Hakliki vesikaları tasnif eden ve birbirine bağlıyan Kadri CEMİiL 14-4-934 Geçen kısımların hulâsası Mütarekeden sonra İstanbulda A. nadolu lehinde ve aleyhinde çalışanlar vardı. Bunlar yorulmadan, bıkmadan mütemadiyen — çalışıyorlardı. çalışanlardan bir grupun içlerine aldık. ları Ilhami ismindeki genç Galatada Ariyan hanma tercüman diye yerleş- mişti. Park eğlencesinde tesadüf et- tiği Fatma Nüshetle aralarında bir se- vişme uyanıyordu. Diğer taraftan bu grup gene bir gün malüm olan yerle- rinde toplanmışlar ve aldıkları rapor- larr okuyorlardı. Okunan yirmi küsur rapor -içinde bir tanesi Fatma Nüzhete altti. Onun bir caşus olduğundan bahsediyordu. Bu raporu ehemmiyetli gördüler ve tahkike karar verdiler. İlhami çocukluğunu tanıdığı Fat- ma Nüzhetle çok alâkadar oluyor ve hemen her gün kendisini ziyaret edi- yordu. Gene böyle bir günde uzun u- zun konuştular. Fatma Nüzhet hemen hemen bütün işgal kuvvetleri âmirleri- ni tanıdığını söylüyor ve kimse ile a- lâkası olmadığını anlatıyordu. — Buralarda Şahin Kâhyanın kahvesi varmış, nerededir? Bana tarif eder misiniz?, İçerideki kara bıyıklı adam, bu yolcu kılıklı adamı baştan aşağı süzerek: — Kaırk adım kadar ileride sol- da, dedi. — Eksik olma.. Bu adam az sonra aradığı kah- veyi bulmuştu. Yüksekçe camekâ- nından içeriye bakarak — kahveye daldı. Köşede oturan kendi halin- de bir adama Şahin Kâhya ile ko- » muşmak istediğini söylemişti. A- damcağız “İşte bu!,, diye Kâhya- yı göstermeğe lüzum — görmeden yüksek sesle bağırdı: — Şahin bak seninle mak istiyorlar. Şahin Kâhya bu şimdiye kadar tanrmadığı, görmediği adama yak- İıq!ı: — Merhaba ağam. — Merhaba efendim. Seninle azıcık yalnız görüşmek isterdim?. — Şöyle buyur; şurada — konu- Şuruz, diye bir köşedeki — masayı göstererek ilerledi. Her hakkı konuş- Yabancı adam kâhyayı takip et- | ti. Masa yanındaki sedire yan ya- na iliştiler. Kâhya: — Büyük bir şey mi istiyorsu- nuz?. Yabancı adam hiç çekinmeye Tefrika: No. 4 Aşk, macera, kahramanlık ve siyaset romanı ( Vâ - Nü ) Nakıll : Geçen kısımların hulâsası Bi rBalkan şehrinde, misak şerefi- ne, bizim sefaret tarafından balo verili- yor. Buraya, bütün Balkan milletleri- nin murahhasları ve diğer ccnebiler davetli... Genç Türk diplomatı Muhsin Raşit, miüli mücadelede zabitlik eder- ken, nişanlısı Ferihanın Erci Behyadis isminde bir Yunan zabiti tarafından mahvedildiğini görmüş, Ferihanın me- zart Üüxerine “İntikamımı unutma,, di- ye karzdırmıştır. Demin odasında, bu mezarır fFotografına baktığı sırada, a- gağıde, mütsrekeyi ve İşgali hatırlatan meeşlar ve sesler yükseliyor ve Muh- sin belhren yeçiriyor. Şimdi, baloda, Ti cenebi Muhsine bakrp konuşurkex, Leyhte | Tefrika: 31 | | lüzum görmeden: — Anadoludan geliyorum. Be- ni sana gönderdiler. Adım İsmail' | dir. dedi. Elbette sana da haber vermişlerdir. Kâhyanm gerçi okuyup yazma- sı kıttı. Cahil sayılırdı. Fakat böyle birdenbire Anado- ludan geldiğini söyliyen bu ada- ma açılmanın doğru olmıyacağını anlıyordu. Omuzlarını silkerek: — Hayır ola.. Hoş geldiniz ama | sizi bana kim gönderdi? Benim | Anadoluda tanıdığım yok. Daha sonra bana kimse bir şey yazma- dı. Yabancı adam, gayet sakin bir tavırla: — Belki bugün yarın alırsmız.. Sizinle beraber çalışacağım.. — Niçin çalışacaksın? Biz ne- ye çalışıyoruz ki.. Yabancı adam hafifçe gülerek: — Anlamamazlıktan geliyorsu- nuz Kâhya, dedi. Belki de bana inanmadımız.. Fakat cidden Ana - doludan geliyorum, Beraber silâh toplıyacağız ve Anadoluya — kaçı- racağız., Şahin Kâhya; — Bir yanlışlığın olarak galiba birader dedi. Sen kimi arıyorsun? — Sizi be hemşerim, Şahin Kâhyayı... Şahin Kâhya: — Aradığını iyice öğren de gel birader, Aradığın adam herhalde ben değilim.. Kâhya bu sözünü söylerken a- yağa b-lkmış ve cümlesini bitir » dikten sonra da: — Güle güle hemşeri.. Aradı- ğinı iyi öğrenir de gelirsen senin- le daha başka türlü —konuşuruz, dedi. Yabancı adam daha fazla ısrar etmedi. Ayağa kalkarken: — Ben şimdi gidiyorum. Yarın tekrar geleceğim, anlaşacağımızı mabfuzdur |ümit ederim, dedi. ve çıkıp gitti. Adımın İsmail olduğunu söyli - yen bu adam, aradan iki gün geç- tiği halde bir daha görünmemiş- ti. Üçüncü günü bir öğle vakti tek- rar geldi. Şahin Kâhya ile bu se- ferki görüşüşleri, sakin geçti. Kâh ya bu adamım vaziyetinden emin olamadığı için daima Anadolu ile alâkası olmadığmı söylüyordu. Aradan bir hafta on gün kadar | diplomatın emirberi Muammer çavuş onları gizlice dinliyor: Silâh fabrikala- rTımın mümessili Ert of Sad ile ecnebi gazeteci Gal, baloda bulunan Erci Behyadis aleyhine Muhsini kışkırtmak üzere kavilleşiyorlar?! 1 — Beni tanımadınız mı? Diplomat, bir kaşmı yukarı kaldı- yıp, ötekini aşağı indirdi. Gizlemiye çalıştığı bir hayret ifadesiyle: — Tanıdım... dedi. Yalnız... —E ? — Burada bulunmanıza mâna ve- remedim. Ert of Sad, lâubali bir tarzda, sabık Türk zabitinin kolunu tuttuz Geçen kısımların hulasası Esirci Ali Baba, Kafkasyadan getir- | diği bir sürü kızdan, Süleyman paşaya, birini bile beğendirememişti. Fakat pe- | ginen aldığı bin altına mukabil, Kaf- kasya valisinin şatosundaki mutena çer- kes dilberini kaçıracağını vaadetmiş- | tir. Zaman, Sultan Mecit zamanıdır. (Esir ticareti) Avrupada yapılan bir köngrede menedilmiştir. Fakat esirci Ali baba, her tehlikeye rağmen bu kı- zı, birçok diğer kızlarla birlikte Rus- yadan Istanbula kâaçıracak.. Ancak bir korkusu var: Çar Nikola... Ali Baba, Kumkapıdaki mahzenin- deki sakliı esir kızları hadım bir deli- kanlıya braktıktan Lonra Kafkasyaya gidiyor. Hadım delikanlı Ferhat, çok genç- ken, Esirci Ali Babanım hryanetine uğ- ramıştır. Genç, bundan intikam alma- yı düşünüyor. — Çar, kadm kaçakçılarına neden fazla işkence yapıyor, Pet- roviç? — Neden yapmasın?!.. Hiç kimse kızmdan emin değil. Genç kızlar kaçırılmak korkusile bir ye- re çıkamıyorlar. — Memlekette bu kadar — jan- darma var... Asker var.. Bu sıkı in- zibatı gören adam, kız kaçırmağa nası| cesaret edebilir? Doğrusu, ben şaşıyorum bu işe.. geçmişti. Bu zaman zarfında — İs- mail hemen hergün kahveye uğra- mış bazan kâhya ile konuşmuş ba- zan kendisini bulamadığı için bi- raz oturup gitmişti. Bir gündü, İsmail kahveye ge- | ne gelmiş, gene kâhya ile beraber ilk gün oturdukları masa başında konuşuyorlardı. Adam: — Kâhya, dedi, Israrma hâlâ aklım ermiyor. Şayet benimle ça- Tışmak istemiyorsan bildir de An- karaya yazayım. Bir başkasını göndersinler., Sana yemin ettim. Ankaranın kâğıdımı gösterdim. Bu vaziyette inanmamana — imkân yok.. Olsa olsa belki benden hoş - lanmadım; beraber çalışmak - iste- miyorsun?.dedi. Filhakika bu yabancı adam, A- nadolunun şayanı itimat bir me- muru olduğuna dair kâhyaya bir kâğıt göstermişti. Fakat, onun pek okur yazar olmaması, bu küğıdın | raz erken gel, İsmailof! kendisinde bulunan hüviyet vara- kasile müşabehetini inceden ince- ye tetkika imkân bırakmıyordu. O, yalnız şunlardan şüpheleniyordu: (Devamr var) harp sanayii tröstünün mümessili nasıl bulunur diye şaşıyorsunuz, değil mi?.. Fakat, ben evvelâ, diğer cemiyetlerin, hayırperver müesseselerin de mümes- siliyom... Hem yalnız hücum silâhları | satmam, müdafaa vasıtaları üzerinde de ticarette bulunurum... Müdafai nefs ten daha meşru ne vardır?... Öyleyse, müdafaa silâhlarına kimse bir şey söy- liyemez! “Zaten, bilirsiniz ki, silâh ticaretile meşgul olmak, sulhun aleyhinde bulun mak değildir.. Hattâ, yeni nazariye- lere göre, muharebe tarikile sulha va- | rılacaktır!... Sulhi.. Sulh!... Evet, bu, nihai gayedir!.. Şaşmayınız: Mesleği- min hilâfına, ben de sulh taraftarı- yım... *“Beşcriyetin sakin, şen, ferah, aza- de, bahtiyar, ne diyordum, bahtiyar günler görmesini isterim... Onun için bu uğurlu geceyi can ve gönülden se- lâmlamıya geldim... Muhsin Raşit, çalçene Ayrupalının saçmalarını dinliyerek zamanını mah- vetmek istemiyordu. Zaten iki gün sü- rTen mütemadi çalışmMâsı yüzünden hay. li yorulmuştu. (İÜ"_' #tmiyordu am. ma, vücudu, milli Mücadele zamanın- 14 Nisan 1934 14 Nisan 134 Müellifi: /shak FERDI — Hiç şaşma, İsmailof! Bu fe- lâketin acısını ben bile duydum. İki sene evvel benim kızımı da kaçırdılar, Hem de herkesin gözü önünde, Ne o jandarmalar.. Ne de gözünde büyüyen askerler kızımı bulamadılar, — Zavallı Petroviç! Demek sen de bu acıyı tattın?! Şimdi kızın nerde acaba?... — Esirci onu İstanbula götür- müş.. Saraya satmış. Sultan Meci- din gözdeleri sırasına — geçmiş. Hattâ yeni adını bile öğreneme - dim... Kızımımn saraydaki — ismi: Zerefşan imiş. Zavallı yavrucu- ğum, gözümde tütüyor. Onu o ka- dar göreceğim geldi ki.. Ali baba Türk sarayına sattığı Zerefşan'ı hatırlamıştı. Şimdi bu kızın babasile bir dost gibi konu - şuyor, karşı karşıya votka — içerek dertleşiyordu: Ali baba Tiflise (İsmailof) is- | mile gelmişti. O, güzel Rusça bili- yordu. Çarşıda bir derici dükkâ- nı da vardı. Onu herkes deri tica- retile meşgul görüyordu. Petroviç bir akşam onun dükkânına bile uğ- ramış, bir çayını içmişti. Ali baba- dan hiç kimse şüphelenmiyordu. Petroviçe sordu: — O esirci eline geçse parsın? , — Derhal parçalarım. — Kızını gebertmeyi düşünmez misin? — Saraya satılmış.. Adı da de- gişmiş. Onu Padişahın elinden han gi kuvvet alabilir? — Esirci isterse, onu buradan | kaçırdığı gibi, Türk sarayından da kaçırabilir zannederim. — Haydi canım, bırak bu mâ - nasız lâfları. Türk sarayına giren kadın bir daha dışarıya çıkamaz. Bereket versin ki kızım çok güzel- | di de saraya satılmış. Ya zalim ve mendebur bir herif satın alsay- dı!... Birer votka daha — yuvarladık- tan sonra meyhaneden çıktılar.. Sokakta ayrılırken, Petroviç, Ali babaya seslendi: — Yarm akşam meyhaneye bi- ne ya- —l14— Ali baba Tifliste Kırım otelin- de oturuyordu. Otelde Azerilerden bir çok dost edinmişti. ! Yyaş zindelığini ybet- mişti. Artık, geceler ve gecelerce uy- kusuz kalmıya elbette eskisi gibi ta- hammülü yoktu!) belki de, deminki a- | ni buhranım sebebi, şinir yorgunlu- ğuydu.... Maamafih, bu güzel havada, güzel muhitte ve güzel bir gaye uğruna ve- rilen balodan neşe duymak, ebediyete kadar sürecek gibi görünen şahsi istı- raplarından birân olsun kurtulmak is- tiyordu. Böyle bir zamanda ise, silâhçı he- rifin omuz başına sokularak çançan et- mesi biç te çekilir şeylerden değildi. Atlatmak istedi: 4 ... Hakkınız var.s İyi ettiniz de geldiniz.. Elbet.. Elbat.. Si- zin de sulhperver olduğunuza inanı- yım ... Bu esnada, binanın geniş salonları- | mı dolduran halk, geniş mermer sofa- ya çıkmıya ve oradan da bahçeye in- miye başladı. Ert of Sadi — Nereye gidiyorlar? diye sordu. — Bahçede bazı numaralar — yapı- Tacak . | mazdı. Fatma yanımdan Ali babayı herkes seviyord! Oteldeki bekârlar: — İsmailof gelmeden sofr olturmayız., Diyorlardı. Akşam yemekle hep birlikte yiyorlardı. Fakat, baba Azertlerin bu iltifat ve s: i miyetlerinden pek te hoşnut de di. Çünkü akşam yemeklerini larla beraber yemek mecburiy de kaldıkça, Petroviçin içtiği n haneye gidemiyor ve valinin b çıvanile sık sık temas edemi: du. Ali babanın otel arkadaşl meyhanede buluşup içki içtikle! den haberdar değillerdi. Ali baba arasıra akşam yem lerini atlattıkça, Azeriler: — Sen ellisinden sonra saz mağa başladın galiba?!.. Diyerek gülüşüyorlardı. Ali baba, Tiflis valii umun | Prens Mihailoviç'in şatosunda lup bitenleri bahçıvandan m zaman haber alıyordu. Kaçırmak istediği Fatma, nin şatosundaki kadınları kıski dıracak kadar güzel ve sahhar kızdı, Petroviç bir akşam meyti nede Ali babaya bu kızın güzel ginden bahsederken: — Onu gördükçe kızımı hat Iryorum' İsmailof! diyordu. G leri, çenesi ve endamı kııımı o dar çok benziyor ki.. ü Yanında mürebbiyesi vardı. Yl ma sokuldu.. Benden çiçek istel Ne çekingen.. Ne terbiyeli kız. Niyle hiç bir çiçeği koparmağa d saret edemiyordu. Derhal yeri! den fırladım: “Hangi çiçekler şunuza gittiyse onları kopg yım?,, dedim. “Bütün çiçekler l şuma gidiyor. Fakat, hiç birini | parmağa kıyamıyorum. Onları zaktan seyretmek ve köklerind! eşlerinden ayırmamak daha iyi ğil mi? dedi, Genç kızdan bu Vabı alınca tüylerim ürperdi, mailof! O kadar sıkıldım.. O! dar çok utandım ki.. İşte benim zım da tıpkı böyle çiçekler ka! ince ve zarif bir mahlüktu. Bah den bir yaprak koparmağa kı ayrl ken, gözlerim sulandı.. Kendi | yeşil taflanlarm arasına güçlü atabildim ve saatlerce ağladım luğu için, her şeyi ca izahat verdi: — Efendim, bu misakla Balkan tifakı istihdaf edildiği içi, tirak eden, hattâ şimdilik etmiyen | tün Balkan milletlerinin halk oyunl milli şarkıları, numaralar halinde bi çede gösterilecek... Harp sanayii tröstünün mümest — Ah, ne iyi... Ne iyi... dedi. H di, gidelim, biz de veyredelim ... Muhsin Raşit: “— Lâhavle velâ... 'diye, için İ “Ya sabur!,, çekti. — Bu akşam, traşçı herife de nereden çattık yab! Ne yapsam da şunun elinden BADN » » vş Işte tam o csnada, gözüne ııl'* ri Muammer çavuş, cankurtaran # di gibi, ilişti, o da, kendisine doğru | liyor, hattâ, göz kaş işaretlerinde lunuyordu. Mu)ııııı Raşitı “— Tamam... diye düşündü. Bal ne eder, kurtulurum!,, Ert of Sada döndü: — Bana bir haber getiriyorlar # ba... Müsandenizle... Muhsin Raşit, bu gecenin progra- mını bizzat hazırlıyanlar arasında ol- Silâhçı epeyce büzüldü. (Devamı var) ğ