4 Birincitesrfn 1937 CUMHURİYET Sıhhat Vekâletinin emri nasıl karşılandı? Kayseride mezbaha işile pastırma imali arasındaki fark Sıhhî şeraiti haiz pastırma nasıl yapılır? Kayseri pastırmasının başına gelenler tktısadî hareketler İtalya ile ticaretimiz Dün Ankaradan gelen haberler, aramızdaki ticaret anlaşmasının ilk devresi bitmekte olan italya ile, ikinci devre için temaslara girişilmiş bulunduğunu bildiriyordu. Bu habere, «temaslann iki dost memleketin ticarî münasebetlerindeki inkişafı tesbit etmiş bulunduğu» da ilâve olunmaktadır. Bu nokta üzerinde hakikaten durulmağa değer. İtalya yıllarca ticaret müvazenesi istatistiklerimizde, daima birinci haneyi işgal etmiştir. Vakıa o rakamıarın İtalyaya giren Türk malma aid kısmından daima îtalyadan transit olarak Almanya ve diğer memleketlere geçen mallar da bulunuyordu. Fakat bizzat İtalyanın aldığı Türk malının ve bilmukabele Türkiyeye sattığı eşyanın tutarmın büyük bir kısma baliğ olduğu da muhakkaktı. Aradan geçen birkaç sene zarfında İtalya ile ticaretimizde bir gerileme başlamıştır. Bugün İtalya ihracatımız bakımmdan dördüncü derecede gelmektedir. 1935 senesinde 9,493,000 lirahk ihracat yaptığımız ve 5,699,000 liralık mahnı aldığımız İtalyaya geçen sene ancak 4,343,000 liralık ihracat yapabilmiş ve 2,026,000 liralık İtalyan mah ithal etmiştik. Şu bir senelik fark dahi îtalya ile ticaretimizde bir gerileme olduğunu göstermektedir. Fakat, gerek İtalyaca, gerekse memleketimizce ticarî münasebatın artmasınm arzu edildiği muhakkaktır. Yalnız bu arzunun tahakkuku için karşılıkh yeni tedbirler almması lâzım gelmektedir. Ankaradaki müzakereler, karşılıklı arzunun bir tezahürü olduğuna göre herhalde müsbet netice verecektir. m ııııımııııııııııımıııımımı ıı A U l\ U I U U £. I I G ııııııınııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııllr Yeni bir harb ihtimali karşısında: İtalya Ingiltere Yazan; Celfil Pincer Yazıma neden îtalya ve îngiltere diye bir başlık seçmiş bulunuyorum?.. Çün kü ileride Avrupada bir harb çıkacak olursa bu iki memleketi karşı karşıya göreceğiz de onun için... Bunun sebebi basit ve herkesçe malumdur: İtalya eski Roma İmparatorluğunu ihya etmek isti>en iddialarla İtalyan milletinin feda kârlık hislerini gıcıklamak, ona cengâ verlik duygularını aşılamak isterken u fuklannda güneş batmıyan bir imparatorluğun menfaatlerile çatışmıştır. Bu, İngilteredir. Büyük Harbden sonra, diğerleri hummalı bir surette hazırlanır larken, havacılığa lüzumu kadar ehem miyet vermemiş olan İngiltere; italyan Habeş harbi sırasında müthiş bir sarsıntı geçirdi. Bu, onun dünya siyaseti üze rindeki prestijinin buhran geçirdiği dev redir. Şimdi İngiltere aklını başına almış, bütün sanayiini denize yeni ve kudreth harb gemileri bdirmek; muazzam, yüksek vasıflı tayyarelerini mütemadiyen artırmak yolunda seferber etmiştir. Bu hareket tarzınm neticesi şüphesiz, iki sene evvelki gibi, İtalyanın yukarıdan bakan ve yüksekten konuşan tavır ve eda sına tahammül etmek olmıyacaktır. Büyük Harb sonunda, o harb içinde hayli yorgun düştüğüne kani olduğu İngiliz milletini yeni yükler altına sokmak iste memiş olan İngiltere, Imparatorluğun hayatî menfaatleri mevzuu bahsolunca ayni hataya bir daha düşmiyecektir. Bu noktayı böylece tesbit ettikten sonra şimdi kendi kendimize şu suali sorabiliriz: « îngilterenin İtalya ile çarpışması kendisinin hayatî menfaatleri icabı mıdır?..» Bu noktada İngilizlerin fikirleri ikiye aynlıyor. Bunun sebebi şudur: Bir kısım siyaset ve sevkülceyş adamları diyorlar ki îngiltere, İmparatorluğun ana irtibat yolunu Akdenizden Kap yoluna naklederse İmparatorluğun hayatında ve varlığında bir sarsıntı vukua gelmez. Bu fikir bazı Fransız mütehassıslarında da mevcuddur. İtalyaya gelince: O, sarahatle ve birçok kereler, hem de resmî ağızlardan, tekrar etmiştir ki Akdeniz İngilterenin İmparatorluk aksamile irtibatma yanyan yoldur. Fakat yegâne olan değildir. Halbuki Akdeniz îtalya için biı hayat memat mevzuudur. İngiltere hesabma böyle düşünenler Süveyş kanalmın yüksek tarifesi karşısında bazı în giliz nakliye kumpanyalannm Kap yo lunu tercih ettiklerini ve pekâlâ da iflâs etmeden yaşamakta devam eylediklerini ileri sürüyorlar. 1914 18 yıllanndaki tahtelbahir tehlikesi dolayısile artmış olan, nakliye ve sigorta ücretleri gözönüne getirilirse açık denizde bu tehlikenin daha az olması hasebile bu yol belki de bir harb halinde daha ekonomik olacaktır. Fakat bence kısa yol pahalı bile olsa uzun yola müreccahtır ve bu yol İngiltere için mutlaka muhafazası lâzım bir yoldur. Çünkü harbde zaferi temin eden şey sürattir. Kararda sürat, nakliyatta sürat, harekâtta sürat. Binaenaleyh îngiltere hem Akdeniz yolunu hem de bu yolu emniyete almağa yarıyan oradaki deniz ve hava ü>lerini muhafaza etmeğe mecburdur. İş böyle olunca da şu iki neticeden biri doğacaktır: Ya îtalya Akdenizdeki hakimiyet iddiasından ve dolayısile de Roma İmparatorluğunu ihya sevdasından vazgeçecektir. Yahud da îngiltere ile günün birinde ve er, geç çarpışacaktır. Birinci ihtimal zayıf, ikinŞekib, acaba, karısının hastalığına, zavallılığma hürmet ederek, acıyarak mı bu tavrı almıştı? Bunu düşünmek, Melikenin kanadlannı kırıyordu. Gene kadın, günlerce, kocasını denemek istedi. Havalar açmış, rüzgârlar ılıklaşmış, çayırlar yeşermiş, kuzular melemeğe başlamışlardı. Melike, bir gün kocasını, sabahleyin, bahçede karşılamıştı; onun koluna girdi: Biraz bahçede gezelim, dedi. Şekib, her zamanki gibi uysaldı: Gezelim, sevgilim! Gene kadın, elile kocasının kolunu okşuyordu: Aşağıda zerinler açtı; görsen ne güzel... Ve o gün, küre çıkmağı unuttu; ko casına yeni açan zerinlerden bir küçük demet yaptı: Bunu, eve götürecek, benim küçük vazoma koyacak, komodinin üstüne bırakacaksm. Zerinlerin kokusu, beni hatırlatacak! Şekib, sevinerek zerinleri almışh: Sen, zerinlerden daha güzel, da ha cana yakın kokarsm, sevgilim! Melike, kahkaha ile gülüyordu: Bahar, seni de şair etti, kocacıgım. Gene kadın, güldükten sonra, kocasının şüphelenmiş olmasından korkmustu; cisi ise daha kuvvetlidir. 5jî T* *f" Acâibi seb'aya dair in Seddinin Japonlar tarafm* dan yıkılacağını bildiren bir gazete haberi üzerine İlk Çağda vücude getirilip de Orta ve Son Çağlarda tarihçilerin hayretle anmak ıztırarında kaldıkları yedi büyük eser hakkında üç dört gün önce bir fıkra yazmıştım. Ben, münasebet düştüğü için, dilimize acaibi seb'a klişesi altında intikal eden bu yedi eseri şöyle sıralamıştım: 1 Ehramlar 2 Babildeki asma bahçeler 3 Diyana mabedi 4 Rodos heykeli 5 Mausole'un mezarı 6 îskenderiye feneri 7 Çin Seddi Okuyucularımızdan B. îstemiden aldı« ğım bir mektubda Larousse'un şehadetine dayanılarak benim bu tasnife ilişiliyor ve yedi büyük eserler arasında Çin Seddinin bulunmadığı söylenerek onun yerine Olympe dağındaki Jüpiter heykfr* linin konulması lâzım geleceği bildirili* yor. Larousse'un her dediğine inanmak lâzımsa muhterem B. îsteminin hakkı vardır ve Çin Seddi o listeden çıkanlmaİE lâzım gelir. Fakat Lord Byron'la V i o tor Hugo'nun Ondokuzuncu asır başla« rmda yaratıp yaptıkları Olympe edebiyatına kapılmıyarak hakikati ararsak Jüpî» ter heykelinin Çin Seddi yanında bir <y yuncak bile sayılamryacağını görürüz. îzah edeyim: Acaibi seb'adan mak« sad, bilhassa mimarlık bakımmdan hari* ka sayılacak eserlerdir. Çin Seddi bu itibarla eşsiz bir san'at abidesidir. Halbuki Jüpiter heykeli nihayet bir kuyumculuk eseridir. Çünkü fildişinden yapılma bir tahttan ibaretti. Bugün böyle bir tahtf her kuyumcu vücude getirebilir ve tahtm üzerindeki elbisesi altmdan îşlenmiş • jüpitleri de her heykeltraş yapar. Lâkin üç bin kilometro uzunluğunda iki tarafı kayalarla örülmüş kalın ve yüksek bir sed örmek bugün dahi bir harika sayılır. Böyle bir eseri «mühim» görmeyip ı; küçük bir heykeli acaibi seb'a arasır sokmak dediğim gibi Ondokuzunci asırda hüküm süren sapık zihniyetten ileri gelmiştir. * * * Halil Mahmud Özünal imzalı bir mektubda da: «Nevyork limanmdakî Hürrıyet abıdesi» nin acaibi seb'a arasına niçin girmediği soruluyor. Bu okuyucumuz, o yedi eserin İlk Çağda yapılmış olmak haysiyetile dikkati celbettiklerine dikkat etmemiş olacak ki bu suali soruyor. Eğer Son Çağın harikalan içinde yedi büyük eser seçilmek lâzım gelse telsizin, radyumun, tayyarenin, tahtelba» hirin, röntgenin, elektriğin, Eyfelin intihabı daha doğru olur ve Nevyork abidesine gene yer kalmazdı sanıyorum. Bununla beraber zamanın herşeyî or* tadan kaldırdığmı ve her asnn kendine mahsus harikalar yarattığını unutmıyalım. Nitekim Çin Seddi bile soluk bir tarih yaprağı gibi işte yırtılmak üzeredir. Bugün harika sayılan eserlerin de yann gülünç sayılmıyacağmı kim temin eder? Ilfl Kayseride bir pastırma imalâthanesi Kayseri (Hususî muhabirimizden) Kayseride fennî bir mezbaha yapılmcıya kadar pastırma imalinin Sıhhiye Vekâleti tarafmdan men'i havadisi, burada bir bomba gibi patlayıp herkeste bir telâş uyandırdı. Filhakika Sıhhiye Vekâletinin bu emri vilâyete tebliğ edilir edilmez bir taraftan Vilâyet, Sıhhiye Vekâletine, diğer taraftan da halk. alâkadar makamlara müracaat ederek veri len bu emre itiraz ettiler. Bu şikâyet ve itirazlara el'an cevab gelmemiş oldağu içindir ki, halktaki telâş ve korku daha sükunet bulamamıştır. Bu emre karşı vaki olan itiraz yalnız emrin mevs'msiz verilmiş olmasından ibaret değildir. Şimdi biz. bu mesele üzerinde biraz durup verilen emirle bunun müstenidaünı burada tasrih edelim: Bir kere şunu söylemek lâzım gelir ki. Sıhhiye Vekâletinin mezbaha yapılın cıya kadar buradaki pastırma imalini menedişi esaslı bir tetkik mahsulü de ğildir. Çünkü Kayseride fennî bir mezbahanm yokluğu başlıbaşma ayrı bir iş, pastırmacılık gene ayrı ve müstakil bir iştir. Bunun her ikisinin birleştirilme sine ne sıhhat ve nede baska bakımlardan imkân yoktur. Filhakika Kayseride fennî bir mezbahanın vücudü, lâzım değil hatta elzemdir. Buna itiraz edecek tek bir ferd bulunmaz. Fakat yapılacak olan bu mezbaha ancak şehlrde yevrniye kesilecek hayvanatm sıhhî ve teknik bir şekilde idaresine kâfi gelebilir. Nitekim Belediye böyle bir mezbahanın yapılması için birkaç aydır çalışıyor ve Beledıyeler Bankasmdan para temini peşinde koşup duruyor, nerede ise buna muvaffak olacaktır. Yapılması mu tasavver olan bu mezbaha yapıladur sun. Pastırmamn şimdikinden daha sıhhî ve daha fennî şerait dahilinde yapılması istenilmekte olduğuna göre ya mevcud olan pastırma imalâthanelerini ıslah ve tadil etmek lâzım ve yahut da bu imalâthaneleri bütün bütün kaldırıp başlıbaşma ve yepyeni fennî imalâthaneler yapmak icab eder. İşte bu cihet tendir ki Kayseride Beledıyeye aid bir mezbaha işi, bir de ayrıca pastırma imalâtma mahsus bir işlik, yani imalâthane işi vardır. Vekâletin fennî mezbaha olmamasından dolayı pastırmavı menedişi bu cihetten doğru değildir. Belediye gelecek sene bu mezbahayı yapıp ik mal ettiği takdirde mezbaha ile beraber dedıkodulu olan pastırma imal işi de halledilmiş olacak mıdır? Hayır!.. Çünkü şehirde ve sonbaharın bir buçuk, iki ayı içinde pastırmalık için 17 20 bin kadar inek kesilir. Bir an için farzedelim ki. bu hayvanlar dahi yapılacak olan yeni mezbahada sıhhî ve fennî bütün şerait altmda. şehrin yevmiye ihtiyacı için kesilecek olan hayvanlarla beraber ve bir arada ke silmiş olsun. ve bu mezbaha bu kadar geniş yapılsın. Fakat bu 17 20 bin ineğın kesildikten sonra pastırma haline gelebilmesi için gene fennî ve sıhhî bir takım tertibatla beraber asgarî on, azamî 25 gün kadar uzun bir zaman ve bir fasıla gerektir. Bu müddet içinde de pastırmaların sıhhî bir şekilde imal edilmesinin kontrolu vardır ve bu iş de Sıhhiye Vekâletinin buradaki memurlarına aiddir. Kesilen etin pastırma haline gelmesi için gerekli olan müddet, sıhhî tedbirlerin ve kontrollann hari cinde değildir ki, Sıhhiye Vekâleti bu cihetleri hiç de gözönünde tutmıyarak yalnız bir mezbahadan bahis ve bunun bulunmayışmı pastırma imalâtma esaslı bir mâni telâkki ediyor! Halbuki Kayseride gittikçe ıslah edilen ve hâlâ da edilmekte bulunan gerek işlikler (imalâthaneler), gerekse kesilen inekler, hem kesilmeden evvel, hem kesilirken ve ayni zamanda kesilip pastırma haline gelinciye kadar geçen uzun müddet zarfında mütemadiyen sıhhî kontrollara tâbi tutulmakta ve alâkadarlarca bu işte çok asabiyet ve hassasiyet gösteril mektedir. Bununla beraber pastırma işi sıhhî cihetten Sıhhiye Vekâletini. hayvanatm yetiştirilmesi ve muavenesi bakımmdan Ziraat Vekâletini, şehrin beîlibaşlı bir ihrac emtiası bulunması dolayısile de îktısad Vekâletini alâkadar etmektedir. Üç Vekâletin alâkalı bulunduğu bu meseleyi yalnız bir cihetten ve bir bakımdan tetkik ederek hüküm vermek doğru olmasa gerektir. Yapılması icab eden iş şudur: Üç Vekâlet, mahallî teşekküllerle eleîe verip pastırma imaline mahsus ve bütün fennî ve sıhhî şeraiti haiz yepyeni bir imalâthane yapmak için şimdiden tetkikata girismek ve memleketin iktısadiyatına yardım eden bu mühim ve eski ticareti muhakkak bir felâketten kurtarıp ihya etmektir. Şu ciheti de söyliyeyim: Burada ya pılan pastırmalar filhakika modern ve sıhhî müessese ve teşkilâtlar içinde yapılmadığı için Kayseri pastırmacılığı aleyhinde gittikçe genişliyen bir dedi kodu ve propaganda vardır. Fakat bu sıhhî ve modern teşkilât. Kayseriden başka pastırma yapılan hangi yerde mevcuddur ve ne için bu propaganda münhasıran Kayseri pastırması için yapılıyor? Kayseri bir vilâyet merkezidir. Pastırmamn imal işini daimî surette kontrol eden bir takım devlet teşkilât larımız vardır. Belediyenin. Sıhhivenin, baytarın her gün kontrol ettiği ve mümkün olabilen her şeyi yaptırdığı bu işte. kontrol vaziyetinde bulunanlar da F. G. hi fena vaziyete düşmektedirler. Hal buki bugünkü pastırma imali, bu sıkı kontrol dolayısile gün geçtikçe daha sıhhî çerçeveler dahilinde yapılmaktadır. Kayseri pastırma imalâtmın iktısadiyatımız üzerinde, ne büyük roller oynadığını aşağıdaki şu rakamlar pek güzel ispat eder: ^ Kayseride her yıl 20 bin inek kesildiğine göre, bunların istihsalâtına bakmız: 20 bin inekten kuruştan lira 1 milyon kilo pastırma 60 600,000 300 bin kilo sucuk 40 120,000 800 bin kilo don yağı 50 400,000 240 bin kilo deri 45 108,000 1,280,000 Bir kalem. istihsalâtın bir milyon 250 bin liralık fayda temin ettiği bir'iste ihmal edilmemeli ve Kavserinin beîlibaşlı ve en meşhur istihsalâtı olan tarihî pastırması için bu kadar menfi propa ganda yapılmamahdır. Nitekim pastırma imal ve ticareti ve bu şeklin hayvan yetiştiriciliği husu sundaki tesirleri ve ehemmiveti ve ekonomi safahatı hakkında tetkikatta bu lunmak üzere Ziraat Vekâleti tarafm dan gönderilen ve burada uzun uzadıya tetkikat yaoan Bavtar Fakültesi teşrih profesörü Hilmi Dinlemiş de vaziyeti bizzat tetkik ederek arzettiğimiz neti ceye vâsıl olmuş ve Ziraat Vekâletine raporunu vermiştir. Şimdiden sonra Vekâletten gelecek menfi cevab, olsa olsa pastırma imal faaliyetini şehirden köylere naklettire cek ve belki de (pastırma kaçakçılığı) gibi mahallî belediyesinin varidatmı baltalıyan, duymadığımız ve işitmedi ğimiz hâdiselerin zuhuruna sebeb ve âmil olacaktır. Pastırmamn daha sıhhî şartlara göre yapılması mı isteniyor? O halde mezbaha işini pastırmacılık işinden ayırd edip buna ayrı bir veçhe vererek üzerinde etüd yapmak ve esaslı bir neticeye varmak lâzımdır. SAHİR UZEL Melike, bunlara inanmıyordu, inanmıyacaktı. Eğer bunlara inanırsa, insanlığını terketmesi lâzımdı. însanların yalnız et ve kemik değil; beşerî olmaktan ziyade ulvî, ilâhî taraflan olduğunu da kalbinin çarpmasmdan, ruhunun isyanlarından ve heyecanlarından anlıyordu. Melike, uzviyetin günahile; Allahmı, aşkını çamurlamaktan korktu; ve sevgilisine acıdı. Kendisi de acınacak halde değil miydi? Bunu düşünmüyordu; çünkü, ken disini her zamandan ziyade kuvvetli hissediyordu. **» Melike, gelecek günleri, sükunla bekliyordu; nekadar çok kuvvetli olursa, o kadar çok kazanacağını anlamıştı. Ko casının geldiği günler, neşeli görünüyordu. Şekibin de, daima yüzü gülüyordu. Fakat gene kadın, kocasındaki neşenin, karısını gördüğünden, onunla buluştu ğundan ziyade, sürekli, kayıdsız bir «dünyayı hoş görüş», geniş bir tasasızlık olduğunu sezmekte, hiç de güçlük çekmiyordu. Kocasi, eskiden de böyle miydi? MeJike, kocasının «içli» sanılan durgun, hatta biraz da düşünceli halini sevmişti. Şekibin bu hususiyeti, onu, akranların dan, yaşıtlarından, benzerlerinden ayırıyordu. îngiltere ile îtalyanın çarpışması ne gibi şartlar altında cereyan edebilir?. Böyle bir harb ya her ikisinin münferiden karşı karşıya kalmalan şeklinde tezahür eder veya her iki taraf da kendisine müttefik bularak böyle bir harbe girer. Ancak bu son ihtimalde İngilterenin şansı İtalyadan üstündür. Bilhassa ki Fransa dahi İtalyanın istikbale aid büyük emellerinden kuşkulanmaktadır. Lâkin biz işi daha basit bir şekilde mütalea edebılmek için İngiltere ile İtalyanın yalnız başlarına karşı karşıya kaldıklarını ka bul edelim. Bu takdirde İtalya İngilte reye karşı ne gibi bir tehlike yaratabılir? Onun yapmağa çalışacağı yegâne şey Akdenizdeki İngiliz donanmasını mağlub ve onun ayni denizdeki denız, hava üslerini tahnb etmek; İngilterenin İmparatorluk aksamile bu deniz üzerinden irti batını kesmektir. Tahakkuku imkânın dan sarfınazar, İtalya faraza bu neticeyi elde etse bile İngiltere bu takdirde Kap yolundan istifade edebilir ve harbi devam ettirmeğe imkân bulur. Halbuki İngiltere İtalyan donanmasını mağlub ve İtalyan hava, deniz üslerini tahrib ederse bu hal îtalya için bir felâket olur. Çünkü İtalya donanmasının mağlubiyeti demek İtalyanın Akdenizdeki nakliyatının durması demektir. Bir harbin idamesi için değil, yaşamak için; hatta kendi sahilleri ve adaları arasındaki münakalesi için dahi ticaret filosunun Akdenizde serbestçe dolaşabilmesine muhtac olan İtalya böyle bir vaziyet karşısında İngilterenin iradesine boyun eğmekten başka birşey yapamaz. Tasavvur edüsin ki endüstrisinin durmaması için İtalya kömürünü, petrolünü, nikelini, kauçuğunu, fosfatını hancden temine muhtac olduğu kadar ge rek Adriyatik ve Treniyen denizleri sahillerindeki, gerekse Sicilya ve Sardunya adalarındaki şehirlerile; bundan maada da Libya (Trablusgarb) ve Habeşistan ile deniz yolile irtibatta bulunmağa muhtacdır aksi halde orada endüstri gi bi hayat da durur. Bir de Akdenizin şark ve garbindeki îngiliz hava üslerin den gelecek îngiliz bombardıman filo larınm baskm şeklindeki taarruzlarını hesaba katarsak îtalyanın uğrıyabileceği akıbeti kestirebiliriz. Her nekadar îtal yanlar da artırmağa faaliyetle devam ettikleri deniz ve hava kuvvetlerile, îngilizlerin Akdeniz donanmasını ve bu denizdeki hava ve deniz üslerini tahribe çalışacaklarsa da coğrafî vaziyetle beraber malî ve iktısadî imkânlar İngilizlerin lehinedir. 8,000 metro yükseklikten, ayrı ayrı istikametlerden uçup gelerek müte merkiz ve müşterek hedefleri üzerinde bırleşecek olan bombardıman tayyareleri motörlerini işletmekten alıkoyarak 6,000 metroya kadar sessizce iner ve sabahın ilk ışıkları henüz ufuktan belirir, yahud akşamın koyuluğu etrafa çökerken on bınlerce kiloluk yekune varacak bombalarını bu hedefler üzerine boşaltırlarsa italyanın yıllardanberi emek verdiği sanayi bir anda çökebilir, nakliyat durur; seferber olma ve harekât felce uğrar. Saatte 300 kilometreye varan süratlerile ve akşamın kararan koyuluğu, yahud sabahın esmer aydınlığı içinde ve gayri muayyen, şaşırtıcı istikametlerden uzakla şan mütearrız tayyareler 100 kilomet roluk bir mesafe kazandıktan sonra an cak ayni irtifaa yükselebilecek olan îtalyan av tayyareleri hedeflerinin ne izle M. TURHAN TAN rini, ne de istikametlerini bulabilirler. Esasen av tayyarelerinin umumî vasıflari hasebile uçuş sahalarının (nısıf kutnı seyirlerinin) mahdud olması sebebile de takiblerini uzatamazlar, elleri boş dönerler. Kaldı ki hava üslerinin de böyle bas* km tarzındaki bombardımanlarla tahribleri ve av tayyarelerinin daha uçmadan felce uğratılmaları gelecek harblerin ba§lıca şartlarından birisi olacaktır. du: Ay, sen, şoförleri tanıyor musun? Şekib, güldü: Sevgilim, az zamandır mı gidip geliyorum? Hepsile ahbab oldum artıkî Şoför Çapraz, Şekibin karşısında selâm vererek durmuştu: Emriniz? Bizi Ayazmaya götüreceksin. Başüstüne. Çapraz, dönerek koşmuş, otomobili onların durduğu yere getirmişti. Melike, ne otomobilde, ne de Ayazmadaki kah vede, konuşmadı denecek kadar az ko * nuştu. Kafası hep, kocasının: Sevgilim, az zamandır mı gidip geliyorum ? Sözüne takılmıştı. Bu, bir bıkkmlık. bir şikâyet miydi? Acaba, Şekib, bu nunla: Artık birşeyin kalmadı. Beni yollarda avare etme! Demek mi istemişti? Gene kadın, bunun bir de: Artık eve dön! Diyen bir manası olduğunu da bili • yordu. Bu, bir şikâyet, bir bıkkınlık değil, bir özleyişti. Melike, eğer kocasm dan kuşkulanmamış olsaydı, buna : nirdi. Fakat şimdi. içinden sevinr miyordu, . iArKast »o<, Edebî tefrika : 84 Lâ Yazan : Mahmud Yesari Diye, karaya vurmuş balık gibi çırpınan aile kızlarını, ve aile kadınlarmı, Melıke, göre göre bıkmış, ve tiksinmişti. Melike, bu kızların, bu kadınların, o delikanlılarla çok iyi bağdaştıklarını da biliyordu. Şekib; çocuk ruhlu kalmıştı; Melıke, oyle sanıyordu. Bu kızlar, bu kadınlar, çok kolaylıkla baştan çıkarabilirlerdi. Hatta belki, Melikeden de soğuturlardı. Melikenin affetmediği, affedemediği, affedemiyeceği, sevgilisinin herşeye ve herşeye rağmen bunlara kapılmasıydı. Gene kadın, vicdanile muhasebeye daldi. O, bir erkeğin, aylarca, karısından uzak yaşıyabilmesine, ona tamamile bağlı kalabileceğine inanmıştı. Buna inanmak doğru muydu? Bu, acaba insanların kendi hodbinliklerini doyurmak için uydurdukları bir «hakikat maskarası hayal» miydi; yoksa «hayatî bir hakikat» miydi? Melike, sevdiği için, duygularında bitaraf olamazdı; ve bitaraf olamayınca, vereceği hükürade de isabet olamazdı. e, kocasını, kendi görüş, duyuş ve düşünüşlerine göre muhakeme ediyordu. Halbuki kadmla erkek bir miydi? Medenî kanunlar, medenî düşünceler, medenî telâkkiler, kadmla erkeği ayni kuvvette, ayni kıymette, ayni mevkide, ayni ehemmiyette tutuyordu. Fakat kadının, tabiatin kendisine, bir kusur gibi değil, bir hak olarak verdiği bazı «tabiî marazta haller, vaziyetler, anlar, krizler vardı ki erkekten ayırıyordu. Tabiatin bu kat'î emri karşısında, nasıl olur da, kendini kocasile hep ayni noktadan muhakeme edebilirdi? Kadının tabiî hakları olduğu gibi, erkeğin de tabiî haklan vardı. Melike, fazla düşünmedi; buna hisleri kadar, mantıkı da, muhakemesi de ayaklandı. Kendisi, onun mevkiinde olsaydı, ayni suretle mi hareket edecekti? Buna inanmak; aşka, saadete, aileye, bütün mukaddes tanmmış bağlara; hatta insanlığa ve en hazini cemiyete inanmamak demekti! Bütün bunları inkâr etmek, uzviyetin geçici ihtirasları, heyecanları için miydi? fakat Şekib, ayni tasasızlık içinde idi. Karısının gizli alayını sezmekten çok uzakta idi. Melike, başka bir gün, kocasma: Köye çıkalım, dedi. Şekib, gene uysaldı: Çıkalım, sevgilim! Ve o gün, karı koca, öğleden sonra ağır ağır yürüyerek köye çıktılar. Kö yün çınarlı meydanına geldikleri zaman Şekib, durmuştu: Melike, buraya oturalım mı? Gene kadın, kocasının yüzüne baktı: Burada ne var? Ayazmaya gi delim. Yorulmaz mısın? Melike, Şekibin koluna yaslanmıştı: Yorulmam... Uzun yollar bile, artık beni yoramaz sanınm. Şekib, gülümsedi: înşallah karıcığım. Fakat birdenbire kendini yorman doğru değil. Yürümeğe yavaş yavaş alışmalısın. Etrafına bakındı, çınarlı meydanın ilerisinde duran otomobillerden birine işaret ederek bağırdı: Çapraz!... Boş musun? Otomobilin yanında duran gene a dam, hemen yerinden fırlayıp seğirtmişti: Buyurun, Şekib Bey. Melike. biraz sasırarak kocasına sor J