15 Birincikânun 1938 CUMRURİYET Bütün dünya hararetle çalışırken... MUSÎKÎ: Nevyoıkseıgisine iştirak hazırlığı niçin ağırlaştı? 46 yıl evvel Türk sitesinin imtiyazını alan Sadullah: «Şikago sergisi, bizim için hezimet olmuştu. 1938 de bu hatalara düşmesek...» diyor ThıbaucTnun Konseri stanbulun eski aşinası Jacques Thibaud'yu evvelki akşam tekrar dınlemek saadetini tattık. Saray sinemasının geniş salonu hıncahınc dolmuştu. Yazık ki dinleyicilerin ekseriyetini Alman ve Türk Yahud:leri teşkil ediyordu. Biletlerin geçen senelere nisbetle hayli ucuz olmasına rağmen hakıkî İstanbul halkının ekalliyette kalması, memleketimizde musiki kültürünün biran önc« yayılmasını istiyenlerce hoş görülebilecek bir hâdise telâkki edılemez. Evvelce vaziyet böyle değildi. Son dört beş senedenberi İstanbulun Turk halkı, bütün dünyanm sevdiği büyük garb san'atkârlarına karşı ciddî bir alâka gostermeğe başlamıştı. Konser salonlarında, dinleyiciler arasında hakikî bir Türk havası estiği görülüyordu. Evvelki akşam Saray sinemasında o sevimli havayı bu'amıyanlar, kendi kendilerine bunun sebebini araştırıyorlardı. Acaba bizde garb musikisine karşı henüz uyanmağa başlıyan alâka birdenbire sönmüş müydü? Yoksa salondaki bu Türk azlığının başka sebebleri mı vardı? *** Thıbaud'dan üç mühim parça dinledik: Cesar Franck'm sonatı, Mozart'ın remajör konsertosu ve Chausson'un poem'i. Fransız zekâsını, Fransız hassasiyetini ve incelığmi nağme halinde piyanonun tuşlanna ve kemanın tellerine taksinı eden büyük bestekâr Cesar Franck, Jacques Thibaud'nun şahsında şüphesiz krndıne ve eserine en lâyık bir tercüman bulmuştu. Senelerdenberi Franck'ın musikisini çalan üstad Thibaud, evvelki akaşm da, bu harikulâde eseri kendine hâs kudretle icra etti; onun çok sade fakat ayni zamanda çok mürekkeb güzellığini ruhlanmıza aşıladı. Mozart bir Avusturyalı pardon! bir Almandır; Thibaud ise Fransız. Buna rağmen tereddüdsüz söyliyebiliriz ki, yeryüzündeki meşhur kemancılar içinde Mozart'ı Thibaud kadar anlıyan ve anlatabilen eğer varsa muhakkak çok azdır. Mozart'a yaklaşamıyan bir adam, onu Thibaud'nun kemanından dinlediği zaman, hergün arıyacağı ve eserlerinden bir daha vazgeçemiyeceği bir bestekâr kazanır. Remajör konsertosunu yazdığında Mozart henüz yirmi yaşında yoktu. Fakat bilhassa andante kısmile bu eser Allaha yaklaşmış, hatta ona kavuşmuş bir insan tarafından yazılmıştır. Ve dünva yüzünde güzellik istivakı baki kaldıkça insanlar onu daima dinliyeceklerdir. Chausson'un poem'inden sonra repertuvanndan birkaç küçük parça icra eden büyük üstad halk tarafından çılgınca alkışlandı. Ondan ayrılmak istemiyen lstanbullular, daha salonu terkederken gelecek seneyi beklemeye başlamışlardı. 9 II Balkan Seferim: 7972 7 Bir ielaket Yazan: Y. MAZHAR AREN PENCERESINDEN « Hele söyle bakalım, içki içivor musun?» illî Şefe; refakat eden arkadaşımız Mekki Said Esen, devletin en büyük makamını temsil eden İsmet înönü ile memleketin en büyük efendisi köylü arasında, konuşulan sözleri, hassas bir plâk gibı, kelimesi kelimesine zaptederek aynen «Cumhurıyeb> sütunlarına geçirdi. İsmet înönünün köylüye sorduğu şeylerin hepsi o kadar önemli ki, birini, ötekine tercih etmeğe imkân yok. Bunlardan bir tanesini; mevzuunun şümullü oluşır bakımından, yalmz köylüye değil, bütün vatandaşlara tevcih edılmış bir sual olarak ele alabiliriz. İsmet înönü, Çankırıda inceleme yaparken, Yaprakh köyünden Dikmecioğlu Hüseyni huzuruna kabul ediyor ve günde seksen kuruş kazanıp elli kuruşunu artıran bu fakir köylüye: Harcadığın otuz kuruşu nerelere verdiğini saysana... diyor. Hüseyin anlatıyor: Beş kuruj yatak parası, altı buçuk kuruş tütün... Geri yanı da üç öğün ekmek.. Bir kilo ekmek yer misin? Yerim paşam... Ve asıl nazik bahse, şöyle temas ediyor: Şimdi, «en bu kazancla, köyündeki çocuklarını, rençperlere nazaran daha iyi idare edebilirsin. Hele, söyle bakalım, içki içiyor musun? Ağzıma koymam, paşam... " Evet, înönünün buyurduğu gibî: «Hele «öyleyin bakalım, içki içiyor musu nuı?» Bundan on bir sene evvel, bir gazete hesabına Anadoluda iki ay süren bir seyahat yapmıştım. lçinden geçtiğim köylerden bazılarında, içki kullanmıyan yalmz kadınlardı. Cenub vilâyetlerimizin bir kısım köylerinde, «bogma» adı verilen anasonsuz rakıyı, karakulak suyu gibi lıkır lıkır içenleri gördüm. Şimdi, burada bir «Yeşilhilâlci» vâiz edası takınarak, uluorta kuru rejitn taraftarlığı edecek değilim. Arada bir içki kullanmanın kullanmasını bilmek şartile bugünkü yaşayışımızın icabları arasma girdiğini kabul edenlerdenim. Birkaç kadeh hafif ispirtonun, bunalmıj insanlar üzerindeki tesirini inkâra kalkışmıyorum, Fakat bizde içki, bugüne kadar hatta en mükellef salonlaranızda bile «aperi tif» in yerini tutamamıştır. Elli derecelilt rakıyı, susuz içmeği, bir nevi kahramanlık sayanlara, aramızda sık sık raslanz. Öyleleri vardır ki, nese ile sarhoşluk arasmdaki mesafeyi, bir hamlede aşarlar. Ve içkinin sert kamçısı altmda hassasiyeti artan sinirlerin, cinayete değilse, mutlaka bir tnünasebetsizlik işlemeğe istidadh olduğunu; düşünmez, düşünemezler. Rakı, votka gibi gradosu yüksek içkilerin asıl tehlikesi, dudaklarda neşe yaratmağa vakrt bulamadan, beyinlerde bir volkan olduğu zamandır. Akşamcılık bile, belki mazur göriilebilir. Fakat, biz adı akşamcı olduğu halde gece ve gündüzün hiçbir saatinde ayık gezmiyen ne harabatileri biliriz! Bir hastahaneye diiş, çarpışmadan 51, feı a şey! Saka benim çantamı bölüğün nakliye arabalarına vermiş, nakliyeciler de 2 kilometre uzakta yerleşmişlerdi (Bir felâket) sözü başımdan geı,en şeyle alâkadar değıidır... O başka şeydir... Ne olduğu bu yazmın sonunda anlaşılacaktır. Pek uzun ve yıpratıcı gelen yürüyüşten sonra vardığımız (Taştabyeler) de mahıutî çadırlar kurulurken ben de çantamı araştırdım... Saka benim çantamı bölüğün nakliye arabalarına ver miş... Nakliye arabaları, bulunduğumuz yerden iki kilometre uzakta yerleşmişler... Eğer güneş gurub etmekte olmasaydı araya taraya nakliyecileri bulur, çantamı alırdım. Çünkü ter, çamaşırlarımı sırsıklam etmis ve aksam rüzgârının sertliği daha simdiden içime işlemeğe başlamıştı... Bundan başka, yorgun'uğun üstünde bir de kınklık hissediyordum. Kaputum, beğliğim, çamaşırım, ilâclarım... hepsi o çantada idi... Çantasız kalınca?. Büyük bir hastalık tepemde dolaşıyordu... Hududa kadar gel, Taştabyelere var, düsmanın kokusu burnuna çatsm dî buradan ileri gecme. bir hastaneye düş, pisipisine öl... Işte fena bir vaziyet. Ben o gece aksamdan başlıyarak sabaha, ve günes ortalığı ısıtmcıya kadar nöbet tuttum: Tüfek omuzda, çadırların önünde, ayaz yapan bir rüzgârdan çenelerim birbirine çarpacak kadar titriyerek, bir aşagı bir yukan gezindim. Dübbüekberin, Şimalyıldızına nazaran aldığı vaziyetten saati tahmin etmeğe uğraşıyordum: O kadar üşüyordum ki göğsümü açıp saatime bakmağa cesaret edemiyordum... Sanıyordum ki, bu yıldızlı gecenin bütün ayazları benim koynuma dolacak. Diğer bölüklerde çadır nöbetî tutan ve sık sık degişen askerlere yanaşıyor, ftılardan sigara dileniyordum... Vfren ^luyor, vermiyen de bulunuyordu. BUTK lardan birisî:^ '•', Hemşeri, senin kaputun yok mu?.. Yoksa sattm mı? demişti. Şüpheienrrekte ve bövle düsünmekte pek haksız da olmıyan bu nefere izahat vermemek için en uzaklasmıstım. Bu gece fe'ekiyat haritasını ezberli yecek kadar oldum; gözlerim hep gök.yüzünde idi. îki tümsek halinde görünen tabyelere gittim... Aklım başıma geldi, geri döndüm... Nöbet yerini terkethgim için, hemen divanıharb tarafından mah kum edilebilirdim. Yorgunluk duymuyorum; uykum ?elmiyordu; halbuki bir gece evvel de uyumamıştım lâkin zangır zangır titrıvordum ve mütemadiyen geziniyordum. Nıhayet sabahın sesi çıktı... Fecir açıldı, dağlann arkasında kalan ufuk kız3rdı... Güneş dogdu ve kalk borusu da vvrdu. Beş dakika sonra çadırlar canlan ştı.. Her tarafta hayat ve hareket basjlad'. ses, gürültü... jçitme eelme!.. Manzara birrl<»nbire değişti... Demin neydi^.. ta haberi veriyorlardı... Ben de (hasta haberi) verdim. Bizim çadırlardan biraz uzakta kurulmuş doktor çadırının önünde sıra ile dizildik. Şişman bir eczacımız vardı ki çadırın içinde üstüne oturduğu alçak iskemleyi çökertecek sanıhrdı. Önünde portatif bir alçak masa .. Bir yanında bir kavanoz (ingiliztuzu), bir yanında bir kutu (toz sulfato)... Öniin de bir kova su ve birkaç boş bardak ve fincan... Çadır kapısının sağında oturan ve uykuya kanmadığı gözlerinden belli olan doktor, sırası gelen neferlere: Neyin var? sualini sorduktan ?onra «dilini çıkar» emrini veriyor ve nabzını da yoklıyarak başını cadıra doğru çeviriyor... Mutad bir sesle: Sen kant (50) santigram sulfat dö kinin; yahud; Karant (40) gram sulfal dö sud... diye bağınyordu. Doktorun muayene ettiği nefrlerden bazıları «hastaneye grtmek» istiyorlar... Kısa bir münakaşa oluyor, doktor hiddetleniyor ve: Haydi sahtekâr... Şimdi kafanı kirarım... diyor. Eczacı, doktorun verdigi kumandaya göre, ölçekle kinin veya ingiliztuzu eritmekte ve sıra ile gelen askerlere bu acı yahud kekre suyun birini içirmekte nek usta idi. Bu suyu içmemek için yere oğürenler de vardı. Bunlann bazılanna sıhhiye neferi de gözyumuyordu. Benim sıram yaklaştığı hengimda, yüzbaşi rütbesinde bir doktor koşa koşa geldi... Ne tavırdı, ne telâştı... görseniz? Nefes nefese; sual jorulnıasın. tekletneden: ,Bir felâket.,. Felâket azizîm felâ ket... dedi. Acaba bu felâket ne idi.. Zabitlerden biri sekteikalbden mi ölmüştü?. Bizim doktor, benim kadar bile telâş etmeksizin: Ne o?.. Hayrola... Ne felâtetiî.. diye sordu. Ne olacak?.. Siz'ın taburun r.akl;yelerinde dizanteri var.. Amma nasıl?.. Altı vak'a tespit ettim. Yoldaki bağlardan çok üzüm yolmuş, yemiş ve üstüne de su içmişlerdir... Pisboğaz herifler... Hayır, hayır.. öyle değil... Ben, maddeigaitalarını muayene ettim... Ü üm kabuğu, üzüm çekirdeği filân yok: heriflerin barsaklan kopuyor... Gece başlamış... Halsiz düşmüşler... Bu sözleri işiten bizim doktor, kulag'nı kaşıdı; biraz düşündü; yüzünü buıuş turdu: Hakikaten felâket... Hareketin başında dizanteri?.. Hay Allah versin!.. dedi. Nevyork sergisinde kurulacak olan TUrk paviyonunun umumî manzarası 1939 senesi nisanı sonunda Nev durdu ve sözlerine şoyle devam etti: york'ta açılacak olan beynelmilel sergiye « 1932 senesi yazında Şikago serbütün dünya hararetle hazırlanıyor. gisine iştirake karar verilmişti. Hükumete 20 nci medeniyet asrının göklere yükse mensub bulunduğum grupla müracaal lişini temsil edecek büyük ehram ve ya ederek oradaki hükumet paviyonunu ve rınki dünyayı canlandıran kürenin etra Türk çarşısını inşa etmeği .teklif ettik ve fında toplanmak üzcre ihtiyar kürenin imtiyazını aldık, Sergiye hajaretle hazırdört bucağından Nevyork'a bir akın var. lanıyorduk. Fakat neye inkâr edelim ki, Daima yeniliklerin öncüsü olan büyük hazırlıklanmız bugünkünden çok daha müstehhk Amerikada en azdan 60 mil hararetli ve hızlı idi. Şimdi bu kadar yon insanm gözleri önünde medeniyet geç kalmış olduğumuzu görüyorum da teki yükselişini, sanayideki terakkisini, Nevyork sergisinde dünyanm önüne naticaretteki behresini, mallarının zenginli sıl çıkabileceğimize hayret ediyorum. gini, kültürdeki olgunluğunu, tarihteki 1932 senesi birincikânununda bizim eskiliğini, güzel san'atlardaki zenginliği sergide teşhir edeceğimiz eşya tamamile ni velhasıl bütün varlığını belki dc oldu Şikagoya vâsıl olmuş bulunuyordu. Türk ğundan fazla göstermek için her mem sitesinin vaziveti tamamile gözümün ö leket çırpınıyor. nünde... Bir köşede dış tarafı Şam işi oyNevyork sergisi hazırlıklan memleke malı tahtalarla süslenmiş devlet paviyotimizde de ayni hararetle başlamıştır. O nu, onun beri tarafında Türk çarşısı bukadar ki birkaç saat içinde her noktasını lunuyordu. tetkık ederek mutabık kaldığımız bir an(Hükumet dairesi) ismini verdiğimiz laşmayı imzalayıvermemiz sürate âşık A binada fazla birşey yoktu. Esasen nemiz merikalıları dahi hayrette bırakmıştır. vardı ki? Tersaneden getirilmiş bir torFakat sonradan her nedense ayni süratîe pil, Hereke kumaşları ve birkaç parça yürünmemiş, şimdi de gerek sergideki sair eşya... îşte hepsi bu kadar... Türk sitesi komiseri, gerekse murakabe Türk çarşısı, Kapalıçarşının eşi idi. heyeti reisi istifa etmiştır. 60 dükkân vardı. Bu dükkânlar buradan Geçen asrın sonlannda, 1892 yılında Şikago'ya kadar giden esnafa kiralan dünya gene böyle büyük bir beynelmilel mıstı. Bilhassa o sırada revacda olan şark sergiye hazırlanıyordu. 1893 yılı nisanın işi işlemeler, ekseri dükkânlarm satış meda Şıkago'da açılacak beynelmilel sergiye taı idi. Bir dükkânda halı satıldığım haiştirak için milletler müsabakaya ginşmiş tırlıyorum. Kudüsün tesbihleri, çini işleri bulunuyorlardı. O derecede ki, o esnada de vardı. Çarşının sonunda bir Türk Abdülhamidin en şiddetli istibdad idare kahvehanesi ve bir de Türk lokantası busi altında bulunan Osmanlı împaratorlu lunuyordu. Ne dersiniz? Bugün de Nevğu dahi bu sergiye bigâne kalamamış ve york sergisinde ayni şeyleri yapıyoruz. ister istemez Şikago sergisine iştirak haSergi açıldı. Biz vaziyetten emindık. zırlıklarına girişmişti. O zaman geniş bir Fakat günler geçtikçe gördük ki, bizim kadro ile iştirak ettiğiıniz on dokuzuncu kısma kimselerin uğradığı yok. Türk loasrın bu en büyük hâdisesini görenlerden kantasının müşterileri bizlerdik. Kahvcaramızda bugün maalesef bir tek şahıs mizde ise sinekler uçuşuyordu. yaşıyor: O zaman Türk sitesinin imtiyaSergide Türk kısmı komiseri Hakkı zını almış olan Sadullah. (Bey) (sonradan Sadrıazam olan HakSehrimizde Amerikaya antika eşya satışile messçul bulunan \e kendi ismine izafe edılen müessesenin sahibi bulunan Sadullahla Nevyork sergisi islerinin şu vaziyete grdiSi zamanda görüşmek, çok favdalı olacaktı. Kendisile görüşen bir arkadaşımız, intıbalarını ve konuşmalarını nakledıyor: Zengin kolleksiyonları ihtiva eden müessesesinde birkaç Amerikalı ile konuş makta ve onlara kolleksivonlarını göstermekte bulunan Sadullah Şikago sergisi ismini duyunca gülümsedi: « Çok eski bir hıkâye, dedi, aradan yarım asra yakın bir zaman geçti. Fakat o zamanki hâdiseler bugünküne nekadar benziyor.» Sonra hatıralarını toplamak için biraz kı Paşa) ve Fahri (Bey) (bilâhare P03ta Umum Müdürü olan zat) ellerini ueusturup duruyorlardı. Bizimle ayni vaziyette bulunan bir de Iran sitesi vardı. Fakat bir ay bu vaziyete tahammül eden İranlılar, ikinci ay çaresini buldular. Bir Cezayirli dilber bularak ona göbek attırmağa başladılar. O zamana kadar böyle birşey görmiyen ve orijinaliteye bayılan Amerikalılar Iran kahvesine hücum ediyorlardı. Sergide !ehimizde değil, aleyhimizde propaganda yapıyorduk. Buradan aramıza katılan muzır eşhas da Türkiük aleyhine hiçbir şeyi ihmal etmiyorlardı. 1893 Şikago sergisi bizim için bir hezimet olmuştu. 1939 Nevyork sergisinde tekrar bu ha talara düşmekten çekinsek...» N. 86 yaşında bir adam yanarak öîdü Uludağda kış sporları başladı J Uludağda iki bin metre irtifadaki Kayakevi önünde sporcular Bursa (Hususî) Uludağda kış spor lamıya çalışmıştır. Genclenn şükranla lan yapılmıya başlıyah beş yıl oluyor. karşıladıklan bu tesisat da gösteriyor Garbî Anadolu için en müsaid bir ka ki, devlet, gencliğin sağlığı ve yurd müyakçılık merkezi olan bu dağda hüku dafaası bakımından ehemmiyetli olan met, cidden büyük fedakârlıklarla pek bu sporun azamî surette umumileşmeçok tesisat vücude getirmiş ve sporcu sini istemektedir. genchğin her türlü ihtiyaclannı karşı Yalmz, oraya büyük kütleleri ve her Bursa (Hususî) Gürsu nahiyesine bağlı Baralcıfakih köyünde 86 yaşında bir ihtiyar ateşte yanarak feci bir şekilda ölmüftür. Hâdise şöyle olmuştur: Ali ismındeki bu kimsesiz ihtiyar, soğuk bir havada ocağının başında ısınırken, ocaktan bir kıvılcımın üstüne sıçradığını görme mıştır. Görse de zaten onu söndürecek mecal ve takati olmadığından, kıvılcımın ateşi yavaş yavaş büyümüş ve her tarafını sarmış, bu ateşin bütün vücudünü kaplaması üzerine ıstırablar içinde kıvranarak feci bir surette yanıp ölmüştür. Müddei Bursada imar işleri umumilıkçe yapılan tahkikatta faciada Bursa (Hususî) Çekirge Bursa bir kasd görülmemiş, ıhtiyarhk ve mecalana yolunun genişletilmesi isi faaliyetsizlik yüzünden zavallı 86 lık Alinin ölle devam etmektedir. Beledivemiz bu düğü anlaşılmıştır. yolu önümüzdeki ilkbaharda tamamen Nişantaşı Işık lisesinde genişletmis ve veni kısma parke döşetNışantaşı Işık lisesinin elli dördüncü miş olacaktır. Cadde üzerindeki istim yıldönümü münasebetile okulda kutlu lâk muamelelerinin neticelendirilme lama töreni yapılmıştır. Bu feyizli yuvada okulun yetiştirdıği büyük şahsi sine çalışılmaktadır. Burada bir iki vetler anılmıştır. Atatürkün yüksek na evle. kısmen istimlâk edilecek olan Mamı ve ölümünden duyulan acı derin bir sevı havrası işmden ba<;ka pürüz kal sükut içinde üç dakika ayakta kalınarak mamıştır Beledive. davet etti^i mal yâdedilmistir. Dırektör Eşref Binzet. sahiblerile yeniden bir konuşma yap eski tstanbul Valisi Sülevman Sam1. mış ve muameleleri geciken bu bina Dr. Nami ve lalebeden Ahmed Haluk tarafından söylevler verilmiştir. Temiz lara aid sebebleri ızale için tedbirler bir samimıyet havası içinde yemekler almıştır. Musevi cemaatine aid olan yenilmiştır. Bu yıl Atatürkün acı zıya havranın bugünlerde hemen yıkılmasıından dolavı müsamere verilmemistir. na başlanacak, diğer binalar da ayni şekilde yıkılarak caddenin bugünkü çiryaşta insanları kışın kolayca çıkarıp inkin manzarası ortadan kaldırılacaktır direcek seri ve emin bir vasıtanın ol mamasından başak bir noksan kalma Bu caddenin müstakbel şekli daha evmıştır. vel bir plânla tayin edilmiş olduğundan Şimdi Uludağdaki bütün tesisat Bur son kalan binalar da yıkıldıktan sonra sa Dağ kulübü emrine verilerek kulübderhal parke işine başlanacaktır, ce işletilmektedir. Bunlar, 1950 metre Beledivemiz, caddenin stadyoma yadeki büyük otel, 2000 metredeki kayakçılar evi, 1700 metredeki Kirazlı yayla kın kısmındaki köprüyü de Altıparmak dağ evi, 1400 metredeki Karabelen im ylunun yeni vaziyetine göre büyük ve dad evi, 2100 metredeki Otel gözü sığı geniş bir şekilde yaptıracaktır. Beledinağı, 2560 metrede (zirvedeki) sığınak ye reisi Neşet Kiper ve encümen azatan ibarettir. Otellerin vesaiti bu sene ları bu yolda son tetkiklerini yapmış büsbütün yenileştirilmiş ve fazla sporcu banndırabilmeleri için tertibat alın lardır. Bu suretle Bursanın en mühim ve en mıştır. Sığınaklar da yatılabilecek bîr işlek caddesi de tamamen açılmış ve hale ifrağ olunmuştur. güzelleştırilmiş olacaktır. İsmet înönü, ince sorgusile asıl böyle*] İlk yazılar 5, 6, 7, 8 10, 12 tarihli nus lerini kasdediyor olmalıdır: halarımızda çıkmıştır. Hele, söyle bakalım, içki içiyor Bursa Sanayi Birliğinin Ma musun?.. Dünyanm en şefkatli babası dahi kökü bu kadar derine gidebilecek bir suali, Bursa (Hususî) Bursa Sanayi Bir oğluna, bu kadar yumuşak bir sesle soraliği Maliye Vekâletine bir müracaatte maz. bulunmuş ve yeni kanunla muamele Yaprakh köyünden Dikmecioğlu Hüvergisinden istisna edilen müesseseler seyin eğer içki içen bir adam olup da sekhakkmda bir tadlât yapılmasını rica sen kuruş gündeliğinin otuzunu içki için etmişti. Vekâlet. Sanayi Birliğimize telödediğini söyleseydi, înönünün kimbilir srrafla cevab vermiş ve meselevi esasından tetkike basladıgmı. bu cihetin de ne hakh bir itabına uğrıyacaktı. Ve o zaman, hayatını, yanaşmalık, amelelıkle nazarı dikkate ahnacaeını bldirmiştir geçiren Dikmecioğlu o fakir bütçesinden Müracaat şu idi: Kuvvei muharrikesi olmıyan ve 10 ameleve kadar işçi ça zehirleyici ispirtoya para ayırmasmı. acalıstıran İDek imalâthanelerinin vergi ba hangi mazeretle tevil edebilecrkti?.. Hen ist'sna edilmelpri üzerine bazı mah Faziletin kusursuz örneği ve temiz aile zurlann do&ması melhiT'dur. Meselâ. babasının ta kendisi olan îsmet înönünün, büvük fabrikalar faalivçt «ekillerini bu sorduğu sual, tekrar edeyim, yalnız ona kanunun tarifah dairesinde kücük kü değil; hepimizedir: ^ük grur>lara avırmak suretile kendi Hele, sÖyle bakalım, içki içiyor lerini mnamele vergis'nden istisna etmusun?.. tirmeve kalkıstıklan takdirde bundan Evet.. söyliyelim, bakalım. îçki içiyor hem hükumet mutazamr olacak. hem de fabrikaların eenis mikvasta ve kuv muyuz ve ondan daha mühimmi, içki içvei muharrike ile calısmalarına imkân mesini biliyor muyuz? kalmıvacaktır. Diger taraftan bu kas n nunla. ik:şer ücer mancınık calıstırarak muamele vergisinden kurtulan mües seseler, diğer fabrikalardan daha ucuOturay altında parçalanan za mal edecekleri ipeği. pivasaya o suçocuk retle sevkedeceklerinden pivasada iki Niğde (Hususî) Burada bir çocufiat üzerme ipek ve ipekli kumaş tipi hasıl olacaktır. Halbuki maksad bu de ğun ölümile neticelenen bir kaza olmuşğil, bilâkis memlekette bir tek ipek ve tur. Yeni tesis edilen Aktaş göçmen kö • kumaş piyasasının hâkim olmasıdır yünün çocuklarından bir kısmı demiryolu tşte bunun içindir ki, Maliye Vekâleti üzerinde oynarlarken bunlardan üç yaSana.yi Birliğimizin bu müracaatini tet şındaki bir çocuk Ulukışla Kayseri otu kike başlamış bulunmaktadır. rayı altında kalarak parçalanmıştır. liye Vekâletine yaptığı müracaat