâ in> sanlığımızı anlatamadığımız için duyduğumuz yeistir. Bizim bu intizamsız hayatımı- za ne vakit nihayet verilecektir?. Her zaman, her yerde en yüksek makamlara söylüyoruz. İstida e - diyoruz. Biz de insanız, bizim de herkes gibi yaşamak - hakkımız vardır. Manavların kabzı - malların şikâyeti Hasanpaşa karakolunda ma- nav Eşref efendi diyor ki: Dükkânların erken kapanma sına karar verildiği günler epeyce sıkıntı çekmiştik. Fakat şimdi müşteriler vaktinde işlerini bitir- meye alıştılar. Saat yediden seki- ze kadar alışveriş kalabalığı de - vam ediyor. 8 den sonra — artık müşteri kesiliyor. Bizim kazancımız ve işimiz hiç belli olmaz. Meselâ; buğün pi- yasaya patlıcan az gelir ve bize pahalıya mal olur. Tabit biz de o- na göre satarız. Fakat ertesi gü « nü birdenbire piyasa patlıcan dolar. Bu sefer fiatlar düşer ve biz de mecburf pahalı aldığımız patlıcanları ucuza ve ziyanına sa- tarız. Bizim ve hemen bütün manav- Jarın müşterek derdimiz, kabzi- mallardaki — malların — üstlerini *“Yaldızlamak,, âdetidir. Bir küfe üzümün üstünü kilosu 15 kuruş- tan satarsak, alt tarafını ziyanıma filân ne olursa mutlaka 7,5 kuru- şa satarız. Satmasak turşu - olur.. Belediyenin müdahalesiyle, bu al- tr kaval üstü şişhane küfelerin ih- tikârma mani olunmalıdır. Bir kü- fenin üstünde ne ise altında da © mal olmalıdır. Bizim de evde bekliyen ailemiz, çocuklarımız var, diyoruz. Fakat nedenes makul görülmüyor. Niçin biz de bir cuma günü olsun istirahat etmiyelim, gezmi- yelim?. Öğleden evvel gene çalı- şalrm, fakat öğleden sonra da ar- tık dükkânda kapanmak manasız- dır. Sanra, neye gece yarılarına ka- dar dükkânda kalıyoruz?. Herkes vaktinde traş olmıya gelemez mi? Birçok esnafm hayatmı tanzim e- den belediye, bizimkini niçin et- miyor?. İşte, gazetede çıkan yazı- lardan da bütün berberlerin ayni düşüncede olduğu anlaşılıyor. Sanâ söylemedim mi?.. Rüyam çıktı... senin böyle uçuruma yuvarlandığını gördüm... - (Yazısı hikâye sütonumuzdadır) İ ESNAF VE IŞÇI Hileli cuma tatili Küçük Ayasofyada - bakkallık eden fakat isminin gizli tutulma: sınrı istiyen bir dükkâncı bize biz « zat müracaat ederek şu mektubhü getirmiştir: Bir Cuma tatili kanunu yapıl * dı. Buna, herkesin itaat etmesi lâ* zımdır. Fakat, Cuma günü, bif çokları, dükkânını kapıyor. Ufak bir camekân içine bir kaç paket tütün koyup sokağa iskemle —atf yor. Müşteri geldi mi, hemen dük” kânmın kapısını açarak istediğini veriyor. Sonra, gene kapatıp —if kemleye!... Bizler, bittabi, bundan çok mu* tazarrır oluyoruz. Çünkü, evvelle" | ri, herkes, Cuma günü dükkâti kapalı bildiği için kendine ne (â”* zımsa Perşembe akşamından alr yordu. Böylelikle, Cuma günü y#” | pamadığımız satışı Perşembedet! yapıyorduk. Halbuki, şimdi, Per_' şemhbe akşamının satışı durdu. Zi ra, herkes, Cumaları bu gibi dü"" kânlardan mal alabileceğini bil” yor. Sonra, tatlıcı ruhsatiyesi alâf bazıları var. Dükkânlarma bakkö' liye eşyası dolduruyorlar. Serbff serbest alış veriş yapıyorlar. Hit bir memur da: — Sen, ne yapıyorsun? Tatlı? mısın, bakkal mı7 -diye wrımıy':" Bir kısmar da, dükkânınm üstü” de oturuyor. Dükkânmın iç kaP' sından giriyor; sözde evine gel lere, istedikleri malları satıyor- Hükümetin emirlerine harfif” yen Tiayet etmek - istiyen b'ıll"" bundan mutazarrır oluyoruz. hilekârlıkların önüne geçilmelidir ki, yapılan kanunlar, zarar dd'l fayda temin etsin... T Bütün esnaf ve bütün işçiler| | Meslek ve hayat şartlarmızi zeltmek için nelere ihtiyacif varsa, bize yazın, süumlnrn“; enirinize açıktır. Fotoğrafları" da yollayın. y