Dünya tersine döndü! “Son sayfadaki resme bakm!— “'Pnfdı kırk yaşlarında kadar rastladım. Hal ve tav-| "ada cenebi olduğu belliydi. De- * giriyor çıkıyor, kumların üs-. ::lodnım bütün dünyaya Rus!| denize giriyor, çıkıyor, vü-| tekrar güneşe maruz bira- böyor. Baktım ve gülümsedim: — Mutlaka Russunuz! -dedim. — Niçin hükmettiniz?.. Ben Aaanım. | k — Allah Allah... Halbuki, yan- ak modasmnı ütün dünyaya Rus- e Yaymışlardır.. Onların memle- tinde, Çarlık zamanmda, yalnız adeler ve zenginler Kırım ve ğ iyaya seyahat edebilirlerdi. Htabi, şiddetli güneşten kavrul- & olarak şimale avdet ederler- v Bütün kış, bir “kibar,, insan, | 'enmih kişmtriliği ile, “ahâdi nas- ::";YM edilirdi... Sayfiye yer- Te seyahat edemiyen fakat a -| H_ deliğe özenen Rus gençleri| bu Yüksek sınıfa benzemek kay| :!dk' ne zaman güneşli bir hava| salar, derhal soyunarak cızbız gibi, şuleler altında ha dö- :'"l'. ha dönerlerdi... İşte, güneş â Yanmak modası bu şerait altın- A, Rllıyıdı zuhur etmiş, sonra, bi âceretle beraber, tekmil mem €re yayılmıştır... Alman kadını güldü: Hx Evet... Doğru.. Fakat benim- L'-%'tı Bir yanış... Kocama ben- ei Ta ilerde, ağaçların altında, Af- ! bir insan oturuyordu. Başın- h tarık vardı... Berber! ile zenci “."ı garip bir mrktandı... Yanak- k"ı“'îu, çene tarafı sivri, bir keçi l“"ll vardı.. Teni zeytuni idi... ü" böyle cehennem azabında kendisi, serinlikte keyif sü- "öyordu. Alman kadını: — Sormaym... Ah, başımıza| ı*hleri sormayın ., -dedi.- Ben, Tikadaki Alman müstemlekesin * Yirmi sene evvel, babamla bir- * seyahat ediyordum... O za- ğı bu adamı gördüm... Benim &u beyaz tenimle onun esmer vü- Yal, tezatların incizabı. halinde, kılıİ!liııi çekti... Kendisine gö- :l—'ırdın.. © da beni delice sev- * Âilemi, namımı, şanımı, her- ’ü::hktm... Pabamın rizası hi- biy zenci adama kaçtım... Ta - q beni takip edecekler, aileme h,. edeceklerdi; biliyorum.. Çün m, nüfuzlu bir adamdı... .*_"şııuu içindir ki, kocam Kin- ile birlikte, onun — kabilesine| Ettik... *;ı—lhn, bu sefer de, orada bir ._kılımı ile karşılandık. Zira, h , *nin reisi, daha doğrusu kra- —'::lmlırm son derece düşma- bba Tam mânasile — mütcassıp & dardı... ÇkîMmun evlendiği kadın K ir? Hariçten getirmiş... Sa- we beyaz bir şey olmasın?.. Necip asaletini bozmasın?.. iza, olmıya ki, başka kan :hh'.lm -demiş....- Şunu geti- u, " ... ;İ“Bnıyu ve arkadaşlarını al- Mğ,'"'" Hükümdar, zalim ve . Şayet benim — rengimi behemehal hudut harinci- * Hele trdivacımızı bo- ağlar, arkadaşları s0: B H Zira, ceza da yiyecek- 'Hükümdar, mutlaka beni gör mek istiyor... *— Ah, senin bu rengin... Ah senin aşağı ırktan olman... Halbu- ki, ne iyi kalpli kızsın... Seni he - pimiz sevdik... -diye — etrafımda, dövünüyorlar.. “Birdenbire, aklıma, dıhîyıne! bir fikir geldi: | “— Hükümdar efendimize söy- leyin... Ben, rahatsızlandım... Her halde bir hafta kadar istirahate ihtiyacım var... Misafirliğime ba- gışlasınlar... Sonra, huzurlarına çıkar ve kendimin siyah ırktan ol- duğumu ispat ederim.. “Kocam: “— Aman, yalan söylenmez... Yalancının mumu yatsıya kadar yanar... Ne de olsa, sonradan iş meydana çıkacak... Bir hafta ge- çince beyazlığın anlaşılacak... -dedi. “— Ben beyaz değil, siyah ırk- tanım... Korkmayın, bunu ispat e- deceğim... Yalnız bana bir hafta- lık müsaade! -diyerek ayak dire - dim... “Mucize yapmamdan başka hiç bir şeyde ümitleri olmadığı için, hükümdarm yanma gittiler ve has talığımı ileri sürerek bir hafta| müsaade istediler ve bu izini ko- pardılar... *“Tabitf, tahmin ettiniz: “Şimdiki gençlerin yaptıklarını ben o zaman keşfederek tatbik ey ledim... Afrikanın müthiş güneşi- ne vücudumu saatlerce arzederek oldum bir Arap yavrusu... Ama ne habeş, ama ne zenci... Tam mâna- sile!.... “Nihayet, hükümdarın karşısı- na çıktım: “— Memnun ve mahzuz ol- dum.., Aferin Kinteru!... Aldığın | kız bizdenmiş! -dedi. Allah ikinizi de bahtiyar etsin:.. Yoksa bize bir soysuz beyaz kız getirdin diye ödüm patlamıştı... “ Bu anlattığımı yirmi sene ev - vele racidir!... -diye Alman kadı- nt hikâyesine devam etti.: Şimdi yeni maceramı dinleyin.... İptidat kabilenin yeknesak ha- yatından bıktım... Kocam, gayet iyi zenci yemekleri yapmasını bil- hassa kahve pişirmesini biliyordu. Bu san'atım Almanyada çok iyi pa| ra kazandıracağını düşündüm... Pek cüz'i bir sermaye ile kervana katıldık, sahile geldik. Üçüncü mevki birer bilet aldık... Triyes- te... Oradan da ver elini Berlin.. Tahminlerim doğru çıktı... Ev- velâ küçük sokaklardan birinde, sonra cadde üstünde bir dükkân açtık... Kocamla birlikte çalışarak rrükemmelen hayatımızı kazanı- yorduk.., Bilhassa artık simsiyah kavrulmama da lüzum kalmamış- tı... Aşkımız, vücutlarımızın teza- dmı alabildiğine tadıyordu... Ak - si takdirde, ikimiz de simsiyah o - lunca, izdivacımızın hikmeti kal- mıyacaktı! Böylelikle uzun seneler, saadet içinde muammer olduk... Lâkin, bu sefer de, Almanya - da, bir mkçılık belâsı çıktı: Cer- men ırkındn bir insanla zenci ırk- tan bir insanın izdivacı âdeta cü- rüm telâkki ediliyor... Biz de, ka- tillere, hırsızlara döndük... Her ta| rafta tahkire, tehdide maruz kal - mağa başladık... Hattâ kanuni ta- kibalta uğrayıp cezaya çarpılma- mıza ramak kaldı. Cermen ırkının safiyetini halel- dar ediyormuşuz... Bundan bir an| önce el çekmeli imişiz... amlıcada havuz sefası Bir tarafta saz, birtarafta caz! havuzda ise ne ördek var, ne de kaz! Bu da yeni Köroğlu! Orman köşkünün taraçasında bir âile grupu Bir tarafta saz, bir tarafta caz! Havuzda isene ördek ne kaz!.. Bu da yeni Köroğlu:: Plâjlarda deniz hamamlarında kum gibi insan kaynarken Çam- lıcanm beri yamacımdaki koskö- caman tatlı su havuzu bomboş du- ruyor. İnsandan geçtik, içinde bir tek kaz,yahut ördek bile yok!Etra fını enli ve yüksek çamların kop - koyu gölgelediği bu caaanım ha - vuza baktım baktım da, dayana - madım, mal sahibi olduğu anlaşı- lan şişmanca zata sordum: — Bu havuzda banyo yapıla- maz mı? — Yaprılır! — Peki, ne için yapan yok! — ÂAdet olmamış... — Yoksa bi- zim garsonlar, gece bunun içinde yüzme yarışı bile yaparlar. Bizdeki deniz hamamlarının var, altı sularını görmüşsünüzdür. Bun ların rengi işte tam bir koyu cam göbeği rengidir ki bu rengin tatlı- lığı ne şafaklarda, ne guruplarda, ne mehtaplarda, ne de az bulutlu, durğun yaz gecelerinin sabaha karşı kurşuntyi andıran sessizlik - lerinde vardır. Buna, bu renge tam mânasile gö rengi derler. Su, hakikatte renksizdir, şeffaftır; fa- kat etrafını saran koca çamların, ulu dışbudakların, yayvan, sakız ağaçlarının gölgeleri onu bu ren- ge sokar ve gözler suyun bu rengi- ne baktıkça öyle hoş kamaşır ki dördü, beşi kadar büyük olan bu| l havuzda eğer gündüzleri de ban - yo yapılmıya başlansa — zannede- rim mayosunu, peştemalını kapan bundan sonra soluğu Küçükçam - heada alır, Koyu cam göbeği rengini bilir| . misiniz? Hani Köprünün Kadıköy iskelesinden Haliç tarafına geçilir ken dubaların çevrelediği köprü ç Gördünüz mü belâyı... Artık, Almanyada oturmamıza imkân kalmadı... Başka muhit içinde de barınamayız... Siz, İtal- yaya gidip hayatınızı kazanabilir misiniz? Hayır, değil mi? Esasen, şimdiki nizamlarla ecnebilere — iş yok... Kocamım memleketine - git- meğe mecbur oluyoruz... Zira, be- nim kararmama imkân var, onun beyazlaşıp Almanyada kalmasına ise yok... Bu gördüğünüz güneş banyola- rını siyah ırka girmek için yapıyo- rum... Anlıyorsunuz ya.., Hazin hazin içini çekti... Kadınla ahbap oldum... Onu, Tarablusşama giden vapura — ka- dar teşyi ettim... Bana mektup göndermeği vadetti... Vadinde de durdu. İşte aldığım mektuptan bir kaç satır: “Çok mes'udum... Buradaki es- ki mütcassıp hükümdar — ölmüş... Yerine oğlu olan medeni dügünce-ı li bir genç gelmiş... Irk farkı 'ö'ı zetmiyor... Kocamın beyaz kadın almasında mahzur yok... Bu hürl memlekette, istediğim gibi yaşa-| yabileceğim... Kocamla mes'ut o labileceğim... Yaşasın medeni zih- niyetli memleketler...,, Hâh, ilâh... (Hatice Süreyya) Na < .. (et Havuz kenarında gönüller bu koyu cam göbeği renk h veüzeri hafif menevişli suyu, hâreli canfesten yekpare ve yumu şak bir halı sanır ve insanım he- men koşup bunun üzerine sırtüs- tü, yan üstü yatası gelir. İşte Çam- lıcanın beri yamacında Marmara- yı ve Marmarnın Andolu kıyıları- mı uzaktan tabak gibi seyreden böyle bir tatlı su havuzu var, Lâ- lı.ğn, ne yazık ki seyir günleri b"v caaanım havuzun etrafını bir alay insandan suyun içine bir tek aya - ğını bile sokan yok! Herkes gel - miş, sandalyelere, kanapelere beş Tik simit gibi dimdik kurulmuş, oldukça mükellef ve biraz da yap- macık bir eda ile ya saz dinliyor, ya caz! Radyoda, gramofonlarda, şurada burada dinliye dinliye ar- tık kafalarımızı pek fazla şişirmiş olan piyasanın bütün şarkıları o - rada da durmadan söylenip çalı- nıyor. Bir aralık baktım, güzel ses K hanende hanım: “Aman esmer, canım esmer,, “Gözüm gönlüm seni ister!,, Şarkısını söylerken hemen her- keş gözlerini ve kulaklarını o kü- lüstür güfteli pestenkerani nağ- meli şarkıya dikmiş, hayran hay- ran onu dinliyor. Amma da tuhaf şey ha! O nasıl göz ve gönüldür ki öyle bir yerde istiyecek başka bir şey yokmuş gibi hâlâ esmeri, beyazı, sarışını, çukulata renkliyi arıyor! Arkadaki köşkün alt kat tara- çasında ise cazbant, kızılcık mu- | rabbası gibi yarı ağdalı, yarı kek- remsi ve yapışkan bir tango ile çiftleri ter içinde salıntılı. döndü- rüyor, Caaanrm havuz gene bomboş, hâlâ bomboş!... Akşamın canlıla - şan serin gün doğrusu çamları ha- fif hafif hışırdatmıya başlarken şimdi bu koyu cam göbeği renkli havuzda ne de güzel ördekleme yüzülür, yanlama gidilir, arka üs- tü yatılıp cün ve yürekten bir: — Oooh! Çekilir. Hey bu havuzu yapan mübarek adam, bari buraya kim - $e girmiyor; sekiz on ördekle, bir kaç çift kaz al, suya salrver de hiç olmazsa göller ve kuğular şairi rahmetli Ahmet Haşimin ruhu şa- dolsun! ... Gün batarken güzel ormandan uzun çayırın yolunu tüttum. Sık a- ğaçlıklar arasımndaki dar yollar- dan biraz yürüdükten sonra bak- tan, fazla sola kaçmışım... — Yeni yetişmekte olan adam boyundaki birbirine dolambaçlı yemyeşil a - gaç filizlerinin arasımdan atlıya - rak tekrar sağa kıvrıldım. Zikzaklı bir kaç voliden sonra Acıbademle Uzunçayır arasında- ki kapkaranlık bir korunun dibin- den geçerken korunun içinden bir sestir gürledi: — Ağır ol arkadaş, acelen ne, dur beraber gidelim! Fena halde şaşaladım. Çünkü geçtiğim yerler tenhanın tenhası idi.Herkes güzel ormandaki havuz başında otobüs ve — otomobillerle dönerken ben ne diye bu ıpıssız or manın içine dalmıştım. Çok ileri- de bir harman görünüyordu. Fa- kat harmancıların beni görmesi için büyük bir teleskop lâzımdı. Ses gelince durakladım, başımı o tarafa çevirdim, Bir de ne baka- yım, kestane durusu, yavuz bir a- tın üstünde yarı sporcu, yarı avcı kiyafetli cüsseli bir adam bana doğru gelmiyor mu? Gözlükleri- — Lütfen sayıfayı çeviriniz. — Güzel ormandan bir manzara