6 Eylul 1938 CUMHURÎYET TURK İNKILÂBINA BAKISLAR 30 iktısadî hareketler îç piyasada fiat nisbetsizliği Haricî ricaretimızin baş maddesi, Türk müstahsilinin en verimli gelir kaynaklarından biri olan üzüme son yıllarda daha büyük bir ehemmiyet verilmiştir. ıeçen sene Tariş kurumu tarafından ılk defa Avrupaya sevkedilen taze üzümleri bizzat elile vapura yükleten, daha ge çenlerde Manisa bağcıları arasında bir gününü geçiren ve üzüm bayramını on arla beraber kutluhyan Başvekilimiz 2elâl Bayar bağcılığa karşı gösterılen alâka ve verilen ehemmiyetin büyüklü günü yakından göstermektedir. Bağcılığile ve nefis üzümlerile meşhur olan Kocaeli mıntakasının üzüm bayra mının kutlulanmasına aid tafsilâtı okumanızdan bir gün evvel, yani pazar gijnü< gazetemizde Mürefte bağcılığma aid bir havadis bilmem gözünüze ilişti mi? Bu havadiste bugün Mürefte bağcılarının 4 5 kuruşa sattığı çavuş üzümlerinden ıline geçen paranın ancak 1 2 kuruş olduğu yazılıyor. Buna da sebeb mas •aflardır. Mürefte bağcılığmı Gelibolu bağ mınakasından sayabiliriz. Umumî Harbden önce bağlarile büyük bir şöhret taşıyan Gelibolu, Çardak ve Mürefte mıntakası, Umumî Harbde hemen bütün bağlannı kaybetmiş, hele Gelibolu yakasında bağarın yeri bile unutulmuştu. Cumhuriyet devrinde halk bağcılığa yeniden başhyaak ihya etti. Bir bağın ne ile yapılabileceğini ve ne ile idame ettirilebileceğini bu ışi bilmiyenlere anlatmak pek gÜ£i*Tr. Fakat onunla uğraşanlar onun bütün yükünü bile bile lâkin büyük bir aşkla çekerler. İstanbulda iyi br üzümün kilosu, 20 25 kuruştan aşağı değilken, Müreftede müstahsilin üzümünü kilosu bir kuruştan satması iç ticarette kâr ve fiat muvazenesi bakımından çok düşündürücüdür. Şimendiferlerimiz ve deniz yollarında navlunların düsüriilmesinden sonra nak Üye işlerinde en mühim amil olan diğer deniz ve kara vasıtalarile de meşgul olmanın sırası gelmiş bulunuyor. Bu ara da îstanbul hâlini ve o hâlde bulunan'an da gözden uzak tutmamak zarureti vardır. Yoksa müstahsilin üstüste iki sene dahi bu vaziyete tahammül edemiyeceği muhakkaktır. F. G. San'ata dair KOŞE Sahte eserler Bunlar okadar çoktur ve bazıları öyle büyük san'atkârlar tarafından yapılmıştır ki taklid olduğu mütehassıslar tarafından bile anlaşılamamıştır Yazan: ZEYNEL AKKOÇ Geçenlerde «Tesadüflerin yardımı» başlığı altında, heykeltraş Dossena'dan bahsetmiş, onun fevkalâde taklid kudreti ve bu sayede eriştiği şöhreti nakletmiş tim. Bu san'atkânn ölümünden az zaman sonra Viyanada Planiscig'in ve Nevyorkta Seligmann'ın birer «sahte eserler» müzesi kurmaları, güzel san'atlar âle minde bu mevzuu yeniden canlandırdığı için okuyucularıma buna dair malumat vermek isterim. Eski eserleri taklid etmek çok eski bir mevzudur. Ve güzel san'atlar tarihinde sık sık tesadüf edilir. Nitekim, eski Romalılar devrinde bile Yunan eserleri taklid edilir ve bu eserler, saraylarda, mabedlerde yer ahrdı. Hatta Mikelanj bile çok genc yaşında iken «Kupido Dormente» isminde eski bir Romen heykelini taklid etmiş ve bu eski eserler mütehas sıslarını bile aldatmıştır. Eserin hakikî bir Romen heykeli olduğu kabul edildi. Bereket versin hâdise bilâhare Mikelânj'a aksetti de büyük san'atkâr bu eserin kendisi tarafından yapıldığım söyliyerek san'at tarihini bir hatadan kurtardı. Şimdi şu suale cevab verelim: Hangi eserler ve niçin taklid edilir? Güzel san'atlarda sahtekârlık, bazan tabiî olarak doğar. Çünkü bir san'at talebesi ilkönce güzel eserleri kopya ve taklid etmekle çahşmağa başlar. Taklid edilen bu eserler umumiyetle klâsik san'at ve Rönesans devrine aiddir. San'atkâr ların en büyük hassaları tesir altında kalmak olduğu için bu eski şaheserler onları adeta büyüler. Ve taklid devri olan mektebden çıktıktan sonra bile yeni eserler yaratacakları halde bu tesirden kurtulamazlar. Bu temayül bazan bir san'at kârın bütün hayatı müddetince devam eder. O san'atkârlar nekadar çalışsalar eserlerinde daima bu eskiye bağlılık alâmetleri görünür. PENCERESİNDEN Hayvan Müslümanlık ve Hıristiyanlık Islâm şarkı hırisityan garbdan ayıran tekâmül farkınm sebeblerini tayine çalışmadan evvel Avrupa kafasını olduran üç tesirin bizimle münasebetini araştırmağa devam edeceğiz. Bundan evvelki bahislerde hatırlattık ki Yunan düşüncesi, ortaçağda Türk ve islâm kanalile Avrupaya geçmiştir. Bu düşüncenin güzel san'at temayülleri halinde halka inişi, yani Humanisme hareketi, Rönesansı bekledi. Ortaçağda bu hareket ş'arkta olduğu kadar garbda da yoktu. Klâsik düşüncenin temellerini atmakta islâm ve türk şark, hıristiyan garbdan evvel davranmıştır. Ortaçağda bizim bu tesirden uzak kaldığımız iddia edilemez. Sonradan uzaklaşmamızın sebeblerine aynca bakacağız. Hıristiyanlık tesirine gelelim. İslâm dini mukaddes kitabı, tevratı ve incili reddetmez, yeni ihtiyaclara göre tekâmül ettirir. Muhammed ilk değil, son peygamber olmak iddiasında idi; yeni bir din yaratmadığını ve İbrahim dinini ıslah ettiğini şöylemişti. Moralist ve ilâhiyatçı Seyid Ömer AH, müslümanlığm ve hıristiyanlığm ayni ruhî kuvvetlerden doğduğunu, Hazreti Muhammedin de Hazreti İsa gibi ayni inkişaf vetirelerinden geçtigini kabul eder. îstanbul Üniversitesinin pek değerli Ord. profesörü, güzide âlimimiz İsmail Hakkı İzmirli de bize vaki olan hususî bir irşadında: «Müslümanlık ve hıristiyanlık, diyordu, peygamberler dinidir. Hazreti Muhammed: Biz ki peygamberler cemaaüyiz, dinlerimiz birdir, demiştir. Peygamberler dini başta ve s da birdir; yalnız şekilleri ve zâhirî halleri ayndır. Her dinde bir tek allaha inanmak, ibadette ona şerik koşmamak gibi aslî; allaha tazim, kullarına şefkat esasına dayanan fer'î hükümler ve ahlâkî faziletler vardır. Her peygamber itikadî hükümleri talim, ubudiyet vazifelerini tayin, medenî hükümleri tesis, içtimaî rabıtaları takviye ve ahlâkî faziletleri telkin eder. îtikadî hükümlerle ahlâkî faziletlerin esasları bir olmakla beraber bunlan yerlerine getirmek hususunda asırların ihtiyacma göre bir fark vardır. Umumî hükümler asırların ihtiyacına göre tebliğ olunmakla bir kısmının hükümleri nihayete ermiş, daha birçok hükümler tebliğ olunmuştur. Eski dinin zaman geçmesile unutulmuş veya bozulmuş olmasından dolayı yerine yeni bir din gelmiş ve eskisini teyid etmiştir.» îlk asırların müslüman zühdünde ve islâm edebiyatında hıristiyan tesirleri bulunduğuna garb âlimlerinin dikkatini çeken Goldziher, bu mevzudaki arştırmalarm ileri gitmesini teşvik etmişti. Meşhur İspanyol islâmiyatçısı Miguel Asin Palacios «Gazalide hıristiyan tesiri» adlı yeii ve büyük eserinde iki dinin mukayese>ine elverişli pek çok noktalar tesbit etııiştir. îhtısas mevzularında sözü daima ;n ileri gelen mütehassıslarına bırakmış Dİmak için İspanyol âliminin eserinden ransızcaya tercüme edilmiş bir etüdün 3azı kısımlarını hulâsa ediyorum: «Gazalinin ve umumiyetle müslümanığın fikir mirası, islâm dışmdaki kaynakardan, bilhassa hıristiyanlardan gelir. «Gazalinin Ihya adlı eserinde yüzlerce netin buluyoruz ki bunlan okurken, İsa'a. atfedilen sözler ve vâkıalar tayyedile bile kuvvetli bir hıristiyanlık intıbaı alnamak imkânı yoktur. «Gazaliye mahus» imajlarla hıristiyan örnekleri arasmlaki muvaziliğin vereceği kanaat bir yana >ırakılsa bile herşeyden evvel okuyucuya >öyle bir intıba gelir. Yazık ki bugünkü lilgimizin vaziyeti, şimdilik, müspet ve ahlilî bir mukayeseye elverişli değildir. ammens, Tor Andrae ilâh... gibi âlinr sr islâmlığın doğduğu ve harikulâde bir arzda yayıldığı kavmî, içtimaî ve dinî luhitleri teşrihe başladılar. r hizile Mezopotamya'nın hıristiyan Arablarına aid karemi de mukayese ederek bu benzeyişi ortaya koymuştur. Bu âlim domuz etinin haram olmasını da ayni menşelerde buluyor. Mükerrer secdelerle namaz, Mekkeyi ziyaret, hacca gitmek, Turisinaya ve Kudüse hacca gitmek usulünden ilham almıştır. Sadaka ve zekât incil rumuzunda mevcud olduğu gibi inşaellah tabiri de S. Jaques surelerinden (4 üncü fasıl 1 3 1 5 inci sure) aynen iktıbas edilmiştir.» Gazalinin hıristiyanlıktan ilham alması incilin mistik bir ruha sahib olmasındandır. Fakat hıristiyanlık, islâm dininde büyük bir tekâmüle kavuşunca Kur'anın aklî = rasyonalist bünyesinde şüphesiz bazı tadillere uğrıyacaktı. Bu farkı bize hulâsa eden İsmail Hakkı İzmirli, «Hıristiyanlık, diyor, yalnız merhamet ve muhabbet esasına dayanan bir din olduğu halde müslümanlık daha şümullüdür: Hıristiyan mabudunu yalnız rahîm bilir, müntekim bilmez; müslümanın mabudu ise hem rahîm, hem de müntekimdir.îslâm dini tevhide son derece itina etmiş, şirkin kökünü kazımış, dini halisi yenilemiştir. Bundan dolayı hıristiyanlığın bazı kaidelerini kabul etmemiştir: 1. Teslis tevhide münafidir. Nitekim îznik cemiyetinde İskenderiye patriği Erbos da bu fikri müdafaa etmiştir. Nasturiler de teslisi tevhide irca ederek zatı bârî ile ilim ve hayat sıfatlarına inhisar ettiriyorlar; bir takım hıristiyan muhakkikleri de teslisi bir iir, bir temsil sayıyorlar: îlâhiyet bir nura benzetiliyor da zat, hararet ve ziya oluyor. 2. Tecessüd de tevhide münafidir. Hazreti îsa beşerdir, Allahın kelimesidir, şerefini yükseltmek için Allahın ruhudur ve peygamberidir, Allahın emrile Meryemin karnına ilka olunmuş bir mahlukudur. 3. Allaha takarrüb için vasttalar şirklir. İman üzerinde Allahtan başka murakib yoktur. Müslümanlıkta bizzat peygamber bile murakib değildir. Belki doğru yol gösteren, öğüd veren bir kılavuzdur. Din âlimleri ve reisleri de lâyuhti olmayıp irşad ve tebliğ vazifelerinden başka hiçbir vazifeleri yoktur. Hiç kimseye kutsî sıfat verilmemiştir. Tazarru ve niyaz, af, mağfiret, ve hidayet ancak AJlaha mahsustur. 4. îslâm dini hiç kimsenin günahını başkasına yükletmediği için günahm irsen intikalini, îbrahim peygamberin sünnetini ihya ettiğinden dolayı da vaftizi kaldırmış, rühbanlığa ve ruhanî teşklâta yol vermemiştir.» Bütün bu mukayese ve müşahedeler, müslümanlığm peygamber dinlerinden ve hıristiyanlıktan yetişme olduğu halde, hepsinde ve bilhassa bu sonuncudan daha az hayalî ve daha az derunî, daha az iptidaî ve daha az mistik bir aklî bünyeye doğru tekâmül ettiğini kâfi derecede vuzuhla gösterir, sanıyoruz. Hazreti îsa da altı asır sonra dünyaya gekeydi, belki, hıristiyanlığın iptidaî ve hayalî taraflarından çoğunu fazla bulacaktı. Müslümanlık hıristiyanlığın bir antitezi değil, tekâmülü olduğuna göre, islâm şarkın, Avrupa kafasını vücude getiren üç büyük tesirden birini daha kuvvetle yaşamış olduğuna hükmetmekte bir yanlışlık yoktur. Bundan başka, muasır Avrupa kafasile islâm şark düşüncesi arasındaki fark, hiç de, müslümanlıkla hıristiyanlık arasındaki bazı akide farkları değildir: Bunlar büsbütün ayrı şeylerdir. skilerin guya fasih olsun diyehayavan diye okudukları hayvandan bahsetmek istiyorum ama bu bahse temasım ne lugat, ne ıstılah, ne de «hayvanat ilmi» bakımındandır, bambaşka bir sebebledir. Hayvan, malum olduğu üzere, insanın gayri olan canlı mahluklara ıtlak olunur. Bu isim altında (yırtıcı) zümre var ki kendilerini görmek şöyle dursun, anmaktan bile korku duyanz: Pars gibi!.. Zahifeler var ki teker teker, yahud toptan düşünüldüğü zaman tüylere ürperme gelir: Yılan gibi!. Sonra ehliler var. Bunlan sevgi ile, hatta bazan aşk ile anarız: Tavuk gibi, güvercin gibi!.. Ya uçar zümreden yarı ehlileştirdiğimiz takım?.. Onlar idrakimizde de, hislerimizde de ayrı ayrı müessir varlıklar değil midir?.. Meselâ kanarya?.. Tepeden tırnağa kadar nağme ve gene tepeden tırnağa kadar renk olan bu minknini mahluk bizi az mi düşündürmüş, az nu cezbeye düşürmüştür? Fakat ben gelişigüzel birer örneğini verdiğim cins cins hayvanlardan bahsedecek değilim. Okuyucularıma, bir kere daha tanıtmak istediğim hayvan, halkm «iki ayaklı öküz», «iki ayaklı canavar» gibi cümlelerle hem gılzetini, hem de manevî yırtıcılığını tebarüz ettirmek istediği musibettir. Musibet, dedim. Çünkü iki ayaklı hayvan tabirile insanlardan ayırd edilegelen mahluklardan bir kısmı ahmaklık, cahillik terbiyesizlik gibi hal ve haletlerden dolayı öyle bir tavsife liyakat kazanmalarına rağmen kendılerine bizi acmdırırlar. Halk şuurunun ayni tavsifle umumî çerçeve dışına attığı bir kısım hayvanlar ise bir yandan zahifeler gibi sinsi sinsi süründüklerini, bir yandan da yırtıcılar gibi kırıcı ve incitici olduklarını zannettiren hareketlerile muhitlerini ve kendilerini tanıyanları iğrendirirler. îşte bu kısım hayvanlar, yani insan kılığında yaratılıp da insan duygusundan mahrum bırakılmış «gayrıtabiî» ınahluklar cemiyet için gerçekten birer musibet sayılır. Onlar yılan tıynetli iken insan görünürler. Fakat her fırsatta zehirlerini dökerler. Gene onlar sırtlan cibilletli bulundukları halde Adem oğlu suretinde gezerler. Lâkin tehjike sezinsemedikleri yerlerde sırtlanlıklâfnn gösterirler, murdar dişle^" rini kullanırlar. Bu çeşid hayvanlara en çok vapurîa^rin boşalış zamanlarında ve işlerine biran evvel erişmek için acele eden yolcular arasında tesadüf olunur. Hem yılan, hem sırtlan ruhu taşımakla beraber insan biçiminde dolaşan bu hayvanlar o vapur çıkışlarında, yahud bilet gişeleri önünde pusu kurarlar, gözlerine kestirdikleri namusa çimdik atarlar, hayvanlıklarını tahrik eden iffete ve ismete sinsi sinsi saldırırlar ve günde hiç olmazsa sekiz on masum kadına güpegündüz kâbus ıstırahı çektirirler. Ah, hilkat. Sen böylelerini ne diye beniâdem kılığına sokar ve beniadem şerefini niçin lekelere bularsm?... Hayvanı hayvan, insanı insan olarak lâyık olduklan yerde yaşatsan ne olurdu?... Aziz okuyucularım; siz beni mazur görün: îctimaî mevzuaümızı bu mevzuda zayıf gördüğüm için sıtemimi hilkate tevcih ediyorum. Bostop müzesinde, Tunadan çıkarıldığı söylenen bir Romen eseri: Hakikatte Romada sahte olarak yapılmıştır kisinin yerinde kalacaktı. Sahte eser o kadar iyi yapılmışü ki iki Jokonda yanyana konulduğu zaman sahtesini tefrik etmek mütehassıslarca çok güç olmuştur.. Güzel san'atlarda, mermer, tunc eser lerden tutunuz, tablolar, mobilyalar, mücevherler, biblo ve sair şeylerden t^ Mısır mumyalarına kadar herşey taklid olunmakta ve sahteleri yapılmaktadır. Roma devrine aid mermer ve tunc heykeller, ortaçağların tahta ikonaları, Bi zans fildişi işlemeleri o kadar san'atkâ rane taklid olunur ki baza nmütehassıs lar da hüküm vermekte tam manasile âciz kalırlar. Heykeller üzerinde asırların iz leri, uzun devirlerin verdiği hususî boya ve hatta uzun müddet toprak altında kalmanın vücude getirdiği hususî rutubetli renk, tahtadan yapılmış eşyalarda eskilik izleri, güvelerin yaptıkları delikler, gotık eşyalar ve ikonalar o kadar nefis surette ta'klid edilir ki, insan bu şaheserlerin önünde eğılmek istediği zaman ilim ve teknik onun sahte olduğunu meydana çıkarınca hayretler içinde kalıyor ve inanmıyor. Asrımızın teknik inkişafı sayesinde her türlü sahte eserler nasıl vücude getirilebiliyorsa da bunların sahte olduklan da ayni teknik sayesinde meydana çıkanlabılmektedir. Avrupa ve Amerikada hususî müze ler bu nevi sahte eserlerden yana çok zengindir. Londra, Paris, Roma, Berlin ve sair büyük müzelerde bu şekilde yüzlerce sahte eser vardır. Esasen son zamanlarda Londrada da Albert müzesi mü dürünün İngilterede mevcud sahte eser lerden mürekkeb bir müze açılmsını teklif etmesi, gene bu nevi sahte eserlerin çokluğuna bir delildir. Müzelerde bu nevi sahte eserlerin mev cudiyeti, bazan da tesadüflerle meydana çıkmıştır. Misal olmak üzere şu vak'a anlatılabilir: Umumî Harbden evvel Alman Kay seri Vilhelm antika eserler toplamakta çok meşhurdu. O zaman împarator 231 bin lirete Flora isminde mumdan yapıl mış bir heykel satın almıştı. Bu eser Leonard de Vinci'ye atfediliyordu. Fakat birkaç sene sonra bu heykelin ayni Londrada bulunmuştur. Ve her iki heykelin 1840 tarihinde îngiliz san'atkân Lukas tarafından yapıldığı anlaşılmıştır. îşte bu nevi san'atkârların bazıları antikacı tüccarların tuzaklarına tutulurlar. MÜZELERDE Bu antikacılar san'atkânn eskiye bağlı olarak yaptıkları eserleri toplarlar ve ona Tarihî Tophane köşkü tamir eski devir mevzuları vererek kendisinden edilecek böyle eserler isterler. Dossena'nın hayaTarih ve mimarî bakımdan kıymeti o ında gördüğümüz gibi.. lan Tophane köşkünün ciddî surette taAntikacı bu eserlere muhtelif tarihî mir ve tadili takarrür etmiştir. Binada kıymetler izafe ederek satışa çıkarır. E kalorifer tesısatı vücude getirileceği gibi, üç büyük içtima salonu açılacak, sasen pek az san'atkâr bizzat yaptığı esön kısımda zarif bir bahçe vücude ge kiyi andıran eseri bile bile eski eser diye satmıştır. Hakikatte bu yolda yapılan tirilecektir. Yapılacak tadilâtla Tophane köşkü, sahtekârlıklar tamamile antikacıların işistanbulda yapılan beynelmilel ve Bal dir. kanlararası toplantılanna sahne olmak Bazı san'atkârlar sonradan pişman olasuretile büvük ihtiyaclardan birine cerak kendisine eskilik izafe ederek sattıkvab veren Yıldız merasim köşkünün küçük kıt'ada bir örneği olacak, ve tâli ba arı eserin sahte olduğunu gene bizzat :ı toplantılarda murahhasların Yıldız kendileri meydana çıkarmışlardır. Mesesarayma kadar gitmelerine lüzum kal â Llehli Şurumonsky, Luvr müzesine mıvarak, bir kısım içtimalar burada ya 200,000 franga sattığı bir tacın sahte olpılacaktır. Köşkün tamirine 939 yılı i duğunu ve bizzat kendisi tarafından yacinde başlanması kuvvetle muhtemel pıldığını gene kendisi meydana çıkarmışdir. tır. Hatta Şurumonsky tacm sahte olduYeni dairelerin inşaat ğunu bildirdiği zaman, birçok mütehas tahsisatı geldi sıslar bunu kabul etmemişler ve aralarınMüzeler idaresi tarafından Topkapı sarayı civarında yapılmakta olan fo da şiddetli bir münakaşa vuku bulmuştur. tograf. mulâj ve kimya dairelerinin mütebaki tesisatının inşasma aid olan tahsisat, Maarif Vekâleti tarafından gönderilmiştir. Müzelerimizin pek mühim bir ihtivacını karşıhyacak olan bu dairelerin ikmali bir iki ay içerisinde sona erecektir. Fotograf ve mulâj dairelerine aid olan bazı noksan tesisat avnea gönderilen bir tahsisatla Avrupadan celbedi lecektir. i M. TURHAN TAN PEYAM1 SAFA Düzeltme Dünkii makalede: «Gazalînin tesirleri Osmanlı imparatorluğuna ve zamanımıza kadar gelir.» cümlesinde <gelir» kelimesi yanlışlıkla çıkmadığı gibi «siyasî ve iktısadî izahlar kadar iklim ve ırk izahlan da kifayetsizdir» cümlesinde «ırk» kelimesi yanlışlıkla «arz» olarak dizilmiştir. Düzeltir ve özür dıleriz. Gene Leonard de Vinci'nin Luvr müzesindeki meşhur Jokonda tablosunun kaçırıldığı ve uzun müddet yerinde sah tesinin durduğu malumdur. Hakikî eser, sonradan Amerikaya kaçırılırken yaka lanmıştır. Bu olmasaydı sahte Jokonda kimbilir kaç sene Luvr müzesinde haki îstanbul avcılarının bayramı İstanbul avcılarının bayramı bu sene 11 eylul pazar günü Ambarlıda Çobançeşmede yapılacaktır. Avcılar birliği bunun için geniş bir program hazırlamıştır. O gün törene gelecek davetliler ve avcılar, Küçükçeşmeden otobüslerle bayram yerine götürülecektir. Saat 11 de av açılış nutku söylenecek, merasimle bayrak çekilecektir. Müteakıben hep bir arada yemek yenecektir. Bundan sonra Baltrap plâklarma, sabit hedef üzerine, müteharrik yabandomuzu hedefi üzerine atış müsabakaları tertib edilecek ve kazananlara mükâfatlar verilecektir. i ZEYNEL AKKOÇ Amerikayı Kanadaya bağlıyan büyük köprü J «Muasır Suriye kaynaklarını araştıran . Nau ispat etti ki Muhammedden evvel nilyonlarca Arab Filistinde, Suriyede, viezopotamyada ve îranda yerleşmek ;in Arabistandan kalkmışlar ve oralarda esturî misyoner ve rahiblerinden ders aliışlardır. Bu Arablar bir dereceye kadar ıiristiyandılar. Bu halde, birçok siyasî, • k î ve iktısadî sebeblerle de karışarak, slâmiyetin zikrettiğimiz yerlerde çabuak yayılmış olması vakıasını izah eder. «K. Ahrens Kur'anın Mekkeye aid urelerinde, Suriye hıristiyan kiliselerinde ullanılan zühdî fikirlere ve formüllere esadüf etmiştir. St. Mathieu'nün İncimden ve «Yeni vasiyet» ten iktıbas ediliiş otuz kadar metin Kur'anın muhtelif larçalarında vardır. Bundan başka muaddes kitabm parçalarından dogrudan loğruya iktıbas edilmiyen daha bir çok ikirler, hayaller ve ifadeler görülüyor ki, onlarile hıristiyanî bir istikamet almıştır. DENtZ tSLERİ Bir Deniz hastanesi kurulacak Deniz Bank, şimdi bankaya bağlı muhtelif müesseselerin ayrı ayrı bulunan sıhhî teşkilâtını birleştirmeğe ve bir «Deniz hastanesi» kurmağa karar vermiştir. Bahçeye esrar gömmüş... Dün saat 12,40 ta Avvansarayın Mollaaskl mahallesinde Mumhane caddesinde 69 numaralı evde oturan sabıkalı kaçakçılardan Nebilenin, bahçeye esrar gömdüğü haber almmış ve yapılan araştırmada 220 gram esrar bulunarak musadere edilmiştir. Floryada bir çocuk boguldu Tophanede Karabaş mahallesinde 5 numaralı evde oturan makine tamircisi Ahmed, çocuğu 11 yaşındaki Mehmed Kocataşla birlikte, evvelki gün Floryaya gezmeğe gitmiştir. Bir aralık, Mehmed Kocataş, babasmın yanmda soyu narak, yıkanmak maksadile denize girmiş, bir daha görünmemiştir. Ahmed, bu vaziyet karşısmda bir müddet beklemiş, bilâhare çocuğun gömleğini, Çekmece istasyonunda bir tanıdığma bırakarak şehre dönmüştür. Çocuğunun gece, geç vakte kadar geri dönmedığini gören Ahmed, derhal bir taksiye atlıyarak Floryaya gitmiş ve keyfiyetten polisi haberdar eylemiştir. Bunun üzerine saAmerika Cumhur Reisi M. Ruzvelt, refakatinde Kanada Başvekili Mahilde yapılan araştırmada çocuğun cekazi King olduğu halde Amerikayı Kanadaya bağlıyan büyük bir köprünün sedi bulunmuştur. küşad merasimine riyaset etmiştir. Havagazile zehirlenme Cıhangirde Susam sokağında 30 nuZavallı bir akıl hastası maralı evde oturan Nazmi ve sütkar Pencereden düştü, öldü deşi Seviye ile iki çocuğu, dün sabah Bir akıl hastası genc, buhran esnasm saat yedide, evde intişar eden havagada, evinin penceresinden düşerek öl zinden zehirlenme alâmeti gösterdiklemüştür. rinden imdadısıhhî ile Beyoğlu hasta Kadıköyde, Kuşdili caddesinde 16 nu nesine kaldırılmıslardır. maralı evde oturan askerî mütekaidlerMavnaya düşünce bayıldı den Ömer Hulusinin oğlu 19 yaşında Fatıhte temizlik işlerinde çalışan 21 Hasan, bundan bir müddet evvel akıl hastanesine bir iki defa girip çıkmış, numaralı çöpçü Yahya, evvelki gün, Batedavı gördükten sonra evde nezaret latta Karabaş mahalesilnde belediyenin altında yaşamağa başlamıştır. Evvelki çöp ıskelesinde kamyondan mavnaya gün, akşam üzeri, evin ikinci katına çı çöp boşaltırken muvazenesinî kaybede«Kur'an dininin ritLerile hıristiyan d r kan hasta genc, anî bir buhrana tutul rek dört metre derinlikteki mavnaya linin tatbikatı arasındaki muvazilik bun muş, pencereden sokağa yuvarlanarak düşmüş, bayılmıştır. Yahya, Balat musevi hastanesine kaldırılmıjtır. ardan anlaşılabilir. F. Nau ramazan per ölmüştür.