1 Ağustos 1937 CUMHURİYET TASLARD PAZARDAN PAZABAI Damokles'in kıhcı Istikbalin zencileri Güzel erkeğin tarifi Bugünkü harbler Gazetecilerin maçı Tifo mikrobunım seyahati Damokles'in kdıcı Bugünün harbleri Şüphesiz dikkat etmişsinizdir; bu günün harbleri es kilerine hiç benze miyor: îlânı harb yok; ordulann filân sahada muharebeyi kabul etmeleri yok; hatta doğju Hürüst bir seferlik. bile yok; iki taraf tan birinin ordulan öteki tarafa doğru yüruyüveriyor. Japonlar Mançuriye, îtalyanlar Habeşistana briyle bir aAerî tenezzüh yapar gibi giriverdiler. Şimdi gene Japonlann şimalî Ç;n merke^ine böylece giriverditlerini öğreniyotuz. ıki taraf arasmda bir harb hali olup olmadığı münakaşa edildiği günlerde Pekinin işgal edildiği haber verilHor. Bugünün harbleri bir askerî yürüyöşe inhisar etmek üzere. Zafer o kadar koBir zamanlar esnafı korkntmak için: lay görünüyor ki yürüyüş halinde bu'unan ordu neferlerinin ellerine mavzer >e Belediye geliyor! diye bağınlırdı; rine birer defne dah verilse neticede hiç bundan sonra Belediyeyi korkutmak ve fark olmıyacak gfbi. harekete getirmek için, arasıra: Gazetecilerin maçı Tifo geliyor! Galatasaraym tekaüde çıkmış oyuncuDiye çığhğı basıvermeli. O zaman larile gazetecilerden mürekkeb bir takım, bugünün tedbirleri belki devam eder. YaJ hud üç bin misli büyütülmüş bir tifo mikt bugün, Taksim stadyomunda bir futbol robu resmini Şehir Meclisinin duvarına maçı yapacaklar. Gazetecilerin takımında bizim Cumhuriyetten ve diğer gazeteDamokles'in kılıcı gibi asıvermeli. lerden arkadaşlar var. Listeye göz gezIstikbalin zencileri dirdim ve bizim oyunculan beğenmedim. Bazı mütehassısMuvaffak olacaklarını hiç ümid etmiyolara inanmak lâ rum. zım gelirse ırklar aBana kalsaydı, Kazetecilerin takımına rasmdaki fark gü Ali Naci Karacan ve Nizameddin Nazif neşten geliyor: Ki ayarında oyuncular koyardun. Çünkü bu minin siyah, kiminin arkadaşlar, gazete çıkanp bahra babra çok esmer ve kiminin de beyaz olması, top atmanın sırnnı öğrenmişlerdir. sahrada ve çölde yaşıyan ırklarla şehir Tifo mikrobanun seyahati lerde büyüyenlerin güneş karşısındaki vaBir gazete Ankarada tifo salgını başziyetlerinin neticesi imiş. ladığmı haber veriyor. Hastahk tstanbulBu nazariye doğru ise yann bütün Avrupa kavimleri zenciler gibi simsiyah da azaldığına göre buradan oraya git kesilecekler: Daha bugünden plâjlarda miş olacak. Acaba hangi trenle? Toroskırmızı topraktan bakıra, bakırdan tunca, la mı, marşandizle ıni? Birinci mevkile tuncdan tütün rengine istihale eden renk mi, ikincile mi? leri, batmdan batma kararacak ve dün yayı kanştıran ırk ihtilâflanndan eser kalmıvacaktır. Bay Hitler beyaz ırklann üstünlüğünde ısrar edecekse şimdiden Almanyanm bütün plâjlannı kapamalıdır! Tifo mikrobunun Türkiye dahilinde yapmağa başladığı bu seyahat, her şehrin belediyesini imtihan etmek içindir. Ankarada fazla duramıyacağından eminiz, Istanbula iade edilmesinden korkanz! SERVER BEDİ Tifo partırdısı bitmek üzere. Vu kuat azalıyor. Do mates salatasına u zanan eller artık titremiyecek ve ateşe yaklaşıyormuş gibi korkudan geri çekilmiyecek. Yalnız îstanbul halkına değil, Belediyesine de müjlde: Çünkü artık sokakların geceleri sık. sık yıkanma sına, Belediye talimatnamesini unutan ların peşinden koşulmasma, sulann, sütlerin, meyvaların, manaviann, satıalann temizlik muayenesine filân da lüzum kalmıyacak. Bu işler hep tifo korkusile yapılıyordu ve salgından evrel hep tali matname sahifelerinde kunumuş mürekkeb lekeleri halinde kalıyordu. Tifo bitince îstanbul belediyesi de eski rahahna kavuşur. Boğazkesen kitabesi Yazan : M. Turhan Tan Ktsa bir başlangıç Taş, hemen her dilde duygusuzluğun remzidir. lranlı, hissiz yürekler için Sengin dil der. Arab. o mevkide Zeyyel hacer tabirini kullanır. Biz, taş yürekK demeği itiyad edinmişiz. Fakat bu hüküm, hiç de doğnı değildir. Çünkü şelâlelerin çılgın dökülüşünü asırlardanberi seyre dalan, dere kenarlarında uzanıp yatac nice taşlar vardır ki kendi böğürlerindekı sönmez neş'eden ördükleri yeşil örtülers canh canlı bürünmüşlerdir. Ayak altın da çiğnenmemek için yükseklerde yer almış nice kayalar görülür ki bağırlarmdan fışkıran sıra sıra çamlarla aşk fidanlığına ve o fidanlıklann fen güzel timsali sayılan kadın kalbine benzemişlerdir!.. Eski devirlerin zeki insanları taşlann bu sessiz hassasiyetini sezmiş olacaklar ki heder olmasına kıyamadıklan hakikatleri onların tercümanlığına emanet etmeği düşünmüfler ve taşı en sadık bir tanh sahifesi olarak kuüanmışlardır. Her biri bir hakikaî terennüm eden yazıh taşlar olmasa tarih çok cılız kalırdı ve beşeriyet dünü gör miyen zavallı bir kör dururauna düşerdi. 1 Uyanmıyan şehir u, Pekindir. Büyük ilâh, Çinlian lerin tabirince 5 Rtiı gökte temessül eder ve hükümdar da onun oğlu sıfatile ilâhî kudreti yerde temsil eyler. Fu hi, La o çe, Confucius hep bu akideyi telkin ettiler, Çinliler de düşünmeği, çahşmayı, yurd için ıstırab vc yurdun saadeti karşısında inşirah duymayı bırakarak herşeyi güten ve gö^cün oğlu hükümdardan beklemeğe koyuldular. Gök ruhsuz, hükümdarlar duygusuzdu. Halk da kayıdsız kalınca Çin ülkesi dirilerin yattığı bir mezarhk oldu ve her Çin şehri ebedî bir uykuya daldı. Türkler, çok eski devirlerdenberi bu uyuşuk kalabalığa hareket vermek, uyuyan şehirleri uyandırmak istedilcr. Pekin, yürek me\kiınde bulunduğu için bütün hamleler oraya tevcih olundu, Milâdda önce İkinci asırda dört yüz bin athnın başında Çin ülkesine vürüven Mete bu maksadı takfb ediyordu. Onun Çin ordularını yene yene yaptığı ileri hareketin istenilen neticeye erememesi, imparator başta olmak üzere, Çınlılerin uykulanndan uyandırılmamak için diz çöküp yalvarmalanndandır. Cengiz, Meteden 1400 yıl kadar sonra ayni iyiliği yapmak istedi, sakalı uykuda uzamıs olan Çin Imparatorunu ahmak olarak ilân ve Pekini işgal etti. Türk Moğol kanı Çinlilerin ölgün damarlarına hayat vermeğe ve Türklerin Hanbalık adını verdikleri Pekin gerinmeğe, uykudan uyanmağa başlamıştı. Bu, tarihin bile hayret ettiği bir uyanış, bir kımıldanıştı. Avrupadan oralara kadar merak edip gidenler ve uyuyan şehrin uyanmasını seyre koşanlar vardı. Ne yazık ki damar geniş, aşılanan kan azdı. Bir iki asır sonra o uyanıklık gevşedi, daha sonra söndü ve Pekin gene uykuya tialdı. Avrupa, Türkler gibi davranmadı, Pekinin uyuyan bir şehir ve Çinlinin diri bir ölü halinde kalmasını istedi. Ingilterenin 1840 1841 yıllannda açtığı afvon harbi o emperyalist maksad içindi. Medenî Ingiltere, cehlin uyuttuğu bir milleti afyonla bü^bütün uyuşturmak istiyordu. 1858 1861 yıllarını dolduran ikinci bir sefer, Pekinin Ingiliz ve Fransız ordulan tarafından işgal ve uyuşukluğun ikmal edılmesile neticelendi. Artık Pekin, emnervalizm kloröformile baygm bir hale gelmisti, horul horul uyuyordu. 1894 de Japonya, ayni kloröformü eline alarak Koreye girdi, Ruslar da şimalden harekete geçerek Mançuriyi ilhaka hazırlandı, uvuyan şehir şimdi iki zıd kuvvetin tazyikı altına düşmüştü, şekli ve nisbeti muhtelif formüllerle sunulagelen kloröformü yutup duruyordu. Bu hal, sonunda aksülâmel yaptı, uykunun ölüme çevrilmek üzere bulunmasından bir heyecan husule geldi, uyuyan şehir derman'iz ve takatsiz gözlerini açtı, kendisini ele geçirmek uğrunda carpısan Rus Japnn ordulannm boğuşmasmı seyretti (1904). O ççündenberi Pekin, vatağmda dirse» gine dayanarak dört yanma hayran hayran bakınmağa dalmış bir hasta vaziyetındedır. Gene uyumak ıstıyor, korkuyor, ayaia kalkmavı düşünüyor, kudret bulamıyor. Japonlann son günlerde şehre girmeleri bu tereddüdü oıderecek ve uykuya ahsık sehrin gözlerini tekrar kapatacaktır!.. Rumelihisanndaki kitabe gösteriliyordu. Müzeler müessisi ve esKİ tiğinden kale bedenlerine 651 diş işlen • müdürü Bay Halıl Etem, bu kitabenin miştir! Hisann tarih bakımından yapılışı ise en eski olduğunu tesbit etmiş ve şehir tarihinin aydınlanmasına hizmet eylemiştir. şöyledir: İkinci Mehmed, İstanbulu zapBu taş beyaz mermer cinsindendir, tetmeği tasarlayınca ilk iş olarak Boğazı Rumelihisarının Bebek tarafma bakan kapamak istedi, amele ve malzeme ha zırlattı, Anadoluhisarına gelerek karşıya büyük kulesindedir. Üzerindeki yazı ıki geçmek tedbirleri aldı. Bizans împaratosatırdır, sülüs denilen hatladır ve şu meru ilkin tehdid, sonra rica ile bu teşeb aldedir: «Bukalenin ve bu yüksek kulebüse karşı koymaya yeltendi, Sultan nin yapılmasını büyük sultan ve çok büMehmedden şu cevabı işitti: «Gönlü yük hakan Mehmed bin Murad hUn mün istediğini yapmaklığıma ne hak'a kölesi ve veziri Zagnus Paşaya emretti ve ne kudretle muhalefet edebilirsiniz? ve yapı işi 856 senesi receb ayında ta Boğazın iki sahili de benimdir: Anadolu matn oldu..» sahilinin sahibiyim. Çünkü oradaki halk Kitabe okununca tarihin heyecanlı bir hep Türktür. Rumeli yakası da benimsahifesi hemen gözönüne geliyor, değil dir. Çünkü siz, müdafaasını bilmiyor mi?... Nasıl gelmesin ki o sahife, asr sunuz.» larca sürmüş bir çağın kapanıp hâlâ sürSultan Mehmed, bu tebliği yapbktan mekte olan yeni bir çağın açıldığmı da sonra ameleyi ve malzemeyi beri yakahatırlatmakta ve bu suretle beynelmilel ya geçirtti, 1452 yılının martı içinde bir mahiyet almaktadır. Boğazkesen hisarının temellerini attır Evet, Rumelihisanna bu kitabe konu dı. Yapıda altı bin işçi çalışıyordu. Yüklurken îstanbulun Türkleştirılmesine de sek mevki sahibi insanlar da kireç ve taş temel atılmış oluyordu. Şark ve garb ta taşımakla meşgul oluyordu. Mimar, Musrihçileri, işte bu sebeble, Hisann yapılışı lihiddindi. Hünkâr, amelebaşı durumunkeyfiyetine büyük değer vermişler ve muh daydı. Bu candan çalışma sonunda vc telif rivayetler kaydederek hâdiseyi tan temmuz ayı ortalarında Hisarın yapısı tanalı bir şekle sokmuşlardır. Gülşenı bitti. Duvarlarının kalınlığı yirmi beş, Maarif sahibinin Nikhisar, bir kısım Bı kurşunla örtülü kulelerinin kalınlığı otuz zans müverrihlerinin Başkesen ve Kesen kadem idi. hisar. Ekser tarihçilerinin Boğazkesen d;ye andıklan Rumelihisarı için ileri sü rülen rivayetlerin en eğlencelisini Eliya Çelebi yazar. Zeki seyyah Kartacayı kuran Elısa'nın o mıntaka hükümdarından bir öküz derisi kadar yer istiyerek aldığı müsbet cevab üzerine deriyi kıl gi« bı ince bir şerid halinde kesip eklemek suretile koca bir şehrin temelini atacak derecede geniş toprak elde ettiği hakkmdaki efsaneyi Osmanlılaştırarak Bizans tmparatorundan Fatih Sultan Mehmedin bir sığır derisi büyüklüğünde toprak istedığini ve sonra bu deriyi gergiye gerip son mertebe ince şekilde dilim dilim etı|rıek suretile bir kale kurulmasına kâfi gelecek miktarda yer zaptettiğini söyler. Gene onun rivayetine göre Boğazkesen hısarı kufî hat bakımından Mehmed adım tecessüm ettirecek şekilde yapılmıştır. En üstteki yedi tabaka M makamında dır, dizdar kapısı H yerindedir. Denİ7 kenanndaki büyük kule ikinci ( M ) olarak görünmektedir. Dört köşeli hisarbeçe D harfı gibi bina edilmiştir. Fakat yapıda iltizam olunan hüner, Evliya Çelebiye bakılırsa, bu kadarla kalmıyor. Mehmed kelimesi ebced hesabile 92 rakamına muSultan Mehmed, Boğazkesen hisan nın Boğazdan geçecek gemiler üzerinde ne suretle hâkim olacağını tecrübe için ilk fırsatı bulmakta gecikmedi, Venedikli kaptan Riçi'nin kumandası altında olarak Marmaraya doğru süzülen ve Türklerin ihtarına rağmen yelkenlerini kapamayan bir gemiye, Macar Urban tara fından yapılmış ve yeni hisara konulmuş olan büyük bir topla ateş açtırdı. Gemi ilk mermiyi yer yemez parçalandı, bath, Riçi ve tayfaları denizden çıkarıldıktan sonra idam olundu. Boğazkesen kitabesi Şimdi Rumelihisarı dedığimiz yere 3000 yıl önce Utarid burnu Hermanum promontorium deniyordu. Bu ad, orada kurulmuş olan bir mabedden ileri geli yordu. Tarih, asırlar ve asırlar geçtiği halde bu mabede kendi göğsünde bir satır vermeğe lüzum görmedi. Ne o ma beddeki âyinler, törenler, hayübular, ne de binayı sırtında taşıyan burnu fasıla sız kamçılıyagelen dalgaların çıkardığ: haşin ses, tarihin kulağına aksetmiyor gıbiydi. Bu buruna kendini yalayan cereyanın süratinden dolayı Rhoodcs dediler. Kızılkbpek Pyrhois Cyon dediler, belki daha başka isimler de verdiler. Lâkin tarihi o muhitle alâkalandıramadılar. Utarid burnunu, Kızılköpek akmtısırı (şimdi Seytanakıntısı diyoruz) tarihe ilk tanıtan Dâra oldu. O, yedı yüz bin kişilık bir ordunun başında Irandan kalkaTak ve Sisamlı Androkles'e yaptırdığ: köprıiden boğazı geçerek bir kaya içine oyulmuş tahtından ordusunun naklıni seyrederken akıntının müstehzi gürültü sünii de dinlediği için tarih, Utarid mabedıni sahıfelerine kaydetmek fırsatını buldu. Fakat Dâra gibi o köprü ve o taht da ortadan kalktı, tarihin hikâyesi gitgide efsane şeklıni aldı. Çünkü Dâra, haki kati taşa emanet etmeği düşünememiş, yahud, denize köprü kurmak ve o köprüden yüz binlerce askeri geçirmek gibi bir vâkıaya şahid tuttuğu taşı iyi seçememifti. Ondan ötürü bugün Şeytanakıntısmın yanıbaşında o hâdiseyi bize sıhha • tile nakleden tek bir vesıka yoktur. Fakat Türkler, Osmanh Türkleri Dâranın köprü kurduğu yerde bir kale kurarken yaptıkları işi ve vücude getirdik leri eseri, müteakıb asırlara tanıtmak için taşlann tercümanlığından istifade etmeği de unutmamışlar ve bize güzel bir kitabe armağan etmışlerdir. «İstanbulun taşlan» nı söyletirken Rumelihisarındaki bu kitabeyi başa ge çirişimizin sebebi onun îstanbul için en eski bir Türk eseri oluşundadır. Yirmi altı yıl evveline kadar İstanbuldaki Türk kitabelerinin en eskisi dıye başka taşlar, Güzel erkeğin tarifi Işte Boğazkesen kitabesi, tarihin bu sahifelerini ve İstanbulun alınmasına tekaddüm eden günlerdeki Türk askerî hareketlerini hatırlatır. Sonralan Rumelihisarı diye anılmıya başlıyan bu önemli Türk eseri, yavaş yavaş kıymetini kay betti, bir zamanlar gümrük noktası gibi kullanıldı, 1746 da yandı ve birinci Mahmudun emrile tamir olundu, Ondokuzuncu Asır içinde tamamile metruk kaldı. Şimdi orada evliyalar mesiresi yok, uzaktan Mehmed kelimesi gibi görünen bürçler, barolar yok. Hatta hisarı yıllarca sikleti altında ezen kollejin kapitülâsyonlara müstenid hakimiyeti de yok. Fakat şu kitabenin delâlet ettiği tarih sahadildir. O sebeble Hisara 92 dirsek ve nesi görebılenler için daima vardır ve bürç konulmuş, han kelimesi de gene eb daima var olacaktır!.. ced hesabınca 651 rakamına tekabül etM. TURHAN TAN nndaki hususiyetleri bilen Melike, iğilip baktı. Gene kadın, duvardaki fotoğraflarla göz göze gelmekten, ve şimdi göz önünde olmıyan hatıralar âlemini de uyandırmaktan çekindi. Ev içinde giydiği eski çorablar, karyolanın ayak ucunda sürünüyordu. Eski soluk kimonosu, şezlonktan yere sarkmıştı. Karyolanın üze* rine fırlatıp attığı buruşuk geceliğe gözü takılınca, boğazının tekrar kurumağa başladığmı duydu; odanın içi, dumanîarla dolmuş gibi geldi; bir solukta: Çıkalım, dedi. Ev halkı, sofada, ayakta, sessizce onIarı bekliyordu. Eski halayıklardan Hüsünfer kalfa ile fısıldaşarak konuşan Şekibin annesi, birden susuverdi; oğlile gelinine baktı. Iki gündenberi misafir olan Hüsünfer kalfa, küçük oğlunu da getirmişti. Ço • cuk, sıska boynunu uzatarak iri siyah gözlerini merakla Melikeye dikmişti. Hizmetçi kız, sol elinde tuttuğu su maşrapasını arkasında gizliyerek, kapının yanında duruyordu. îhtiyar kadın, yavaşça kekeledi: Gidiyor musunuz? Melike, neş'eli görünmek istiyordu, kaynanasına doğru yürüdü; fakat ona yaklaşınca geriler gibi durdu. îhtiyar kadın, gelinini öpmeği niyet ediyormuşcası Güzide arkada şımız M. Turhan Tan, güzel erkek ten bahseden gü zel yazısında kadın muharrirlerimizden birinin tarifini ha tırlatıyordu. Bu kadın muharrir ki galiba Halide Edibdir güzel erkeği şöyle tarif etmiş: Bir kadına iki defa başını çevirten ve kendisine doya doya bakmak arzusu veren erkek. Bence bu güzel erkeklerin değil, güzel erkek meftunu kadınların tarifidir. Çünkü hangi nevi erkeklerin kadınlara iki defa başlarını çevirttikleri bu tariften gene anlaşılmıyor. Güzellik her kadına göre değişiyorsa, «doya doya bakmak için» fcaş neden iki defa çevriliyor? Neden üç veya beş defa değil? Çünkü bu nevi kadınların gözlerinin doyması kabiliyeti de ötekinden farklı olsa gerek! na bakıyordu. Melike, kısa bir tereddüdden sonra, elini uzattı: Allaha ısmarladık anneciğim. îhtiyar kadın, gelininin uzattığı eli sıktı; titriven bir sesle: Inşallah yakında birşeyciğin kal maz, gelirsin, kızım, dedi. Melikenin de sesi burkulmuşhı: Inşallah anneciğim. Hüsünfer kalfa, ilerledi, Melikenin eteğini öpmek istedi: Melike: Estağfurullah kalfacığım, diye geri çekildi. Kalfanın çocuğu öyle tath bakıyordu ki gene kadın, onu öpmek ihtıyacını duydu, çocuğa doğru gitti. Birdenbire aklı başma geldi, elile küçük bir selâm verdi: Allaha ısmarladık küçük...Ve kocasına dönerek: Vaktimiz dar, gidelim, dedi. Kapının önünde, hizmetçi kız, iğilmiş, Melikeyi eteklemişti. Melike, kocasının kulağına fısıldadı: Kıza da, çocuğa da para vermeği unutma. Onlar kapıdan çıkmca, hizmetçi kız, maşrapadaki suyun yansını kapının eşiğine döktü ve kan kocanın arkasından a şağıya indi. Melike, sokağa çıkmca, karşı apartı r anın ikinci kat balkonunda yorganlan, çarşaflan havalandıran bir komşunun se Define merakı salgın halini aldı Bursa (Hususî) Birkaç kişi vilâyete müracaat ederek işgal esnasında Fidan hanına gömülmüş olduğunu haber aldıkları bir defineyi meydana çıkar mak için müsaade istemişlerdir. Son günlerde Bursa ve havalisinde define aramak için vaki müracaatlerin tevali ettiği ve bunun işsizler için bir meraktan ileri giderek salgın halini almaya başladığı görülmektedir. Bursada zehirlenenler Bursa (Hususî) Posta ve telgraf memurlarından Fehmi ile refikası gene telgraf memuru Menzile, Tuzpazarın dan aldıkları beyaz teneke peynirile zehirlenerek hastaneye kaldırılmışlardır. Ayni peynirden alan beş, altı kişinin de zehirlendikleri görülmüş ve hepsi hastaneye nakledilerek tedavi altına alınmışlardır. lâmma, elini sallıyarak cevab verdikten sonra otomobile girdiler; Şekib, şoföre: Kadıköy iskelesine, dedi. Hizmetçi kız, maşrapamn kalan suyunu da büyük dış kapının eşiğine dökmüştü. Otomobilin kapısı kapandı; araba, hareket etti. Melike, dönüp arka pencere den baktı; kaldırımın üstünde, sol elindeki maşrapayı sallıyarak duran hizmetçi kız, sağ elile gözlerini uğuşturuyordu. Melike; acaba ağlıyor mu? diye düşündü, ve arkasından ağlanmış olmak, •cini bir gurbet acısı gibi sardı. Sokaklann boşluğu, sessizliği, biran, gene kadınm gözlerini oyaladı; fakat kocasile beraber dö^dükleri, balo sabahlarını hatırladı. Ev dönmüyorlardı; Melike, hastaneye gidiyordu. Kocasının kolunu sarstı: Birşey söylesene? Şekibin içi o kadar doluydu ki ne söyliyeceğini şaşınyordu: Ne söyliyeyiır Melike? Artık, birbirimize söyliyecek sö zümüz kalmadı mı? Şekib, kansınm ellerini tuttu, kendine doğru çekti: Sus... Benimle böyle konuşma. Kocasının, ağlamamak için kendini ne zorluklarla tuttuğunu anlıyan Melike, soluk elâ gözlerinin en tatlı bakışile yal M. TURHAN TAN vardı: Bu yolların sessizliği, ne fena biliyor musun? Hani, seninle, kaç kere, sabaha karşı, hatta sabahleyin balodan dönmüştük. Hatırlıyor musun? Evet, Yoksa, sen de mi ayni şeyleri dü« şünüyordım? Şekib, cevab vermedi. Otomobil, boş caddenin ortasından, kavıp gidiyordu. Gene kadının hâlâ yalvaran gozlerle baktığını gören Şekib: Böyle şeyler düsünmiyelim, dedi. Dokforun söylediklerin' unutma, sevgi lim, düsünmek bile yasak! Melike, küçük bir kahkaha attı: Işte yasak olamıyacak, tek şey... Nasıl olur da, seni düşünmem. Bu, ya «ak dinler mi? Başını, kocasının omzuna dayadı: Düşünmemek!.. Artık senden, elimde, başka birşey kalmıyor ki... Neden? Çocuk olma, sevgilim. Birbirimizi sık sık goreceğiz! Gene kadının gözlerinin içi yanıver mişti: Sık sık geleceksin, değil mi? Ne gün geleceksin? Şekib, gülmek, şakalaşmak istiyordu: Daha henüz gitmedik bile... Melike, içini çekti: {Arkası cor) Edebf tefrfka : 27 RLA Yazan : Mahmud Yesari Ferah ferah kancığım. Melike, çıkardığı geceliğe mahzun mahzun baktıktan sonra, geceliği aldı, karyolanın üzerine fırlatıp attı: Bunu, sana bırakıyorum, hainl Sesi, bir hıçkırıkla kınlıvermişti, ko casının boynuna atılarak boğula boğula ağlamağa başladı: Güç... Bu, bana çok güş geliyor... Bilmiyorsun, nasıl içim yanıyor!... Sağ yumruğunu Şekibin omzuna vuruyordu: tçim yanıyor, diyorum... Bana, çok güç geliyor... Bu kadar değilse, karısınm, gene bir parça sarsılacağını, Şekib, daha çok önceden ummakta idi. Melikenin, iki günlük durgunluğunun nihayet bir fırtına doğuracağı muhakkaktı. Kapıya vurulmuştu, hizmetçinin sesini duydular: Otomobil geldi. Şekib, cevab verdi: Peki kızım. Sen bavullan indir. Melike, son hıçkınğı boğazmda tıkalarak dişlerini sıktı, burun deliklerini aJ çarak derin bir soluk aldı, kendini toplamağa çalıştı, mendilile gözlerini kurularken yorgun gülümsüyordu: Birdenbire, içim öyle yanıverdi, taştı ki... Şekib, gizli bir sıtma geçiriyormuş gibi içinden titriyordu: Eğer bu kadar üzüleceksen, vaz geçelim, gitmiyelim. Gene kadın, yüzünün makiyajını dü zeltti, rujunu da sürdükten sonra: Çocuk musun? dedi. Ayağa kalktı, kocasının koluna girdi: Çıkalım. Kapının önünde durdu: Bir dakika bekle... Acaba birşey unuttum mu? Melike, birşey unutmuş olmaktan korkmıyordu; odasını, odasınm her taraf mı, her köşesini, kafasının içine toplamak istiyordu. Bu odaya, nekadar zaman sonra dönecekti, acaba?... O, yatağını, kendi dıizeltmeği severdi. İlk defa, yatağını, bozuk olarak bırakıp sokağa çıkacaktı. Komodinin üstündeki küçük oturtma saatinin ince çıtırtıla