, on sayıfadaki resme bakı. i Bir gün, Parist, p* mükellef bi, Arduğunu ve Hint mi ârip tarzda giyin #ağı inerek, dolaşırken, miş p Bu adam da beni . mi farketmişti dirdenbire taşırdı, SüzONİL sml " le. Başını öte eridi p Maiyeti arkasında, Talık tenhalaşınca çaklaştım: li & —Bu, kimdi?... ' ii Soniti Ada, gömine Aya Yâni... , i Kendi kendime, LK : nir a “e K. Ylendi, « in bu ada; iğ (adaşım Girit; se değild Yürüyüp kapıcıya olur mu er ayni felâke- âninin bir kırık JARA açıldığını ve a nn haber verdi- Üzerinden seneler tımızdan ses sada Mmatemli havadise he- NİZ inandık, K ortasında, ; Pakat, işte, Pari- ar, Mürtant “na, pürdebdebe, öle Hişlie rastlıyordum... Hem > Kendisine, vik e tup Yazdım. i in hâmisi! den feyiz kiye bedbaht bir ecnebi. seden geldim, şöhreti- ali ethalde, beş on da mağ, sabul buyurarak, Zerimden eksik etme- zaman sonra, meşhur hususi dairesinde, » kabul etti. Bütün tarı çıkardı, —H, boynuma sarılarak: NN vermeyi lah razı olsun... Beni eninl, ins. dedi, Doğrusu, İr.. Hlaşınca ödüm patla- i Send Ata riayep iy aim. Bu teşri - a - ? İlğem ve ik den nazil olma- zin üzerinde yürüye- ? l söylüyorsun, kuzum? Din kişi, beni âam, yani yüz elli vini amed ei İsanın mu- 8, canım... — Vallahi... — Peki, ne münasebet : Anlataymi da bak... ak, kötü bir salla kaçtığı: di... Dğr Sular, beni sürük- bura a — gün aç kaldıktan sakal te Vip kıyafetinde, birbirine karışık, bir ada . Elbiselerimi kurut- otomobilin! İ sa basa yürüyen bir erkekti... Hi - o HABER — Akşam Postası ani... niyesi ve saireydi... Bunları giye Bahçede md, Kalay kaçabileceğimi Yavru h a fı Z Tam iltica etmek üzere bir yer aramağa çıkacaktım ki, büyük bir kalabalığın üzerime doğru geldi 4 ğini gördüm... Acaba benim kaçak bir esir olduğumu haber mi| almışlardı?... Yakalıyacaklar mıy- dı?.. Korkarak bir fondalığa giz- lendim... Kalabalık, sahile üştü... Merak- la, heyecanla, secdelere o kapana- rak bir manzara seyrediyorlardı. Hayretle baktıkları, denize ba» ristiyan aizzesinin başında nasıl | bir nurdan hale varsa, bunun da, öyle bir tekerlek, kafasının etra- fını çevirmişti... Elinde uzun o bir| değnek tutuyordu... İ Ada halkı, belli ki, Hiristiyan- dı: — Aya Yâni, sulara basarak geliyor... Bize uğur getiriyor... di- ye huşu içindeydiler... Fakat, ben, çöllerde çok zama- numı geçirdiğim için, bu gelenin alelâde bir serap olduğunu farket- miştim, Başmdaki hâle de, arka tarafa tesadüf eden bir çöl güneşi- nin gurubundan başka bir şey de- gildi... Şu esnada, sahralarda yü - rüyen bir arabın şekli, tabiatin bir ziya oyunu ile, semalara (O akset- miş, oradan da, serap halinde bu- Taya İnikâs eylemişti. Kumlarda yürüyen bu arap, denizde yürüyen bir havari gibi görünüyordu. Şek- line, şemailine bakan Hiristiyan-| lar, onun kim olduğunu bile tayin etmek garabetini gösterdiler: — Aya Yâni! Aya Yâni!sdiye bağrışıyorlardr.., ii y Serap, denizden karaya çıktı... Benim bulunduğum fondalığın ü - zerine gelerek orada kayboldu... Ahali, sanki onu aramak için benim gizlendiğim yere geldi... Eyvah, şimdi beni orada bulup ne yapacaklardı. Korkarak, yerden uzun bir değnek aldım ve ayağa kalktım... İcap ederse kendimi mü dafaa edecektim. Biri: — Kimsin?... Adın ne?., -diye haykırdı. Derhal cevap verdim: — Kâni... Ayni adam, sevinçle, yanında | kilere döndü: — “Yâni,, diye haber vermemiş miydim?... İşte Aya Yâni imiş... Hepsi birden rüküa vardılar... Beni izzet ve ikram ile alarak, ibadethanelerine götürdüler. O günden itibaren, bu adanın yegâ- ne sahibi benim... Ayağım da w- ğurlu geldi... Balık mahsulü fev- kalâde çıktı... İtibarım arttı.. Hi - ristiyanlık ssasatını ve eski Yuna- niceyi, Giritli olmak #ıfatile, bil mem de fayda verdi... Zerrece şüpheleri kalmadı... Gökten indi - ğime kat'i imanları var... Şimdi, Paris seyahatine geldim... Aman, kardeşim, sakın beni tanıdığını söyleme... Ağzımın tadını bozma... emi?.. Sana ne istersen vere- yim... (va-N0) ———————-——— Tashih 10/7/934 tarihli (o nüshamızda İstanbul İkinci İcra memurluğun- dan gönderilip dercedilen ilânm teşhir tarihi 15/7/934 olacak iken! sehven — 15/8/934 olduğundan) tashih olunur. Son felâketten sonra ruhum büs-| bütün sıkılmıya başladığı için ah- baplar bana: — Boyuna gez, toz, açılır, fe -| rahlarsm! Diyorlar. Biz de sözüm ona, a- çılmak, ferahlamak için boyuna gezip tozuyor, fakat açılacağa da pek benzemiyoruz. Üst üste yığı»| kıp ensemde kâtmerlenen acılar artık belimi öyle bükmüş ki bu a- cı yükünün altından kalkıp yeni- den açılmak şairin dediği gibi ga- liba başka bahara! yani ikinci ge- lişe kaldı. Lâkin ben gene açıla- yım diye durmayıp geziyor, dur- mayıp tozuyor ve bereket versin ki tozutmuyorum ! Geçen akşam gene biraz açıla” İm diye kalktık, Taksimdeki bah- çelerin birinde verilecek olan ala- turka bi? konsere gittik, Alaturka olsun, alafranga olsun, çalınan ve uş, nun şarkısına söylenen şeyler iyi, temiz olmak ve bunlar iyi, temiz çalınıp iyi, te- miz söylenmek şartiyle dinlenir doğrusu.. Şükür ki o akşam biz de alaturkanın iyi ve temizine çattık| da can kulağı ile dinledik ve kâh hazin hazin inledik, kâh da tatlı tatlr neşelendik! Meselâ, mutadın — aksine daha akşamdan ilk olarak ya- pılmıya başlanılan mahur faslın- da on sekizinci asrın meşhur ıstı- rap şairi Şeyh Galibin: Gene zevreki derunum kırılıp! kenara düştü, | Dayanır mı şişedir bu rehi senk sâre düştü, Bestesi çalınırken zaten bizim zevreki derunumuz da parça par- ça olduğu için hazin hazin inle- dik; sonradan: “Sütlüceden geçtin mi, sütlü kahve içtin mi?,, Kıvrak şarkısı söylenirken de sütlü kahve gibi tatlı tatlr neşelen- dik! Lâkin o geceki seçme saz ve söz heyetinin böyle umumi bir bahçede daha güneş batmadan ilk olarak mahur faslr yapması dinle; —a— alaturka bir konser Katırcı ağziyle bir Eğin havası okurken bayılanlar Konser veren heyet... yicilerden ve bugünün keyif er - babından birçoklarını çer Çünkü uzun yıllardanberi böyle! yerlerde, akşam üstü (Hicazdan, Hüzzamdan, Uşşaktan ve niba « yet Niahventten başkasını duyma» mış olanlar bu ağır Mahur maka- mı karşısında: — Bu da nesi?, Der gibi apışıp kaldılar. Hatta bir aralık Dedenin: İ “Ey gonca dihen, harı elem ca- ; nıma geçti.,, mükellef (o şarkısı çalınırken ye - di sekiz yaşlarımda bir kız, otuz, otuz iki yaşlarmdaki babasına sor du: — Baba ne bu çaldıkları?. — Ben anlamadım ki sana söy- liyeyim kızım! Fakat mahur şarkılardan biri » nin sonunda yalnız sazlarla yapı- lan uzun, kıvrak ve barikulâde ği ğ J tempo tutan garsonlar güzel ara nağmesi çalınırken din-| liyenlerden birçokları bunu alaf- | ranga majordan bir vals sandılar| ve parmaklariyle mermer masa - ların üzerinde ona tempo tutarken | bunun kat'iyyen Dede Efendinin! olduğunu anlıyamadılar. Eğer dinleyiciler arasında meş- hur bamtelli Nazmi Acar, boşbo- ğazlık edip de yanındakilere bu- yun alaturka olduğunu söyleme-| seydi onun arkadaşlarından ve Varyemez oğullarından gözlüklü İffet Bey sabaha kadar bu parça- nin alafranga olduğunu iddia e » decekti. (Yavrunun konseri) denilen o geceki konserde başta Münir Nu- rettin ve onun yârı vefakârı Arta- ki Bey olmak üzere Tanburi Dür-| ri, Bedestanlı Şair Nurettin Rüş- tü, Doktor Şeref, İzmir tüccarla - rından Daniş, Bankacı Hikmet ve Şehzadebaşılı Amca beyler gibi bütün musiki meraklıları oraday-| dılar, Bir sırasını getirip seyir-| ciler arasındaki Doktor Feyzi Ah-| met Beye sordum: — Sen neye geldin doktor?. — Efendim, ben birazdan (Yavru Hafız) katırcı ağzı ile bir Eğin havası okurken belki bayı- lanlar olursa tedavi ederim diye geldim. Sonra Şehzadedeki Ecza» cı Asaf Beye sordum: — Ya siz?. — Ben de doktorun yazacağı teçeteleri yanımdaki portatif ec- za çantasından hemen yapmak İ- gin geldim! Konseri tertip eden Yavru Ha- | fızı sordum: — O nerede ya, meydanda gö- rünmüyor?. — O, dediler, garsonlara şar- kı geçiyor! — Ne şarkısı?. — Kendisi birazdan sahnede kendi bestelediği bir havayı oku- yacak ve bu havanın nakaratını hep“birden el çırparak Garsonlar yapacaklar. Şimdi kendilerine o- nu talim ediyor. Ne yazık ki erken kalktığım i- çin Yavru Hafzm bu yeni tertip havasını dinliyemedim. Lâkin No- barı kemanı, Mısırlı İbrahimin cümbüşü, Ramazanın klârneti, An jelin piyanosu ve Demir Alinin ikinci kemanı ile Hafız Yaşarın, Ağyazarın, Hamiyet Hanımın s€s- İ leri hâlâ kulaklarımda çınlıyor. Denilebilir ki bu takım son za- manların biribirlerine en iyi kay- naşmış ve eskiyi yeniyi en ustaca İ çalıp okuyan saz takımlarından biridir. Osman Cemal Davetler Üsküdar Askerlik şubesi riyasetin- den: 1 — Harp malülleriyle şehit ye- timlerinin 934 senesi inhisar beiye ik- ramiye havalesi gelmiştir. Çarşamba ve Pazar günleri “seat (9) dan (12) ye ve (13) buçuktan (17) ye kadar Üsküdar kaymakamlı- Zında müteşekkil komisyonda tevziat yapılacaktır. 2 —İlk tevziat 15 - Temmuz - 934 Pazar günü saat 9 buçukta başlıya » caktır. 3 — Günde elli zata ikramiye ve» rileceğinden beyhude izdihama mey- dan verilmiyecektir. 4 — Askeri malöllerle 10 senelik- lerini alanlar müracaat etmiyecektir, $ — 933 ve daha evvelki seneler ikramiyelerini almayıp deftere kayde- dilenlerin de ikramiyeleri tevzi edile « cektir. 6 — Öğleden evvel şehit yetimle- rinin, öğleden sonra malüllerin ikrami- yeleri tevzi edileceğinden ona göre ko» misyona müracat edilmesi, 7 — İkramiye alacaklar birer fo toğrafla nüfus cüzdanlarını ve senedi resmilerini beraberce komisyona ibraz eylemeleri,