2 Birincîteşrîn 1937 CUMHURITET Tarihten yapraklar e e Iktısadî hareketler Hileli yemin Eski devirlerde hükümdarlar söze ve ihele yemine çolc kıymet verir gibi görünürlerdi. Halbuki verdiği sözü, içtiği andı bozmıyan hükiimdar pek azdır. Şu kadar ki onlar bu işi kitaba uydurarak yaparlardı ve sözlerinde durmadıklann: belli etmemeğe çalışırla^rdı. Yalnız Prusya Kralı Büyük Frederik, verdiği sözü icabında ayak altına almaktan çekinmezdi ve bunu bir zekâ eseri sayardı. Onun «En büyük sözünü en küçük bir menfaat uğrunda çiğnemiyen hükümdar eşektir» dediğini de tarihlerde okuyoruz. Fakat eski hükümdarların hepsi bu derece cesur değildi. Onlar sözden ve yeminden dönmek için çok gülünc veya çok iğrenc şeyler yaparlardı. Kendileri sözde durmamayı Büyük Frederik gibi ekseriya zarurî gördüklerinden birine söz verirken, yahud and içerken ihtiyatlı davranırlardı, zamanı ve yeri gelince o sözden ve o yeminden dönmek için bir açık kapı bırakmağa çahşırlardı. Bu çeşid yeminler ve sözler arasmda piyes mevzuu olacak kadar ince düşünülmüşleri de vardır. Akkoyunlular hükümdan Uğurlu Mirzazade Ahmed Mirza ile Geylan Şahı Şerif Hasan arasmda geçen bir yemin hâdisesi onlardan biridir ve çok tuhaftır. Tarihlerde yer tutan ve tarihî bir $ahsiyetin vücud buknasmı da temin eden o yemin sahnesini bu musahabemize mevzu seçtik. Ancak mevzuun iyi kavranması için evvelâ bir tarüı parçasmdan bahsetmek icab ediyor: Ondördüncü asnn başında Erdebıl şehri büyük bir matem yaşadı. Bu matem Ebu Ishak oğlu Safyeddin adlı ve çok büyük ünlü bir şahsın ötümünden doğuyordu. Erdebil ve çevresi halkı onu her derde deva veren bir mürşid tanıyorlardı. Safyeddinin oğlu Sadreddin Musa, babasının şöhretini istismar etmekten geri kalmadı, boş kalan posta oturdu, keramet taslamakta devam etti. Halk, ayni hürmeti ve ayni bağlılığı ona da gösteriyordu. Sadreddinin oğlu Hoca Ali ve onun oğlu îbrahim, gene o yolda yürüdü ve Safyeddinin postu bir refah ve kuvvet kaynağı olarak kaldı. İbrahimden sonra Erdebil tekkesinde ^eyhlik yapan Cüneyd, enikonu bir hükümdar kudreti kazanmış bulunuyordu. O memleket Karakoyunlular ailesinin idaresi altındaydı. Bu sülâleye mensub hükümdarlardan Cihanşah, Şeyh Cüneydin bir tehlike olduğunu sezdi ve şeyhin şah olmak için harekete geçmesinden önce kendisi öldürücü bir teşebbüste bulunmak istiyerek bir takım askerî tedbirler aldı. Cüneyd, Erdebilden kaçtı, Akkoyunlular hükümdarı Uzun Hasana ilb'ca etti. üzerine hemen sahneye atıldı, Şirvanı ^ geçirdi, o ülkenin hükümdar ailesini zindanlara kapattı. Halbuki Şirvan, son zamanlarda Akkoyunluların himayesıni kabul etmişti. Bu sebeble Uzun Hasanın yerine geçen oğlu Sultan Yakubla Haydann, yani enişte ile kayınbiraderin arası açıldı. Sultan Yakub kuvvetli bir ordu göndererek eniştesini kanlı bir harbde inhizama uğrattı ve onu öldürttü. Bu muharebede Haydann oğullan Yar Ali iie îsmail de ele geçirilmişlerdi ve Yakubun emrile Isfahan zindanına konulmuşlard.. Az bir zaman sonra Akkoyunlulardan Rüstem Mirza, Sultan Yakubu giderdı, Akkoyunlu tahtına geçti. Bu değişiklik siyasette yeni bir istikamet yarattığından zindanda bulunan şeyhzadeler serbest bırakıldı ve gene şeyhlikle yaşamak üzere Erdebile gönderildi. îsmail, henüz altı yaşındaydı. Bu sebeble Erdebil şeyhliği Yar Alinin elinde bulunuyordu. O, bir müddet Rüstevn Mirzaya sadık kaldıktan sonra şeyhiiği şahlığa çevirmek azmile isyan etti. Fakat Rüstemin ordusuna karşı mağlub ve maktül oldu. Rüstem Mirza, Yar Alinin kardeşi îsmaili de öldürmek isriyordu. Erdebil tekkesinin müridleri mukaddes Unıdıkları bir sülâlenin sönmemesi için her fedakârlığı yaptılar, Küçük Îsmaili kaçırdılar, Geylan Şahı Şerif Hasanın sarayma götürüp bıraktılar. Şerif Hasan, Akkoyunlulara karşı icabında silâh gibi kullanmak üzere bu küçük mülteciyi yanında ahkoydu, lâkin Rüstem Mirzayı gidererek o sırada Akkoyunlu tahtına çıkmış olan Uğurlu oğlu Ahmed Mirza, Erdebil şeyhlerinin kökünü kazımayı emel edindiğinden Geylan Şahına elçi yolladı, küçük şeyhzadenin hudud dışına atılmasını istedi. Şerif Hasan, Akkoyunlular elçisine yalan söyledi, Ismailin kendi sarayında bulunmadığını iddia etti. Ahmed Mirza bu cevaba inanmadı, ikinci bir elçi göndererek Şeyhzadcnin Geylan topraklannda bulunmadığına da ir Şahın and içmesini teklif etti. Ahmed Mirza kuvvetliydi. Şerif Hasanın ona kafa tutmasına imkân yoktu. Bu sebeble Ssil ve necib Geylan Şalıı, ' and içfneğe razı oldu, elçiye şu sözleri söyledi: Yarın memleketin ülemasını, jiyanını Ulucamiye toplıyacağım ve orada hükümdannız hazretlerinin istedikleri yemini yapacağım. Ve elçi yanından çıkar çıkmaz emir verdi, saray bahçesindeki yüksek ve sık dallı ağacların üstüne bir çadır kurdurdu, sarayında bulunan Şeyhzade îsmaili o çadınn içine oturttu. Ertesi gün de camiye gitti, büyük bir kalabalığm ve Akkoyunlu elçisinin önünde yemin etti: Erdebilli Şeyh Haydann oğlu Küçük îsmailin emrim altında bulunan topraklann hiçbir yerinde ve hiçbir köşesinde bulunmadığına dinim, imanım, Allahım namına yemin ediyorum. Geylan Şahı Şerif Hasan, istenilen çocuğun toprak üzerinde değil, hava içinde bulunduğuna inanıyordu. Ağacın kökü topraktadır amma Geylan Şahı o kadar sık dokuyup ince eliyemezdi!.. Deri sanayiile millî sanayiin kurtarmak lâzım Çocukların gazete beraber okumaları duğru mudur? şerefini Amerikalı bir gazetecilik profesörü bu hususta mühim fikirler ileri sürüyor Birçok ana ve babayı meşgul eden bu enteresan mevzu hakkında Kolombiya Üniversitesi gazetecilik profesörü ve «Hayat Kırkmda Başlar» eserile şöhreti dünyayı tutan Walter Pitkin çok düşündürücü fikirler ileri sürmektedir. Profesör Pitkin ana ve babası gazete okuyan her çocuğun gazete okumasını faydalı buluyor. Ancak gazete okuyaR ana ve babalardan çok azının gazete okuma usullerine hakkile vâkıf olmadığını da açıkça iddia ediyor ve diyor ki: «Münevver tabaka arasmda gazete okumak on beş dakika gibi kısa bir zamana inhisar ettirildiğini birçok tecrübelere istinaden iddia edebilirim. Vasat derecedeki kadm ve erkeklerin de bu işe yarım saatten fazla tahsis etmedikleri de yakinen malumumdur. Zekâ ve tahsil ilibarile daha aşağı tabaka ise gerek yavaş okuma, gerekse kavrayış ve anlayış noksanı yüzünden uzun uzun gazete okumak itiyadındadır. Bunlar ayni zamanda okudukları şeylerin tesiri altında münevver tabakaya nazaran çok daha fazla kalırlar. Çocuklannın gazete okuyup okumaması hususunda karar vermek mevkiinde bulunan ana ve baba bu itibarla herşeyden evvel kendilerinin gazete okuma usullerine vâkıf olup olmadıklannı tetkik etmelidirler. Gazetelerde ve ekteriya sansasyonel başlıkların haricinde öyle havadisler vardır ki bunlar dünya hareketlerini göstermek itibarile anlıyarak okunması yalnız faydalı değil, ayni zamanda lüzumludur. Fakat havadisleri hâdiselere gore taksim etmesini bilmiyen her kim olursa olsun gazete okumadan matlub şekilde faydalanamaz.» On iki yaşına kadar olan çocukların gazete okuyup okumamaları hakkında profesörün fikirlerini yukarıya hulâsa ettik. Ona nazaran asıl mesele bu yaştan sonra başlamaktadır. Şimdi gene onu dinliyelim: « Bu yaştan sonra çocukların anlıyarak okumalarını temin etmelidir. Günün mevzuunu teşkil eden hâdiseler hakkında çocuklarile yemek masasında ve heyecandan an bir şekiîde müdavelei efkâr eden ana ve baba çocukların gazete okumaları hakkında onlara verilmesi lâzım gelen terbiyeyi yerinde veriyor demektir. Şu şartla ki, çocuk bu mevzudan sıkıldığı takdirde hemen susmalı ve münakaşa mevzuunu değiştirmelidir. Yalnız gazete değil, kitab okuma hususunda intihab meselesi mühimdir. Gazetede her önüne gelen mevzuu, her eline geçen kitabı okuyan çocuktan hayır gelmez. Çocukların alâkalarını celbeden muayyen mevzular üzerinde gazete kuponlan toplamaları da ihtisas bakımından çok faydalıdır. Tayyareciliğe meraklı bir çocuğun tayyarecilik mevzuu etrafında gazetelerde, mecmualarda rasladığı mühim yazıları biriktirmesi çok şayani arzudur. Gönül ve sevgi Bursa ayakkabıcılarının, muhabirimize İstanbulda yapılan yerli derilerden yana yakıla şikâyet etmeleri üzerinde bihakkin durulması lâznngelen bir meseleyi yeniden ortaya koydu. Yerli derilerden şikâyet edildiği sık sık duyulmaktadır. Bu şıkâyeti yapan ayakkabıcılardır. Fakat yerli ayakkabı lardan şikâyet de herkesin ağzındadır. Şu halde mesele umumileşmekte, derd umumun derdi haline gelmektedir. Bu bakımdan değer vermek ve şikâyetleri önlemek adeta bir rejim borcu gibi görünmektedir. Deri sanayiindeki inkişaf da diğer sanayide olduğu gibi Cumhurıyet devrinde olmuştur. Vâkıa Türkler derici • likte her zaman en yüksek kabiliyeti göstermiş ve bütün dünyaya örnek vermiş Ierdır. Osmanlı devletinin ilk devirlerinde Türklerin deri sanayiinde pek yükseldikleri görülmüştür. Bu esasa bağlanarak saraçhk, semercılik ve saırede de dünyaya örnek verilmiştir. Görülüyor ki Türklerde deri sanayiine karşı alâka pek eskidir. Fakat Osmanlı İmparatorluğunun inkırazile deri sanayiindeki inkıraz da biı olmuştur. Işte bu suretle ölmek üzere bulunan deri sanayii Atatürk Türkiyesinde, yeniden, fakat yepyeni bir teknikle doğmuştur. Bunun izahını şu rakamlar gayet iyi göstermektedir: 1923 yılında haricden 2,312.165 ki!o deri ahyor, dahilde ancak 1,974,000 kiio deri yapıyorduk. Geçen sene haricden 19,155kilo deri ahnmış. dahilde 4,000,000 kilo deri yapılmışhr. Bunun içindir ki deri sanayiini Cumhuriyetin bir mahsulü addediyor ve ona onunla beraber bütün millî sanayie leke sürmek istiyenlerin meydana çıkarılması iâzımgeldiği kanaatinde bulunuyoruz. iirin ister lirik, ister sembclik veya kübik olsun değişmiyen bir tarifi vardır. Bu tarife göre şiir düşündürücü, heyecan verici beliğ söz demektir. Kendilerini şair olarak ilân edip de yurddaşlarınm eline hakikî manasile tek bir mısra şiir sunamıyanlarm gayzini kabul ederek söylüyorum: Nâbinin şiiri anlatmak için yazdığı şu satırlar, bugün de, yarın da tam bir hakikat ifade eder: Söyleme şiiri tehi manâdçm Âğını çekme balıksız mâdan Kokusuz lâleye benzer o suhan Ki ola lâfzı tehi manâdan Benzer ol matlai hâlicâme Magz'den hâli olan bâdame Öyle pâkize gerektir eş'âr Ki anı bir işiten ola hezâr Cbülbül demek) San'atkâr da Yenişehirli Avninin: Şair o hümadır ki iki âleme pünhan Bir cevvi mukaddesde hafiyyüttayerandtr F. G. Kütahva meb'usu İbrahim Dalkıhc vefat etti Uşak 1 (A.A.) Kütahva saylavı İbrahim Dalkıhc. Bozkuş köyündeki sayfıyesinde vefat etmiştir. Cenazesi bugün merasimle kaldırılacaktır. CUMHURİYETMerhum 1871 senesinde Uşakta doğ muştur. Tahsilini medresede yapmış, Merhum İbrahim maarif ve idare işDalkıhc lerinde çalışmıştır. Son zamanlarda çiftçilikle meşguldü. Evlidir ve beş çocuğu vardır. Büyük Millet Meclisine ve ailesine taziyetlerimizi sunarız. Uzun Hasan, yurdunda binlerce taraftan bulunan bu adama güler yüz gösterdi, hatta kızkardeşini ona verdi, Cihanşah üzerine de yürüyerek mühim galebeler kazandı ve Cüneydi Erdebil tekkesine oturttu. Şimdi Cüneyd, siyasî entrikalara başlamıştı. Çünkü manevî kudretine Uzun Hasan gibi kuvvetli bir hükümdarın yardjmını da katmış bulunuyordu. Fakat M TURHAN TAN müridlerinin başına geçerek Şirvan ülkesine yaptığı bir taarruzda öldüriildü. UBrezilyada geniş bir ihtilâl zun Hasan bu sefer, Cüneydin oğlu Haydarı hknayesine aldı ve bu şeyhzadeyc komitesi oğlunu verdi. Rio de Janeyro 1 (AA) Resmî bir Haydar, kaynatasınm sağlığı müdde tebliğe göre, Brezilya makamatı çok getince sessiz kaldı. Lâkin onun ölmesi ve niş bir komünist ihtilâl komplosu meyAkkoyunlu devletinde anarşi başlaması dana çıkarmıştır. Bir yangın davası Ortaköyde, eski İskele sokağında içerisi eski balıkçı aletlerile dolu olan bir depoyu sigorta parasma tamah ederek kasden yakmaktan suçu Nazik, Niko. Osman ve Andonun muhakemelerine dün Ağırcezada başlandı. Suçlular, cürümlerini kat'iyyen inkâr ettiler ve yangının geceyarısı kendilerinin depoda bulunmadığı sırada çıktığını söylediler. Bundan sonra bazı şahidler dinlendı. Bunlardan biri, bez kokusunu duyarak. yangını ilk haber veren kendisi olduğunu ve yangmdan bir hafta evvel. çekilen tahta perdeyi şüpheli bulduğunu sövledi. Diğer şahidlerin çağırılması için duruşrr.a baska güne bırakıldı. Birdenbire durdu, hemşire Sabahatin yüzüne baktı; karşısmda yüzü vakit vakit kızarıp solarak iyilik, insaniyet ve candan sevgi ile bakan gene kadına, kalbinin acılannı dökebileceğini anladı. Söyliyecek miydi? Söylerse, konuşursa; belki açılır; belki derdden, sıkmtı dan kurtulurdu. Fakat ıstırabmın asale tini kabederdi. Yalnız, bir kere başlamıştı, sonunu getirmemenin çok manalı olacağı mu hakkaktı; sözünü tamamladı: Evime gelince, inanır mısmız, artık, ben oraya yabancı gibiyim. Neden böyle? Hemşire Sabahat, sessiz sessiz gülümsüyordu: Haklısınız... Aylardanberi buraya alıştınız. Melike, onun söyleyişinde, kapalı a ğızlan açmak istiyen bir mürai dostluk hilekârhğı bulmuyordu; o, gene kadına, yürekten hak veriyordu. Melikenin kalbi minnetle doluydu: Hem buraya alıştım, hem de alıştığım eski evden çıktık, yeni taşındık. Evden eve taşınmak, benim alışkanlıklarımı değiştirir, bir tuhaf olurum. Gene hemşire, gülümsüyordu: Öyle sanıyorum ki herkes, biraz öyle olur. Melike, hemşire Sabahatin gösterdiği Profesör ana ve babaların gazete okumaları hakkında bu kısa mütaleadan sonra çocuklara geçerek diyor ki: « Bilâkayid ve şart küçük çocukların bile gazete okumalarına mümanaat edilmemelidir. Mümanaat edildiği takdirde gazete muhteviyatmın fenalığı hakkında bir fikri sabit edinırler ki büyüdükleri zaman da bu fikir onlarda yer etmiş olur. Diğer taraftan hiçbir çocuk gazete okumak hususunda zorlanmamalıdır. Ga«Bence çocuklann gazete okuyup ozete okumayı bir formalite haline sokmak kumamaları işte bu şartlara bağh bulunfeci neticeler doğurur.» maktadır.» Çocukların gazetelerin mizah kısımlaÇocukların bu şartlar altında gazete rını, yahud da doğrudan doğruya mizah okumalannın faydalı olacağına kim inangazetelerini okuyup okumamaları hak maz ki! kında profesör Pitkin; mizahm çirkin ve dekolte neşriyattan ayırd edilmesini şart DEMİRYOLLARDA koşuyor. Edeb ve terbiye hududlarını aşmıyan mizahm çocuklara hiçbir zararı Halk karneleri Avrupa hatolmıyacağını söylüyor. tında muteber değil Çocukların aşk, cinayet ve harb gibi Devlet Demiryolları idaresi 15 günlük mevzulara dair havadisleri okumaktan halk karnelerinin yalnız Avrupa hattmahlâkan zarar görüp görmiyecekleri hu da mer'î olamıyacağmı karnelerin altlarına yazdırmıştır. Karnelerin Avrupa susunda şu mütalealan serdediyor: « Çocukları bunları okumaktan hattında mer'î olmamasına sebeb, esasen Avnıpa hattında yüzde 80 kadar men'e kalkışmak, yahud da onlara bu gitenzilât yapıldığından daha fazla ten bi hâdiselerin şefaatinden sık sık bahset zilâta masrafın tahammülü olmamasımek; çocukta bu mevzular üzerinde ima dır. li fikretmek gibi bir netice verebilir. Bu itibarla çocuğun tecessüsünü celbetmiş ve SERVER BEDl'in böylece normal şartlar altında şöyle bir Gazetemiz için hazırladığı okuyup geçeceği ve yüzdeyüz beş on dakika sonra unutacağı bir meseleyi fazla cazib romanı kurcalamış oluruz. Yalnız çocuk tarafından bu mevzular üzerinde bir sual müvacehesinde bulunulduğu takdirde gazeteBir iki güne kadar tefrikaya lerin bunları halkı muhafaza ve sıyanet başlıyoruz. saikasile ve halkı teyakkuza davet kasdile yazıldığını söylemek kâfidir.» Ancak bu yazı biriktirme meselesi de en fazla iki mevzuu aşmamalıdır. Birçok çocuklara tek bir mevzu da kifayet eder. Ayni zamanda çocukların okuduklarını iyice anlayıp bunları hazmedip etmediklerini de tetkik gerektir. Papağan gibi manasını anlamadan tekrarlıyan birçok çocuk beyhude vakit kaybediyor demekO GÜN tir. Gökie yakut îdi, mercandt güneş, Şurası da şayani dikkattir ki gelişigü Kanayan kordu, yanan kandı güneş, Erimiş yangm içip kandı hava~ zel gazete okumaya alışan çocuk mekteb kitablan üzerinde de ayni tempoyu tuttu Cevherinden güneşin yandt gönül, rur ve bu da tahsili üzerinde fena netice Sevgimiz oldu alevden bir gül, ler verir. Bunun için gerek ana ve baba Şuleden yandı sular, yandı hava.. gerekse muallimler ve mürebbiler çocuk Sarmaşık, defne, kekik, merzenguş ların herşeyden evvel anlıyarak okuduk Dağda bir bir dolanıp râm olmuş larını kontrol etmelidirler. Aksi takdirde HirAin ıtnndaki kızgın kokuya.. çocukta gelişigüzel okuma itiyadı bir ta Buğu morlaştı, dumanlandık "biz, biat haline girer. Ne güzel yandı feza, yandt deniz, Bu serap oldu uzun bir rüya.. Bir gümüşten süzülüşken, 'burulan Cıvadan bir halezon oldu, yuan Oldu, oklarla güneş vurdu bizi.. beytinde göstermek istediği âyarda ve kıratta ruh taşıyan semavî meşreb fanilere denir. Bizde bu tariflere ve bu tavsiflere uygun şiir ile şair, ne yazık ki, çok nadir görülüyor. * •* Erganon şairi Behçet Yazann, Gonul ve Sevgi adı altında yeni bir şiir kitabı bastırmak üzere bulunduğunu işitince ilkin yukanya yazdığım sözleri, sonra Behçetin elinde gerçekten Erganonlaşan san'atkâr kalemi düşündüm. Elemden hazza geçen bir yürekle «Gönül ve Sevgi» den bir parça olsun bulmak iştiyakına kapıldım. Işte elime geeçn şiiri okuyucularıma takdim ederken kurak ruhlara bir bardak serin ve tatlı şurub sunan bir adam zevki duyuyorum ve... müftehir oluyorum: 4 Bir kızu tasta kızü korla bütün Gönlümüz sevgiyi kaynattı o gün.. Yaktık âteşle biraz kendimizi.. Yakactk: 23/9/1937 M. TURHAN TAN Ulus refikimiz «Ulus» refikimiz, Cumhuriyet bayramına raslıyan 29 teşrinievvelden itibaren yeni kadrosile 12 16 sahife olarak intişara başhyacak ve yeni makinesinde basılacaktır. Ulus, 3ralnız Ankaranm değil, bütün Türkiyenin en büyük gazetelerinden biri olacaktır. Salâhiyetli kalemlerin kuvvetli ve olgun yazılarmdan başka, kıymetli memleket röportajları, fikir ve san'at hareketleri, yeni Ulus sütunlarında yer alacaktır. Dünyanın hemen bütün merkezlerinde istihbar teşkilâtım kuvvetlendiren (Ulus) un her sayısmda meraklı birkaç mevzu, hareketli birçok resimler ve memleket ihtiyaclarma temas eden meseleler bulunacaktır. Tayyare postalarile tevzi edilecek olan «Ulus» u okuyucularımıza tavsiye ederiz. Hemşire Safiye, inandırmak istiyen bir kat'iyetle cevab vermi§ti: Hele size, düşünmek hiç yaraşmıyor. Gene kadm, o anda ürpermişti; onu, dinlediği gün mes'ud, hayalinde duyduğu gün bedbaht eden şarkıyı hatırladı: «Bana hiç yakışmıyor böyle întizar simdi!» Acaba hemşire Safiye, onun içini de mi keşfetmişti? Korkuyorum Edebl tefrika : 82 Yazan : Mahmud Yesari Şekib, düşündü: Kalabiliriz. Gene kadm, ellerini birbirine vurdu: Düşündün; demek ki umduğun, dayandığın birisi var. Kocasını çenesinden tutmuştu: Yalnız, ben senin düşünüşünden şüphelendım. Şekib, şaşalıyarak ayağa kalkmıştı: Neden? Hesabla, kitabla hareket ediyor sun. Acaba, benim eve, geç gelmemi mi istiyorsun? Kocası, kalktığı iskemleye oturuver mişti: > , Düşündüğün şeye bak! Melike, kollarını kocasının boynuna doladı: Peki, niçin düşünüyorsun? karar verebilecek, sıkmtıdan kurtulacaktı; fakat neyi düşüneceğine, ne düşünmesi lâzım geleceğine karar veremiyordu. Sabah, akşam kürlerinde yatmaktan sıkılan Melike, iki gündür kür şezlongundan kalkmağa üşeniyor, getirilen yemek lerle kahvaltılan yemeği unutuyordu. Ne düşünüyorsunuz güzelim? Diye merakla soran hemşire Sabahate, gene kadm, boynunu bükerek gülümsemişti: Hiçbir şey düşünmüyorum. Gene hemşire, her zamanki sessiz nezaketile başını eğmişti; incitmekten korkan, insanlann iç duygularına saygı eden şefkatli bir sesle fısıldadı: Bilmem! Son günlerde o kadar dalgınsınız ki... Melike, gene hemşirenin, kendisine karşı gösterdiği bağlılığı kayıdsızlıkla karşılıyamazdı; fakat ne yazık ki yalan söyliyecekti. Bunu akhndan geçirirken içi sızladı: Yakında buradan çıkacağımı düşünüyorum... Buraya öyle alıştım ki... Evime 19 Melike, mayısta sanatoryomdan çıkacaktı. Gene kadının kafası, ihtilâl içindeydi; ^ıe düşündüğünü, ne düşüneceğini şaşırinıştı. Bir tek şey düşünse, yahud düşü•leceklerini teker teker düşünebilse, bir samimiyetten cesaret almıştı: Hizmetçimiz de değişmiş... Bu da bir değişiklik değil mi? Şüphesiz. Birkaç gün izinli gitliğim zaman, buradaki programın evde latbik edilemiyeceğini de anladım. O da doğru. Bunları, pek fazla üzerime kaydederek düşünmüyorum. Fakat gene dü şünmekten de kendimi alamıyorum. Gene kadın, bunları söylerken, bir suç işlemiş gibi utanarak titriyordu; yaptığı, samimiyete karşı bir cürümdü; susmanın en faziletli hareket olacağına karar vermişti: tşte böyle, Sabahat Hanımcığım. Gene hemşirenin yüzü birden kıpkırmızı olmuştu, gülümsedi, odadan çıktı. Melike, ona karşı, büsbütün de yalan söylememişti; eve gittiği zaman, sana toryomdai alıştığı temiz havayı bulamı yacaktı. Hemşire Sabahat: Ne düşünüyorsunuz? Diye pek haklı olarak sormuştu. Ko cası, yirmi yedi günlük ayrılıktan sonra gelince, Melike, binbir tereddüd dünyası içinde desteksiz kalıvermiş, dalgınlaşmıştı. Düşünmek istemediği halde, ka fası düşüncelere dalıyordu. Fakat bu düşüncelerden birinin, bir tekinin muay yen, vâzıh şekilleri, renkleri, ve mana ları yoktu. Melike, yazıhaneye telefon ettiği gündenberi şüphelenmişti. Kocasmdan şüphelendiğini ona hissettirmemekle hakikî vaziyeti daha açık öğreneceğini ummuştu. Şekib geldiği gün konuşurlarken, Melike, yanılmadığını anlamıştı. Fakat acaba, kocası hakkında yanlış mı hüküm veriyordu? Ondan kuşkula nışı doğru muydu? Hemşire Safiye, daha gün görmüş, daha olgun bir kadındı; Melikenin yaslı dalgmlığını o, daha müsamaha ile be nimsemişti: Düşünmiyeceksiniz. Güzelim. Düşünmemek elden gelmez. Fakat siz, düşünmiyeceksiniz. Niçin, her ne için, neye ve ne şekilde olursa olsun, düşünmiye ceksiniz. Neden biliyor musunuz? Af federsiniz, bunu, size söylemek haddim değil. Yalnız şu var ki sıhhatinizin selâmeti için sinirlerinizin bozulmaması lâ zım. Halbuki düşünmek, sinirleri bozuyor. Melike, hemşire Safiyenin, bir iç gü zelliğinin sempatisi parlıyan zeki, anla yışh ve duygulu gözlerine baktı, başını salladı: Melike, korkusunu belli etmeğe kor kuyordu, güldü: Neden? Hemşire Safiye, gene kadının gülüşüne dikkat etmemiş gibiydi: Daha çok gencsiniz. Ne düşünü yorsunuz? Ne düşüneceksiniz?.. Düşünmek için, önünüzde daha çok zaman var. Melike, onun biraz kat'iyetle söylediği sözlerde, gencleri, gencliği düşünce sizlikle itham eden ağır bir hüküm çeş nisi bulmuyordu; bu, görgülü ve tecrü beli yılların, hürmet edilmesi lâzım gelen bir kanaatiydi. Melike, hiç cevab vermemişti; hemşrre Safiye: Evvelâ sıhhatinizi kurtarın, dedi, ondan başka birşey düşünmeyin. Sıhha tinizi kazandıktan sonra, herşeyi düşüne Bunda çok hakkınız var. Düşün bihrsiniz. mek sinirleri bozuyor. (Arkasn var)