21 Temmuz 1941 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 2

21 Temmuz 1941 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 2
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

CUMHURİYET 21 Temmuz 1941 Halk ve san'at Şimdiye kadar san'attan bahseden yazılarımd? şunları tebarüz ettirdim: 1 San'at ve tefekkürümüzü çıkar yola sevkedecek, bir rehberden ve otoriteden mahrum olmanın san'at ve tefekkür adamlarımıza verdiği keşmekeşi bir salâha kelbedebilecek bir ustaya: Bir Ziya Gökalpa muhtacız. 2 San'atkâr, yaratıcı bir hummanın ateşinde düzgün sayılayabilen adamdır; saçma sapan sayıklarsa adına €deli> denir; humması yok ve sayıklaması yapmacıksa «san'atkâr. değil «sahtekâr> sayılır. Bizim san'atkânmız bizim cemiyetimizin hummasında bizden ve bizi sayıklayan adamdır. 3 Türk san'atının büyük hakikati, Türk halkında yatıyor. Türk san'athârı olmak için çekilecek çilenin hepsi bu halkın gündelik sergüzeştidir. Ondan olan ve dile gelmesini bilen insan, ancak bu milletin san'atkân olmayı hak edebilir... İşte; Ziya Gökalp, bunları bize kâh bir mütefekkir diişüncesi, kâh bir halk çocuğu insiyakı, kâh bir şair görüşiletekrar tekrar işaret ve teikin etmiş olduğu içindir ki ona gene muhtac olduğumuzu ileri sürdük Halktan olmak, halk san'atına ermek, bir mertebeye ulaşmakür; ilminden ve irfamndan fedakârlıktan bulunarak, zorla basitleşmek demek değildir! Safraları atmak, yapmacıkları bırakmak, sade ve yalın, ulvî ve samimî olabilmek demektir. Bu, her babayiğitin kân değildir. İK Halk san'atı demek halkçı san'.at demek değildir. Halkın kendi san'atı demektir. Nasıl müsteşrık, şarklı demek değilse; halkçı san'atkâr da halk san'atkârı demek değildir. «Ey halk uyan! Ey münevver halka gel!» avazelerinin Türk san'atının yegâne terennümleri olması lüzumunu iddia etmiyoruz Bu halkın içinde yaşamaktan, bu halkın derdleri ve sevinclerile haşir ve neşir olmaktan, bir kelime ile; halktan olmaktan doğacak san'at, ne olursa olsun Türkün sanatıdır. Sizi bu halkın derdleri ve meseleleri sol yapmışsa; şu bu kitabdan, şu bu cemiyetten aşırma bir solculuğunuz yoksa, siz bu halkın, bu cemiyetin şairieiniz. Diğer taraftan, Fransız burjuvaziBİnin vatanperverliğini teikin eden kitablann ve terbiyenin tesirinden doğuvermiş bir vatanperverlikle yazıyor ve cranm hislerini buraya adapte ediyorBanız vatanperver de görünseniz Türk liri değiisiniz. Çünkü ilhamınıza Türk îmiyetinden, Türk halkından, Türk meselelerinden ve derdlerinden almadınız. Halk san'atında lâiklik, dindarlık, muhafazakârlık, ihtilâlcilik, tevekkül, isyan.. ne varsa halktan kopup geliyor. «Taşdelen» nasıl İstanbulun katkısız suyu ise Deliktaşh Ruhsatinin şiiri de öyle ikatkısız Türk ruhunun suyu, Türk sanetının usaresidir... Ruhsatiyi herkes bilmez; Yunus Emreyi ele aiahm: Bugün her Türk köyünde her Türk anası tŞol cennetin ırmakları akar Allah deyu deyu» ilâhisini ezberden bilir ve çocuğuna öğretmeden duramaz. İşte biz Yunusun bir imanı bütün giriftliğine ve gayritabiiliğine rağmen realist halka teikin edebilmek kudret ve edasına, sade ve olgun, yerli ve samimi san'atına imreniyoruz. Yunus, te'kin etmek istediği imanın hummasma tutuimuş bulunduğu için, bu İmanı teikin edeceği halkm Bozkırlar ortasmda ruhu tarlasından, tarlası ruhundan kurak, büyük feyizlere nasıl eusamış olduğunu ağızdan dolma değilkendiliğinden bildiği için terennümde ve telkinde muvaffak oluyor. Bu halkı, bu ruhu tarlasından, tarlası ruhundan daha çok susamış aziz ve derin halkı, muhayyel bir dünyamn belirsiz bir atiye muallâk, ölümlerden ve mahşerden sonra gelmesi mutasavver bir cennetten ziyade; yakın bir geleceğe, yeryüzündeki ve kendi toprağındaki cennete inandırmak daha kolay değil midir? Niçin bize daha zor, hatta imânsız görünüyor. Çünkü biz Yunusun öbür dünyadaki cennetin tahayyülile duyduğu şevki, imanı, hummayı kendi dünya cennetimiei tahayyül ederken duyamıyoruz; duyduğumuzu onun gibi içimize sindirmesini, halka maletmesini beeeremiyoruz. Yunustaki halk muhayyilesi, halk susamışlığı, halk kavrsyışı bizde yok... İşte: Bizim Yunusta imrendiğimiz: Halktan kopmadan, sadeliği ve samimiliği kaybetmeden, bir imana kendini verebilmek: bilgiyi, fikri, imanı san'atm inbiğinden gecirebilmek... «Şol cennetin ırmakları akar Türküm deyu deyu» türküsünü yazıp bütün köylerin ağzına yayafcjliyor musunuz? O zaman Türk san'atkârı olabilirsiniz... Halk sar.'.atmı hiçe sayıp da garb sanatını ö'rnek almsk istiyenler, sonunda bizim yolumuza geleceklerdir: Onlarda . garfcın klarik san'stını ve büyük san'at araştırmalarını incelemek merakı varsa, körükörüne «çıkartmacı» değillerse bizim neficemize vâsıl olacaklardır: «San'at eseri, aşk ve hummanın, samimiyet ve yerliliğin yalın ve sade ifadeBİne derler» fikrini onlar da garb klaBİklerinden. rönesans hareketlerinden ve ilâh.. edineceklerdir. Bütün rönesans hareketi, nasların ve doğmaların birikintisini kazıyıp altmdan asıl insanı meydana çıkarmak değil midir? Biz de biEm insanımızı sramaya çıkarsak yolumuz halka gitmiyecek mi? San'at ve tefekkürünü yeni baştan millî ve medenî bir Insa İle kurmak. naslardan ve doğmalardan sıyrılarak öz san'atı bulmak yolunda olan her milletin yaptığı gibi bizim de asıl Türk insanının katkı Bu davanın tek çıkar yolu Behçet Kemal Çağlar sız san'atına, eski, ulu, payyen yani bize göre şaman devirlerin san'atına dönraemiz gerek... Bu cemiyetin ruhunu şiirle ifadeye çıkmışız. Okyanus^arın daha ilk ağzında yakacağı tükenip rasgeldikleri sakin ve yosunlu büyük deniz kaplumbağası sırtına kara diye, ada diye sığınan ve ilk ateş yakışta kımıldandığını görerek şaşıran zavallılara benziyoruz. Bu halk, bu bozkır. tekin değildir. Bir kımıldanışta koca saltanatm sırtını yere getirmedi mi? Tekrar edelim: Biz, halkın göklerine varacak kartallar istiyoruz; bizim arkadaşlar, kendi bahçesinin dalında ötüveren serçeciklere benzivorlar. NALINA ( Şehir ve Memleket Haberleri 1 IHEM MIHINA Meraklı bir veraset davasının garib safhaları kuyunuz. Çocuklarıma öldüğümü tel grafla bildirmeyip emrihak vaki olduğunu mektubla bildiriniz. Metrukâtımı satarak bedelini kendüerine yollayınız.» şeklindedir. Merhum Paşanın hiç şiir yazmamasma ve çocuklan bulunmamasına nazaran, bu vasiyetname mahkemede obunurken hayret uyandırmıştır. Ancak, sıra vasiyetnamenin imzasına gelince, işin içyüzü öğrenilmiştir. İmza «Asker mütekaidlerinden Nail. dir. Bu suretle. bu zatm da sefarete ayni tarihde heyet huzurunda bir vasiyetname bıraktığı ve yanlışlıkla Nailin vasiyetnamesinin Osman Nizaminin zarfına, Osman Niza « V » ordusu ünkü gazetelarde elbette okumuşsunuzdur: İngiliz radjosunun esrarengiz spikeri albay Kritton, 20 tcmmu2 günü, sabah neşriyatında şu sözleri söylemiş: <20 temmuz Avrupası, Almanlara karşı sejerberliğininin tarihi olacaktır. Yam rtn, milyoniarla sayılan Avrupanın göm rünmiyen *V> ordusu doğacaktır.» Mihver tarajından işgal edilen memleklerin milletlerine hitab ederek şu sözleri söylemistir: «B;t orduya kaytd merasimi basittir. Memleketlerimizin hürriyet için en iyi sulde ve sadıkane bir surette dövüşe devam halinde bulunmuş ve elinize geçen her jırsatta «V. Zafen. ordusunun sejerber bir halde olduğunu Almanlara ispat için mümkün olan her yerde bu harfi duvarlara yazınız.» Esrarengiz spikerin gazetelerden ay. ncn aldığım sözleri, esrarlı olmaktan zi3ade çetrefildir. Bclki bu düşüklük, bir tercüme yanlışından ibarettir; onun için, cümlelerin kınk dökfik ifadesini bir tarafa bırakarak «V> ordusuna geliyorum. Osman Nizami Paşaya aid olduğu zannile Viyanadan gönderilen zarftan başka vasîyetname çıktı Bir müddet ewe\ Cenevrede bir otelde irtihal eden eski Nafia Nazırı ve Berlin sefiri mütekaid erkânıharb Birincl Ferik Osman Nizami Doğancının bıraktığı külliyetli miras etrafında ehemmiyetli bir dava açılmıştır. Cenevre adliyesine, İstanbuldaki varislerce beklenilmedik bir müracaat yapılması üzerine, mesele. bura adliyesine de intikal etmiştir. Ve meraklı safhalar gösteren bu meselenin Beyoğlu Dördüncü Sulh Hukuk mahkemesindeki son celsesinde, bir sürprizle karşılaşılmıştır. Osman Nizami; uzun zaman Avrupada ve bu arada İsviçrede yaşamıştır. Ecnebi olan karısı, kendisinden e^'el ölmüştür. Çocuklan yoktur. Varis olarak. gene kendisinden evvel merhum olan kız kardeşinin üç çocuğu vardır. Bunlardan ikisi, süvari Feriki İsmail Pasanm kızı Leylâ İle Leylânm kız kardeşi ve eski Hariciye Nazın Safanın zeveesi Selmadır. Cenevrede ölen paşamn ölen ecnebi karısının hemşiresi lıayattadır. Bu Hanriyet ismindeki baldız, eski idarei mahsusa müdürü Con Paşanın kızıdır. Madam Hanriyet, geçende Cenevre mahkemesine bir istida verip. Osman Nizami Pasa öldükten bir kaç ay sonra evrakı arasmda bir vasiyetname bulduğunu, Paşanm bununla kendisine miras vasiyet ettiftini ve dolayısile murisin Berlindeki Doyçebankda mahfuz bu lunan servetinde kendisinin hakkı oldııgunu ileri sürmüştür. İstanbulda bu müracaati öğrenen Paşanın kız kardeşinin kızlan Leylâ ile Selma da. burada mahkemeye bas vurmuşlardır. Bilmukabele. ortada böyle bir vasiyetnamenin mevcud olmadığı ve olamıyacagı kaydile, Madam Hanriyet'in elindeki vasiyetnamenin asılsızlığı Iddiasında ve kendilerine miinhasır olmak lâzım gelen mirasın ziyaa uğramaması için mahkemece muhafaza tedbiri alınması talpbinde bulunmuşlardır. B. K. Çağlar Çalışmak insan vücudünü yorar mı? Yorucu olan çalışma değiL kullanılan usuldür. İntizamla çalışmak vücude sükunet verir kendi kendine ferÇok çalışmanın Yazan: yada başlar, hazım sıhhate muzır olduğunu söyliyenler vardır. Bu iddia, hem yanlıştır, hem doğru. Yanlıştır, çünkü çalışma, sıhhatin ve vücud muvazenesinin düşmanı değil, başhca amilidir. Doğrudur, çünkü çalışma, vücudün her ihtiyacını verirken gözönünde tutulması icab eden ölçü dairesinde yapılması elzem bir iştir. Ölçüyü aşınca, beklenen faydanın zarara tahavvülü uzak bir ihtimal değildir. Kollektivizm cereyanının en ateşli mensublarından biri, bir zamanlar, dünyanm pek yakın bir gelecekte bir altın devrine erişeceğini, herkesin, günde bir saat yirmi dakikacık çahsmakla her türlü ihtiyaclarını temlne muvaffak olacağını müjdelemişti. İlk bakışta güzel bir müjde; fakat bir parça derinleştirince, bütün sakatlığı sırıtıveriyor. Bir saat yirmi dakikasını İşe ayırdığmız günün yirmi iki saat kırk dakikasını neyle geçireceksiniz? Uykuya, yemeğe ve istirahate sarfedilecek saatler haricindeki vaktinizi vereceğiniz meşguliyet isimsiz kalıyor. Cazib değil. Meşhur fıkradır. Çinde, galiba ilk şimendifer yapılırken, Çinli bunun ne işe yaradığını sormuş. «Yaya olarak otuz günde gittiğin yere, şimendiferle bir gün de gideceksin> demişler. Çinli düşünmüş, bu sefer de şu suali sormuş: Pekâlâ, geri kalan yirmi dokuz gün ne yapacağız? Günde bir saat yirmi dakika çalışılacak olan devir şayed gelirse, bütün insanların o Çinliden faıkı kalmaz. Çalışmanın ne büyük bir nâzım olduğunu anlamak için etrafımıza bakmamız kâfi değil mi? Esen rüzgârdan uçan kuşa, yürüyen buluta, havalanan toza, akan suya varıncaya kadar, bütün tabiat büyük bir kımıldanmadan, bir çalışmadan ibaret. Yeryüzünde hiçbir istatistik, çok çalışan insanların az çahşanlardan daha kısa ömürlü olduklarını söylemez. Hatta, bunun aksini gösteren istatistikler var. İçinde yaşadıklan iklim icabı kendilerini rehavete, tembelliğe, hareketsizliğe veren bazı ırklarda, ölüm vak'aları, çok çalışan milletlerin yaşadıklan memleketlere nispetle daha fazladır. Çalışmanın sıhhate zararlı olduğu iddiasını cerhedecek delil aramak abes olur. Onun için, çalışmanın değil, belki çalışma tarzmın ve yapılan işin zararlı taraflannı düşünüp onlara çare aramak lâzımdır. Evvelâ, herşeyde olduğu gibi, çalışmada da bir intizam, bir ölçü temini şarttır. Gerek bedenî çalışmada, gerek fikrî çalışmada, vücudü en çok yoran şey, işe iik atılıştır; yani, muayyen bir mevzu üzerinde fikri teksif edebilmektir. Zekâmız, eser haline getirilecek bir mevzuu tamamen kavrayıncıya kadar, dikkatimizi, o mevzu üzerine toplamak, orada tespit etmek için irademiz, mütemadi bir faaliyet sarfetmek mecburiyetindedir. Bu bir yorgunluktur. Fakat. o mevzu üzerindeki fikir kesafetinin sahası daraldıkça, ve cazibeye bir kere kapılan dikkatimiz gayriihtiyarî sürüklenerek irade gayretinden vareste kaldıkça, iş kendi kendine ilerlemeğe başlar ve sürüklenip iden dimağ enerjisi. artık aşmmaz olur. Binaenaleyh, dikkat edilecek nokta, herşeyden evvel, devamh çalışmaktır. Yani. bir işten ötekine geçerek irade ve dimağ kuvvetimizi mütemadiyen dağıtmaktan, israf etmekten çekinmeliyiz. Mahdud bir sermayeyi, yatırdığımız bir şten tamamen kurtarmadan başka bir şe tahsis etmemize nasıl imkân yoksa, dimağ enerjimizi de öylece, muayyen bir iş bitinciye kadar onun üzerinde teksife devam etmek, intizamh çalışmanın başhca kaidesidir. Sağır, dilsiz ve körlerin içtimaı İzmirdeki müstakil cemiyet (eshedilecek, bu sene İstanbulda bir mekteb açılacak H. Bilgiç guddelerini harekete getirirse, dimağımız da, muayyen faaliyet saati çalınca, otomatik olarak, çalışmağa hazırlanır. Artık, yükliyeceğiniz bütün yükü taşımağa muktedir bir hale gelmiş olur. Alışkanlık, şüphe yok ki, İkinci bir tabiat demektir. Hafifler için bir kuvvet olan bu itiyad, hatta kaviller için de bir kuvvet kaynağıdır. En metin zekâya sahib şöhretli İnsanların, büyük eserler yaratacakları zaman, iradelerini böyle bir çalışma itiyadına bağladıklarını görüyoruz. Fikrin, muayyen bir mevzu üzerinde teksifi, zamanı, nazan dikkati celbedecek kadar artırır. Uç saatlik muntazam ve devamh faaliyetin vereceği semere, yirmi saat müddetle dağınık, intizamsız ve ölçüsüz çalışmanın vereceği neticeden çok daha olgun ve bol olur. Dimağile çalışan insanların, adalelerile yorulanlardan fazla enerji sarfettiklerine göre, çalışmanın sıhhate dokunur tarafı bulunduğu iddiası, en fazla, fikir adam!arı hakkında varid olmak lâzım gelir. Halbuki, büyük mütefekkirlerin, büyük muharrirlerin, büyük füozoflann, umumiyetle denilecek kadar uzun ömürlü olduklarını görüyoruz. Çalışmanın sıhhat üzerindeki nâzım roiü, acaba bu uzun ömür üzerinde müessir olmamış mıdır? Bu büyük mütefekkirlerin hayatlarını tetkik edelim, göreceğiz kî, hepsi, tıpkı yoklamayı kaçırmaktan korkan bir ecir gibi, her sabah erken ve muayyen saatte işlerinin başına geçerler, devamh ve muntazam şekilde, muayyen bir iş üzerinde yorulurlardı. Çok çalışmanın cümlei asabiye üzerindeki bozucu tesirlerini inkâr edemeyiz. Ancak, yukarıda da söylediğimiz gibi, bu tesiri yapan şey, çalışma değil, çalışma tarzıdır. İntizam. sükunet tevlid eder. Sinirlerin en fazla muhtac olduğu şey, sükunettir. Gayrimuntazam çalışmanın sebeb olduğu asabiyet ve heyecan haHeridir ki. bîrkaç saatlik bir faaliyetten sonra, bütün vücudü yorgun düşürür. Çalışma ve yorulma bahsinde sıhhatin iki düşmanı olduğunu hatırdan çıkarmamalı. Bu iki düşman, atalet ve intizamsız çalışmaktır. «İşleyen demir ışıldar» sözü, burada, tam yerinde olur. Ancak, demiri işletmesini de bilmek pprek. H. BİLGlC trafına çevrelendikleri saç mangala sürülü cezvelerden kahvelerini boşaltan Hürmüz anlatıyordu: Bu kadar yanlacılık olmaz hemşireciğim. Onu rahmetli Hacımın ka vuguna anlatsmlar benim... Yok has pam on üçünde.. Daha neler.. Ağucuk bebeb... Bu mahallenin yabancısı olsak ne ise ne amma!.. Şu kızcağız elimizde doğdu işte.. Neyin nesidir?; Akan, kokan var mıdır? Yaşı ne, başı ne?. Bilmez olur muyuz artık.. Dur hemşire. dur!. Hesabı kolay.. Mücevher Nazmiyeyi doğurduğu gece evlâdım Mustafam azı dişlerini çıkarıyor, kucağımda cansız yatıyordu.. Dün gibi aklımda. Doktor; Dişlerinin çıkması geç kaldı diye beş vakitte dua edin. Eğer bu çocuk dört yaşmda olmasaydı zor kurtulurdu. demişti... Bu hesaba göre Mustafa şimdi kaçında... Allah sağlık verirse kasımm on birinde yirmi beşini aîacak.. Hürmüz birdenbire durakladı. O her zaman Mustafasını on altısında dünyaya getirdiğini söyler ve zamane kızlannın bu yaşta yumurta haşlamasını beceremediklerini çekiştire çekiştire anlatırdı.. Şimdi de yaşının kırkı aştığını söylüyordu. Bir kadın için kırk bir yaşındayım demek, olur olmaz kişinln harcı değildir. Hemen sözü değiştirdi: Demek Nazmiyeyi görücüye çı karmışlar.. Çocuk da bankada memurmuş. t pek gibi delikanlı. bu zamanda böylesi zor bulunur, diyorlarmış. Annesile ablasının kıyafetlerine bakıhrsa gün görmüş insanlara benziyorlar.. İlâhi kardeş.. Kaynananm boy nundaki eerdanlıkla. eörümcenin ku , Türkiye Sağır, Dilsiz ve Körler Tesanüd Cemiyeti azaları, dün saat 14 te Eminönü Halkevinde fevkalâde bir toplantı yapmışlardır. Celse açıhnca cemiyet reisı Mehmed Tamtürk söz alarak demiştir ki: « Trabzon, Samsun, Sivas havalisinde yaptığım tetkikat neticesinde çok feci ve yürekler acısı manzaralarla karşılaştım. Tabiatin bizlere verdiği alilliklere, bir de maksad ve düşünceleri kötü insanların fenalıkları inzimam edince, çektiğimiz ıstırabın büyüklüğünü Hâkim Cevad; Osman Nizaminin ö tarife imkân bulamıyorum.» lüncüye kadar Türkiye hazinesinden Reis sözüne devamla sağırlık, dilsizemekli maaşı alması Itlbarile. Cenev lik ve körlük dolayısile türlü türlü rede muvakkalen kaldıgı otelin ika felâketlere maruz kalan alillere aid ameteâh sayılamıyacagına ve Cenevre cıklı müşahedelerini anlatmış, bunların mahkemesine Ibraz edilen el ya7isı va selâmete, refaha ve saadete kavuşmasiyetnamenin aslınm getirtilmesine ka ları için esaslı bir program yapılmarar verrntştlr. Fakat. usuHl dairesinde sı lüzumunu ileri sürmüştür. yapılan teşebbüse ve tekidlere raSmen, Bundan sonra cemiyetin altı ayhk istenilen vasiyetname aslı henüz mah faaliyet raporu okunmuş, azalar tarafınkemeye pöndprilmemistlr. dan tasvib edümiştir. Rapora göre, ceDlger taraftan, mahkemerten muhfl miyet altı ay zarfında 4764 lira 88 kufftza tedbiri lsteven Leylâ ile Selmanın ruş varidat temüı etmiş, buna mukabil vekillerl. vasiyetnamenin potik harf 4300 lira 11 kuruş masraf yapmıştır. lerle Almanca yazıldı&ı söylenilmesine Bundan başka, İstanbulda muhtelif pokarşı. Galatasaray lisesinden mezun o lis merkezlerinde 89, mahkemelerde 21. lan Osman Nizaminin gotik harf knl Anadolu mahkemelerinde 9 olmak üzere lanmıyarak Almancayı da lâtin harf 119 sağır ve dilsize tercümanlık yapıllerile yazdığıru. bunun da Paşanın el yazısile böyle bir vasivetname bırükmadıSına bir delil teşkil etti&ini söyle mişlerdir. Muhakemeye, Leylâyı temsllen avukat Sııad Tahsin Türk. Se'mayı temsllen de zevcl eski Hariciye Na7irı Safanm kardeşi avukat Ali Şevket Erkün ffirmektedir. HanriKefin vekilleri Jak Hatem ve Bensiyon Galimidi'dir. Muhakemenln en son celsesinde. mahkemeye 1929 senesinde Türkiyenin Viyana sefaretinde hazırlandıgı ve PaGümrüklerdeki sahibsiz eşyanın saşanın hakikî vasiyetnamesi oldufrıı ileri sürillen kanalı bir zarf gelmiştir. Zarf, tış ve tasfiyesi devam etmektedir. Bunkuse kâğıdmdan yapılmıstır: sefaret lardan talib zuhur etmiyenler Hayır mührü ve kırmızı balmumu ile 5 yerin Cemiyetlerinden birine verilmektedir. den mühürlüdür. Zarfın tizerindeki el Bu eşya meyanında Hindistanda kıyyazısının Osman Nizami Pasaya aldiye mettar bir ağacdan yapılmış 4.000 lira 1. o zamank! sefir ve sefaret erkânmın kıymetinde bir karyola vardır ki bunun zarf arkosındakl tasrihi ile de belirtilgümrük rüsumu da 4,000 lira tuttu mlstir. Bu zarf, mahkemede usulen ğundan satılamıyarak bir hayır cemlmtihürlerl sökülerek yırtılmıs ve iceri sinden ince bir kopva kâ&ıdı iberine yetine verilmesi veya bu hayır cemiyetevlendirilecek kursıın kalemle ve eski harnerle türkçe lerinden biri vasıtasile bir kimsesiz kıza verümesi düşünül 'ilı bir vasiyetname cıkmıştır. mektedir. Vasiyetnamenin meali. asagı yultan Maamafih hayır cemiyetlerine verilen «öldüğüm zaman göSsümün üzerine dünyada her şeyden cok sevdiğim bay. bu eşya bilâhare piyangoya konulmak mm kovumız. Mezanmm başmda suretile menfaatten istifade edilebilvatan ifin va^rtı^m iki manzumevl o mektedir. mininkinin de Nailin zarfına konul duğu kanaati edinilmiştir. Şimdi mahkeme. bu yanlışlıktan bahisle o zamanki Viyana sefaretine tevdi edilen Osman Nizaminin vasiyetnamesini getirtecektir. Aynca, Hanriyet'in gösterdiği vasiyetname aslının gönderilmesi de tekrar Cenevre mahkemesine yazılacaktır. Bunlardan başka, Paşanın Berlindeki mevduat miktan arastırılacaktır. Ayni zamanda <Şirkett Hayriye» nln hissedarlanndan olan Osman Nizami Paşanın bıraktığı bütün servetin en az bir kaç yüz bin lira raddeslnde bu ı «V ordusu. tabiri fmnsızcada «Viclunduğu tahmin olunmaktadır. toire» ingilizcede «Victory» kelimelerinın başmdaki «V» harfinden ahnmışlır ve «zafer ordusu» demektir. Geçenlerde, İngiliz radyosu bu «V. harfinden bir defa daha bahsetmişti. Botterdam limanındaki vapurlara hücuın eden İngiliz tayyareleri «V» şeklinde uçmuşlar, Holandalılar da göklerde «V, harfini çizen bu tayyareleri selâmlamışlar ve alkışlamışlar. İngiliz tayyarecileri, kanadlan gemilerin direklerindeki tcllere çarpacak kadar alçaktan uçtuklan için, bu selâmları görmüşler ve o alkışlan işitmişler. Londra radyosunun türkçe spi» keri bayan da. esrarengiz spikerin yukarıdaki sözleri kadar çetrefil türkçesile «V. haı lıinin Holandahlar için bir zafer sembolü olduğunu anlattı. mıstır. Halen 26 sağır, dOsiz ve körün Şimdi, .V. harfi aldı yürüdii; artık cemiyet merkezinde iaşe ve istirahati yalnız Injriliz tayyareleri «V» şeklinde tcmin edümektedir. Gene bu müddet içinde 37 kişiye muhtelif fabrika ve uçmuyor; bir «V» ordusu da teşekkül emüesseselerde iş bulunmuş, 18 hasta diyor. 20 temmuzdanbcri seferber olan azaya da doktor ve ilâc parası veril bu ordu ınensublarının silâhı V« harfidir, mulıarebe meydankn da duvarlar. miştir. Alman işgali altında bulunan ÇekosloRaporun okunması bittikten sonra hazır bulunan azalar arasmda hararetli vakya Lehistan, Danimarka, Norveç, münakaşalar başlamıştır. Neticede, itti Holanda, Bel:ika, Fransa, Yugoslavya, Yunanistan ve Sovyet Rusya topraklafakla şu kararlar verilmiştir: Dahiliye Vekâletinin kararile cemiyete rında herkes her fırsatta, her duvara Türkiyeyi temsil hakkı verildiğinden V harfini yazacak. İzmir cemiyetinin müstakil merkez olaBu yeni «V» meydan muharebesi bana rak çahşmasına imkân kalmamıştır. Bu cocııkluqrıımda yaphğımız bir muzibliği itibarla, İzmir cemiyeti feshedilecek, hatırlattı. Galatasaray Sultanisinde Pemerkeze bağlı bir şube haline getiri rortcn i^minde mikroskop kadar kuvvetli lecektir. Bu ders yılı başında İstanbulda çifte Rözlük kullanan şişman ve bunak Ieylî ve neharî bir sağır, dilsiz ve kör bir Fransız öğretmenimiz vardı. Her neler mektehd açılacaktır. Cemiyetin va dense Kiip. sö/üne düşman olan bu ziyeti maliyesi müsaid olmadığı takdirde, adamı kızdırmak için, talebe, onun ders azalar mektebin masraflarını kendi ke verdiği sınıflann veya gcçtiği koridorselerinden ödeyeceklerdir. lann duvarlanna her biri şişman mualTürkiyedeki sağır, dilsiz ve körleri liınin vücudü kadar iri har/lerle «Küp» himaye maksadile her vilâyet merke kerimesini yazarlardı. Kclimenin her Ud zinde birer şube açılacaktır. manasile zavallı olan M. Peronen bu Ankarada tesis edilecek cemiyet şu Küp» kelimesini görünce küplere bîbesi reisliğine eski reis Mehmed Tam nerdi. Mekteb idaresi, duvarlan badatürk, umumî reisliğe de Süleyman nalamaktan bıkıp usanmıştı; fakat, biz Gök seçilmiştir. Yeni reis beş senelik yaramaz çocuklar. Fransz hocamızı kızbir çalışma programı harırhyacaktır. dırmaktan asla bıkmazdık. Öğretmen Gümrüklerdeki sahibsiz eşya 4,000 liralık bir karyo Şimdilik bu iş yapılalanın ne yapılacağı madığından şehir imadüşünülüyor rına hasredilecek geçerkcn talebe bahçede ise hep bir aızdan «Küp! Küp» diye bağırır, bu bunamış »dam da iri vücudile tam bir tezad teşkil eden incecik sesile «Pore, Pore» yani .domuz. domuz» diye talebeye cevab verirdi. Nihayet, bu «Kiip» delisi öğretmen tekaüde sevkedildi; mekteb idaresi dc, duvarlar da, talebe de, kendisi de tahammü! edilmcz bir hal alan bu «Küp» laarruz ve tarizlerinden kurtuldular. Böyle bir öğretmenden zerre İstanbul elektrik tesisatının ıslah ve kadar istifade edilmediği için, bu tedbir, ikmali için bu idarenin hasılatının bu tam yerinde olmuş; bu nıücadeleden küp işe tahsisi Nafia Vekâletince kararlaş kelimesi muzaffer çıkmıştı. mıştı. Şimdiye kadar idarenin bu hasıŞimdi, İngiliz radyosunun esrarengiz lattan 4 5 müyon lira kadar bir pa spikeri de «V» ordusunun bu sinir tarası birikmiştir. Fakat vaziyeti hazıra arruzile Almanları mağluh etmeği düşüdolayısile idare bu ıslah işini yapama nüyor. Şimdiye kadar her taarruz etdığından Belediye bu birikmiş para ile tikleri cephede muzaffer olan Almanlan İstanbulun imar ve yol işlerini yapma •V» barfile yenmek kabil olup olmıyağa karar vermiştir. Belediye bu para cağını tavin edemiyoruın. Yabıız şu kaların sarfına müsaade edilmesi için dar süyleyim ki bir çok garabetlerine Nafia Vekâletine müracaat etmiş Ve şahid olduğumuz bu harbin «V» ordusn kâlet de bu paradan bir milyon lirasısinir harbinin pek acayib bir şeklidir ve mn muhafazası üe mütebakisinin Belebu kanlı hailenin müthiş facialan aradiyeye verilmeslne müsaade etmiştir. smda insanı, gayriihtiyarî güldürüyor. Belediye bu para ile geniş bir imar ve inşaat programı hazırlayarak tatbikma geçecektir. Elektrik tesisatının ıslahına ayrılan para E İrademizi gevşek tutmamak şartile, edineceğ'miz iyi âdetler de kötüleri kadar köklü şeküde yer edebilirler. Şu halde, üstün insanlara hâs, hududsuz enerjiye ve sarsılmaz iradeye sahib olmıyanlar için yapılacak şey. ele alınan bir işe, başından sonuna kadar, hergün ayni saatte başlanıp ayni saatte bitirmek suTicaret Vekili gitti retile devama alışmaktır. Evvelki gün şehrimize gelen Ticaret Bu usulün faydası meydanda. MideVekili Mümtaz Ökmen dün akşam treni TIİZ, alıştığı yemek saati gelince. iradelie Ankaraya. dönmiistür. mizi tahrike lüzum kalmadan. nasıl. lağındaki gül küpelere bakarak söyleme... Onlar çarşı malı. Kaldınlmışa benziyorlar... Allahaşkına size ne oluyor.. Kendiniz mi varacaksınız, yoksa \?erecek kızımz mı var?. Dedikoduyu bırakm da başka şeylere bakın.. Nemize lâzım ama. Nazmiye görücülere çıkmak istememiş.. Soğuk davranmış.. İstemem diye ayak direrniş.. Hürmüz Hanım dayanamadı... Bir şey söylemiş olmak için yumurtladı: Aşifteliginden.. Kim bilir ne yüz karası vardır haspamın.. Yirmisini aşmış bir kız evde kalmış sayılır.. Daha ne bekliyormuş nazeninim.. Hangi kara gözlülerini acaba?.. Hürmüzün bu sözü. ortada bir so ğukluk yarattı. Herkes biliyordu ki Nazmiye ile Hürmüzün Mustafa bir yıldır gizli gizli sevişiyorlardı. Bundan haberi olmıyan Hürmüzle Nazmiyenin annesi Mücevherdi. *** O gece Nazmlyelere giden boşboğazlardan biri Hürmüzün söylediklerini birer birer Mücevhere anlattı.. Hür müzle Mücevherin evleri bitişikti ve Hürmüz ara kapıdan geçerek komşu sunun bahçesindeki kuyudan su alırdı. O sabah gene su almağa geçti. Kovalarm gürültüsünü dııjan Mücevher ptevşeyen sinirlerinl daha fazla tuta mıyarak sabahlık kıyafetile bahçcye bakan pencereye fırladı.. Saçlar dağı mk, göğüs başır acık yarı beline kadar sarktı ve feıyadı basti: f KUçük hihâye Dostlar başına.. Utanmaz, arlanmaz ağzını açıp ortalığı pisleteceğine kendi kirlüerini temizlemeğe bak.. Bir de sı kılmadan, hangi yüzle kuyumdan su alıyorsun... Surat surat değil ki, mezada çıkanlmış bin bir yamalı yatak çarşafına benziyor.. Neye uğradığını şaşıran Hürmüz; kendini toparladı. kuyunun çıkınğım bıraktı, kova gittikçe hız alarak indi ve suya çarpınca tok bir ses çıkardı.. Bu ses, elleri kalçasmda bekleyen Hürmüze cesaret verdi: Bana bak kan, dedi, kendine gel. Yoksa puslanı şaşırtır, yelkenleri bo şalmış salapuryalar gibi karaya oturturum seni.. Ağzını kapa, açarım ağzımı... Ne dedin şıllık.. Aç da görelim ne çeşid mallar var... Meraktan kurtulu ruz... Meraktan kurtulacağma içinin derdlerinden kurtar kendini... Derdler senin kapını çalsm, sürtük kan... Mal meydanda ayol.. Durup du rurken tshak kuşlan gibi feryada başlamanm sebebi var.. Göğüsler mey dandâ. her tarafın açık pencereden niçin sarkıp bağırdığını bilmiyor muyum ben düzgünlü kan... Büyücü ycsma.... Karşı komsunun gene kocasına görünmek için... fnkâr et bakayım.. Aynaya bakan kendini görîlr.. Yedi' mahalle aşırı erkekiere Iç çeken kim acaba? Mendebur.. İlâhi dostlar üstiime fenMıklar gelecek... Can kurtaran yok mu?.. kan.. Faraş Var var... Komsunun oğlu doktor O gün gene Nazmiye çamaşır yıka mışti: Hürmüz de camie, mevlide gitmişti.. Akşam geç vakit işini bitiren üç aylık gelin kolay olur düşüncesile kıymalı yumurta pişirdi, sofrayı kurdu ve bekledi.. Mustafa da gelmişti. Hürmüz mevlidden sonra bir iki ahpabı da ziyaret etmeyi ihmal etmemişti. Nihayet eve geldi.. Çarşafını çıkararak merdiven başına katladı, koydu. OrtaHürmüzün Mustafa mahalle imamını, Mücevherin Nazmiye muhtarın ka ya kcnan kıymalı yumurtayı görünce nsını araya koyarak annelerini banş suratı buruştu. Bir lokma alınca çenesi açıldı... tırmağa çalıştılar... Hürmüz: Olmaz da olmaz.. O aşifteyi oğluma Maşallah, dedi. Kıymanın tuzu almam. diyor, Mücevher de: yetmiyormuş gibi bir avuç da sen koy Kızımı bir kaşık suda bogar, kan muşsun.. Bu da yemek mi?. Kocan okusturur o kan.. İddiasında bulunuyor lacak şu eşek herif de it gibi akşamlara du.. İki tarafa da kat'î teminat veril kadar koşsun, kazansm, evde kanm di.. Ve kavgadan iki buçuk ay sonra var diye taşısın... Sonra da yesin... ÖyMustafa ile Nazmiye evlendiler. Hür le ya!.. Cici karısı yaptı... yer... müzle Mücevher de banştüar... Banş Sofrayı bırakarak kalktı, odasına gittılar ama, Hürmüz erkek anasıyım ben, ti... Nazmiyenin gözleri yaşardı... MusMücevher ayağıma gelsin. demişti.. tafanın rengi morardı. Bakıştılar... ve Mücevher de kızının hatı ıriçin her şeye kalktılar... razı olmuştu. Yalnız Hürmüzün düğün Yanm saat sonra Hürmüz gene sofgecesinden kaynanahğa başlamış olmasını hiç de hayra yormamıştı. Hürmüz raya dönmüş iştahla yumurtayı yiyordüğün gecesi Mustafanın arkadaşla du. Yüzü, gözü morarmış, yer yer berelenmişti. Mustafa Nazmiyeye: nna: Anamm hastalığıru keşfettik... Oğlum yandı. diyordu... Karüar ne yapıp yaptılar. Mustafamı büyülediler.. Korkma.. Bundan sonra mes'ud ola Aftzınl bağladılar.. Kuzu ettiler... Nur cağız... dedi. Hürmüz artık ev işlerini üstüne altopu kıziar elimin altında iken hiç birini beğenmedi de bu sıskayı sevdi.. mıştı. Mustafamda da mide yokmuş rio^rusu. Çocuklar gencdirler.. Haklarıdır, Knrıya benzer bir tnrafı olsa bari... gezsinler... diyordu... Çok nazım âşık u**• sandırdığırun farkına varabilmişti. hele Nazmiye hakikaten kan kusuyordu. şükür... dur. Çağır... Derdine derman bulsun.. Bu sırada sokak kapısı sert sert ça lındı. Mücevher cevab vermeğe vakit bulamadı, pencereden ayrüdı. Hürmüz de söylenerek içeri girdi: A üstüme iyilikler.. Kanya fırsat versem başıma çıkacak... Ayağımın papucu.. *** Leman Ahıskal Daha düğünün ertesi günü bulaşık yıkamış, üçüncü günü Hürmüz kapı kapı dolaşırken zavalh kız çamaşıra gir mişti.. Buna Mustafa da diş biliyordu ama, ne yapsın ki biri anası, öteki de karısı idi...

Bu sayıdan diğer sayfalar: