hlr_&m sayfadaki resme ba- d.:“-hyı tayinim günü, bir i-[ het Vak'ası varmış. Ne uğursuz- e Buna, benim nezaret etmem Yap etti, İi— Asılacak adam kimdir? - Y6 sordum, — Meşhur — Kim bu — Eşkiya; Biri ilâve etti: — Pek çok mazlum kadınların klerin kanına girmiş.. Bahu- ;'“» kadmları büyük bir ihtirasla ıdürmü,_ B Tabit.. Eşkiya.. - diye, veri- izahatı yarıda kestim. Ve, e- verdim: lh;!ı:;ydi' şu meymenetsiz İşi de, sonra, hayırlr umran Wnîn hâlline — çalışırız.. Söndi ne yapılacak?. — Efendim.. Kanlı Ali, istida Ütüne istida, haber üstüne haber We leriyor.. İdammdan evvel, il- $izi görmek istiyormuş.. Tabii, isine ret cevabı verilecek.. larrmı çattım: — Niçin ret cevabı verilecek ?.. Bilâkis, gider, görüşü- Bakalım ne diyecek.. ıh“m hapishane müdiri, kır Bkalmı parmakları ile tararken, Yanmdaki kâtibine —usulla bir fisildadı. Bunu ben işittim- ** de belli etmedim: — Hey gidi genç mülkiye me- hey.. Memuriyete yeni İYin edildikleri vakit, hep böyle Şı"h, Sonraları Kanlı Ali. Nu cevval - olurlar.. B:“îhzıyı aldırmadım.. Ölecek adamım yanma gitmekte ne Zaar vardı?.. Madem ki beni is- ::miı. derdini. — dinlemeliydim.. İki bir hakikati ortaya çıkarır!.. 3.—' ne zararı dokunabilirdi?. T'lnnıyoı, etmiyor.. Yanında si e da Zindana indim. Yosunlu ıslak divenler.. Dar bir dehliz.. Fe- titriyen ışığı.. Paslı bir a- paslı bir kilitte dönüşü.. ğ"“lâu, tam manasiyle klâsik Zindan.. B'n içeri girince, uzun boylu, Sltük siyah bıyıklr, fesinin üstün- abani sarık sarılr, otuz beş k'l!ı. da kadar bir adam, ayağa ( Benzi, soluktu. Gözleri — acaip ttıltı ile parlıyordu. Elini göğ- *ne bastırarak: (İN Merhaba.. - diye selâm ver- > Ne 0?.. Beni istetmişsin?. S şh’“"lm. idam edileceğim.. Hat- k.:;:kî de pek kısa bir zaman khq L. Padişah beratımı imza- ı',k:îy: kulağıma çalmdı.. Eh, in?,. Hayat bu.. Geldik, &Wu.. Ancak senden bir di- ql— var.. Yufka yürekli, iyi bir *ı.. olduğunu haber aldım.. Sa- İers yüzüne — çevirmezsin.. (— Söyle bakalım.. - dedim. - b şeyse.. l.’hhmçîu olmıyacak şey — olsun, h“ « Bir idam mahkümunun ;!k_l_lıh yakın.. Karımı gör- | k“m'*'?mm Bilirim, — başka Bîu İstesem yanrma — sokmaz, k.":î:hu brrakmazsınız.. Lâkin, Rq_ yalnız kalabilirim.. Çün- xhqnmdir.. Onunla vedalaşa- * Kendisiyle . evlendikten Evet,, Seni istettim, beyim...| ler M'; dilekleri yapılır.. Hem, be-| - bir gece sonra, dağa çıkmış, onu yalnız koymuştum.. Sonra, birçok hovardalıklarım oldu.. Yabancı| karılarla etmediğimi — bırakma- dim.. Helâl karımı terkettim.. Şimdi düşünüyorum da pişman oluyorum.. Ondan, beni bağışla - masmr istiyeceğim.# Oh, benim beyim.. Zehrayı buldurup, bana gönderirsin, değil mi?.. — Gönderirim.. - dedim. Kanlı Alinin gözleri ışıldadı. — Söz veriyor musun?.. — Ben, kendi elimden geleni yaparım.. Ama, Zehra gelmezse karışmam., — Gelir, gelir.. Onun ağzı var, dili yoktur.. Namrmın ne nam ol- duğunu bilir... Benim çetemle be- raber geldiğim, köylerde duyu- lunca, kadın erkek, genç - ihtiyar, çoluk çocuk, toparlanır, yerlerini yurtlarını yüz üstün brrakır, gi- derlerdi.. Sözümü öyle yürütmüş, kendimi öyle tanıtmış, ahaliyi öy- le korkutmuş, “emrim altma al- mıştım.. Şimdi, öz ayalim mi buyruğumu dinlemiyecek?.. İdam olunacağım diye mi?.. Vallahi hortlak olur da düşüne girerim.. O zaman, gününü görür.. Ne gayritabil bir tavırla, ne büyük bir telkin ve irade kuvve- vetiyle konuşuyordu.. Yüreğime ürküntü geldi. , — Peki, peki.. Madem ki ge- leceğinden eminsin, öyleyse gelir.. Ben, sana, kendi hisseme düşen vaitte bulunuyorum.. Zehrayı ara- tacağım ve kendisiyle görüşmek istediğini ona bildireceğim.. — Allah ömrüne bereket ver - sin, beyim.. Eşkiyanın yanından — garip bir oğalaya _v ipa Bir plâj âlemi daha! Şimşekler, fırtınalar, dalgalar arasında - İmam boğu- lüyorsun, salavat getir! - Balina balığının tavası! Kilyos sahillerinde bir sabah keyfi Günlük — güneşlik — havalarda masmavi ve çarşaf gibi denizin üstünde keyifli keyifli fink atmak için Kilyos sahillerine herkes gi- der; marifet sahillerine herkes gi- gibi şimşekli, gök gürültülü, fırtı- nalı, sağnaklı, dalgalı, uğultulu havalarda gidip denize girmeli ki işin tadı çıksın! — Acaba böyle yapan yok mu? Dersiniz. Yok olur mu hiç? Ben geçen Perşembe akşamı geç vakit şimşekler, gök gürültüleri arasım- da Kilyosa vardığım zaman o ci- var kâmilen lodostan, poyrazdan, gün doğrusundan, kara yelden dağlar gibi bulutlarla çepçevre sarılmıştı. Bu koyu patlıcan moru bulutların altmda tam bir kara lâhana rengine bürünmüş olan ka ra deniz hazretleri de için için fe- na halde somurtuyordu. Fırtına, sağnak, hemen hemen kopacak, hissin tesiriyle çıktım.. Verdiğim |" -reamerearseayenereeaeARece sözden dolayı pişman olmuştum. Bunun neticesinde bir felâket o - labileceğine dair hissikablelvukua yakalanmıştım.. Buna rağmen, ar- tık, söz vermiş — bulunuyordum.. Sözümün eri idim.. Hem de idam merasimi esnasında, Kanlı Ali ile gene yüz yüze gelecektim.. Bana ne derdi?.. Hulâsa, Zehrayı buldurmak e- meliyle yukarı çıktım: — Çocuklar.. - dedim. - Şu Kanlı Alinin yeri yurdu, elbette herkesinkinden ziyade — malüm - dur. Haydi, evine haber yollayın..|' Karıst Zehra buraya gelsin.. Ali, ölmeden evvel, onunla görüşmek istiyor.. Eğer kadm itiraz etmez- se, onları kısa bir müddet, zindan hücresinde bırakacağım.. Sergardiyanla hapishane mü - diri ve jandarma karakol kuman- danı, hep bir ağızdan itiraz etti-|' — Aman, beyim, ne yapıyar- sun?.. — Ne yapacağım?.. Gayet ta- bit.. Bir idam mabkümunun son arzusunu yerine getirmek, bizim insani ve vicdani vazifemizdir... Hem bu adam, karısıyle konuş- mak istiyor.. Belki bir vasiyeti var, bir nasihati var.. Mâni oluna- maz ki.. — Aman, beyim, Kanlı Alinin yanma kadın mı — koyuvermek?.. Ne yapıyorsunuz?.. — Ne köhne zihniyette muha- fızlarsımız.. Bırakm şu eski kafa- yı canım.., Ne olacakmış.. Bize ne? Genç kâtip de benimle hemfi- kir çıktı: — Hem, efendim, burası zin- dan.. Ârtık haşarılık edemez ki.. Üstelik yanma sokacağımız, ya - bancı kadm değil, kendi helâli.. Benimle hemfikir birinin daha zuhur etmesi, öteki memurları ya- tıştırdı. Pek razı olmadılar ama, fazla itirazda bulunmadılar.. — Siz bilirsiniz. — Mes'üliyet size raci... - demekle iktifa etti- ler. Ben, dediğini dedik bir âmir olmak fevkalâdeliğini göstermek istiyordum : — Tabif mes'uliyet bana raci.. Haydi, siz, söylediğimi — yapın.. Şu Zehrayı buldurun.. Bir saat sonra, başı beyaz na- maz bezi ile örtülü, sırtında siyah yeldirme bir kadmı yanıma ge- tirdiler. Bir tek gözü görünüyer- du. İri mavi tahrirli bir göz.. Na- maz bezinin ortasmda, bana, me- rTak ve tecessüsle bakıyordu. — Bana kötülük — etmeyin.. * dedi. - Ben, kocama yataklık etmedim... O, bir başına yaptı ne yaptıysa.. Üşaklariyle beraber eş- kiyalık etti. Amanın beni zindan- lara tıkmayın.. — Yok, bacı.. Meraklanma.. » dedim, - Seni zindana filân tık- mıyacağız.. Yalnız, kocan, ölmez- den evvel, seninle azıcık —konuş- mak istiyor.. Diyecekleri varmış... İstersen yanma git., Dinle., — Bütün ömründe yanıma var- madı da.. - diye içini çekti, - De- mek, öleceğine yakm aklına gel - dik.. Ona da şükür... Ona da el- hamdülillâh.. Neydelim?.. “Selâ - mr gelirse başım üstüne..,, Madem ki çığırtmış; yanma varayım, ba- kalrm.. Ayalimdir.. Sözünden çık- mak haram olur.. (Yarın bitecek.) (Vâ-Nü) için için fena halde somurtan huy suz ve netameli Kara deniz han- dise coşup kuduracaktı. Plâjların sağında ve denizin yüz metre yük sekliğindeki kahvenin bahçesin- den bir de aşağıya baktım ki de- nizin içinde sekiz, on kişi manda göle yayılır gibi yayılmış, el çır- parak hep bir ağızdan şarkı söyli- yorlar. Eskiden Sarıyerde ustura- sınm keskinliği ile pek meşhur iken sonradan işi Kilyosta kahve- ciliğe dökmüş olan Lâtif Efendiye sordum: — Kim bu denizdekiler? — Onlar Istanbul Iel_grıf:ılı-l rı... İzinli günlerini geçirmek için buraya gelmişler, şimdi denizde keyif çatıyorlar. — Bu havada ne keyfi bu, ya şimdi bir bora filân patlarsa? — Bora patlarsa onlar da baş- İmamın kendisi dalgaların ara | sından boğuk boğuk: — Hakkmızı helâl edin çocuk- Jdar! Ben, telâşla yüzüm sapsarı et- rafımdakilere: — Yahu, koşup tahlisiyeye ha- | ber versenize!.. Haydi kahvedekilerde bir kah- kaha: — Korkma yahu, İmama birşey olmaz, görmüyor musun mubarek dubamı duba!.. Eğer onu deniz Ticaret Müdürü Müfit Necdet Bey görse alırda kendisini Hıimanda şa- mandıra diye kullanır. —Şakanımn sırası mı yahu, adam cağız boğuluyor. — Yok canım, şaka yapıyorlar. Onların hepsi bu dalgalara alış- kındırlar, zaten bu havada dalga sefası yapmak için mahsus denize girdiler. Neden sonra gece karanlığında dalgaların arasından çıkıp yanı- ma gelen imam efendiye sordum: — Siz nerenin imamısınız? O daha cevap vermeden tel- grafcılar kafilesinin aşçılığını ya- pan sesşi güzel Hamdi Bey atıldı: —İmamlığı bir oturuşta bir tep- si pilâv ile on beş kâse yoğurt, se- kiz karpuz yemesinden ve bir des ti su içmesinden kinayedir! Yoksa asıl ismi Kayserili Vehbi Beydir. Gayet hoş sohbet, şakacı, nükteci, son derece cesur bir zattır. Hattâ Kilyosta bir deniz âlemi larlar denizde horaya! Hakikaten de öyle oldu ya! A- damcağız sözünü henüz bitirmiş- ti ki, tahlisiye burnunun arkasın- dan kopan ani bir fırtmma ile bulut. larla; şimşekler ve gök gürültüleri altında için için somurtan huysuz ve netameli Karadeniz birden kız dr, coştu, azdı. Onün azmasile bir Hikte aşağıda da köpüre köpüre birbirini kovalayan beyaz yeleli kudurmuş — dalgaların — arasında; meraklı ve heyecanlı bir curcuna- dır başladı: —— Rüştü! İmamı sürükleyin geri dalgalara! — İmaaam! salâvat getir, gidi- yorsun ha! — Alâattin, orada çatlak - var, kaynarsın, dikkat! — Fikri Bey, Necdeti gözet, faz| la açılmasın, dalgalar çeker! — İrfan Bey, ne tarafa, Şişliye-| mi, Kara buduna mı? — Eyvahlar olsun, İmam ;idiı[ yor! — İmamı kurtarın yahu, adam- cağız dönemiyor! —İmaaam... İmaaam.., İmaaam... Şahadet getir. lâmı cimi yok, gi- diyorsun ! geçen gece rüyasında bir balina balığını ensesinden yakalayınca hemön tavasını yapmış, bir oturuş ta temize havale etmiştir. Vehbi Bey dayanamadı: — Hamdi, dedi, beşde bir ye- kün et, yoksa hestüm helâbiye di- ye bağrırım ha! ç — Hestüm helâbiye de nedir? — Efendim, hestüm helâbiye, sarımsaklı kurabiye, alâvezn Ta- rabye cinsinden bir şeydir ki biraz dan bizim karargâha teşrif eder- seniz hestüm helâbiye ne demek olduğunu sofra başında bizim kâh ya Nazmi ile Ziya size anlatırlar. O fırtmalı, yağmurlu ve - gece yarısından sonra poyrazlayıp kışı andıran Temmuz gecesini bu ah- bap tatlısı telgrafcıların büyük ça dırlarında sabaha kadar alayla | geçirdik. Sabahleyin bir de baktım ki aynı kafile o yağmurda, o rüzgâr- da gene dalgalarım arasına koşma sınlar mı? Fakat sabahın altısında Kilyos çardaklarımın altında iki manzara ile daha karşılaştım ki (ÇAIt tarafı 8 inci sayıfada)