14 Temmuz 1937 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5

14 Temmuz 1937 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

14 Temmuz 1937 CDMHURÎYET «iki millet arasında çukur açılmamalıydı» «Emri vakii kabul etmek asla mevzuu bahs olamaz. Türkiye haklarırruzı tanımahdır» [Baştarafı 1 inci sahitedei Bu bahtiyar köy kaç gündür Suriye büyüklerinin bir ziyaretgâhı halini al mıştır. Suriye gazetelerinin sıhhatile yakın dan alâkadar olarak hergün gittikçe iyileştiğini müjdeledikleri meşhur lideri görmek ve onunla rahatça görüşebilmek için Bloudani'ye gitmekten başka çare yoktu. Kalktık gittik. Otelin önünde otomobilden iıvdiğimiz zaman, Suriyeye muvasalau bır hâdise şrklini alan Fiiistin biiyük müftisinin de Fahri Barudiyi ziyarete gelmiş olduğunu öğrenerelt, bir miiddet, Zebedanî ovasına bakan terasta beklemeği muvafık bulduk. Hava karanrken müftü efendi otel den ayrıldı ve biz, yan yan giderek yol gösteren teşrifatçılann ardında, meşhur liderin bir şezlonga uzanmış oldugu balkona ulaştık. Fahri Barudi güler yüzlü, sempatik bir adam. Ehlen ve sehlenden sonra arasıra aksayan bir türkçe ile konuşmağa başladı: Illustration'da çıkan beyanatım hasebile Cumhuriyet gazetesile aramızda bir anlaşamamazlık olduysa da, onun, ahvali yakmdan görüp anlamak üzere buraya sizi göndermesini hüsnü niyetine bir delil sayarak, serbestçe konuşmağı memnuniyetlc kabul ediyorum. Buyurun sorunuz. Türkiye Suriye dostluğu hak kında ne düşünüyorsunuz? Elindeki lâstikli yelpazeyi sallıyarak: Ahhh... dedi, şu Iskenderun meselesi olmasaydı... biz, genc hükumeti mirin intikal devresinde, istiklâle, hayır, şibih istiklâle kavuşurken, bütiin âlem önünde bu milleti, millet yapmağa uğraş;rken Türkler karşımıza hasım vaziye tinde çıkmasaydılar... Düşman vaziyetinde ml? Sualimi işitmemiş gibi devam etti: Şu on sekiz sene zarfında bu küçücük millet, o koskoca Fransaya yumrukla taşla mukabele etti ve yenilmedi. Fakat tam lokma ağzımıza geleceği sı rada karşımızda Türkiyeyi bulduk. lsmet lnb'nü benim kumandanımdır. Çok severım onu. Fakat yapmamalıydı bu işi. Ben yedi aydır yalvanp duruyorum, «Atatiirkün ve Ismet Inönünün ellerın dea öperim, başımıza bir gaile açmıya • lım. Bu işi bılâhare aranuzda hallederız. Şimdi bırakalım» diyorum. Fakat işte olan oldu. Bılâhare hallolunacak olan da mhayet bu şekil değıl miydi? Şimdi neden emri vakii kabul etmiyorsunuz? Işin içine ecnebi parmağı sokmıyalım, diyorduk. Fakat dedim ya, iş bu şekil aldı. ' O halde şimdi? Ben siyasî ihtilâflardan korkmu yorum, siyaset gelip geçer. Fakat iki millet arasında bir çukur açılmamak gerekti. İşte bu çukur açılmıştır. Ben en zıyade buna müteessır oluyorum. Bu çukuru açan biz değiliz. Elle rindeki kazma küreklerle bu çukuru gündengüne derinleştirmeğe çabalıyanlar meydandadir. Fakat siz Suriye liderleri, bu halin öniine geçmeği düşünmüyor musunuz? Bu çukur derhal kapatılamaz mı? Hayır.. Hayır. Yara çok tazedir, büyüktür, hâlâ kanıyor. Ve bir Iâhza düşündükten sonra, gözlerimin içine bakarak ilâve etti: Su döküldükten sonra toplana maz! Peki ne yapacaksmız? dedim. Ne mi yapacağız.. Vaziyet sarihtir. Şimdi geldiler vatanımızın bir par çasını elimizden zorla aldılar.. Amenna.. kuvvet karşısında durulmaz. Fakat bu hal de mümkün değil devam edemez. Bay Yunus Nadi bizi boyuna tehdid etsin dursun... Elbette eder, Türk kuv • vetlidir, çok kuvvetlidir, ordusu, donanması, tayyareleri vardır. Fakat unutmayınız ki Suriye de, en âciz zamanında bile koskoca Fransaya karşı durmuş, nihayet istediğini yapmış bir memlekettir. Bu sözleTİnizden anlaşılan şudur: İlânihaye Türkiyeye karşı hasım vaziyetıni muhafaza etmek istiyorsunuz, öyle mi? Lâstikli yelpazesini hızlı hızlı sallı yarak: O kadar değil, dedi, bugiin elbette emri vakii kabul etmiyoruz, etmiyeceğiz. Türkiye bizimle bu mesele üzerinde konuşup anlaşabilir. Başvekilimiz Cemil Mürdüm bizim Venizelosumuzdur. Belki bu işe bir yol bulabilir. Ancak o da nutuklannda emri vakii kat'iyyen kabul etmiyeceğini söylü yor. Elbette... Elberte... Emri vakii kabul etmek meselesi asla mevzuu bahsolamaz. Türkiye bizimle anksabilmek için haklanmızı tanımalıdır. Artık soracak şeyim kalmamıştı. Onu dinlemeği tercih ettim: Yeryüzündeki Arablar birgün mutlaka birleşecektir. Hiçbir kuvvet, hatta şeytanlar bile yetmiş milyon Arabm ittihadına mâni olanuyacaktır. Gene dayanamadım: Yani?... Yani... dedi, şarkm birleşmesi IIzımdır. Ne Türkler, ne Arablar, ne îraniler ayrı ayn garbe karşı koyamazlar. Garbe karşı cephe almanın sebebı var mı? Suriye diplomatı uzun bir iç çekişfn den sonra, arkasındaki yastık yığnuna yaslandı: Yok mu?.. Sonra, birdenbire canlanarak alev lendi: Görmüyor musunuz?.. Derdin bi rinden daha kurtulmadan, öteki kapı arahğından burnunu gösteriyor. Anlamadım? Uğraştık çabala&k, Allaha şükür, F ransa ile bir muahede yaptık ve böylece memleketimizi ecnebi istilâsından kurtarma yoluna girdik amma.. İşte Italya gözlerini memleketimize dikmif, buraya gelmek için ilk fırsatı kolluyor. Ayakta, ayrılırken, lider ve meb'us olan muhatabımın bu iki sıfatmı bırakarak, diğer ikisine, yani Iskenderun müdafaa komitesi reisi ve Suriye neşriyat ve propaganda bürosu şefi Fahri Barudiye hi Fahri Barudi yöksekten atıyor Meşhur bîr «defineci» yakayı ele verdi Londra 13 (Hususî) Uzakşarktan gelen son haberler vaziyetin gittikçe vahim bir şekil aldığmı teyid etmekte dirler. Japonlar bugün Mançuko'dan Tientsin'e 3000 asker göndermişlerdir. Halen şimalî Çindeki Japon kuvvetle rinin yekunu 10 bini tecavüz etmiştir. Çin kuvvetleri dün Pekin civarındaki Japon kıtaatını top ateşine tutmuşlar dır. Bugün ise müteaddid defalar süngü süngüye kanlı muharebeler olmuştur. Akşam üzeri, iki Japon tayyaresi Pekin üzerine bombalar atmıştır. Pekin'le şimendıfer münakalâtı inkitaa uğradığından, şehirdeki yabancılar tayyarelcrle cenuba nakledilmektedir ler. Nankin kabinesi bugün fevkalâde bir toplantı yaparak şimalî Çin vaziyetini tetkik etmiş ve alınacak askerî tedbirler hakkında mühim kararlar vermiştir. Nankin 13 (A.A.) Japon maslahatgüzan refakatinde Japon askerî ve de niz ataşeleri olduğu halde Çin Hariciye Nazırı Vang Şing Hui'yi ziyaret etmiş ve kendisinden Çin hükumeti ordularının harekâtı hakkında malumat istemiştir. Maslahatgüzar, Lukuşio hâdisesinin iyi bir şekilde kapanmasmı güçleştire cek mahiyette Nankin tarafından yapılabilecek her türlü harekâta Japonyanm mukabele edeceğini bildirmiştir. Çin Hariciye Nazırı verdiği cevabda ezcümle şöyle demiştir: « kıt'aları haBir carih 6 sene 8 ay hapse reket Japon bir sıradaÇinde serbestçekenettiği kıt'alarımızm mahkum oldu di topraklarımızda yaptığı hareketler îki sene evvel Hasköyde Ahmed ve hakkında malumat istemeği abes te Emin adında iki arkadaş bir kahveden lâkki ediyorum.> çıkarlarken Hasköyde Hacışaban ma Pekin civarında bir müsademe hallesinde oturan Kâmil admda biri taLondra 13 (A.A.) Bu sabah Pekin banca ile beş el ateş ederek Emini aya Fengtay demiryolunda Çinlilerle Ja ğından ağır surette yaralamıştı. ponlar arasında vuku bulan müsademe Dün Ağırcezada bu dava bitmiş ve saat 11 den 12,45 e kadar devam etmişKâmil 6 sene 8 ay hapse mahkum ol tir. Japonlar bundan sonra Fengtay ismuştur. tikametine çekilmişlerdir. kan meşhur definecilerden Yeniköyde oturan Rizeli Halimin yeni bir maceraya atıldığını haber almışlar ve Halimi takib etmeğe başlamışlardır. Halim, arkadaşı Rizeli Kerimle beraber Rumelıkavağında bahkçılık eden Ali ile münasebet peyda etmiş ve ba lıkçıya Rizeli bir amelenin Boğaziçinde bir binada çalışırken eski zamana aid birçok altın paralar bulduğunu ve eğer isterse bu kıymettar altınların kendisine satılabileceğini söylemiştir. Bu cazib sözlere kapılan Balıkçı Ali, Karaköyde şekercilik eden arkadaşı Nıktaştan 500 lira borc alarak Yeniköyde Tepe üstünde randevu verilen saatte cebinde 500 lira olduğu halde hazır bulunmuştur. Rizeli Kerimle arkadaşları Galatada dökmeci Nobara bakır külçelerinden imal ettirdikleri paraya benzer madenleri alarak hep birlikte Tepe üstüne gitmişlerdir. Defineciler tam 500 lirayı alıp bakır külçelerini vererek sıvışmıya davranırlarken haftalardanberi izlerinde bulunan ve cürmü meşhud yapmak için bekliyen ikinci şube memurları saklandıkları çalıların arkasmdan birdenbire çıkarak suçluları yakalamışlar ve bu suretle zavallı bir balıkçmm da 500 lirasmı kurtarmışlardır. Üç definecile dökmeci Nobar hak kında dün tahkikat sona ermiştir. Bu gun Adliyeye teslim edileceklerdir. Hırsızlar Yeniköyde cür mü meşhudla tutuldu Vazîyet çok gerginleşti. Ingiltere ile Amerika Emniyet ikinci şube üçüncü kısım memurları ötedenberi halkm canını ya hâdise ile ciddî bir surette alâkadar olmağa başladı pon kıtaatı daha tır. Japon siyasî hükumetin takib ettiklerini Japon lerdir. Japon harb tayyareleri Pekine bomba attı İdrak meselesi ün matbaaya genc bir mektebli geldi, bana bir pusula uzattı. Baktım ve şu üç cümleyi gör cezrî tedbirler alacakfırkaları, şimalî Çinde düm: ettiği siyaseti tasvib 1 Ekinlerin idrakinden evvel y«z Başvekiline bildirmiş gelmiş sayılmaz. a 2 5 ir Baki, Yavuz Sultan Selnn Hâdisat karşısında diğer devletler devrini idrak etmedi. Vaşington 13 (A.A.) Japonya sefiri 3 O, bir idraksiz adamdır? Saito, Hariciye Nazırı Hull ile görüşeMektebliye yüzümü çevirdim, mınîrek Çinin şimalindeki vaziyeti anlat dandım: mıştır. Ey... Maksadınız? Çin hâdiseleri diplomatik mahîilleri O, genc bir neşe ile cevab verdi: meşgul etmekte devam etmektedir. Bi Bu üç cümlede ayrı ayn manalar taraflık kanununun Japonya ve Çin hak kında derhal tatbikına imkân yoktur. ifade eden idrakin aslını, faslını idrak Bu kanuna göre, ancak Roosevelt, harb edemedim de!.. hali mevcud olup ohnadığına dair bir Hatırıma ilk lâhzada rahmetli Fuzukarar verebilecektir. linin şu beyitleri geldi: Fakat iyi haber alan mahfüler Reisi Öyle sermestim M idrak etmezem dünpa cumhurun bu hususta büyük ,bir ihti nedirt yatla hareket edeceğini zannetmekte Men kimim, sâkl olan kimdir, meyi suhba dirler. nedir? Eden tarafından Londra ile Vaşington Gerçi canandan düi şeyda için kâm isterim. arasında yapılması derpiş edilen istişa Sorsa canan bilmezem kâmi dilt şeyda nedir? relere henüz başlanmamıştır. Sonra, karışık bir rüya gibi, felsefedeİngilterenin Amerikaya yaptığt ki idrak davasını hatırladım. Karışık bir teklif Vaşington 13 (Hususî) Hariciye rüya diyorum. Çünkü amprizm ile rasyoNazırı M. Hull bugün Çin sefirini kabul nalizmin her idrak sahibi için anlaşılması ederek Uzakşark vaziyeti hakkında gö kolay olmıyan gürültülerini ben de lâyıkile hazmetmiş değilim. Galiba ampristrüşmüştür. Hariciye Nezareti mehafilinde temin ler: «Müdrikede evvelce hevasda bulunedildiğine göre, îngiltere, Amerikaya mıyan hiç birşey yoktur» diyorlarmış. gönderdiği bir nota ile Uzakşark vazi Rasyonalistler de: «Müdıikeden miidyetini müşterek şekilde tetkik etmek rikenin kendisi müstesna olmak üzre önteklifinde bulunmuştur. ce hevasda bulunmadık hiç birşey yokSalâhiyettar Amerikan mehafilinde, tur» iddiasında bulunuyorlarmış. Bu iki Amerikanm beynelmilel muzakerelere mektebin nerede ve niçin ihtilâf etüklegirişmek istemediği ve Uzakşark işle rinde tamamile müstakil kalmayı tercih rini o bahisleri okuduğum günlerde anlamamıştım, bugün de anlıyamıyorum. O ettiği söyleniyor. sebeble ne Fuzuliye, ne de felsefeye daNankinden şimalî Çine takviye yanıp bir cevab hazırhyamadım. kıt'aları gönderildi Bir katil on sene hapis yatacak Bundan 7 ay evvel Unkapanmda Ahçı Osmanm dükkâmnda çalışan çırak lardan Halille Şükrü kırılan bir mer mer masa yüzünden geceleym kavga etmişler ve Halil Şükrüyü bıçakla ağır surette yaralıyarak öldünrıüştü. Ağırcezada devarn eden bu dava dün neticelenmiş ve Şükrü 10 sene hapse mahkum olmuştur. ettim: Hataydaki bitip tükenmek bilmi yen tahrikâtm önüne geçmek zamanı gelmedi mi? Bilmeeem... Bizim tarafımızda böyle birşey olmadığı için bilmem val lahi!.. Hataydan geliyorum, dedim, b«n gördüm ve biliyorum... Tatlı tatlı güler görünmeği tercih etti: Herkes kendi yağmın safhğından bahseder... Öyle değil mi? Bunun üzerine meşhur lidere yağımı zın safhğını isbat eden delilleri birer birer saydım, dinledi, dinleri, nihayet:^ Eğer böyle ise, müteessir olurum.. Fakat yalnız teessür duymak fayda vermiyor, dedim, derhal... Ellerini havaya kaldırarak, avuçlannı açtı: Lâ vallahi... dedi, şimdi, bu zamanda hiçbir şey yapamayız... Yara henüz çok tazedir... Kan akıyor daha... Lâ vallahi...» tab Londra 13 (Hususî) Çinde vaziyetin çok vahim olduğu haber verilmektedir. Pekin civarında bugün akşama kadar muharebeler cereyan etmiştir. Öğleden sonra muharebata Japon hava kuvvetleÇin salartna gelen Japon harb ri de iştirak etmişlerdir. gemileri Nankin hükumeti şimalî Çine mühim Hong Kong 13 (A.A.) Formos'da miktarda takviye kuvvetleri göndermişbulunan birkaç Japon harb gemisi Ja tir. pon menfaatlerinin himayesini temin etmek üzere cenubî Çin limanlanna haÇek rejisi tütün alıyor reket etmek emrini almışlardır. Gemi Çekoslovak rejisi 936 tütün mahsu lerden bir tanesi Amoy'e, biri Swatow lünden Türkiyeden 1,200,000 kilo tütün da, diğeri de FooChow'da gelerek de alacağını bildirmiş ve münakasa şart mirlemişlerdir. namesini göndermiştir. Bu üç limanda Japonlara karşı şid detli bir kin beslendiği bildirilmektedir. Ticaret Odasınm toplantısî Japonlartn tehdidi Ticaret Odası meclisi bugün bir topLondra 13 (Hususî) Japon mehafi lantı yaparak Oda idare heyetinden son linden bildirildiğine göre, şimalî Çinde bir ay zarfmda çıkan kararlar görüşü ki tahrikâta devam edildiği takdirde Ja lecektir. Gerçi arabcada idrak; erişmek, yetişmek manasına geldiği için bana uzatılan pusuladaki birinci ve ikinci cümlelerde o kelime, doğru olarak kullanılmış. Lisanımızda ise idrakin manası «ferasetle, akılla birşeyi anlamak» oluyor. Bu bakımdan üçüncü cümle de doğru. Gelgelelim ki Arab. bizim idrakimizi ihatadan âcizdir ve biz, Arablann idrakini genişletmeğe mailiz. Ondan ötürü de kelimenin iki dildeki yeri ayrılıyor, felsefede ise idrak, «zihin kuvveti» yerinde kullanıldığı gibi tasavvura sahib mefhumunu ifade oderek hrs ve muhayyile mukabili de oluyor. Demek ki kelimenin bütün şümulile idraki güc. Fakat cevab vermek lâzım olduğu için kendımı bıraz daha zorladun, sonunda şu beyti hatırlayıp okudum: Idraki tme'âni» bu küçük akla çerekmcz Zira bu terazu o kadar sikleti çekmez Ve ilâve ettim: Yalnız kelimelerde değil, hayaan her cephesinde de böyledir evlâd. îspanyada niçin kardeş kardeşi boğazhyor, Uzakşarkta neden boyuna kavga çıkıyor, Sıvasta kömürün kilosu neden on be$e satılıyor gibi meçhulleri halletmeğe çalışmaktan ise bu beyti okumak âkıl kârıdır!. Selçuk Kız Enstitüsünün sergisi M. TURHAN TAN Deniz fabrikaları ve Havuzlar da sergiye iştirak edeck İktısad Vekâleti, Halicdeki Fabrika ve Havuzların da 9 uncu Yerli Mallar sergisine iştirakini emretmiştir. Bu emir üzerine Fabrika ve Havuzlar, sergide ha zırlığa başlamıştır. Bu suretle ilk defa olarak Türk deniz inşaiyesi bir sergide temsil edilmiş olacaktır. Millî Sanayi Birliği merkezi dünden itibaren sergiye nakledilmiştir. sıydı. O, ne söylediyse, neye karar verdiyse, Şekib, itiraz etmeden dinlemişti. Melike, şimdi ne düşünüyordu? Şekib, kansmın, sonsuz ve hedefsiz bir tered düd içinde bocaladığmı biliyordu. Melike, ağzmdan kan gelişine korkmuştu. Bu, geçici bir korku idi; ve şimdi, doktora,. ümidle gidiyordu. Hattâ, başını, kanapenin kenanna yashyarak rahat duruşu, dişçinin kapısına yaklaşmca ağnsı dinen hastaların sükununa benziyordu. Yalnız ümidin, neticeden emin bir ümide bağlanışla, Melikeyi bu yolculuğa katlandırdığını, Şekib, bilmiyor, hissetmiyor de » ğildi. Öyle olmasa, Melike, hiç sesini çıkarmadan trene biner ve böyle uslu, uysal, sanatoryoma gider miydi? Fakat o, sanatoryoma değil, doktora gidiyordu. Sanatoryom kelimesi, genc kadını, çok sinirlendiriyordu; Şekib, hastahktan, i lâcdan, doktordan, doktorlann tavsiyelerinden bahsettiği zamanlar, bu kelimeyi, daima ihtiyatla söylemeğe kendini aliştırmıştı. Genc kadın, ümidle gidiyordu; gece ki korkuya ve uykusuzluğa rağmen, onu ayakta tutan da bu ümiddi. Fakat dok • tor, ona, umduğu, ve emniyetle beklediği teselliyi verecek miydi? Şekib, doktorla karşılaşmalannm tehlikeli olduğunu çoktan biliyordu. (Arkası var) KANDEMİR Genc kadm, gözlerini açu, kocasmı görünce gülümsedi ve başuu biraz oynatmak istedi, yüzü buruştu, uyuşan boynunu elile tutarak doğruldu: Gidiyor muyuz? Evet. Saat kaç? Altıya geliyor. Melike, gözlerini uğuşturdu, ve gerinerek ayağa kalktı: Ben, bir saatten fazla uyumadım mı? Uyudun yavrum! Genc kadın, pencereye gitti, pancuru iterek açtı, temiz havayı derin derin kokladı: Oh! Çamlar, ne güzel kokuyor! Ve aynanın önüne koştu, yüzünün bozulan makyajını düzeltti; dudaklannm rujunu sürerken: Ev sahiblerine görünmeden mi gideceğiz? Diye sordu. Biraz kabalık olacak ama, ne yapalım! Doktora telefon etmiyelim mi? Şekib, bir şeye ayağı takılmış gibi durduğu yerde sendelemişti: Bu saatte, evinde bulunur sanırım... Biz, gene ihtiyatlı bulunalım. Ve hemen telefona koştu; biraz sonra karısının yanına geldiği zaman, yüzunün çizgileri kararsızdı, dudaklan hoşnudsuz Dün Çapa Selçukhatun Kız San'at Enstitüsünün Beyoğlunda bir mağazada talebenin yaptığı işleri teşhir edeceğini yazmıştık. Yukarıki resim dün açılan mağazayı ve mağazadaki faaliyeti göstermektedir. gözleri yanıyor, ağzı kuruyor, dili damağına yapışıyordu. Köşkten çıkmadan, başını musluğun altına tutup yıkamaaığına, yüzüne bol su çarpmadığına, kızıyordu. Bir sigara içerse, sersemliğinin biraz dağılacağını, açılacağını umdu; elini cebine götürürken, gözleri kansma takıldı; dumanların ona dokunacağını düşünerek ayağa kalktı. Ne var Şekib? Şekib, biraz iğildi, parmaklarmın uc lannı kansmın saçlarına dokundurdu: Bir sigara içeceğim. Genc kadının gözleri yan aralıktı: Doktor, bugün, akşama kadar sa Burada iç! natoryomda imiş. Sanatoryoma gidece Olmaz, kapmın önünde içer, ge ğiz, sevgilim! Iirim. lukla gülümsüyordu: Doktor, evinde yok..* Gece de gelmemiş mi? Gelmemiş. Sanatoryomda nöbetçi imiş. Melike, birşey söylemeden baktı; fa kat, bu bakışında, birçok sual dolu idi. Şekib, uzun sual ve cevablara vakitleri olmadığını anlatan yerinde bir telâşîa pardesüsünü almıştı; kansınm çantasını da eline tutuşdurdu ve birşey unutup unutmadıklarını anlamak istiyen bir göz gezdirişle odaya bakındı, sonra, karısının koluna girdi: Edebl tefrika : 9 LÂ Yazan Korku, yopgunluk, heyecan, genc ka oının sinirlerini öyle bozmuş ve yormuştu ki kocasına bakarken gözleri ağır ağır kapandı, ve Şekibin, pancuru tamamile kapadığını, yalnız bir kanadın parçasını hafif açık bıraktığını göremedi. §ekıb, birçok şey düşünmesi lâzım geldiğini, fakat şu birkaç saat içinde pek az feylerle meşgul olması icab ettiğini anlıyordu. ilk korkunun verdiği şaşkmlıkla, doktora telefon etmeği düşünmüştü; şimdi, bunun imkânsızlığmdan çok, manasızlığmı hissediyordu. Doktora ne soracakîardı ? Doktorun ne söyliyeceğini, Şekib, bili yordu. Başmı, koltuğun kenanna yashyarak vorgun bir uykuya dalan kansma baktı. Uzun bir zaman için birbirlerinden aynlacaklardı. Şekib, kendini o kadar düşünmüyordu; fakat bu incecik kadın, her acıdan daha zehirli olan aynlık acısına dayanabilecek miydi? Şekibin de başı göğsüne düşmüştü; uyuyamıyordu; yerdeki halıya bakıyordu; halının çiçeklerinden biri, ıslak ıslak par Mahmud Yesari sonra, lamağa başlamıştı. Şekib, neden ağladığmın farkma vardı. Şekib, saatine bakarak, yapacaklan işleri ayar ediyordu: Tramvay beklemek falan uzun şimdi... Bir otomobile atlar, doktora gideriz, oradan da doğru evimize... Saat alhya geliyor... Biz, Kadıköye gidinciye kadar alh buçuğu bulur. Ahbabhğa değil bu... Bir doktor evine, pek erken sayılmaz. Melike, başı koltuğun kenanna yas lanmış, daha uyuyordu; Şekib, kansmı uyandırmağa kıyamıyordu. Fakat, köşk tekiler, uyanıyorlardı. Bütün köşk halkı ayağa kalktıktan sonra, kan koca, pek kolay sıvışamazlardı. Şekib, bin türlü suallere cevab vermekten, iltifatlardan, ikramlardan korkuyor ve sessizce savuşmak istiyordu. Vaziyetlerinin, nezaket kaidelerini düşünmeğe müsaid bir halde olmadığını kime anlatabılirdi? Karısmm omzuna dokundu; yavaşça seslendi: Melike... Melike... 2 Trende hiç konuşmadılar. Genc kadm, başını, kanapenin üst çıkuıtı kenanna dayamış, gözleri kapalı, uyuyor gibi oturmuş ve trenden ininciye kadar, bir iki kıpırdanıştan başka, hiç tavrını bozmamıştı. Güneşten kaçtıklan için sağ tarafa oturmuşlar, denize bakıyorlardı. Trenin duraklarda ve kalkarken geçirdiği sar sıntılarda genc kadın, gözlerini aralıyor; yüzü, bir an için kmşıyor; gözleri, kar şısında oturan kocasına rastlıyor, gülümsüyordu. Trenin sarsınhsı, Şekibin uykusuzîu ğunu, baş ağrılı bir sersemliğe çevirmişti; Melike, gözlerini kapamıştı: Sen bilirsin. Şekib, yürüdü, sigarasını yaktıktan sonra kompartımanın, gidiş istikametine göre arka sahanhğa çıktı. Deniz tarafından esen taze hava, trenin rüzgârile savruluyor; güneşin, yükseldikçe ağırlaşan sıcaklığı duyulmıyordu. Şekib, buğudan birer gömlek giymiş adaların sabah mahmurluğuna, kayıdsız bakamadı. Bu yaz, adalarda birkaç gece kalmayı da düşünmüşlerdi. Bu fikri bu lan, bulduktan sonra da uzun uzun dü şünen ve hattâ bir proğram çizen, kan

Bu sayıdan diğer sayfalar: