12 Evlul 1938 CUMHURİYET Bir ingiıiz pilotu diyor k i : 35 Sahib olduğumuz büyük imkân riyazî ve ilmî görüşü hızla tekâmül ettirmek safhasındayız. Fakat ilâhî ve mistik görüs insan ka fasını nasıl kör bir imana sürüklüyorsa, bugün Avrupada olduğu gibi ilmî görüsün ifratı da netice olarak onun ayni bir akideciliğe götürüyor. İlmî sistem kafası da dinî iman kafası gıbı mefhumcu ve kapahdır. Zamanımız ideolojilerı arabinda Marksizm gibi içtimaî ve milli zaruretlerden fazla zihnî spekülâsyonlardan doğmuş olanlar böyle kapalı sistemlerdır. Ortaçağ dogrmatizminden farksız oluş ları, idealist görüşe materyalist gorüşü karşı koymak gibi mahc^ud bir münakaşa ihtiyacından doğma bir sistemin dar kadrosu içine kapanıp kaîmalanndandır. Gelecek bahiste işaret edeceğim gibi, Avrupa kafasmın tereddisine benziyen bu dar sistemcilik safhasına girmemiş oldu ğumuz için, Türk inkılâbmın ideolcjisi Umumî bakımdan rönesans kültürü, böyle bir mefhumculuktan değil, yüzde ıkıkati yakalamak için sezış ve farazi yüz millî zaruretlerden doğmuştur. •den ziyade, müşahede, tecrübe ve akıl Türk düşüncesinin tekâmülünde Av etodunu kullanmaya, yani mistik görupanın ilmî görüşünü böyle bir do^maşten ilmî görüşe doğru tekâmüldür. Eftun'dan ve Heraklit'denberi insan ha tizme kadar vardırmamak için, bir yan kati anlamak için biri sezişten, biri de dan riyazileşirken ve endüstrileşirken, bir iildan ibaret iki vasıta arasında tered yandan da bize bir tarih ve iklim nimeti id etmiştir. Bunlardan biri mistisizme, olan şarklıya has kuvvetli seziş hassamıeki ilme götürür. Rönesans ve modern zı iptidaî mistik halinden mes'ud yeni ığ düşüncesi ikincinin tercihinden doğ terkiblere doğru tekâmül ettirmeliyiz. Sii. Avrupada nüfus kesafeti arttıkça teleşmeğe ve büyük nüfus topluluğu vülyat mücadelesi şiddetlenmiş ve bu yüz cude getırmeğe mecburuz; fakat Avru ;n çoğalan amelî zaruretler, amelî ze panın böyle devam etmesine imkân olmıiyı fazla inkişaf ettirmiştir. Bunun için yan boğucu kesafetine girmeğe bizi mahedeniyet ilerledikçe aklın tekâmül et kum etmiyecek kadar geniş topraklarmız esine karşı sezisin azaldığı görülüyor. vardır. Avrupa ile Asyanın bitiştiği nokertrand Russel diyor ki: «Artistik ka ta üstünde de bulunduğumuz için, böyle liyetler gibi, zekâ da, medenî adamda harikulâde bir terkibi vücude getirecek rde lâzım olduğundan fazla inkişaf et bütün şartlara dünyanın bütün milletlei'tir; öte yandan, medeniyrt çoğaldığı rinden fazla sahibiz. jbette seziş de azalıyor gibidir. Bu hasbüyüklerden ziyade çocuklarda, bil li adamdan ziyade bilgisiz adamda çoılmıştır. Belki de köpeklerde insanda ılunabilenden çok fazlası vardır.» Ve iyük îngiliz mütefekkiri, Bergson gibi •kâya karşı sezişı müdafaa edenleri halatarak ilâve ediyor: «Bu vakıalann ziş lehine bir delil teskil ettiğini iddia lenler ormanlarda vahşiler gibi yasa ava ve vücudlerini boyayarak böğürtnle beslenmeğe başjamahdırlar.» (1) Tek bir beşerî enerjinin derece derece zahüründen başka birşey olmıyan seziş • akıl arasında tahlilî bir düşüncenin ilduğu fark, hakikatte o kadar fazla :ğildir. Medenî adamda her iki hassa, •ni terkiblere doğru tekâmül eder ve 3es!e zekâdan mürekkeb bir intikal ve ııhakeme cabukluğuna yükselir. Fakat şark haddinden fazla tenha olığu gibi, nüfus kesafeti de Avrupayı ıddinden fazla kalabalık bir hale sokuştur. Bu sıkuıkhk Avrupa kafasını mgesiion = ihtikan halinde bulunduru)r. Amelî zaruretler o derece artmrstır Avrupada amelî zekânın seziş aleyhi• gayritabü inkisafından şikâyet edenri haklı bulmak mümkündür. Bergsozm böyle bir reaksiyonun neticesi ol ığu gibi, bugün Avrupada makine me;niyeti aleyhine doğan fikirler ve te avüller de böyle bir sıkıntı ifade eder. Bizim vaziyetimiz tamamile aksinedir. enhayız. Yeni endüstrileşiyoruz. Mistik • iptidaî dünya görüşümüzü yeni terkeyoruz. Avrupa kendisinde kıt olan misc cevheri telâfiye muhtac olabilir. Bum için gecen asırdanberi orada şarka d herşeye karşı hususî bir temavül başi'termistir. Bİ7<=e kendimizde kıt olan Suares: «Asya dişi, Avrupa erkektir; bir dünya yapabilmek için ikisi de lâzımdır.» dıyor. Evvelce şark garb mesclesine aid bir etüdüme bu sözü aldıktan sonra şunları ilâve etmiştim: «Mesafe içinde üstüne ayağımızı bastığımız her nokta bize kaderimizi işaret eder: Bu lunduğumuz yerin tabiat lugatindeki manasını arayahm. Tabiatte her büyük şeklin büyük bir manası vardır. Türklerin Asya ortasından Avrupa orta^ına yürümüş bir millet olmalarının tarihî ve coğrafî manası birbirine sıkı sıkıya bağlıdır. Yeni Türk san'atı ve felsefesi cihansü mul kıymetini bu mananın içinde bula caktır. Ve eğer, A. Suares, Asyayı dişi ve Avrupayı erkek farzeden tasavvurile bir hakikat ifade ediyorsa, biz de, avni cinsten bir hayalle, iki kıt'aya da zifaf döşeği olarak, ikisinin de birleştiği yeri, en hâkim ve en güzel bitişme ve buluşma noktası olan Türkiyeyi gösterebiliriz; yıllardır baygınlıklar geçiren harb sonrası dünyasının aradığı büyük terkibi kendimizde bulabiliriz. Türkiye ve Istanbul boğazları yalnız askerî harblerin değil, kültür mücadelelerinin de sevkulceyş noktası ve transit merkezi haline gelebi lir.» Türkiyenin modern çağ Avrupası gibi /azileşmesi ve siteleşmesi, dört beş asır ri dönerek rönesansı yasamaya başlaası demek değildir. Tarihte milletlerin edikleri noktadan hareket etmekte ve asyon aralan kadar muayyen merhaieri diledikleri gibi aşmakta muhtar olıklan sabit bir tekâmül yolu yoktur. ugün rönesanstan bilet alıp tekrar Yirinci asra gelemeyiz. Türk inkılâbının tşlangıcındanberi Avrupa medeniyetı yalnız tekniğile değil, bütün düşünme etodu ve yaşama tarzile birlikte kabulnişimiz, rönesansın modern çağ içindeki itün neticelerini idrak ve ona süratle in^ak hamlesinden başka birşey değildir. u idraki ve bu intıbakı çabuklaştıracak • kolaylaştıracak düşünme ve yaşama ensiplerini ararken riyazileşmeyi ve sileşmeyi buluyoruz. ((Türkler, daima âlicenabdır» «Taymis» de çıkan şayani dikkat bir yazı 31 ağustos Tarihli Taymis gazetesinde John Grierson imzasile aşağıdaki mektub neşredılmiştir: «Tatil münasebetile ahiren Istanbula tayyare ile yaptığım seferde sekiz senedenberı 40 memleketi gezdiğim halde hiçbır yerde tesadüf etmedığım lutufkârlık ve nezaketi Türkıyede gördüm. Ya kın zamana kadar hususî hava seyahatleri hakkında Türkiyede o kadar çok kayıd ve formalite vardı ki birçok pilot lar bu memlekete girmeğe bile cesaret edemiyorlardı. Şimdı ise bazı tahdidler hâlâ mevcud olmakla beraber ecnebılere o kadar misafirperverane muamele gösteriliyor ki bunlar tesadüf ettikleri ufaktefek müşkülâtı pek çabuk unutuyorlar. Yeşilköye geldığim zaman tayyare işlemiyordu. Dahilî ibtirak cihazları bozulmustu. Bunların tam yedeklerini satın almak mümkün olup olmadığını sordum. Çünkü Bulgarisfanda bulamamıştım. Yeşilköy hava limanı kumandan muavini icabına bakacağını söyledi. Çok geçmeden Türk Millî Havayolları kumpanvasınin makine memuru sekiz yeni cihazla geldi ki bunların kıymeti İngilterede birçok sterlin tutar. Cihazları tayyareme yerleştirdi. Bunların bedelini tesviye edecek kadar üzerimde kâfi Türk parası bulunduğunu zannetmediğimden tayyareme yerleştirilen cihazlann bedelini sordum. Hava hattı memurları «para istemez» dediler. Hava limanı kumandanı da yapılan muamelenin istisnaî olmayıp Türkiyeyi ziyaret eden her ecnebi pilotla her suretle yardım edildiğini ve bundan sonra geleceklere de ayni yardımm esirgenmiyeceğini söyledi. Yeşilköy gibi bir hava limanma inmek hakikaten zevkli birşeydir. Çünkü ku mandanından en genc makinistinc kadar herkes bütün varlığile yardım ediyor. «Türkler daima âlicenabdır.» Onlar, bu an'aneyi hâlâ kıskanarak muhafaza ediyorlar.» c Pazartesi Musahabeleri KÖŞE Herkes hoca olur mu? Yazan: SELtM SIRRI TARCAN mış olan gencın, gozlerıne ılisen kusur larını sayıp dökerler, sonra o kendisini müdafaa eder ve nıhavet Ihsan Bey kürsüve cıkar, o gencin ders verirken yapmış oldusu hataları birer, birer teşrıh eder ve ne yolda hareket edılmesi lâzım geldiğini söyler. Nazır bu işi de pek lüzumlu görmedi ve bana: Ben onu bunu bilmem, eskiden Dariilmualliminde bövle tatbikatı dersiye fılân yoktu. Oradan çıkan hocalar da cocukları pekâlâ okutup yazdınyorlardı! Ben kanaatimi değistirmiyorum, muallimlik dadıhaktır. Vesselâm! dedi. Ben de nazır beyefendıyi ikna edemıyeceğımi anlıyarak sustum ve huzurun dan çekıldim. O devirde çok bilgili ve fazilet sahibi olan bu nazır Avrupadaki yeni terbiye cereyanlarına vâkıf olmadığı için cocukları okutup yazdırmak husu sunda böyle ince eleyip sık do kumanın lüzumsuzluğuna kani ol muş. Nazır bir dereceye kadar haklıdır. Mükemmel hatib, mükemmel artist, mükemmel şair ve mükemmel hoca olmak icin doğuş kabiliyetinin rolünü kimse inkâr edemez. Yalnız talim ve terbiye sayesinde her heveskâr emek sarfederek, meslekî bügilerini ilerleterek güzel konuşmasını, sözlerini bir insicam tahtında söylemesini, resim yapmasını, bir saz çalmasını, nihayet çocuk terbiye etmesini öğrenir. Bakınız çocuk okutmasını demedim. Çocuk terbiye etmesini dedim. Çünkü talim ve terbiye birbirini tamamlıyan iki unsurdur. Maksad yalnız okutup yaz dırmaktan ibaret değildir. Ayni zamanda çocuklara hür bir terbiye vermek ve onlan tedricen hayata hazırlamaktır. Bu ise bir terbiye işidir. Çocuğu okur yazar, güleryüzlü, neşeli, becerikli, atılgan, çalışkan, nizam sever, açık kalbli, özü sözü doğru bir insan yapacak olan muallimin birçok me ziyetleri elde etmiş olması şarttır. Talebenin ileride muallimine benziyeceği aşi kârdır. Yoksa «ne olursa olsun biraz okutup yazdırsın!» demek ve bu kadarla kanaat etmek istikbal nesilleri için çok hatalı ve tehlikeli bir yoldur. Çumhuriyet rejiminin taleb ettiği va sıfları haiz insanlar ilk hürriyet terbiyesini gene ilkmekteb hocasından alacaktır. Sert, haşin, müstebid ellerde iradesine sahib, müteşebbis, başarıcı, enerjik, azim ve ümidle dolu insanlann yetişmesine imkân ve ihtimal yoktur. Çumhuriyet prensiplerini kavramış, mesleğinin inceliklerini öğrenmiş, gaye sini tayin etmis, tatbikat dersleri görmüş, usulü tedrise vâkıf hür fikirli, hür vicdanlı, hür irfanh kimselerdir ki, fayda ile zevki, sevgi ile saygıyı bağdaştırmayı bilirler. PENCERES1NDEN Doğru işe ceza! Bir tarihte İstanbulda (Darülmualüminı Ahye) de müdür bulunuyordum Zamanın Maarıf Nazırı beni çağırttı ve mektebimdeki dersler ve muallımler hakkında bazı izahat istedi. Sıra pedagojı muallimine geldi. Nazır sordu: Kuzum efendim bu pedagoji de ne oluyor? Bizim gencliğimizde böyle bir ders yoktu. Dilimin döndüğü, aklımın erdiği ka dar anlatmak istedim, bunun adeta bir nevi talim ve terbiye tekniği olduğunu, talebeye usul tahtında nasıl ders verileceğini öğrettiğini, tedris mesleğinin na zariyatı olduğunu söyledım ve bu dersı İsviçrede tahsil görmüş olan Ibra'nim Alâeddin namında çok değerli bir jçencin okutmakta olduğunu ilâve ettim. Nazır güldü, başını iki tarafa salladı ve bana: Molla! dedi, ben öyle pedagoji, demagoji bilmem, muallimlik allah vergisidir. Bir istidad ve kabiliyet meselesidr. Biz vaktile böyle bir ders görmedik, fakat sınıfa girdiğim zaman talebelerim beni nefes almadan dinler, hepsi ağzımm içine bakardı. Pek doğru buyuruyorsunuz efen dim! Fakat sizin gibi herkes hoca doğ maz, bazılarında bu cazibe, bu sevimlilik, bu telkin hassası o kadar kuvvetli değildir, onun için bir muallımin derslerini ne şekilde vermesi lâzım geldığin, kolaydan güce, malumdan meçhule, basitten mürekkebe ne suretle geçeceğini, gözle rin, kulakların, dikkatin, hafızanın ne tarzda terbiye edıleceğini, muallimin haiz olması iktıza eden vasıfları, daha birçok meslek bilgilerini hep pedagoji den öğrenir. Zatı devletiniz pekâlâ bilirsiniz ki ilim bir demir leblebi gibi sunulursa onun hazmı batî olur. Muallim çok sert olursa talebe yılar, çok yumusak olursa şımarır. Onlara şımartmıyacak mahiyette güleryüz göstermek, korkutmıvacak surette ciddî tavır almak, bazan bir baba sevgisi göstermek, bazan onlarla arkadaş olmak, zevkle faydayı, sevgi ile saygıyı telif etmek yollarını bep peda goji öğretir. Nihayet pedagoji muallimin kadife eldivenli bir demir el olduğunu ve bu vasfın ancak usulü tedrise vâkıf kimselerde bulunacağını izah eder. itablarda okuyorduk: Birmci Abdülhamid, saltanatının son yıllarmda Ruslaria muharebeye girişmişti. Ordu bozuk, idare bozuktu. Hazıne tamtakırdı. Bıitün vilâyetler anarşi içındeydi. Bu sebeble harb, Osmanlıların aleyhınde cereyan etti. Birçok bozgunluklar vukua geldi. Fakat saray ricali, felce pek müstaid mızac taşıdığından dolayı hakikati padişahtan saklıyorlardı, ordu vaziyetini daima müsaid gösterıyorlardı. Bu sırada Ozi bozgunluğu yüz gösterdi, Yeniçeriler Rusîarm önünden kepazeçe kaçtı. Saraylılar padisahm tahta çıkmazdan önce doğup da an'ane mucibince hanedan cetveline adı lokulmamış olan pek sevgili bir kızının kocası Tersane Emini Nazif tarafından ileri sürülen mülâhazalara uyarakbu hezimeti de efendilerinden saklamışlardı. Lâkin Abdülhamid, kılık değiştirerek ötedeberide dolaşırken hakikati öğ* rendi, son derece müteessir oldu, hatta inmeye uğradı, saraya güçlükle dönüp yatağa düştü. Hayatından ümidi kalmamıştı. Son hezimeti kendinden sakhyanları tepelemek istıyordu. Buna sıhhî durumu müsaid olmadığından veliahdini çağırdı: Ben, dedi, ölüyorum. Tahta çıkar cıkmaz Ozi felâketini benden saklıyanları bulup öldüreceksin. Bu vasiyetimi yerine getirmezsen mahşerde on parmağım yakandadır. Bir iki gün sonra Veliahd, Uçüncü Selim adıle tahta çıktı ve ilk iş olmak üzere amcasının vasiyetini infaz etmeğe girişti. Kısa bir inceleme, büyük bir suç sayılan şu işten Tersane Emininin mes'ul olduğunu açığa çıkardığından Üçüncü Selim, bir gün ters^neye gitti, Nazif Efendiyi getirtti: Özi işini, dedi, amcamdan neye sakladm? Mücrim, şu cevabı verdi: Üzülüp de inmeye uğramasın diye sakladık. Bunda nekadar isabet ettiğimizi hâdiseler isbat etti. Çünkü amcanız vakıayı duyar duymaz felce uğradı, öldü. Sultan Selim, uzun bir mülâhazadan sonra başmı kaldırdı: Haklısm ama, dedi, amcamm vasiyeti ihmal edilemez. Ve emir verdi, Tersane Eminini kendi gözü önünde kestirdi!.. Dün de şöyle bir macera duydum: Şarktaki vilâyet merkezlerimizden birinde belediye reisliğine getirilen zat münevver bir genc olduğu için şehrin harsî eksikliklerile de meşgul olmak ister. Beediye emlâkinden bir dükkânı kütübhane yapılmak üzere Halk Partisi emrine tahsis eder. Güzel bir hareket, değil mi?.. Fakat genc reisi alkışlamakta acele etmiyelim. Çünkü bize ve belki herkese guzel görünen bu hareket, kanun bakımından bir suç imiş. Mülkiye müfettişi, dükkânm kütübhane yapılmasından biraz sonra, şehre geliyor. Belediye işlerini tetkik ederken keyfiyeti defterlerdeki kayıddan öğreniyor, kıyametler kopararak belediye emlâkinden bir dükkânm kirasız nasıl kütübhane yapıldığını soruyor, ortaya «vazifeyi suiistimal» meselesi çıkarmaya kalkışıyof ve galiba takdir olunan kira bedelini reise ödetiyor. Bu vakıayı bana nakleden zata sordum: Peki; o genc reis, şehre bir kitabhane açmanın halka bir güneş daha kazandırmak kadar hayırlı bir iş olduğunu söyleyip de kendini müdafaa etmedi mi? Şu cevabı aldım: Söyledi, pek samimî ve mantıkî müdafaalar yaptı. Müfettiş de ona hak f erdi, işin hayırlı olduğunu kabul etti. Lâkin belediye nizamnamelerinin böyle faydalı işlere ve teşebbüslere müsaid olmadı|ını söyliyerek kitabhane işini suya cüşürdü!... Dilim ve yüreğim yana yana «ne düşünüş, ne düşünüş» diyorum. Nasıl demiyeyim ki kitabhane kapamak, bir şehri ısıksız bırakmak ve kitabhane açtırmak istiyenleri cezalandırmak da doğru ışı uç saytnak demektir!.. K 4 Elbiselerini çaldırdığı için şehir sokaklarında yan çıplak dolaşan bir genc Nazır beni dinledi, dinledi, sonra bütün söylediklerimin hiçbir kıymeti olmadığına hükmetmiş gibi manalı ve müs tehzi bir bakışla: Pekâlâ! Geç! Dedi ve dudak büktü. Sonra gözü programda (tatbikatı dersiye) ye ilişti. Bu da ne oluyor? dedi. Efendim bu dersi îhsan Bey bendeniz okutur. Malumu devletiniz mual limliğin bir çıraklık ve tecrübe devri vardır. Son sınıf talebemize Darülmuallimine mülhak bir mektebde sınıf muallimlerinin ve usulü tedris hocasının nezareti Talim ve terbiye madalyanm iki yüaltında ve kendi arkadaşîarının huzurun züdür. Bunlar ikiz doğmuş kardeştir. da ders verdiririz. Sonra muallim nam Birbirinden ayrılmalarına imkân yoktur. zedleri bir dersanede toplanır, dersi verSELtM SIRRI TARCAN PEYAMt SAFA Bozüyük Halkevinin verdigi temsil Fotoğraf muhabirimizin tesadüfen aldığı yukarıki resim garib bir maceranır bir sahnesidir. Resimde polis memurunun yanında gördüğünüz Covanin is mindeki genc, Beşiktaşta denize girer ken elbiselerini çaldırmış ve sadecc mayosile evine dönmek mecburiyetinde kalmıştır. Bu sırada şehir sokaklann da acavib bir kıyafetle dolaştığmdan dolayı bir polis memuru tarafmdan yakalanmış ve Beşıktaştan Dolmabahçeyc kadar böylece götürülmüştür. Biçare genc, başına gelenleri tavsif ettıkten sonra, evinden polis karakoluna getirtilen elbiseleri giymiş ve serbest kalabılmiştir. J Esrarkeş hırsız Bursa (Hususî) Cambazlar köyünden Ismailin evine bir esrarkeş hırsız girmiş, Mehmed oğlu Osman admdaki bu hırsız evin bahçesinde esrar içtik ten sonra üst kattaki odalardan b rine çıkarak ev halkınm yatmasım bekle miştir. Fakat burada uykusu gelen Osman sızıp kalmış, odaya yatmaya giren İsmailin oğlu kendisini yakalamıştır. Aslıye cezada görülen muhakemesi so(1) Le mystıcısme et la logique Sahife nunda esrarkeş hırsız altı ay hapse mahkum edilmiştir. 28. Fedakâr bir Amerikan deniz zabiti I Şemsipaşadaki medrese tamir ediliyor Üsküdarda Şemsipaşa arsasındaki Mimar Sinan tarafından inşa edilmis olan tarihî medresenin Evkaf tarafından tamirine başlanmıştır. Bozüyük (Hususî) Şehrimizin kurtuluş bayramı münasebetile Halkevi temsil şubesı iki gece üstüste Devrim Yolcuları isimli piyesi muvaffakiyetle oynadı. Gönderdiğim resim, piyeste rol alan gencleri toplu bir halde göstermektedir. f Sinaya'daki otomobil yarışları J M. TURHAN TAN Merinos fabrikasînda bir «ahtekârlık îstanbullu üçüzler! Polonez köyünde bir kadm üç çocuk doğurdu Amerika Amerika donanmasma mensub Panay topçekerinin, bir kaç v evvel Çm sularında, Japon ta\yareleri tarafmdan bombardıman edile^k batırıldığı hatırlardadır. Birçok zabıt ve neferlerle sivil Amerıkalılarm lnesine ve yaralanmasma sebeb olan bu facia esnasmda fedakâ/ane hizleti görülen denız mülâzimi Artür Ander, Amerikan donanması başkuıandanı Amiral Edvar Kalbfüs tarafından nışanla taltif edilmiştir. Bur9a (Hususî) Merinos fabrikası kantininde bir sahtekârlık yapılmıştır. Fabrikamn meydancı amelelerinden Yaz günlerinde İstanbulluların istirahat Mantıcı mahallesinde oturan Mehmed köşelerinden biri olan sakin Polonez köoğlu Remzi kantinden sahte damga tayü, şimdi bir hâdisenin sevinci içindedir. şıyan fişler sürmek suretile 77 liralık Bu köyün halkından olan Vital'ın eşi Vaöteberi almıştır. Kendisinin pek az bir ücret alan amele olduğu halde Yenice norya Deneiski evvelki gün dünyaya birsigarası icmesi şüphevi celbetmiş ve biri ardı sıra üç çocuk getirmiştir. İkisi kız karnesinde yapılan tetkikat sonunda bu ve biri erkek olan yavrular tamamen sıhsahtekârlık anlaşılarak Remzi meşhud hattedir ve her uzuvları tamamdır. suç zabtile Adliyeye verilmiştir. AsPolonez köyünün kuruluşundanberi ilk liye birmci cezada muhakemesi görü defa vaki olan bu hâdiseyi Polonezliler len Remzinin bu fişler üzerinde nasıl uğur saymakta ve bunun köye fazla mebir sahtekârlık yapabildiğinin bir ehli vukuf tarafmdan tetkiki için muhakeme Romanya Romanya Kralı Majeste İkinci Karol ve Veliahdi Mişel raklı celbedeceğinden de ayrıca memnun • talik olunmuştur. Sinaya'da yapılan otomobil yarışlarmda hazır bulunmuşlardır s olmaktadırlar.