HABER — Akşam Postası — — Abdülhamit Gözd ; leri Tariht tefrika: 34 Saadet (Necdet)in sarhoşlu- ğundan istifade ederek, ona tehli- keli vaziyette olduklarımı söyle-| meğe karar vermişti. — Bana itimat et, Necdet! -de- di- eğer seni sevmemiş olsaydım, saraydan ayrılır mıydım? — Demek beni seviyorsun ha?!. Ve gözlerini süzerek genç kadınım yüzüne baktı. Saadet kollarını Necdetin boy- nuna doladı: — Senin için her türlü fedakâr- lığr göze aldım, Necdetciğim! E- ğer beni dinlemeğe vaktin varsa, sözlerim kulağma girebilecekse, sana bugün işittiklerimi anlatmak isterim! Necdet kahkaha ile güldü: ' — Beni sahiden sarhoş mu zan- nettin? Ah bu kadımlar.. Kocaları- n biraz neş'eli görünce derhal şüphelenirler. Yahu ben bu akşam içtim ama.. Aklım başımda.. mu- hakemem yerinde, Söyle bakalım.. Gene neler — yumurtlayacaksın? Saadet birdenbire ciddileşti: — Buradan.. Bu evden çıkalım, Necdetciğim! Ben çok korkuyo- rum. Necdet kaşlarmmı çattı: — Kimden korkuyorsun? Etra- fımızda göze görünmeyen — kara, yılanlar mr dolaşryor yoksa...? Saadet, Fehim Paşanın geldi- ğini söyliyemedi. Derhal bir ya- lan uydurdu: — Ara sıra evimizin etrafmda hafiyeler dolaşryor, uzaklaşalrm.. Başka bir semte gidelim. — Etrafta dalaşan adamların hafiye olduklarını nasıl anladın? | — Bakışlarından.. Yürüyüşle- rinden. Malüm ya, ben sarayda yetişmiş bir kızım. Şüpheli adam- ları gözünden ve tavrından anla- rım, — © halde bizden hâlâ şüphe- leniyorlar. Haniya Padişah seni bana vermekle bu şüphelere, bu takiplere nihayet verileckti? — Kimbilir?! Ben, senin gün- düzleri nerelere gittiğini bilmiyo- rum ki.. Herhalde bu hafiyeler seni takip ediyorlar. — Elbette.. Seni takip edecek değiller ya. Şüphesiz ki beni ta- kip ediyorlar. Tefrika numarası : 47 Yazan: Ishak Ferdi Necdet sigarasını tellendirdi: — İstedikleri kadar takip etsin- ler.. Ben bir defa tuzağa düşerim. İzimi bulabilirlerse, aşkolsun or- lara. Saadet içini çekti: — Kuvvetle mücadele edilmez, Necdet! Peşindeki adamlar sara- ya, Padişaha dayanmış, çok insaf- s1z kizaselerdir. Bir daha ellerine düşersen, etini cımbızla yolarlar.. Kurtulamazsın! Necdet bir müddet düşündük- ten sonra, ceketini çıkardı: — Pek âlâ.. Ne yapalım? Ya- kında nikâhımız olacak. Baş ma- beyinci Bey bana: “Sizin nikâhı- nızı teberrüken Yıldız imamı kı - yacak!,, dedi. Nikâhımız kıyılma- dan nereye gidebiliriz? — Nikâh kıymak güç bir iş de- ğil ya. Her semtin bir imamı var. Gözden uzaklaştıktan sonra, bir hoca bulur, işimizi gördürürüz. — Demek vaziyetimizi çok teh- Hkeli görüyorsun ha?,... Saadet yalvarmağa başladı: — Kuzum Necdet, kendine ve bana merhamet et! Hemen yarın, öbürgün.. Uzak bir semtte kendi- mize göre küçücük bir yer araştı- ralım.. Taşradan gelmiş gibi, kim- seye sezdirmeden oraya yerleşe - lim. Haydi, bana söz ver, Necdet! — Peki.. Mademki beni sevi- yorsun? Söz veriyorum... Nereye istersen, oraya gideriz. Fakat... Necdet elini şakağına dayadı.. Düşünüyordu. Saadet gülerek sordu: — Başka bir endişen mi var? Neden düşünüyorsun? Necdet esniyerek cevap verdi: — Abdülhamidin sarayında bü- yümüş senin gibi bir kıza nasıl ve ne ile bakacağımı düşünüyorum. Burada kalırsak, ev kirası vermi- yeceğiz. Saraydan belki harçlığı- mız da gelecek.. Belki Celâl Bey delâletile iyi bir iş te bulabilecek- tim, Fakat, buradan — uzaklaşır- sak... Saadet, Necdetin sözünü kesti: — Hicmerak etme, Necdet! Benim saraydan getirdiğim —mü- cevherler bizi dört beş sene mü- reffehen geçindirebilir. Onları bi-| rer b_î!-er satar, yıçırı—ı..VVe unutu-. Aşk mı, Servet mi? Nâkili : (Vâ - Canmm sikiliyordu. Hakikaten benim için, İzmire gitmek bir külfet, bir ezi- yetti. Bir daha gülümsedi: — Halbuki şimdi, artık, hiç te kül- fet, eziyet değil... Fikret, gözlerini testekerlek açtı: — Ay, siz de mi geliyorsunuz? — Memnun olmadınız mı? — Vallahi samimi - söyliyorum, pek memnun oldum... Cidden, dediği yalan değildi. Zaten, bu vapurda, kendini, leyle- iHin attığı yavru gibi tek ve tenha, yalnız addediyordu. Sürgüne bir biçareye benzemiyor miıydı? İşte, şimdi, vaziyet değişmişti. — İtiraz etmediğinize ben de mem- mun oldum... Doğrusu, “Ne musallat kadın” diyeceksiniz diye korkuyor - dum... — Estağfurullah... O nasıl söz?.. Köünesteye dayanmıslardı. Zevk i - giden | Nü) çinde birbirlerine bakıyorlar, konuşu- yorlardı. Hattâ, güzel İstanbuldan ay- rıldıklarının bile pek o kadar farkın - da olmadılar. Rüya içinde gibi uzak- laştılar. Şadiye: “ — Her halde hayırlısı buymuş... * diye düşünüyordu. - ben Türkânı, kendi elimle Fikrete vermek mecbu - | riyetini duyarken, işte, mukadderat, onları ayırıyor... Babasına — ne kadar minnetar olsam azdır...” Fikret te' zihnindön şunları geçi - riyordu: * Artık Türkânı —unutmalıyım... Kendimi avutmağa — uğraşmalıyım... Teselli olmam için Şadiye Hanım - | dan daha muvafık bir mevzu olur mu?.. Dünyada benim — yerimde her hangi bir erkek olsa fırsatı fevtet - mezdi...” İstanbulun anlamadan, baktığı pa- noramasından gözlerini ayırdı.. âikâzetler. Temennile; Ankarada da “Gürültü ile mücadele,, lâzım Ankarada oturan ve isminin yazılmasını istemiyen bir okuyu- cumuzdan şu mektubu aldık: “İstanbulda gürültü ile müca- deleye başlandığını ve dükkânla- rın muayyen saatte kapattırılarak her sınıf halkm yaşayışına bir jn- tizam verilmiye çalışıldığını oku- yor ve memnun oluyoruz. Ancak, biz Ankaralılar bu mu- karrerattan henüz istifade ettirile- miyoruz. Gürültü ile mücadele ih- tiyacı Ankarada ve bilhassa Ye- nişehirde kendisini daha çok his- settiriyor. Dinlenmek için — oturulmağa gelinen ve radyoların fazla taam- müm ettiği bu muhitte bazı me - raklılar — radyo sahibi oldukla- rını ilân etmek için mi, bilmem— radyolarını en yüksek perdeden bilâfasıla çalarak herkesi rahat - sız ediyorlar. K Hasta mısmız, yorgun musu- nuz, yoksa sinirli misiniz?. Bun- ları düşünmek bu efehdilerin ak- lma bile gelmiyor!. İşte şurada söylüyorum: Kimin radyosu var, kimin yok, mükem- melen belledik. Radyo kurmak ve çalmak hususundaki meharetleri- ne de diyecek yok. Fakat Allah aşkına hiç olmazsa saat 24 ten sonra radyolarını yavaş çalsınlar, biz de bütün gün işten yorulan kafalarımızı biraz dinlendirelim. Bu satırlarla Yenişehirde otu- ran halkın ekseriyetinin hissiya- tına tercüman olduğuma kaniim. Bu sebeple bu meseleyi lütfen, muteber gazetenizin bir yerinde mevzuu bahsetmenizi — istirham eyliyorum..,, vRenersarENSeRarNeN AAA MENEEEENENLEEEENEENEn. luncıya kadar bir köşeye çekilir, göze görünmeyiz. Aradan bir iki sene geçtikten sonra, elbette sen de kendine göre bir iş bulursun! Necdet doğruldu: — Beni sevdiğini şimdi anla- dım, Saadet! Ben, sevgide mâna- sız inhina ve tevazulardan ziyade fedakârlık ararım... Yegâne öl- çüm budur. Mademki istikbalimi- zi —kısa bir zaman için de olsa— mücevherlerini satmakla temin e- debileceğiz. O halde hemen yarm seninle birlikta çıkıp bir gıı.lı yer arıyalım! (Devamı var) llk defa olarak, göz bebeklerinden Türkânın hayalini silmeğe uğraşarak, karşısındaki kadına baktı. “ — Niçin öbürünü unutup bunu sevemiyeyim?.. - telkini ile, en kök- | leşmiş hastalıkları bile tedavi ediyor- lar... Aşk ta bir hastalıkmış.." Fikretin her halini göz önünde bu landuran Şadiye, onun bakışlarından ruhunu okumuş gibi ellerini tuttu. Fakat bu âni hareketinden kendi de sıkılarak, tefsire çalıştı: — Hasta mışmız? - diye sordu. Fikret: — Hayır! - dedi. - bilâkis.. İyile- şiyorum... Bu, aralarında, ilk aşk ifadesiydi. Omuz omuza yaklaştılar. Küpeşteye dayalı olarak, öylece durdular. Manzaraları, derinliğini ge- ne ânlamadan seyrettiler... Fikret, tuttuğu eli dudaklarına gö- bir damla Fnlııı, hı.-yecıııını göstermek is - temediği için, ayrılmak arzusunu duydu. Vücudünü bir raşe almıştı. Bu tit- reyişi, kendisiyle omuz omuza duran Ingilizce 14 Agustos 1934 — dersleri —32— Müellifi: _ifğıer Kıc u ” About lady - birds When Mary had finished, Granny gave her a kiss and said: “Thank you, dear, you recited that very well, Now, what are you going to give us Tam?” * D ehink İ'li choose a short oöne, it iş öne İ Found in a book. You know the little ladybirds 1), those funny the Hittle insecte with black, spots, don't you?” He said, turning to Henry and Jane, who hadn't yet heard these lines2). “Well, when you let a lady - walk on yourfinger you say to il: Lady - bird, lady - bird, fly away home! The field mouse 3) has göne to her nest. The daisies 4) have shut up thoir sleepy' 5) red eyes. And the bees and the birds are at rest! Lady ? bird, lady - bird, fiy away home, 'The glow - worm 6) is lighting 7) her lamp, 'Tbe dow is falling fast, and your fine speckled 8) wings Will flag 9) with the elose 10) elinging damp 11). Here Henry interrupted vith: “İ don't know what the İast — İine means. - 12)” Tom explained: 13) Don't you see, when the dew - falls, there is a İot of wet in the air, and it sonks 14) the lady - bird's wings and they become very heavy — indeed. 'The lady - bird can oniy fiy when its wings are nice and dry.” “Oh, | see now,” Said Henry, and 'Tom went on: “ Lady - bird, lady bird, fly away home; The fairy 15) bells 16) tinlda 17) afar; 18) Make haste, or they'li catch you and harness 19) fast with a cobweb 20) to Oberon'scar” Tom was asked byhis Grand mother: “Were you told who Oberon is? T dön't suppose Jane knows, do you darling? 21) No, L don't Granny, Öberon, Tam? * Oberon is the king 22) of falryland 23), and sometimes in the moonlight — 24) he drives about besutiful carriage, which just glides 25) through the air, and all round it float 26) the fairies. İt must be a lovely sight! (1) Ladybirds (lediberd): Hanım böceği, (2) lines (laynz): Mısralar, (3) Feld - moüse (fild mavs): tarla faresi.. (4) daisies (dezis): papatyalar. (8) slcepy (slipi): uyuklıyan. (6) glow - worm — (glo - verm) ateş böceği.. delikanlı da anlıyacaktı. | mıştı bile... Başını çevirdi: — Üşüdünüz mü? - diye sordu. — Evet, galiba... — Gidip bir şey getireyim... — Hayır.... Ben kendim gider, ge- tiririm... İnce bir manto alacağım.. Fakat, bavulumdadır... Siz, ne bavu - lu, ne de kamaramı biliyorsunuz... Delikanlı, Şadiyenin arkasından baktı. Şimdi artık, onu daha güzel hıl'ı yordu, Hayatının istikametini - tayin et . mişti. Kendisine karşı bu kadar bağlı « lık gösteren bu kadınla, İzmirde ev - Tenecek, mes'ut olacaktı. Böyle düşündüğü sırada, yanı- mâ biy İngiliz kadını - yaklaştı. : Ona kendi diliyle birşeyler söyledi. Fikret İngilizce anlamadığı — için, evvelâ Türkçe, sonra. Fransızça ve Alman - ca cevap vaerdi. Kadın, Fikretin tasarlıyarak kav- radığı şu cümleleri söyledi: — Alfedersiniz... Ben, İngilizce bilen birini arıyordum... Fikretten ayrılıp on beş yirmi who is bird (7) is lighting (laytin) yıw" ı (8) Speckled (spekild): - benek * ) lenmiş.. (9) fing (flâg) kuvveti kesilir: (10) elose (kloz) — sıkı. (11) dinging damp (klingin de7P' yapışık rutabet.. ı (12) means (minz): - talebi, mürt' | (13) explaincd (ılnplınd) jzab etti. D O(14) Soaks (soks) içer. (18) fairy (feri) peri, (16) bella (belz) çanlar. (17) tinkleş (tinkelz) çıngrak ** sinin gelmesi.. (18) Afar (afar) uzakta. (19) harness - (harnes): koşurf takmak. (20) Cobweb (kobveb): örümctk ağı. (21) Darling (darling) Aziz, $8” gili.. (22) king (king)ı — kral.. (23) fairyland (ferilând): peri &* yarı.. (24) moonlight (munlayt): ay ” Hğı.. (25) glides (glaydz): kayar, (26) float (Hot): yüzer. Okuyunuz: h Gave, have; bed, said, paid, madt tara; leara; firm, “eeriy, ” fali, WEb walk; eyes, lies, nice, dries, ice heti” sea, head, cat; past, haste, fast.. Cı'ıp "l'll_ (1) Did Tom ehoose a long ıı—" (2) Where had he found it? (3) What are lady, birds? (4) Where do mice live? (5) When do daisies shut tbtf eyas? (6) Where do bees rest? (7) What is a glow - worm? (8) When dö the dew fall? (9) Who explains — what - Y0” cannot understand? ; (10) Why must the lady - bif? make haste? (11) Who is Oberon? (12) What is a lovely sight? (13) When do we light a ııııııT) (Bi — — Yeni ıı=|yıl Holivut Holvut'un 15 Ağustos nüshüf | güzel renkli resimler ve son sinet” haberleri ile intişar etmiştir. Haa üi Bir süt nine iş arıyor Temiz bir aileden yirmi iki y'4"' rında dul bir hanım sütninelik ar$ * maktadır. Beşiktaş — Ihlamurda vuzbaşında Dilber sokağında 26 a? nıırılı evde Saadet Hanım a | müracaat edilmesi.. ağırlaştırır * metre ilerdeki bir sırada oturan erkekle ve onların yanına bir IG"" yıplııın çarşaflı bir kadına yaklat * Onlara da ayni şeyi töylemiş ” caktı. Erkekler, omuz silkti. İngiliz kadmiyle konuşmağa Onunla beraber, kamaralara merdivene doğru yürüdüler. Fıkı'eh — Garip şoy.. Bu çarşaflı d, demek ki, İngilizce biliyor” di. * intf Ka * , der Fakat, aklı, gene de, Şadiyeye ö sırtıni” , dı. Biraz sonra, genç kadın, ince bir manto ile mütebessim, &? ründü. — Şuraya oturalım mı? g Açılır kapanır iki koltukta, y na oturdular. W Ikisi de birşeyler ııyleıı*“’ yor; Tâkin nereden başlamak ü geleceğini tayin edemiyordu. — — y , — Şadiye Hanım... İzmirde den bir işiniz var mıydı?.. Oray3 kında gidecek miydiniz? Yoksam Genç kadın, gözlerini kaldırdi? , (Devamt a