HABER — Akşam Postası | ğikâzetle , Temennile v — 18 Agustos1934 —— Abdülhamit ' SA ve Gözdeleri Tarihi tefrika: 38 Fehim Paşa, Nuri Beyin hâ-| diseden haberi olmadığını öğre- | nince, yavaşça «bir şey söyleme- den- odadan çıktı.. Cafer ağayı buldu. Onun firar hâdisesinden haberi olmadığını anladı.. Fehim Paşa saraydan çıkarken korkudan dizleri titriyordu. Beynini inmeli bir uğultu sarmıştı. Çeneleri kilit- lenmişti.. Kapıda kendisini bekli- yen Servet Efendiye bile ağzını açıp bir şey söyleyemedi. Araba- sına bindi: — Eve.. Diyerek başını arabanın körü- ğüne dayadı. Arabacı kamçısını şakırdatırken, yavaşça yanındaki hafiyeye yan gözle baktı: — Ne var acaba...? Servet Efendi kaşlarını kaldı- rarak: — Bilmem.. Diye cevap verdi. Fehim Paşa evine gelir gelmez 4x umdu.. Elini yüzünü yıkayarak $na girdi. | — Beni arayan olursa, yatıyor.. Dersiniz! dedi. Fehim Paşa bir kaç gün yatağında bir hasta gibi yatmağa ve dışarıya çıkmamağa karar vermişti. Padişah Necdetle Saadetin firarını duyarsa, bu hâ- dise Fehim Paşanın hastalığı es- | nesında vukubulduğu için, Paşa, bunun mesuliyetini bu suretle ken di üzerinden silkip atmış olacaktı. Servet Efendiye: — Sen, benim haberim yokmuş gibi davranarak, Zaptiye Nazırı- na gizlice mese'eyi anlat. Necdet- le Saadetin izini bulmağa çalış- Bın... Dedi. Servet Efendi Zaptiye Nazırına meseleyi anlatmağa git- mişti. Fehim Paşa, kendisine merbut hafiyeleri de bu işle meşgul et- mekten geri kalmıyordu. Yatak- tan dışarıya çıkmamakla beraber, gözüne uyku girdiği de yoktu. Sa- raydan kendisini yoklamağa ge- * lenler Fehim Paşayı yatakta gö- | rüyorlardı. | — Sineğin beyi sende mi? | — Hayır.. — Yalan söyleme..! Koz kıra- | cağım... Tefrika numarası : 51 Aşk mı, Servet mi? Nâkili: (Vâ - Nü) akıl ve mantığın tâ ilerisinde koşuyor.. | Fakat nihayet, akıl ve mantık galebe ça- lacak, bu vapur nasıl, — er geç balıkları yenecekse, Türkân da Şadiyeye mağlüp, olacaktır. Düşüncesinin bu noktasında — isyan ve galeyan etti. — Hayır, hayır.. diye yüksek sesle söyledi. Vapur, sade akıl ve mantığın mahsulü mü?.. Onun da şairane tarafı yok mu?.. Demin güvertede ve ;imdi' burda dururken az güzel levhalara mi şahit olduk... Uzağa çekilip — bakarsak, ziyalar içinde yüzüp giden bir gemi, nz güzeldir... Gelin gibi Bu son cümleleri yüksek sesle söy- lemişti: Fakat yukardaki — mukayeseyi zihnen yaptığı için bittabi Şadiye — biç bir şey 'anlamadı... — Neler söylüyorsun, kuzum? diyı[ delikanlının yüzüne baktı. | © zaman, Yunusların yarışını seyre-| derken, neler düşündüğünü, Fikret, an-| | başından ayağıma kadar çayır ça- Yazan; Ishak Ferdi — Kır bakalım da görelim..! — Al onluyu.. Bey sende kır bakalım! Saadetin elinde bir tek koz yoktu. Necdeti blöfle korkutuyor- du. — Al bir onlu daha... —Oh ne âlâ.. Elli bir.. On daha, 61. Bu parti bitti. Afiyet olsun, kü çük hanım! İskambil oynuyorlardı. Necdet: — Bu sefer de seni yendim! SŞu aşçı oyununu bir türlü öğreneme- din gitti, Saadetciğim! Diyerek karısını kızdırıyordu. Saadet somurtarak elinden kâ- gıtları fırlattı.. İskambiller hazan yaprağı gibi yerlere dağıldı. Nec- det bağırdı: — Neden kızıyorsun? (Oynıya- lım!) Diyen sensin! Oyunda yen- mek de var, yenilmek de. Şans bu.. Ben oyunda daima galip geli- yorum, Sen de mütemadiyen - ye- niliyorsun! Kabahat bende mi? — Oyunda galip gelen aşkta kaybedermiş. Zaten sen beni sev- miyorsun ki..! — Hah.. gene Lâfı bu mecraya dökmek için yenildin galiba? Al- lah aşkına şu soğuk kelimeden bahsetme bana..! — Neden osğuk olsun?.. Deliye bak! Dünyada bundan daha sıcak bir kelime vâr mı? — Doğru.. Aşk diyince, insan ise yır yanmağa başlıyor.. Ateş kesi- liyor; değil mi? — Haydi, alayı brak.. Şimdi ağlarım ha..! — A... Ben bu ağlamaklardan- da usandım artık. Mahalle kızları gibi, hemen, ufacık bir şeye kızın- ca suratı asıp ağlamağa başlıyor- sun! Ben, bu kadar sulu gözlü in- sanlardan hoşlanmam. — Senin gibi taş yürekli olma- mı mı istiyorsun, beyefendi? — Affetmişsin sen onu..! Ben, zannettiğin kadar taş yürekli bir genç değilim! Yalnız ağlamış su- ratlı yaramaz çocuklar gibi, her şeye göz yaşı dökmek hiç de ho- şuma gitmez. Sarayda seni ne ka- dar çok sevmiştim... O vakit - ba- na karşı zeki ve fedakâr bir kadın olü oynamıştın! Şimdi o kadar lattı.. — Emin olun ki, benliğimde büyük bir istihale husule geldi... Sizinle ilerde kuracağımız aile yuvası, aslâ, yalnız a- kıl ve mantığa istinat etmiyecektir... A- ni haleti ruhiyeler yok mu, — Şa- diye.. Hattâ, büyük bir kinin aşk ol: duğunu bilmez misiniz?.. Sizi, bu akşa- ma kadar, hürmete ve tahkire lâyik, çok | değerli, bir hanımefendi telâkki ediyor- | dum.. Şüphesiz ki, kadın olarak ta na-| zarımda birçok manalar ifade ediyordu-| nuz.Fakat nasıl bir haletiruhiyede bulun duğumu da biliyordunuz. İşte bu aramız daki kaynaşmağa maniydi. Vapurda ge- gçirdiğimiz beş, altı saat... Bende, manevi bir istırap yarattı.Tecrübe izdivacımızım | her halde pek büyük merhalesini atlat- tık... Genç kadınin elini tuttu... Şadiye, çekinme hareketi gösterme- dil... Gene Fikret devam etti: | keti müzeyi gezerler deki meydan bir “toz deryası!,, halinde- | Bir toz meslesi daha! Hamdi Münir imzasiyle aldığımız bir mektupta gene tozdan şikâyet edi- | liyor. Ba okuyucumuz da şöyle diyı “— “İstanbula seyyah getireli: diye boyuna bağırıp çağırırız!.. Fakat seyyahlara İstanbulu Yfena göstermek içinher şeyi yapıyoruz. Bir misal: Bü- tün seyyahlar müzeleri ve bu arada a4- Müzenin önlün- dir. Otomobillerle kafile halinde müze Teri gezen seyyahlar sekeri müze önüne geldikten sortra renkleri değişmekte. baştan aşağı bulanmaktadırlar. Burasını temizlemek lâzımdır.., Bir okuyucumuza cevap Akay idaresinin Erenköy vapurun- da birinci kamarot Ali Efendiye: Mektubunuzu aldık, eleminize işti- rak edöriz. Fakat bizim için, meseleyi adliyeye bildirmekten başka — yapacak bir şey yoktur. Onun için mektulvsınu ru müddeiumumiliğe verdik; neticesini | de tahip edeceğiz. toza değiştin ki.. Adeta seninle işlerim hakkında müdavelei efkâr etmek- ten bile çekiniyorum. Saadet gözlerinin yaşını sildi: — Beni etkisi gibi sevmediğin İngilizc —3 dersleri D için, simdi bütün kusurlarım gö- züne batıyor! Daha doğrusu ben- de kusur aramayı iş güç edindin.. Öyle değil mi? Necdet gülerek Saadetin boy- nuna scarıldı: —Seni çok seviyorum, yavrum! Bence en büyük meziyetin bana karşı olduğun gibi görünmendir! Halbuki ben bir az da entrika çevirmesini beceren kadınlardan hoşlanıyorum. Evvelce sende bu istidadı görüyordum. Seviniyor dum. Buna tam bir hayat arkada- şt olacak, diyordum. Halbuki Se- rencebey yokuşundaki evden bu- raya taşındığımız gündenberi hem zekânı, hem de hoşuma giden isti- datlarını birden kaybetttin! Pek âlâ biliyorsun ki, benim sana” çok ihtiyacım var, Belki yarım, öbür- gün Avrupaya gideceğiz.. Benim- le hayatını birleştiren kadının her şeyden izyade çenin ve tahammül lü olması lâzımdır. On gündenberi Topkapıda ke- nar mahallelerden birinde iki ©- dalı bir evde oturuyorlardı. Necdetle Saadetin buraya ta- şındıklarını şeytanlar bile görme- mişti. Saadt, tehlikenin savuşturuldu- ğunu görünce, Necdetin yavaş ya- vaş mahalle kahvesine ve pazara çıkmasına müsaade etmeğe başla- mıştı, İkisi de bu civarda başka isimlerle tanınmışlardı: (Devamı | çirsek... Bizim için mukadder olan san: det gününe bir an evvel varsak... Bu sözler söylenirken, Şadiye, başı- nt delikanlının omuzuna yaklaştırmıştı... Bir an merakla gözlerini ona dağru çe- virdi... — Diğer merbaleler mi? Onlar ne?..| — Toecrübe izdivacımızın, yalnız ma: nevi olmasınt söylemiştiniz. Bunun hu- dutları haricine, hotbehot çıkmıyacağım. Bunu size daha evvelden haber vermek şartiyle bir ricada bulunabilir miyim? — Buyurun.. — Bu gece, kamarama geliniz!.. Şadiye bir an düşündükten sonra: — Pekil. dedi. Fakat!... — Niçin tereddüt ediyorsunuz? — Verdiğiniz sözde duracağınıza e- minim.. Lâkin.. Kamaramda başka ka- dınlar olduğunu biliyorsunuz... -Onları nasıl bırakıp ta çıkarım ve sabahlara ka- dar geri dönmem?.. — Gayet basit... Bilirsiniz ki, vapur- Ja seyahat ödenlerin, pek çoklarnı gece- leyin uyku tutmaz.. Salıntı dokunur, ya- hut yerlerini yadırgarlar... İşte, siz de, üzerinizde böyle bir aksülâmel olmuş, göbi Yapak, söz de güverleya çıkarsımız. Fakat, kamaramın nerede olduğunu bi- Müellifi: ömer Rıza A letter 1) to father When tane had been taken to bed, Mrs. Rabinson said to Mary: “İhave been writing to Father, but I've not closed-2) the letter, İthought you might like to send 3) a few lines.,, Mary ran indoors to fetch pen, ink and paper and began writing at once. 4) Thbis is what she said: 'Tbe Red Cottage Sandy Bay 15 Th June 1934 My darling father, İt is just bovely here and we are having groat fun. We were on the beach all the afternoon and built 8) a very big castle 6) The tide came up and washed all round it. Grand papa has been busy 7) all the öfternoon, so we have not much of him, but Granny has been sitting with us in the garden. We all miss 8) you very much, do try to come as soon as you can, Thope yon wil arrive early on Saturday,. With many kisses Your loving daughter Mary. As she reached the last words her mother called: “Mary have yau written your letter? You must make haste. The letter boy is cleared 9) at half, Past six, and it is twenty past now,, Mary brought her better, her mother slipped it into tehe envelope, put a stamp 10) on it, and the threc Children and İhav went olf to post 11) it. İhey were indeed enly just in time; the pootman 12) was already unlocking 13) the letter box. Tbeyedropped 14) the Tetter in the box and put it, », in his bag, with the others. They knew the postman gujte well and dec ided 15) to go with him to the station, where he had to fetch the letter that carne by the train. They reached home a bittle before sevcu, A few big drops ofrain were falling as they came into the house, The sky had been avite elear all the affer noon; but now i£ was covered with douds and the wind was blowing. İhe children were all tired, and after drinking a glassof milk and eating some biseuita, they were göne to bed. Mean while the weather had grown worse and worse 16) they cauld he ar the wind erying in the trees, İt sccmed as if yın.. 12 numara... saat on ikide bekle- rim... Genç kadın, da'şın, dalgiın mırildan- dit — On iki.... Vet — Haydı bakalım.... Öyle olsun... diye ilâve etti. Bu sırada yanlarına tayfa kılıklı bir kaç adam gelmişti. diye usulla fizıldadı. Haydi, artık bura- da durmiyalım... Gene birinci mevki gü- vertesine dönelim... Böylelikle geveze Ferhadın diline düşmekten kurtuluruz. Kimbilir bizi ortalıkta fellik fellik nosıl arar. Geldikleri yoldan geçtiler... Birinci mevki güverlesine vardıkları zaman, ha- kikaten, Farhadı, gözlerini dört açırış, | etrafa bakınırken buldular... Fikret lâkaydane: — Hanımefendi merak etti de... Va- purun ön tarafına bakmıya gittik... Ferhat, gene komplimanlara başla- dı, Fakat, bu sefer ne söylese, — Fikret kızmıyordu.. Bıyık altından gülerek: ——ti | night. Soon they fell asleep but the wind galloped 18) up and down the rood. Lugatlar 1 — Letter (leter) mektup Dd d (klozd) kapadı 3 — To send (tu send) göndermek 4 — At önce (et vöns) birdenbire $ — Built (bilt) bana etti | 6 — Castle (kasel) kale 7 — Busy (bizi) meşgul Miss (mis) eksikliğini hissedef 9 — İz cleared (klird) temizleniyof boşaltılıyor 10 — Stamp (stemp) yol | 11 — To post (tu post) postaya vermek 12 Postman (postmen) postaci 13 — Unlocking (anlokin) kilit açmtf 14 — Dropped (dropd) bıraktılar “15 Decided (disayded) karar ver' ler , 16 — Worse (vers) beter 17 — Stormy (stormi) fırtınatr — GCalloped: Koştu, seğirtti . — Sonu var ” —— © Moskovada edebiyat kongresi Paris, 17 (A.A.) — Moskovâ' dan Pötü Pariziyen gazetesine bik diriliyor: Bugün Moskovada Sovyet mu” harrirlerinin aylardanberi hazır” lanmakta olan büyük kongresi #* çılıyor. 374 murahhas bir kaç gü? Sovyet Rusyada edebiyat mese* lesini müdafaa edeceklerdir. 1 Meşhur Maksim Gorki müza * keratta en mühim rolü ifa ede'[ cektir. Pravda gazetesinde intişar e* | den bir makalede, edebiyatın va* tan müdafaasındaki ehemmiyelti bilhassa kaydedilmektedir. 4 e Amerikaya buğday ithalâtı Vaşington, 17 (A.A.) — Zira* at nezareti mehafili, birleşik A * merikanın gelecek sene için buğ * day ithalâtında kontenjan isteme” diğini zannetmektedir. Bununlâ beraber, ayni mehafil, beynelmi * lTel buğday anlaşmasının — olduğ! gibi muhafazasının doğru olacağ! kanaatindedir. Ziraat nezareti iktısadi müşa * — viri M. Ezekiel Londradan gelen haberlerin, bir çok memleketlerit Arjantinin beynelmilel buğdaf anlaşmasına uyması fikrinde ol * duklarını bildirdiğini söylemiş * tir. yordu. Hattâ bir şarkıyı ağır aksak söylemek neşesi” | ni bile kendinde buldu.. Gülyağını eller sürünür, çatlasa bülbüt Ferhadın söylediği sözlere ehemini” yet bile vermedi.. Hoş. buna, Şadiye * aldırış etmiyordu ya... Galiba, bir cüt” lenin ortasında ayağa kalktı ve: — Allah rahatlık versin... Ben, yt mıya gidiyorum... Pek yorgunum.. HAf” di, Fikret Bey, beni kamarama teşyi edin... dedi. ğ Meşhur aşk ve sevda mütehastif' | Ferhat Bey, müvellidulma gibi açıkti | kaldı... Şadiye ile Fikret, merdivenlerdt” indiler, koridorlardan geçtiler... Ve F” dınların kamarası önüne vardılar... Hava sıcak olduğu için kapıst kapatılmamış, iki parmak aralık bırakılarak, arkasına kanca kadaf takır | mıştı.. Fikret: — Unutmayın.. 12 numara... Saat ©n ikide... Kadının elini öptü.. — Birbirleriti” gözletinü mubekbetle 3 voktılir a G “— Öt bülbül, öt... diye mırıldanı- kadın, kamarasından içeri girdi. (devamı var)