30 Ocak 1940 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 4

30 Ocak 1940 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

CUMHURÎYET 3 0 îlcfnciEâmm 1940 Necdetin süveteri Peride Celâl Sevim mantosunu, şapkasını çıkarıp da Medihamn karşısına oturur oturmaz: Kime bu erkek süveteri? diye sordu. Mediha gülümseyerek yün işini yanındaki küçük masanın üzerine bırakmıştı. Necdete dedi. Ve bu sözün Sevimde uyandırdığı kıskanclığı ve hiddeti derhal onun giizel beyaz alnının buruşmasmdan anladı. SeYİmin Necdete kuvvetli bir alâka duyduğuna, genc adama sokulmak, açılabilmek için fırsat beklediğine zaten çoktan emindi. Sevimi dikkatle süzerek: İnşallah yetiştiririm diye, devam etti. İki gün sonra gidiyorlarmış, Necdet öyle söyledi. lyi eğlenecekler. Ulu dağda her yer karla örtülü imiş. Hava da durgunmuş. Senin niyetin nasıl, gidecek misin? Evet gideceğim. Demek kararın kal'î, sen gelmiyorsun? Hayır gelmiyorum. Bilirsin ki soğukla başım hoş değildir. Kardan nefret ederim. Hem sonra neden gelip de herkesin başına derd olayım, kış sporlarını hiç beceremiyorum. Düşe kalka güliinc bir hale geleceğim. Halbuki bak meselâ sen sportmen kızsın. Ulu dağın zevkini mükemmel çıkaracaksın muhakkak. Mediha bunları söylerken Sevimin için için memnun olduğunu biliyor, kendi kendine «tehlikeli bir rakib» diye, diişiinüyordu. Evet Necdet gibi sporu seven bir adam için Sevim hiç de yabana atılacak kız değildi. Bir kere oldukça giizel, beyaz bir yüzü, koyu mavi, canh gözleri vardı. Sporla gelişmiş, sertleşmiş bir viicude malikti. Göğsü biraz ileri doğru olmakla beraber muntazam, bacaklan adaleli, fakat beli ince idi. Mediha onu karlar içinde, yanaklan pembeleşmiş, ayaklannda kayalkar, vücudü yay gibi ileriye doğru gerilmiş tasavvur edince sırtından soğuk bir kıskanclık ürpertisi gelip geçti. Kendisi Sevimin yanında ince, ufak tefek vücudile bir gölge gibi kalıyordu. Bununla beraber, Mediha giizel olduğunu bilmiyor da değildi. Dalgalanır gibi ahenkli yürüyüşü; etrafı esmer gölgelerle dolu koyu elâ gözleri, büyücek, etli kırmızı ağzile hem de çok güzeldi. Genc kız karda, açık havada Sevimden daha az cazibeli olsa bile sobasının başmda, odasının mahrem, gölgeli dekoru içinde Necdetin iizerinde ondan çok daha kuvvetli bir tesir bırakabileceğinden de emindi. Şimdiye kadar genc adama sevgisini açmamak, hakıkî hissiyatını göstermemekle daima bir erkek arkadaş gibi sade, samimî kalmakla belki de hata işlemişti ve bu hatadan Sevim Ulu dağda pekâlâ istifade edebilirdi. Biraz sonra birbirlerinden ayrılırlarken Sevim hararetle Medihamn yanaklarından öptii. Sonra birdenbire hatırlamış gibi gülerek ilâve etti: INecdetı gorursen benlm de UludaJft gideceğimi söyleme olur mu şekerim, ona sürpriz yapacağım. Bu son sözler Medihayı büsbütün sarstı ve kararını derhal verdi. Necdet Uludağa gitmeden evvel bir sırasını getirip ona herşeyi açacak, kendisini sevdiğini söyleyecek, bu suretle Sevimden daha evvel davranmış olacaktı. İki gün sonra Necdet geldiği zaman Mediha hâlâ ona nasıl açılması lâzım geldiğini düşünüyordu. Genc adamla oturup uzun zaman konuştular. Fakat genc kız bir türlü asıl konuşmak istediği mevzua gelemedi. Zaten Necdette de garib bir hal vardı. O lâftan bu lâfa atlıyor, şakalaşıyor, gülüyor, yerinde duramıyordu. Uludağ lâfını hiç etmedi gibi bir şey.. Bütün bunlar genc kızı büsbütün kuşkulandırmıştı. Acaba Sevimin de gıdeceğini haber aldı ona mı seviniyor diye, içine bir şüphe düştü. Fakat böyle bir vaziyette Necdete damdan düşer gibi «seni seviyorum» demek de pek manasız olmaz mıydı? Birdenbire aklına bir çare geldi. Şeytan şeytan gülerek bitişik odaya koştu. Orada küçük bir kâğıda «seni seviyorum» diye, yazdı.. Altına imzasını attı. Ve bu kâğıdı Necdete ördüğü süveterin ceblerinden birine koydu. Necdet eğer genc kız hatırlatmasa kendisi için örülen süveteri almayı belki unutacaktı. Halbuki Mediha paketi genc adamın koluna heyecanla sıkıştırdı: « Necdet, dedi, süveterin ceblerinden birine bir şey koydum. Uludağda alır bakarsın olur mu? Ama daha evvel bakmıyacağını bana vadet...» Arslan Kaplan Timsah Fil Gergedan Müthîş yılanlar Son sözleri genc adamın merakını ateşlemek için söylemişti. Necdet o anda pagibi hakikî olarak hiç bir filimde görülmesi kabil olmıyan keti açıp, süveterin cebinden kağıdı alıp okusa mes'ud olacaktı. Fakat genc adam 10 binlerce vahşi hayvan ve dünyanın en meşhut avcıları her zamanki gibi lâkyd tebessümile onun omzunu okşadı, teşekkür etti ve çıkıp gitti. *** Aradan beş gün geçmemişti ki. bir sabah erkenden Mediha Sevimi karşısında Akla hayret ve dehşet verecek binbir muazzam sahneyle dolu buldu. Mediha daha «nereden çıktın?» diye ağzını açmıya kalmadan Sevim: «Aman demişti, gel, odama gidelim. Sana verecek havadislerim var.» Medihamn odasına girdiler. Sevim kendisini bir koltuğa attı. Biraz asabî, biraz memnun gülüyordu. Mediha hayret içinde: Daha beş gün kalacak değil miydiniz, diyordu. Niçin geldin! Ne var? Gülme öyle Sevim, anlatsana, ne oldu? Fakat Sevim hep o kuru asabî kahkaVahşi kabile'er arasma düşmüş Avrupalı bir kızın korkunc maceralan halarla gülüyordu. Nihayet anlattı: Aman, diyordu, niçin mi geldim? Sıkıldım, eğlenemedim de ondan... Sen onu bırak, asıl şu Necdetin yaptıklarına bak. Hani küçük bey Uludağa geliyordu? Hepsi masal. Ah budala sinsi, seni nasıl atlatmış! Tabiî, benim de Uludağa gideceğimi bilmiyordu. Niçin öyle hayretle bakıyorsun? Evet, Uludağa filân gelmedi. YARIN AKŞAM Şimdi anladm mı? Bir de otelde etrafıma I bakar onu ararken ne göreyim!. O senin ördüğün süveter sırık gibi uzun kumral ve bir adamın sırtında.. Neyse sonra bu adamla tanıştık. Necdetin arkadaşı.. OlSineaasında dukça gevezeymiş de bana herşeyi anlattı. Meğerse Necdet Beyefendinin bir gibi iki büyük yıldız tarafından nefis bir surette temsil edilen metresi varmış, metresini alıp Adaya gitmiş. Ailesi bilmesin, dostlan da duyup söz etrnesinler diye, bu Uludağ yalanım ortaya çıkarmış.. Mediha bir ölü gibi san ayakta dimFransızca sttzlU fllm takdlm edllecektlr. dik duruyor, yüzünün derisinin çekildiğiAşk ve heyecan dolu sartnelerle süslenen bu filmin zevkli ve neşeli mevzuu herkesi memnun edecek, eğlendirecektiı ni, başına sanki buz gibi soğuk birşeylerin döküldüğünü hissediyordu. Filme ilâve olarak: Metro Jurnal, en son dünya ve muharebe haberleri Tevekkeli değil, Necdet ne ona, ne DIKKAT : Numaralı Koltukların bugllnden aldırılması rlca olunur. Teletan: 40868 de Sevime aldırmıyormuş! Fakat, süveterin cebine koyduğu kâğıd... Demek kâğıd şimdi o sarışın, sırık gibi uzun adamın ( YENI ESERLER îline geçti! TINO ROSSl'nin rakibi J E A N L U M I E R E Sevim arada sırada öyle kuru kuru güY V E T T E L E B O N ile berabar ve meşhur RAY V E N T U R A Madam Bovary erek devam ediyordu: Meşhur Fransız edibi Gustav Flaubert'in Cazının iştirakile varattıkları Aman Necdetin arkadaşı süveteri beynelmilel edebiyat tarihine geçmlş olan öyle bir beğenmiş ki sorma. Ben de onu bu mühim romanı, maruf muharririmiz Asenin ördüğünü ağzımdan kaçınverdim. li Kâmi Akyüz türkçeye çevirmiş ve Hilmi Nasıl, nasıl benden o adama bahkitab evi tarafından da güzel şekilde tab settin öyle mi? ve neşredilmiştir. Eser Flaubert'in en tuv Ne olur? Senin, Necdetin hem akravetli eseri olmak itibarile edebî kıymetinbası, hem de arkadaşı olduğunu söyle den başka Fransanın taşra hayatmı çok muvaffakiyetll surette tarlf ettiği İçin de dim. Fena bir şey yapmadım ya... Zaten hususiyeti haizdir. Tercüme bittabi çok oiadam da seninle öyle alâkadar oldu ki Bu perşembe akşamından itibaren göstereceği mevsimin en jjüzel filmidır zeldir. Kütübhanelerimlze böyle bir eser ben de şaşırdım. Hem süveterin cebinde kazandırdığından dolayı mütercim ve tâbii sana aid bir şey varmış, adresini aldı «gitebrik ederken karilerimize de Madam Bodip kendisine emanetini veririm» dedi. ÖnUmbzdeki cuma gUnünden itibaren vary'yi tavsiye eylerlz. Mediha sersemlemiş, artık dinlemiyor, «Genc kız yetiştirirken» Sevlm: «Gordun mu şu rSecdetl!» Erenköy kız llsesi felsefe ve sosyolojl mudiye, istikrah ve kinle titriyerek söyleniallimi Feliha Sedad Aksal «Genc Kız Yeyor ve hep o kuru acayib kahkahalarla Mevsimin en heyecanlı ve binlerce kişinin iştirakile yapılmış tiştirirken> isimli kıymetll bir kitab neşgülüyordu. retmiştir. Muasır terbiyenin ve içtlmaî naen büyük filmi PERİDE CELÂL yatm icablanna göre yazılan bu eser, kızı olan her ebeveyn için bir rehber mahiyetindedir. Tevsiye ederiz. önümüzdeki Perşembe akşamı İPEK sinemasmda harikulâde program RADYO Ç Bııgünkü program j TÜBKİX£ Esrar ve macera ülkesi olan Afrikada TU CCAR HORN (Türkçe sözlü) Ayrıca: İNGİLİZ DONANMASI VAZİFE BAŞINOA (Türkçe sözlü) FREDER1C JOAN MARCH BENETT MELEK 12,30 Program ve memleket saat ayarı, 12,35 Ajans ve meteoroloji haberleri, 12,50 Türk müziği. Çalanlar; Vecihe, Fahire Fer* san, Refik Fersan. Okuyan: Muzaffer İlkar. 1 Arif Bey Nihavend şarkı: (Benim gönlüm kaldı sende) 2 Faruk Arifî Nihavend şarkı: (Ey şiiri ilâhî dağıtan kız) 3 Osman Nihad Hicazkâr şarkı: ıŞu zayıf göğsüm içinde) 4 Rakım Hicaz« kâr şarkı: (Bekledim fecre kadar) 5 Hicazkâr şarkı: (İzmirin içinde vurdular beni) 6 Vecihe: Kanun taksiml. 7 Sadeddin Kaynak Neveser şarkı: (Hicranla haraa oldu da) 8 Osman Nihad Nihavend şarkı: (Gene aşkı bana dudağınla sun) 9 Nihavend şarkı: (Kız sen geldin Çerkeşten)' 10 Saz semalsi. 13,30 14,00 Müzik: Karışık hafif müzik (Pl.) 18,00 Program ve memleket saat ayarı, 18,05 Müzik: Cazband (Pl.) 18,40 Konuşma: (Çiftçinin saati) 18,55 Serbest saat. 19,10 Memleket saat ayarı, ajans ve meteoroloji haberleri, 19,30 Türk müziği: Klâsik program. Hacı Arif Beyıa hâtırasını taziz için merhumun eserlerinden müreikeb program. Ankara Radyosu Küme Ses ve Saz Heyeti. İdare eden: Mesud Cemil. 20,15 Konuşma (İktısad saati)' 20,30 Türk müziği: Fasıl heyeti. 21,15 Konser takdimi: Halil Bedii Yönetken. MüzikJ Radyo orkestrası (Şef: Dr. E. Praetorius)' 22,15 Memleket saat ayan, ajans haberleri; ziraat, esham tahvilât, kambiyo nukud borsası (fiat). 22.35 Müzik: Oda müziği (P!.)' 23,00 Müzik: Cazband (Pl.) 23,25 23,30 Ya • rmki program ve kapanış. KADYODİFÜZYON POSTALAKI Dalga aznnlngn: Türkiye Radyosn 1648 m. 182 Kc/s. 120 Kw. Ankara » T. A. P. 31.70 m. 9465 Kc/S. 20 Kw. Tevkif edildi Çarşıkapıda tzakın ölümüne sebeb olan şoför AH Fehmi, Sultanahmed Birincî Sulh Ceza mahkemesinde sorguya çekilmiş; tevkif edilmiştir. BAHAR YAĞMURU Filmi SAKARYA sinemasmda GECE YARISIŞARKICIS Bahriye yüzbaşılığından mütekaid Yusuf Fazıl Turgaydün Allahın rahmetine kavuşmuştur. Cenazesi bugün Alman hastanesinden 11.30 da kaldırılacak ve nai mazı Teşvikiye camiinde kılındıktan sonra Feriköy kabristanına defnedilecektir., Çelenk gönderilmiyerek bedelinin Kızı* laya teberru edilmesi merhumun ailesince temenni olunur. c ÖLÜM Balıkesîr, Kolordu Başhekimi Dr. A1bay Fethi Aktay kızı Türkân Aktayla, Diyarbakır Asker hastanesi Bevliye Miitehassısı Dr. Ziya Çağların akidleri düni Kadıköy Belediye dairesinde icra kılınmıştır. Tarafeyne saadetler temenni ede« rız. Nokta Mehmed Paşa hafidesi ve mer» hum Darbhane muhasebecisi Fazıl kızt Sacide Benek ile Zonguldak Sulh hâkimi Recai Yensenin nikâh meTasimi dünkü pa^ zartesi giinü bir çok akraba ve arkadaşlari huzurunda Yeniköydeki evlerinde tes'id o! lunmuştur. Tebrik eder ve kendilerinej saadetler dileriz. *** c EVLENME TAKSiM sinemasmda Kadına söz atmanın cezasını çekecek Küçükpazarda Emine isminde evli bir kadına söz atmaktan Sultanahmed Birinci Sulh Ceza mahkemesine verilen Salih; on beş gün hapse, elli lira para cezasına mahkum edilmiş, hakkında tevkif müzekkeresi kesilmiştir. Ben Bir Pranga Kaçağıyım Türkçe sözlü ve şarkılı Yalnız Uç gün kaldı. filminin son günlerinden istifade ediniz. AZAK TURAN sinemalarında Yannki Çarşamba gününden itibaren meşhur romancı Gedikpaşada • ^ ™ | Şehzadebaşında Sezonun... Dünyanın... Sinemanın en büyük aşk... Ihtiras... Ve heyecan filmi... Paramunt şırketinin 1940 senesi şaheseri 1 TAŞ PARÇASI 3 Memteketimizin kıymetli asarıatikalarından Şair REŞAD NURİ'nin şaheseri EHPERML Esrarengiz İSA MİRANOA Kudretli RAY L A L £ 2 DALGIN ADAM (Komİk) TOPKAPI SARAYI Program a ilâveten: CHARLES BOYER IRENE DUNNE kazanan... Muazzam harika Bu per embe akşam.ndan »tlbaren Ş Sinema dünyasında badiseler yaratan... Sinema aleminde şanlar, şerefler s i n e m a s m d a MiLLAND SABAHSIZ BİR AŞK GEGESi Mevsimin en büyük aşk filmini yaratmışlarchr. Tefrika No. 13 Nakleden: HAMDİ VAROGLU Asıl fenası, bir müddettenberi munta vab, resim vak'ası esnasında söylediği zaman devam ettiğimiz fransızca dersler sözlerin ayni olacak, ortada dargınlığa de durdu. Ders, aramıza giren soğukluğu sebeb bulunmadığmı söyleyecek. Hatta, gidermeğe, bu cansıkıcı vaziyeti tamire gururuna mağlub olup, daha müstehzi bir belki yarardı. cevab vermesi, kalbimi kırması ihtimali de Son zamanlarda, köşkte olsun, bahçe var. de olsun, muallimime sık sık yolumun üsDüşündükçe, yaptığım saygısızlığın tünde tesadiif ederdim. O uğursuz günden hadden aşırılığı gözümde büyüyor. Duberi, yemek zamanları müstesna, odasın rup dururken gücendirdiğim Selim Sekdan dışarı çıktığı yok. ban Beyin kalbini almak için bir çare, bir Selâmlıktaki dairesine kapanıyor, saat şekil bulamıyorum. Öyle bir şekil bullerce oradan ayrılmıyor. Onu bazan, e mak lâzım ki, hem beni küçük düşürmelinde bir kitab, açık bir pencere önüne sin, hem tertib edilmiş gibi olmasın. oturmuş, dalgm dalgın okumakla meşgul Bu derece alıngan insanı idare etmek göjüyorum. Bazan da, pek nadir olarak, ne kadar güçmüş meğerse! *** bahçeye çıkıp beş on dakika dolaşıyor. Selim Sekban Beyle barışmak için kolEvet, ilk geldiği günlerdekinden daha ciddî, daha ağır, daha abus bir hal ta ladığım fırsatı ele geçiremiyeceğimi, gitkındı. O zaman, sadece ciddî ve çekin girle daha ziyade anlayorum. Dün akşam, büyük bir iştiha ile sofragendi. Halbuki şimdi, bu ciddiyeti ve bu çekingenliği ile beraber, bir de dargınlı ya oturduğum halde daha iki lokma yemeden tıkandım. Gene misafirimizin yüğı var. Beni sıkmağa başlayan bu hale bir ni zünden düşen bin parça oluyordu. Yehayet vermek lâzım. Fakat nasıl? Yanı mek odasmı kaplayan sıkıcı, boğucu hana gidip, doğrudan doğruya özür dile va, sanki midemi bir mengene içine alır sem, vereceği cevabı biliyorum. Bu ce gibi sıkmıştı. Asıl garibi, Selim Sekban Beyin bana gücenmekle başlayan soğuk hem de manen ve maddeten, bir evin içiŞimdi Selim Sekban Beyin işgal ettiği luğunu yavaş yavaş etrafa yaymağa baş ni bu kadar fazla dolduran insan görme selâmlık dairesinin iki odası, o zaman laması. Şimdi, büyükanneme de surat et dim. Odasından çıkmadığı günler bile, bir müzeden farksızdı. Kökçü zade ailetiğini görüyorum. salonda, yemek odasında, koridorlarda sinden, yani benim ecdadımdan kalan Nezaketinden zerre kadar bir şey kay hep onun pürazamet hayali dolaşıyor. tomar tomar kâğıddan tutunuz da, kulbetmemekle beraber, sözlerinde öyle ki Her hareketi, her sözü hesablı, temkinli. lanılmaz hale gelmiş eski bakırlara vanayeler, öyle batıcı manalar var ki, ufa Fakat daha kapımızdan içeri adim at rıncaya kadar, atılmaz ve satılmaz ne cık bir hâdisenin sebebiyet verdiği gü madan evin altını üstüne getirdi. Kırk varsa hepsi oraya yığılmıştı. Ben, resimcenikliği bu kadar büyütmeğe doğrusu yılda bir gülümsediği vakit, o tebessü den, musikiden, bahçeden bıkınca o a'le aklım ermiyor. mün arkasından mutlaka bir iğneli söz ha müzesine koşar, bu eski eşyanm ortasmBüyükannemin de bu derece sabırlı ol zır. Lutfen sarfettiği iki iltifak kelimesile da, Kökçü zade ailesinin tarihini gözleduğunu bilmezdim. Misafirin hali sanki belli olan neş'eli zamanlannda bile, yü rimle okur, saatlerce eğlenirdim. gayet tabiî imiş gibi, bu somurtgan çehre züne bakarken ürpertiler geçiriyorum. Eski demir karyolalar; tozlu kılıfları karşısında en küçük bir hayret eseri gösHayatımın iki ayı, Selim Sekban Beyin üstünde olduğu halde bir köşeye atılmış termiyor. eşref saatini kollamakla geçti. Bol civalı, eski kanapeler; adam boyuna yakm cam Gece, erkenden çekildiğim odamda, Son derece hassas, iki ayaklı bir baro fanuslu, guguklu, rakkaslı eski zaman yatağıma yattıktan sonra, iki aydanberi metre ile yanyana yaşayor gibiyim. saatleri; içi eski çanak çömlekle dolu Yassıkaya köşkünde geçen hâdiseleri, bir Bu iki aylık hayatımın, gözümün ö koca sandıklar; içindeki resim veya yazı bir gözümün önüne getirdim. nünde yaptığı geçid resmi, muallim diye çıkanlmış yaldızlı çerçeveler ve çerçeİki aylık hayatımın bu muhasebesi so evimize gelen bu adamı tanımadan ev vesiz yazılar, yaşamış, gününü doldurnunda, karşıma çıkan şey bir istifham i velki tasasız, geniş, mes'ud nefeslerle ya muş, sırasını savmış bütün bu eşya, canh şareti oldu. şadığım günleri aklıma getirdi. bir tarih gibi beni uzun uzun meşgul eGünler ne çabuk geçiyor!. Selim SekKoca köşk, tavan arasından bahçenin derdi. ban Bey, köşke misafir geleli iki ay ol en hücra köşesine kadar nasıl tamamen Kiminin aynası kopuk, kimînin parmuş. Bu iki ayı hulâsa edecek kelime bu benimdi! Sabahları uykudan uyandığım maklığı, tokmağı kesik, boyalan yer yer lamıyorum. zaman, mevsim yazsa, penceremin ö dökülmüş, o köhne demir karyolalar, buZaman zaman beni çileden çıkartacak nündeki dallarda ötüşen kuşların sesi; raya atılmadan evvel, köşkün koca odakadar ileri giden bu garib mizaclı adam, kışsa, kapalı camların üstünde titreşen lannda, baş köşelerdeki süslü, îtinalı Yassıkayaya geldiği gündenberi ne yap kar taneleri bana mutlaha iyi bir gün manzaralarile, hayalimde bir kere daha tı? Hiç! Tam manasile hiç! müjdelerdi. yaşarlardı. Bunlann içinde hele bir taİlk günden bugüne kadar, onun bütün Bahçede tavuklanmla meşgul olmadı nesi vardı ki, baktıkça gözlerimin yaşarhareektlerini, bir • sinema şeridini doldu ğım; salonda piyanomun, odamda resim masına mâni olamazdım. Bu, benim anran sahneler gibi gözümün önünden geçi fırçalarımın başında bulunmadığım za nemin karyolasıydı. riyorum. Netice muammadan ibaret. manlar bile, Yassıkaya köşkü benim için Ben bir yaşında iken, veremden öldüHem bu kadar meçhul, siKk, çekingen; bin türlü zevk ve eğlence membaı idi. ğü için yüzünü görmediğim annem, tıpkı ötekiler gibi toz toprak içinde bir tarafa bırakıhveren bu karyolada, kısacık ömrünün, saadetten ziyade ıstırab, göz yaşı, yeis dolu gecelerini ve gündüzlerini sürüklemiş. Zavallı anneciğimin, evlendikten bir sene sonra, bir daha kaîkmamak üzere içine uzandığı bu karyolayı, ben gün aşırı, bir türbe gibi ziyaret eder; üstüne biriken tozları siler; onu, bu eski eşya müzesinîn en kıymetli parçası gibi itina ile saklardım. Orada, başımı nereye çevirsem, benim bilmediğim, fakat hepsi beni tanıyan çehrelerle karşılaşmışım gibi bir hia duyardım. Eski kanapeler, geriye doğru devrilen arkalıklan, dokundukça sallanan kolları, yerleri süpüren kılıflarile; eteğini toplamaktan âciz, kötürüm, çırak çıkarılmış emektarlar gibi, köşelerinde pinekler, dururlardı. Hele, her birinin akrebi, yelkovanı tir başka rakam üzerinde durmuş, alaturka kadranh, köhne saatler! Onlara baktıkça, Yassıkaya köşkünün, benden kim bilir kaç seneler evvel, bütün odalarını, sofalannı, dehlizlerini dolduran coşkun sahneleri hayalimde bir bir canlanırdı. Yelkovanların işaret ettiği o dakikalarm içinde kim bilir ne büyük saadet anlannı, ve kim bilir ne felâketli lâhzaları gösterenler var. İArkası vary

Bu sayıdan diğer sayfalar: